Arama

İslam Tarihi - Cahiliyye Dönemi

Güncelleme: 20 Kasım 2012 Gösterim: 4.180 Cevap: 2
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
20 Kasım 2012       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Cahiliye Dönemi
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Anlamı
Bilgisizlik, gerçeği tanımama.
Cahiliyye; insanın insan iradesinin dışındaki unsurlar üzerinde toplanmasını temine çalışan, insanı insana ve topluma köle yapan bir sistemin; beşeriyeti Allah'a ibadetten uzaklaştırıp, herhangi bir adla anılan beşerî sistem ve prensiplere itaata zorlayan yönetimin adıdır. İnsanları, kavimlere, renklere, tarihlerinin karanlık çağı efsanelerine yönlendiren, ayrı ayrı dil farklılığı sebebiyle ümmet şuurundan uzaklaştırmaya çalışan her türlü despotizm, cahiliyenin bir görüntüsüdür. Kısaca cahiliyye, Allah'ın hükmünden başka hüküm arayan ve Allah'ın hükmünden başka hükme rıza gösterenlerin tavrı, hayat biçimi ve sistemidir.

Cahiliye Dönemi Nedir?
İslâm, tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için, Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adı verilmiştir.
Cahiliyye, insanın Allah'ı gereği gibi tanımaması, ona kulluk etmekten uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de kişinin kendi hevâ ve hevesine uyması, insanların koyduğu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve düşüncelere inanmasıdır. Kur'an-ı Kerîm'de:
"Onlar hâlâ Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği bilen bir millet için Allah'dan daha iyi hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50)
buyurulur. İslâm'ın hakim olmadığı ortamlar Cahiliyye çağlarıdır. Çünkü ilâhî bilginin kaynağından yoksun olan ortamlardır. İslâm'ın gelişinden önceki dönemde yaşayan müşrikler Allah'a isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardı. Cahiliyye Arapları'nın sürdüğü hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:

Putlara Taparlardı
Cahiliyye insanları Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Onlar putlarının Allah katında kendilerine şefaatçı olacaklarına inanırlar ve:
"Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." (ez-Zümer, 39/3)
derlerdi.

İçki içerlerdi
Şarap içmek adeti çok yaygındı. Şairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir kısmını teşkil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdiğine göre İslâm'da içki, Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram kılınmış, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bağırttırarak bunu ilân ettiğinde Medine sokaklarında sel gibi içki akmıştır (Müslim, Eşribe, 3).

Kumar Oynarlardı

Cahiliyye çağında kumar da çok yaygındı. Cahiliyye Arapları kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı. Onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette bulunur: "Ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."

Tefecilik Yaparlardı
Tefecilik almış yürümüştü. Para ve benzeri şeyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alırlardı. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir:
"Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?" derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan Allah, özellikle Araplar'ın bu kötü âdetlerine dikkati çekerek
"-Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli İmrân, 3/130)
buyurmuştur.

Faiz oranları çok yüksekti
Faizcilik Araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar;
"Faiz de tıpkı alış-veriş gibi" diyorlardı. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alış-verişi helâl, faizi ise haram kılmıştır. " (el-Bakarâ, 2/275)
buyrulmuştur.

Fuhuş yapılırdı
Cahiliyye Araplar'ı arasında fuhuş da nadir şeylerden değildi. Cariyelerini zorla fuhuşa sürükleyenler vardı. Kur'an-ı Kerîm'de bu hususa işaretle:
"İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. " (en-Nûr, 24/33)
buyurulur.
Kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı.

Fuhuşla ilgili Cahiliyye Araplarının şu adetlerini zikredebiliriz:
Kadın âdetinden temizlendikten sonra kocası ona "şu adama git ve ondan hamile kal" derdi. Kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. Sonra yaklaşabilirdi. Bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.
Sayıları üç ila on arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek, sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadın hamile kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra onlara: "Olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek "çocuğun babası sensin" derdi. O da bundan kaçınamazdı.
Bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı. Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhârî, Nikah, 36)
Kadına değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı. Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse, kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun üzerine inen ayette:
"Ey inananlar! Kadınlara zorla mirascı olmaya kalkmanız size helâl değildir." (en-Nisâ, 4/19)
buyurulmuştur. (Şevkânî, Fethu'l-Kadir, I, 440).
Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu.

"Onlar: Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, 6/139)

Kızlari diri diri toprağa gömerlerdi
Cahiliyye Arapları'nın kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir:
"Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kız evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi." (ez-Zuhruf, 43/17),

"Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman..." (Tekvir, 81/8-9),

"Ortak koştukları Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi."(el-En'âm, 6/137)
Ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını Allah'ın böyle emrettiğini sanarak Allah'a veriyor ve bir kısmını da Allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na pay ayırdılar ve kendi iddialarına göre:
"Bu Allah'ındır, Şu da ortak koştuklarımızındır" dediler. Ortakları için ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (el-En'âm, 6/136).
"Bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı." (el-En'âm, 6/138).

Bunun dışında hayvanlarla ilgili şu adetleri de vardı:
Deve beş batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını çentip serbest bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.
Saibe*; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı.
Vasîle*; koyun dişi doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi.
Hâm*; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır, su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona dokunmazdı.
Bütün bunlardan başka müşrikler atalarından devraldıkları birtakım adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunların bazılarının, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını ileri sürüyorlardı.
İbn İshak şunları aktarıyor:
"Kureyş, ya Fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bid'at ortaya çıkardı ki, tarihte (Hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından ibarettir."
Bunlar:
"Biz, İbrahim'in evladıyız, ehl-i Harem biziz, Beyt'in sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle, bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin şeref ve itibarını korumalıyız. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir şeye tazim etmeyip bütün ihtiramatımızı Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardı.
İbn İshâk devamla:
"Kureyşliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan ifazâyı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. Ve "Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz" diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe etmenin İbrahim (a.s.)'in dini muktezası olduğunu biliyorlardı. Kinâne ile Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi.
Bunlar hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri gitmişlerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafı Siyab-ı Hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. Bu kararın neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zarûrî idi.
Bu kararların ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız önü yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.
Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çıplak tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır.

Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre;
Ebû Bekr es-Sıddık (r.a.) Vedâ Hacc'ından (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafından Hac Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiğinde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban Bayramı'nın ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu iki maddeyi) ilâna memur kılmıştır. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! İyi biliniz, bu yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktır" demiştir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körükörüne taklide çalışmışlardır.
"Onlara: Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin dendiği zaman: Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter' derler. Alaları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mı?" (el-Mâide, 5/104).
İslâm, topluma hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranışlarını tamamen yasaklamıştır. (el-Mâide, 5/103).
Bütün bunlara baktığımızda, Cahiliyye'nin bir inanma biçimi olduğunu görüyoruz. Cahiliyye; bir şeyi gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanın ve toplumun İslâm öncesi ve İslâm dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması demektir. Doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü İslâm dışı rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
20 Kasım 2012       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Cahiliye Dönemi
MsXLabs.org &
Rehber Ansiklopedisi
Sponsorlu Bağlantılar

Cahiliye Dönemi, hak dinlerin, yâni peygamberlerin (aleyhimüsselâm) bildirdikleri doğru yolun unutulduğu devir. Husûsî mânâda Îsâ aleyhisselâmın dîninin doğru şeklinin unutulmasından, İslâmiyetin gelmesine kadar olan bozuk dönem. İslâmiyetten önceki Arabistan’ın durumu.
Câhiliye devrinde yeryüzünde bulunan bütün milletler Allahü teâlâyı unutmuş, huzur ve saâdetin kaynağı olan tevhid (Allahü teâlânın birliği) inancı ortadan kalkmıştı. Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği din unutulmuş, Tevrât’ın aslı değiştirilmişti. İsrâiloğulları birbirlerine düşmüştü. Daha sonra Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hakîkî nasrâniyet de büsbütün bozulmuş, aslı ile hiçbir alâkası kalmamıştı. Teslîs, yâni üç tanrı fikri kabul edilmişti. İncil’in aslı kaybolmuş, papazlar istedikleri gibi değiştirmişlerdi. Her iki kitap da, Allah kelâmı olmaktan çıkmıştı. Mısır’da, bozulmuş Tevrât’ın hükmü, Bizans’ta yine değiştirilmiş Hıristiyanlık vardı. İran’da ateşe tapılıyor, ateşperestlerin ateşi bin senedir devamlı yanıyordu. Çin’de Konfüçyüsizm, Hindistan’da Budizm gibi uydurma dinler hüküm sürüyordu.
İşte böyle bir zamanda, Arabistan’da da inançsızlık, zulüm son haddine varmıştı. Ahlâksızlık, iftihâr vesîlesi sayılıyordu. Arabistan, dînî, rûhî, ictimâî ve siyâsî bakımlardan, tam bir câhiliyet, taşkınlık, azgınlık ve sapıklık içerisindeydi. Zayıfların malları zorla ellerinden alınıyor, buna mâni olacak bir yetkili bulunamıyordu. Devamlı çekişme hâlinde olan Arap kabîleleri, baskın ve yağmacılığı, kendileri için bir geçim vâsıtası kabul ediyorlardı. Zulüm ve yağmacılıkla övünen kabîlelerin işgâlinde olan Arabistan’da, siyâsî bir nizâm, ictimâî (sosyal) bir düzen kalmamıştı. Kumar, içki, zevk ve sefâ âlemleri hiç yadırganmıyordu. Kadın, elde basit bir mal gibi alınıp satılıyordu. Kız çocuğunun doğması bir felâket ve yüz karası sayılıyor, hattâ küçük kız çocukları diri diri toprağa gömüyorlardı. İnsanlar, inanç bakımından da parçalanmıştı. Kimisi tamâmen inaçsız ve dünyâ hayâtından başka bir şey kabûl etmiyor, kimisi ise, Allahü teâlâya ve âhiret gününe inanıyor, fakat insandan bir peygamberin geleceğini kabûl etmiyordu. Bir kısmı da Allahü teâlâya inanıyor, âhirete inanmıyordu. Diğer büyük bir kısmı da, Allahü teâlâya şirk koşup putlara tapıyordu. Müşriklerin her birinin evinde bir put bulunuyordu. Bunlardan başka hazret-i İbrâim’in bildirdiği din üzere olan ve Hanîf denilen kimseler vardı. Bunlar, Allahü teâlâya inanır ve putlardan uzak dururlardı. Peygamber efendimizin babası Abdullah, dedesi Abdülmuttalib, annesi Âmine Hâtun ve Kus bin Sâide gibi bâzı kimseler, bu din üzere idiler.
İnsanlar her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeyi bırakmışlardı. Şaşkınlıklarından kâinâtta meydana gelen hâdiselere ve Allahü teâlânın yarattığı eşyâya, bilhassa elleriyle yonttukları taştan ve tahtadan putlara ilâh diye tapınıyorlardı. Herkes birbirine düşmandı. Nihâyet sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm dünyâyı şereflendirdiler. 40 yaşına gelince peygamberliği bildirildi. İslâm güneşi doğdu.İnsanlık âlemi, hidâyete ve kurtuluşa erdi. Câhiliye devri bitti, saâdet asrı başladı. İslâmiyet gün geçtikçe bütün dünyâya yayıldı. İnsanlar ruh, düşünce ve yaşayış bakımından râhat ve huzûra kavuştu.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
20 Kasım 2012       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
CAHİLİYE

a) Cahiliye Kelimesi: [1]
Cahiliye “chl” kökünden türemiş bir kelimedir. Lisanul Arab’a göre kısaca “bilgisizlik” anlamına gelir.
Ragıp el-İsfahani e- Müfredat’ında üç değişik ve geçerli anlamının olduğunu aktarır. Bunlar:
- Nefsin bilgiden yoksun olması,
- Herhangi bir konuda doğru olanın tersine inanma,
- Herhangi bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma.
Cücani Tarifat’ında bu kelimenin terim anlamını şöyle açıklar: “İslamdan önceki devir. Bu devir, İslamın yasak ettiği, putperestlik, kan davası, haydutluk, yağmacılık, fuhuş, kız çocuklarının diri diri gömülmesi gibi kötülükler devri.”
[2]
Cahiliye dönemi denilince kişinin aklına şunlar gelir. Bedeviliğin hakim olduğu, çevredeki diğer toplumlara nazaran medeniyetin geri olduğu, bilgisizlik ve gaflet içerisinde kalmış, yazılı tarihleri olmayan, göçebe, azgınlıklarını önleyici hiçbir yazılı bir kanuna sahip olmayan ve putlara tapan insanların oluşturduğu İslam öncesi çağa verilen isimdir.

b) Kur’anda Cahiliye:
Kur’an’da cahiliye dönemini anlatan dört ayet yer almaktadır. Bu ayetlerin hepsi de Medine’de inmiştir. Mekke’de Cahiliye hakkında hiçbir ayetin inmemesinin nedeni daha o dönemde Cahiliye huylarından vazgeçmemiş olmalarıdır.
ثُمَّ أَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشَى طَائِفَةً مِنْكُمْ وَطَائِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ مِنْ شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الْأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمْ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi dertlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliyye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah’ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: «Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı». Bu, Allah’ın içinde olanı denemesi, kalplerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.”
[3]
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُون
“Cahiliyye devri hükmünü mu istiyorlar? Yakınen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?”
[4]

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye’de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin; Allah’a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.” [5]
اِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“İnkar edenler, gönüllerindeki cahiliyye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde, Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir.” [6]

Bu dört ayette dört farklı ibare kullanılmaktadır. Bu ifadeler şunladır; ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ, حُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ, تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ ve حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ ifadeleridir. Bu tabirlerin hepsi de cahiliye adetlerini yermek için kullanılmıştır.


CAHİLİYE DÖNEMİNDE TANRI ANLAYIŞI

Cahiliye döneminde insanlar birden çok tanrı olması gerektiğine inanıyorlardı. Onlar bütün bu karmaşık işleri evrenin yaratılmasını ve yönetilmesini bir kişinin yapamayacağı anlayışı içerisindeydiler. Bunun için bir çok putperest toplum gibi birden çok tanrı icat ederek Tanrı olgusunu zihinde basit işleyişte daha karmaşık bir yapıya dönüştürmeye çalışıyorlardı. Zira bir tek tanrı olması insanların davranışlarını kısıtlar. Her zaman o bizi görüyor anlayışına sebep olur. Bu onların fiziksel bir tanrı icat etme zorunluluğuna itmiştir.
Cahiliye döneminde ilk putun Mekke’ye getirilişinin şöyle olduğu rivayet edilir. Mekke ileri gelenlerinde Amr b. Luhay bir deri hastalığına tutulur ve iyileşmesi için Belka denilen bir yere şifalı sulardan sıhhat bulmaya gider. Orada kaldığı süre içerisinde insanların yakuttan yapılmış bir heykele tapl-tıklarını görür. Bunun ne olduğunu sorduğunda onlar bu heykelin kendilerine yağmur yağdırdığını söylerler. Bu Amr’ın çok hoşuna gider ve bundan Mekke’de çok para kazanabileceğini düşünür ve bir tane bu puttan satın alır. Bu putun adı Hübeldir. Mekkeliler önceleri buna pek inanmasalar da zamanla bu heykele tapınmaya başlarlar. Artık Mekkelilerin bir putu vardır. Bundan sonra hem Mekkede hem de çevre bölgelerde her iş için bir put icat edilir.
Kurana göre Cahiliye Arapları aslında tek yaratıcı olarak Allah’ı görürler
[7] Ancak diğer bütün putların tamamı onlar için birer şefaatçidir. [8] Aynı zamanda bundan vazgeçememelerinin nedeni olarak da babalarını bu yolda bulmalarını da bahane ederler. [9]
Mekke ve çevresinde bulunan bazı putlar şunlardır: Lât, uzza, Menat, Zülhalasa, Fels, Riam, Ruda, Nesr, İsaf, Naile, Ved, Suva, Yauk. Son üçünün Hz. Nuh’un kavminden mümin kimseler olduğu rivayet edilir.
İslamdan önce Arab yarımadasında haniflik de vardı. İnsanların çoğu bu inancı bilir ve bu inanışa sahip olan insanları sever ve sayarlardı. Peygamberler ve geçmişle ilgili bazı meseleleri onlara danışırlardı. Bunun bir örneğini bir ilk vahiy geldiğinde Hatice’nin mesleyi Varaka b. Nevfel adlı hanife sormayı uygun görmeleridir.
Bilinen bazı hanifler şunlardır. Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş, Zeyd b. Amr, Kuss b. Saide, Ümeyye b. Ebissalt.


3- CAHİLİYE DÖNEMİNDE DOĞAÜSTÜ ÇABALAR
İslam öncesi dönemde en yaygın davranış biçimleri büyü, falcılık ve kahinliktir. Bunların hepsi de doğaüstü varlıklarla ilişki içerine girme çabasıyla ilgilidir.

a) Falcılık
:
Cahiliye döneminde fal çok yaygındı. Bu faaliyetlerden en yaygını Ezlam adı verdikleri faaliyettir. Ezlam “zlm” kökünden türemiş bir kelimedir. Kesmek , inceltmek ve düzeltmek gibi anlamlara gelir. Ezlam ise ucunda demir parçası olmayan oka verilen isimdir.
Cahiliye Araplarının yolculuğa çıkma, çocuk sahibi olma, evlenme, ticaret yapma, su kuyusu açma, kumar oynama gibi riskli işlere başlamadan önce başvurdukları bir fal türüdür.
Bu falda, okların ucunda yap, yapma gibi ifadeler yer alır. Rastgele bir çekim yaparlar ve çıkan sonuca göre hareket ederler.
Tarihçiler iki tür ezlamdan söz ederler.
Fal Okları: Bu da iki türdür. Üçlü ve yedili.
Kumar Okları: On oktan oluşur. Üçü boştur. Diğerlerinde hisseler yazılıdır. Herkes çekim yapar ve hissesine düşene razı olur. Buna “meysir” de denir.
Kuranda iki yerde ezlam kelimesi geçer:
وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْق
“…fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır…” [10]
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْأَنصَابُ وَالْأَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُون
“Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.” [11]
Fal gelecek hakkında yani gayb için bilgi edinme çabası olarak da görülebilir. İslam önce si Araplarda bu faaliyetin çok yaygın olduğunu daha önce söylemiştik. Çok yaygın olmasından ötürü fal için birçok kelimeler de vazedilmiştir. Bu tabirlerin en yaygınları şunlardır:
- Tefe’ul: Gelecek hakkında iyimser sonuçlar elde etmek için başvurulan bir yöntemdir.
- Teşe’um: Gelecek hakkında kötümser sonuçlar elde etmek için başvurulan yöntemdir.
- Tıyare: Herhangi bir şeyde uğursuzluk var mı diye araştırma yapmadır.
Bu çalışmaların hepsi de gayb hakkına bilgi edinme amacı gütmektedir. Bu Araplarda çok ilgi duyulan bir meseledir. Çünkü onlar tamamen günlük yaşamayı adet edinmiştir.
Cahiliye çağında bir çok fal yöntemi ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Hattu’r Reml: Toprak üzerine bir takım çizgiler çizerek bakılan fal türüdür.
- Zecr, Tıyare, Iyafe: Hayvan ve insanların hareketlerine bakılarak bakılır.
- Irafe: Su dolu bir kaba bakılarak yapılır. Bu işi yapanlara Arrâf denir.
- İhtilac: İnsan vücudundaki kasların seğirmelerine bakılarak yapılan bir faldır.
- Tark: Çakıl taşları, bakla, nohut, fasulye gibi şeylerle bakılan fala denir.
- Firaset: İnsanların fizyolojik özelliklerine bakılarak yapılan faldır.

Kurana göre gayb hakkında hiçbir kimse bilgi edinemez. Peygamberler dahi gaybı bilemezler. Bu bilgi sadece Allaha mahsustur. Kuranda gayb çok yerde geçmektedir. Ancak biz bir iki örnek vermekle yetineceğiz.
وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللَّهَ
عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِير
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir, kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphesiz Allah her şeye Kadir’dir.”
[12]
عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَد
” Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttalı kılmaz.” [13]

4- SONUÇ

Kısaca sonuç için şunları söyleyebiliriz. İslam öncesi dönem kuralların pek olmadığı, güçlülerin hayatı her yönüyle idare ettikleri, günlük yaşmayı adet edinmiş insanlardan oluşur. İslam bu dönemin üstüne geldiğinde Mekke döneminde sadece Tevhid anlayışını tekrar ihdas etmeye çalışmıştır. Tekrar diyorum çünkü Cahiliyede Allah anlayışı yok değildi. Sadece bozulmuş bir tanrı anlayışı vardı. İslam bu anlayışı tekrar düzenledi.
İslamın bazı konularda ise metodu farklı olmuştur. Fal, büyü, ezlam gibi Cahiliye döneminin ritüelleri tamamen kaldırılmıştır.
Günlük hayattaki uygulamaların da bazıları aynen kabul edilmiş ve uygulanmasında herhangi bir beis görülmemiştir.
Buna göre İslam Cahiliye dönemine karşı üç tür yaklaşım sergilemiştir. Birincisi; o dönemle ilgili bazı şeyleri tamamen kaldırmaktır ki buna örnek olarak fal ve kadınlara karşı yapılan aşırı haksızlıklar gösterilebilir. İkincisi; Cahiliye adetlerini kısmen değiştirerek kabul etmesidir. Buna da tevhit anlayışı örneklik teşkil eder. Üçüncü ve yaklaşımda da Cahiliye ile ilgili bazı konularda hiç değişikliğe gitmemesidir. Buna örnek evlenme merasimleri gösterilebilir.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki İslam sanıldığının ve iddia edildiğinin aksine Cahiliye dönemini tamamen silip atmamıştır. Zaten buna gerek de yoktur. Eğer böyle bir anlayışa girmiş olsaydı sosyal yaşamda bir çok güçlüklerle karşılaşılabilir ve İslamın benimsenmesinde yavaş kalınabilirdi.



Kaynakça
[1] DİA; “Cahiliye”, VII, s. 17.
[2] Cürcani S. Şerif; Ta’rifat, çev: Arif Erkan, Bahar Yay., İstanbul, 1997, s. 82.
[3] Âl-i İmrân; 154.
[4] Maide; 50.
[5] Ahzab; 33.
[6] Feth; 26.
[7] Ankebut; 61.
[8] Zümer ;3.
[9] Araf; 28.
[10] Maide; 3.
[11] Maide; 90.
[12] Nahl; 77.
[13] Cin; 26.


Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

26 Ocak 2017 / Ziyaretçi Cevaplanmış
30 Aralık 2016 / ejmiks Cevaplanmış
12 Mart 2012 / KafKasKarTaLi Müslümanlık/İslamiyet
6 Haziran 2007 / P.u.S.u Taslak Konular
19 Kasım 2007 / KENCISii Taslak Konular