Arama

Ebu Cafer Taberi - Tek Mesaj #3

bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
27 Aralık 2012       Mesaj #3
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Taberi (839-923)

Muhammed ibn Cerir el-Taberi, kelam, edebiyat ve tarih konularında üretken bir yazardır. En çok, yaratılışından kendi dönemine kadar dünyanın evrensel tarihine ilişkin kaleme aldığı eser yanında Kuran tefsiriyle meşhurdur. Her iki eser de kendi alanlarında açıklayıcı refe¬rans eserler haline gelmiş ve klasik Arap-İslam kültürünün oluşumunda büyük katkılardan birisi olarak kabul edilmiştir.

Ebu Cafer Muhammed ibn Cerir ibn Yezid ibn Kesir ibn Galib el- Taberi, 839'da şimdi Doğu Azerbaycan'da yer alan Tebriz'in (dolayısıy¬la adı Taberi'dir) başkenti Amul'de dünyaya gelmiştir. Babası Cerir ibn Yezid, oğluna dini ilimlerde makul bir eğitim sağlamada büyük destek olmuş ve el-Taberi babasının vefatıyla bir miktar miras aldığından ekonomik olarak bağımsız olabilmiştir. Bunun anlamı özellikle yönetim-den gelen maaş ya da herhangi bir hediyeyi reddetme yanında, sarayda bir görev almasına yönelik herhangi bir teklifi de reddetme hakkına sahip olmasıdır. Dolayısıyla yalnızca fınansal bağımsızlığı elde etmekle kalmamış ayrıca siyasete uymaya yönelik yönetim baskısından da kurtulmuştur. Çoğu tabakatçi onun hiç evlenmediğini ve yaşamı boyunca bekâr kaldığını belirtmektedirler. 923'te Bağdat'ta vefat etmiştir.

İslam dünyası genelinde genç âlimlerin bilgili bir üstad arayışıyla büyük entelektüel merkezlere yolculuk yapmaları yaygın bir uygulamadır. Babasından gelen destekle el-Taberi de bunu yapmaya teşvik edilmiştir. Kur'an'ı 7 yaşında hıfzettiği, 8 yaşında imamlık yaptığı ve 9 yaşında hadis çalışmaya başladığı söylenir. 12 yaşından itibaren bilgi arayışıyla yaptığı yolculuklar, onu önce 5 yıl kalacağı Reye (günümüz Tahranı; Rey 1221'de Moğollar tarafından yıkılmıştır) götürmüştür. Burada büyük fakih İbni Hanbel'in çağdaşı olan Muhaddis (hadis otoritesi) Abdullah ibn Humeyd el-Razi'nin (Ö.862) öğrencisi olmuştur.

Daha sonra el-Taberi, o dönem İslam dünyasının en önemli kültürel ve entelektüel merkezi olan Bağdat'a gider. Burada bizzat büyük âlim İbni Hanbel'den eğitim almayı ummaktadır ancak oraya İbni Hanbel'in 855'te vefatının hemen sonrasında ulaşabilmiştir. Bununla birlikte Bağdat'ta çalışmalarına bir yıl devam eder. Daha sonra Kufe ve Basra kentlerinde eğitim almak için Güney Irak'a yolculuk eder. 858'de Bağdat'a döner ve bu kez sekiz yıl burada kalır. Abbasi Veziri ibni Hakan'ın oğ¬luna eğitmen olur ve tefsir, fıkıh alanında çalışmalarına devam eder. Ardından Mısır, Suriye, Filistin ve Beyrut'a geçer. Tüm mezheplerin öğ¬retilerine aşina olmaya önem verir. Bu yolculuklardan birinde tanıştığı ünlü âlimlere göre Kuranın tevil ve tarihini kaydetme fırsatı bulmuştur. Tefsir ve İslam tarihi üzerine eserler yazmaya başlamış, özellikle tefsir ve fıkıh bilgisi nedeniyle saygı duyulmayı hak edecek prestijli bir âlim olmuştur. Camiu'l beyan an te'vilu'l Kuran ilk kez devasa bir tefsir gele¬neğini bir araya getirmiştir. Bu eser, Ebu Hamid el-İsfehani'nin şu meşhur sözleri söylemesine neden olmuştur, "Eğer bir kişi Muhammed ibn Cerir'in (el-Taberi) tefsirinin bir nüshasını elde etmek için Çine gitmek durumundaysa, bu çok da büyük bir çaba sayılmaz."

Tefsirinin yazımı 7 yıllık bir sürede (yaklaşık 903'de bitmiştir) öğrencileri tarafından tamamlanmış olup modern edisyonları otuz cildi bul¬maktadır. Benimsediği yaklaşım farklı hadisleri belli bir ayetle alakalı olarak sıralamaktır. Bu da Kurandaki bir kelime öbeği hatta tek bir söz¬cüğün tefsiri için farklı görüşleri sağlayabilecek neredeyse yirmi farklı hadisi gerektirmektedir. Önemli olan nokta, el-Taberi'nin yalnızca gö¬rüş farkını kaydetmesi ve öylece bırakmasıdır. Bazen de ya bir tür sen¬teze ulaşma ya da bir görüşü diğerine karşı savunma teşebbüsüyle farklı hadislerin değerlendirilmesinde eleştirel davranır. el-Taberi Kuranın farklı okumalarını ya da iğrabını (metnin dilbilgisini) ele alırken akıl¬cı Mutezilenin aksine (bkz. el-Taberi'nin tefsirinden sonra Mutezili bir teville tefsir yazan el-Zemahşeri) spekülatif alegorik ya da metaforik tefsirle meşgul olmaktan kaçınmıştır.

El-Taberi bizzat kendi tefsirinin etkisinde kalarak şöyle demiştir:
Bu, insanların ihtiyaç duydukları (Kuran tefsirine ilişkin) her şeyi içeren bir kitaptır. O kadar anlaşılırdır ki başka kitaplara başvurma ihtiyacı kalmamıştır. Bunda ihtilafların olduğu yerde üzerinde ittifak edilen delilleri aktara¬cağız. Her mezhep ya da görüşün gerekçelerini sunup elden geldiğince özlü olarak, doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi açıklayacağız.( )
Âlimler bu eser yanında tarih alanındaki diğer bir açıklayıcı referans niteliğindeki esere, muhtasar tarihul rusul ve'l muluk ve'l hulufa adlı eserine de dayanmışlardır. Bu eser Âdem'in yaratılışıyla başlayıp 915 yılında biten tam bir dünya tarihidir. Aslında böylesi bir proje tüm dünyanın tarihini, İncil'deki (dolayısıyla Kuranda da geçen) halkların ve Peygamberlerin İslami bir perspektiften tarihini, antik İran'ın özellikle de Sasaniler döneminin ve Hz. Muhammed'le İslam'ın doğuşu, Hulefa-i Raşidin, Emeviler (661-750) ve sonra 750'den kitabın tamamlandığı 915 yılına kadar Abbasi hükümdarlığı tarihini kapsar. Daha önce yazdığı tefsir gibi Tarih'i de onun yolculukları süresince kaydettiği tarihi olayları aktardığı bir selefi yaklaşımına bağlı kalmıştır. Hadisçi görüşün nevi şahsına münhasır olduğu tartışılabilse de Mutezile ya da Şia gibi dokt- rinel mezheplerin bakış açısını benimsemekten kaçınmıştır. El-Taberi, yöntemini açıklarken şunları söylemiştir:
Okur bilmelidir ki aktardığım ve bu kitapta ortaya koymayı öngördüğüm her şeyle alakalı olarak rivayet ettiğim ve ravilerine atıfta bulunduğum ha¬dis ve beyanlara dayanıyorum. İstisnai olarak akli argümanları vazederken dahili düşünce süreçlerinde üretilenlere dayanıyorum. Çünkü geçmiş ve bugün, insanlık ve olaylar tarihine ilişkin hiçbir bilgi ve nakil haricinde on¬ları gözlemlemeyen ve onların devrinde yaşayamayanlarca ulaşılır değildir.( )
El-Taberi kendi zamanı için bilge bir kişi olarak sıra dışı değildir. Kuran tefsiri ve tarih çalışmalarındaki uzmanlığı yanında hatırı sayılır bir fıkıh bilgisine sahiptir. Daha önce belirtildiği gibi dört büyük mez¬hebin öğretileri üzerinde çalışmış ve genelde Şafii mezhebine sempati duyduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle Hanbeliler gibi Selefi değildir. Aslında Ceririye olarak da bilinen kendi mezhebini kuracak kadar ile¬ri gitmiş ancak -birçok mezhep gibi- bu da zamanın imtihanına karşı ayakta duramamıştır; ayrıca gerekliliklerini aşırı kılacak kadar Şafii'den bir miktar farklılaşmıştır.

El-Taberi, tüm bu yolculuklardan sonra yaşamın geri kalanında Bağdat'ta yaşamış, kendi memleketini mümkün olduğunca sık ziyaret etmiştir. Bununla birlikte kaydedilen son ziyareti 903'dedir ve açıkçası bölgede büyüyen Şii nüfuzdan kaynaklanan ölüm tehditleri nedeniyle Tebriz'den kaçmak durumunda kalmıştır: El-Taberi onun anti-Şii görüş¬lerinde açıkça dillendirilmiştir. Şia'dan başka Mutezilenin görüşlerine de karşı çıkmıştır. Ancak bu, Taberi'yi bir selefi kılmaz çünkü Hanbeliler de ona karşıdır ve ironik olarak Taberi'yi Şia sempatizanlığıyla suçlamışlardır. Katı bir Selefi olmamasına karşın yazılarının adları dışında tamamen selefi bir yaklaşım benimsemeleri nedeniyle Hanbeliler'e düşman olduğu pek de söylenemez. Görüldüğü gibi sorun, el-Taberi'nin nedeni ne olursa olsun İbni Hanbel'i bir fakih olarak tanımaması ve fiilen de
olasılıkla onun adıyla anılan mezhebi için (Hanbeli) adını verdiğini ve Hanbeliye'nin ancak ondan sonra bir mezhebe dönüştüğüdür. îbni Han¬bel bir hüküm koyucudan çok hadis derleyicisi olarak kabul edilir. Bu görünürdeki küçük detay el-Taberi'nin içinde yaşadığı zaman ve mekân bağlamında görülmelidir. Çünkü eğer yalnızca birkaç yıl daha uzun ya- şasa, kaleme aldığı Tarih, Abbasi halifesinin etkili sonuyla tamamlanmış olacaktır. Ancak Taberi 923'de vefat ettiğinde sadık Hanbelilerce birçok gösteri yapılmış ve uygun bir şekilde defnedilmesi reddedilmiştir.


KAYNAK: İSLAMDA 50 ÖNEMLİ İSİM