Arama


_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
17 Ocak 2013       Mesaj #6
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
SAVAŞLAR NEDEN ÇIKAR?

Amerika Birleşik Devletleri’nin istihbarat birimleri önümüzdeki on yıl içinde Dünyamızda tansiyonun iyice yükseleceği konusunda bir rapor hazırlayarak Amerikan üst makamlarına sundular. Dünya’daki bir çok olumsuz hadisenin sorumlusu olarak görülen Amerika’nın, büyük bir Devlet olduğunu da unutmamak gerekir. İyiliğinden değil belki ama, devlet olmanın getirdiği şartlar ve ilkeler doğrultusunda hareket etmek zorunda olduğundan, doğru ve prensipli davranması da gerekiyor. Dolayısıyla, Küresel çapta düşünüldüğünde, bu en büyük oyuncunun doğru ve akla uygun politikalar geliştirmesi için Dünya’yı en iyi şekilde tahlil etmesi de şart. O zaman Amerikan istihbarat birimlerinin Dünya’nın geleceği hakkındaki raporu hiç kuşkusuz büyük önem taşıyor. Peki ama küresel tansiyonun artışı ne anlama geliyor? Rapora göre, önümüzdeki on yıl içinde su ve gıda konusunda Dünya sıkıntıya girecek. İnsanlığın hayatta kalabilmesi için elzem olan bu temel gereksinimlerin karşılanması giderek daha güç hale gelecek. Ülkeler su ve gıda yüzünden büyük çekişmeler içine girecek. Hatta, özellikle Güney Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da su kaynaklarının bir savaş ya da terör aracı olarak kullanılması söz konusu olabilecek. İşe bakın ki, kitlesel silahlardan, nükleer bomba ve kimyasal silahtan korkan Dünyamızda en büyük silah, insanlığın temel gereksinimleri olan su ve ekmek oluyor!!!
Tek neden su ve gıda değil tabii ki. Bunun yanında yoksulluk, sosyal gerilim, zayıf liderlik ve zayıf hükümetler gibi etkenler de istikrarsızlığa katkıda bulunabiliyor.
İstikrarsız küresel zemin yetmezmiş gibi, Türkiye’mizin sınırlarında patlamaya hazır savaş bulutları da dolaşıyor. Suriye’ye dış müdahalenin İran ve Rusya tarafından karşılık görmesi ihtimali büyük. Bu da bölgesel bir savaş tehdidi olarak Demokles’in kılıcı gibi kafaların üzerinde sallanıyor. Orta Doğu’nun küstah devleti İsrail, pervasızca İran’a saldırı tehditleri savuruyor. Daha da kötüsü, henüz gündeme düşen bir habere göre İran Devrim Muhafızları’nda görevli bir general, İran’a karşı yapılacak bir saldırının kısa sürede tüm bölgeyi saracağını ve 3. Dünya Savaşı’na dönüşebileceğini söyledi!!! İsrail ve ABD ikilisinden herhangi birinin İran’a karşı bir savaşa girişmesi durumunda hedef alacakları ABD üsleri için Katar, Bahreyn ve Afganistan isimlerini zikretti. Şükür ki Türkiye’deki ABD üslerini, saldırılacak üsler arasında saymadı. Ama yine de “iyi bari, biz yokuz” diyerek işin içinden sıyrılamayız. Zira gerek bir bölgesel savaş durumunda, gerekse, Allah korusun, İran’lı komutanın zikrettiği 3. Dünya Savaşı durumunda, Türkiye’mizin zarar görmemesi mümkün değil. Komşuların evi yanarken, bizim evimiz nasıl sağlam kalabilir?
I. Dünya Savaşına baktığımızda şunları görüyoruz: En temel neden olarak Almanya ile İngiltere arasında ortaya çıkan ekonomik rekabet. Almanya ve İtalya, sömürgeci devletler kategorisine biraz daha geç katıldılar. Çünkü sanayileşmelerini İngiltere ve Fransa’ya göre daha geç tamamlamışlardı. Ancak sanayileşmelerini bitirip de sömürgeci devlet olmak istediklerinde, daha önce kurulmuş olan düzeni bozma durumu doğdu. Daha doğrusu Dünyadaki egemen güçlerin arasındaki denge bozuldu. Ayrıca Fransa’daki inkılap, milliyetçilik (ulusçuluk) adı verilen ve bugün Dünya’da bulunan hemen hemen bütün devletlerin şekillenmesine neden olan akımı doğurdu.
Fransa’nın kömür yatakları açısından çok zengin olan Alsas – Loren bölgesini Almanlara kaptırmıştı. Bu bölgeyi geri almak istiyordu.
Rusya’da sanayileşmede oldukça ileri gitmiş güçlü bir devletti. Balkanları kendisine benzetmek, yani Slavlaştırmak istiyordu (Panslavizm). Avrupa’nın güçlü devleti olan Avusturya – Macaristan bu konuda Rusya’nın en büyük rakibiydi. İki devlet arasındaki rekabet ve mücadele de I. Dünya Savaşının en önemli nedenleri arasında sayılmaktadır.
Sırpların Büyük Sırbistan hayalleri vardı. Buna göre Bosna – Hersek’i de kendilerine dahil etmek istemekteydiler. Fakat Avusturya – Macaristan da Bosna – Hersek’i istiyordu. İki devlet arasındaki bu mücadelede Ruslar Sırpları destekliyordu. Zaten Ruslar Avusturya – Macaristan ile rekabet içindeydi.
1882 yılında Almanya, Avusturya – Macaristan ve İtalya’dan oluşan Üçlü İttifak kuruldu. Fakat İtalya 1915 yılında saf değiştirdi. Dünya güçler dengesinin diğer tarafında bulunan İtilaf Devletleri arasına katıldı. İtilaf Devletleri, İttifak Devletleri’nden 15 yıl sonra, 1907 yılında kurulmuştu. Onlar da İtalya’nın katılmasına kadar üç adetti: İngiltere, Fransa ve Rusya. İtalya’nın İtilaf Devletleri’ne geçerek saf değiştirme nedeni, İngiltere ve Fransa’nın çabasıdır. Daha doğrusu, ileride paylaşılması düşünülen Osmanlı İmparatorluğu’ndan İtalya’ya toprak vaat edilmesidir. İngiltere ve Fransa, İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesine tepki göstermeme garantisi vermiş ve savaş kazanılırsa, Batı Anadolu’dan İtalya’ya toprak vaat etmişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı’na baktığımızdaysa, onu da Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarının doğurduğunu görüyoruz. Versailles antlaşmasında (1919) Almanya ve İtalya için hükümler çok ağır olmuştu. Hem büyük tazminatlar koyulmuş hem de topraklar haksız bir paylaşıma uğratılmıştı. Bu yüzden Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini Faşizmi doğmuştu. Normal şartlar altında çöplükteki yerinden hiç bir zaman çıkamayacak olan mantıksız Faşizm rejimini, ağır anlaşmalarla onuru kırılan Alman ve İtalyan halkı benimsemişti. Ulusların onuru ağır yara aldığında aşırı milliyetçilik de artar. Ancak Faşizm rejimi, ulusların milliyetçi duygularını okşarken, kendi zehrini de akıtır. Milletlerin yaşaması için elzem olan milliyetçi duyguları kullanarak kendinden başka hiç bir düşünceye hayat hakkı tanımayan diktatörlüklere dönüşür. Hitler Alman ulusunun onurunu kurtarmak ve Almanya’nın “yaşam sahasını” yani topraklarını genişletmek istiyordu. Bu amaçla Polonya’ya girdi. Ancak daha önce Uzak Doğu’da başka bir devlet, Japonya, 1932 yılında Mançurya’yı ele geçirmişti. Mançurya da Japonya için bir nevi “yaşam sahası” idi. Soya fasulyesi, ormanlar, kerestecilik ve maden kömürü açısından çok zengindi. Birinci Dünya Savaşı’nın Alsas-Loren bölgesine benzemekteydi.
İnsanlık tarihinin gördüğü bu en büyük savaşları, son günlerde Amerikan İstihbarat Birimlerinin, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a verdiği rapor büyük bir benzerlikle özetliyor. Kıt kaynakların elde edilmesi için ülkelerin biri birlerine saldırmaları, kötü rejim ve yönetimler, emperyalist amaçlar vb. Bu gün de günümüzde diktatörlükle yönetilen veya halkına karşı sorumluluk hissetmeyen bir çok basiretsiz lider var. Su ve gıda gibi kaynaklar hala kıt.
Yeniden büyük savaşların olmaması için halkına karşı sorumluluk hisseden demokratik yönetimlerin Dünya ülkeleri arasında yaygınlaşması, yeni ve temiz su kaynaklarının bulunması, silahlanmaya ayrılan paranın yeni gıda kaynakları için harcanması gerekiyor. Yoksa tarihin de gösterdiği gibi savaşlar çözüm olamıyor. Savaşlar yeni ve daha korkunç savaşlara davetiye çıkarıyor.
Ortalıkta savaş bulutları dolaşırken, büyük savaşların neden çıktığına tarihsel perspektiften bakmak istedik. Belki yararı olur da, savaş nedenlerini ortadan kaldırmak için çaba sarf edilir. Nedenler ortadan kalkarsa savaş da olmaz, diye düşünüyoruz. Yurtta Barış Cihanda Barış, ilkesine inanarak.