Hiperrealizm
MsxLabs.org
Amerikan terminolojisinde süperrealizm foto-realizm… Bu akımın çıkış yaptığı yer Amerika. Diğer ayağı ise Avrupa’da. Fransız terminolojisi onu hiperrealizm olarak tanımlamış. Verilen tüm isimler bu akımı iyi açıklıyor. Ama akımın adı onu anlamanız resimlerin insan ürünü olduğuna ikna olmanız için yeterli değil.
Bu akım figür ve nesnelerin aşırı realistik bir şekilde ifadesidir resime katılan betimleme olsa olsa ufak bir ışık oyunu olabilir. Gerçeğine aşırı sadık kalınır. 20. yüzyılın ikinci yarısının hayatımıza kattığı bir akım bu 60ların sonundan itibaren taşlar yerine oturuyor ve akım ressamlarca takip edilmeye başlanıyor.
Hayata bir ayna tutmak gibi yapılanlar aslından hiçbir fark taşımıyormuş gibi zaten var olanı 2. ye karşınıza koyuyor ve bence düşündürücü olabilecek yanı da bu. Her zaman karşılaştığımız basit deyip geçtiğimiz alıştığımız şeylere tekrar sanat adı altında rastlayınca – şaşırdım. Bunun zanaattan ne farkı var ki dedim. Hele de yapım aşamasında resmedilecek objenin üst düzey fotoğraf makineleriyle önce fotoğrafı çekilip sonra o fotoğrafların tuvalin bir köşesine iliştirilerek ayrıntılı incelenmesiyle. Sonuçta teknolojinin el verdiği ölçüde üst model bir kopya sistemi. Muhtemelen Japonların günlük hayata kazandıracağı ilk robotların yapamayacağı bir şey değil.
Ancak ne oldu da bu bir sanat olarak algılandı sorusunun cevabı bu akım için tarihin sanatsal gelişiminde yatıyor.
Hiperrealizm diyor ki bana artık realistik olmak yetmiyor. Bu dürüst sistem ve onun aklayıcısı demokrasi ve hukuk sistemindeki gelişmeler beni mutlu etmiyor bu şekilde dürüst olamıyorum. İçinde yaşadığım dünyada yaşadığım şehirde ülkede olmasa da savaş var açlık var vb … Sonuçta olanların farkındayım olan bitene gerçekçi bakıyorum. Ancak görüneni görmemek için aptal olmak gerek ve bugün artık çoğu kimse (hala herkes değil) bunların bir derece farkında. Nitekim farkında olmanın yetersiz kaldığı noktada düşünsel anlamda hiperrealizmden bahsetmeye başlıyoruz demektir. Hiperrealizm “ya sonra” der. Ne yapmalı ? Bu düşün aşamasının resim sanatına yansımaları tabi ki hep aynı doğrultuyu takip etmiyor hey bakın ben yapabiliyorum aynısı gibi oldu diyerek sanatçı etiketini yiyenler var.
Akımın düşün aşamasından ziyade bu yazıda görsel yanından bahsedeceğim.
Öncelikle bu akımın çıkışının yakın geçmişinde Amerika’da ne gibi gelişmeler olmuş?
Not: Sanat tarihi ile ilgelenmeyenler için sıkıcı olabilecek bölüm
Başlangıç:
20′ler: Sürrealizm tsunami etkisi yaratır burjuva mekanlarında kabulleniş ve sanata bakış çeşitlenir renklenir. Anlaşılmasa da olurmuş gibi düşünenlerin sayısı artar.
1940 ortalarında New York sanatın başkenti durumunda: Soyut dışavurumculuk (soyut ekspresyonizm) –ilk Amerikan sanat akımı- ona bu ünvanı kazandırıyor.
(Örnek ressamlar: Jackson Pollock Willem de Kooning ve 60′larda: Morris Louis Frank Stella)
50′ler İngiltere ve Amerika’sında başlayan 60′larda pop art adını alan akım: Bu akım soyut dışavurumculuğa tepki olarak gelişir. ingiltere’de (öncü diyebileceğimiz: Richard Hamilton) ve Amerika’da (Jasper Johns Robert Rauschenberg Andy Warhol) farklı bir yol izlenir birbirlerinden kopuk bir gelişme gösterdikleri söylenebilir.
60′lar sonu: “Sey hello tu hiperrealizm.”
Not: Sıkıcı bölümün sonu
Eklemek gerekir ki tüm bu dönemler boyunca realizmin ortadan kalktığı söylenemez varlığını kollamıştır da popülerliğini kaybetmiştir diyebiliriz. Tüm bu soyutlayarak resim yapma olsun karakter aracılığıyla kimliği yıkma anlayışları olsun git gide hacimsiz uç bir boşluğa çekmişti akımları ve popüler algılayışı. Ancak realizm kendine yeni bir kimlik buldu modern zamanlar kıyafetini giydi ve hiperrealistler geldi hepsini dövdü tahttan indirdi popülerliği kaptı şimdilik…
Resimler incelendiğinde fark edilebilecek şeylerden birkaçı:
- Herhangi bir manipülasyon algısı yaratacak kullanımlar farklı ilişkilere pencere açan yaratıcılık yoktur.
- Teknik olarak ressam formdan şaşmaz. Farklılığı yaratan gerçekçi kalarak kafasındaki düşünceyle oynamasıdır. Bunu tuvale ve oradan da bize ışık renk ve seçtiği formla yansıtabilir. Bu noktada tekniği ölesiye zorlar ve sınırlarını kesin hatlarla çizer. Teknik terimleri genel olarak 2 tanedir: Sharp focus (keskin odaklanma) ve gigantic scale (devasa skala). Bu akımın soyutlamayı kullandığı tek nokta budur; olduğundan büyük göstermek denebilir ancak diğer hiçbir ayrıntı değişmez ve gözden kaçmaz. Sydney Janis 1972′de New York’taki sergisinde (ilk kez hiperrealist sergi adını vererek) sharp focus tekniğiyle yani kalabalıkları derin ve ayrıntılı bir şekilde resmederek eserlerini görücüye çıkardı.
- Stil çeşitlenemeyecekse -forma sadık kalındığı için- öznelliği yakalayan ancak modern toplumdan tutup çıkarılan konulardır.
- Herhangi bir duyguyu iki kat daha yoğun yaşatmaya çalışmaz. Yani olayı gözüne sokamaz ve onu yerin dibine de batıramaz. Olduğu gibi verir nasılsa…
- Fotoğraf makinesinin çok çok gerçekten çok kısa bir sürede elde edebileceği görüntüye belki de basit bir görüntüye saatler ve ziyadesiyle emek harcayarak ulaşmak. Modern zamanın sağladığı onca kolaylıktan ziyade takdir edersiniz ki aynı sonuca saatler içinde ulaşmak. Böyle bakınca akımın tekniğiyle kimi iğnelemeler yaptığı akla geliyor. Bu mesaj aslında pek de olumsuz değil. Ancak akımın ressamlarından kaçı bu farkındalıkla bu saatleri harcıyor kestiremiyorsunuz ve harcanan emeğin amacı sağlam bir temele oturmayınca bir soğukluk yaratıyor eserlere karşı. Bunlar salak mı acaba sorusunu sormak o kadar da yersiz olmayabiliyor.
Eleştirel anlamda bu akımın eserlerine mekanik oluşum aşamasından ötürü (önce fotoğrafını çek sonra tuvale yapıştır bakarak çiz) sanat demeye dili varmayanlar vardır. Sanatın ne demek olduğu konusunda ateşli tartışmaların olduğunu söylemiyorum bile. Şu dünyada yaşayan ve yaşamış insan sayısı kadar sanat vardır desem ve buna inansanız beni anlayabilirsiniz demektir. Bu noktada bu akımın eserlerine bir eleştiri de resime bireysel süzgeç dediğim bireysel bakışın katılmamış olmasından kaynaklanır. Yani bir impersonnal (bireysel etkilerden uzak) eserden bahsediyoruz ki bir sanat akımına dahil. Hem bireysel değil hem sanat!
Bu noktada şu anda ve aralılarla okuduğum Guy Debord‘un Gösteri Toplumu‘na değinmek isterim. Çünkü hiperrealizmi Guy Debord‘un daha 60′lardan öngördüğü toplum modelinin üretebileceği bir akım olarak değerlendirmek mümkündür. Bahsedilen -miş gibi görünmektir ve bu akım da sanatsal anlamda hem gerçeğe en benzer ve onun kadar yalın hem de gerçekten en uzaktır. Yapılış aşamasında araya aracı sokar tuval üstüne bir fotoğraf yapıştırır sonra da ben yaptım oldu der. Aslında yaptığı da görünen değildir. Söylediğim gibi kendisini renkle formla ve ışıkla belli eder. Tüm bunlar ilüzyon içerir. Objenin fotoğraf olmadığını bu ilüzyon göstergeleri bize anlatır bu bir fiksiyondur hem de gerçeğin fiksiyonu. Gerçek ikinci plandadır gerçek amaç değil araçtır. Gösteri toplumuna iyi seyirler diler.
Taner Ceylan – Yapım aşamaları
Son düzenleyen Safi; 31 Mart 2016 04:41