Abdullah-ı Ensari
MsXLabs.org
Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden. İsmi, Abdullah bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hirevî olup, künyesi Ebû İsmâil’dir. Nesebi, Eshâb-ı Kirâmdan Hazreti Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî’ye dayanmaktadır. Bunun için Abdullah-i Ensârî diye tanınmıştır. Hadîs ilminde çok yüksek idi. Üçyüz binden çok hadîs-i şerîf ezberlemişti. Ayrıca fıkıh, tefsîr, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde derin âlim idi. 396 (m. 1006) senesinde, Şa’bân ayının ikinci günü Herât’ta doğdu. 481 (m. 1185) senesi Zilhicce ayında orada vefât etti. Evliyânın büyüklerinden olan Abdullah-i Ensârî’nin türbesi, devamlı ziyâret edilmektedir.
Dört yaşında iken ilim öğrenmeye başladı. Dokuz yaşından itibâren kadı Ebû Mensûr ve Caruzî’nin sohbetlerine devam etti. Hâfızası fevkalâde kuvvetli idi. Mektepte duyduğu ve yazdığı her şeyi hemen ezberlerdi. Daha o zamanlarda, çok güzel şiirler söylerdi.
Gece-gündüz ilimle uğraştı. Abdül-Cebbâr el-Cerrâhî, Ebû Mensûr el-Ezdî, Ebû Saîd es-Sayrafi ve başka birçok âlimden ilim öğrendi. Kendisinden de; Ebü’l-Vakt Abd-ül-Evvel, Ebü’l-Feth Nasr bin Seyyâr ve daha başka birçok zâtlar ilim öğrenip icâzet (diploma) aldılar. Geceleri kandil ışığında hadîs-i şerîf yazardı. Yemek yemeğe vakit bulamazdı. Annesi, ekmek parçalarını lokma lokma edip yedirirdi. Hadîs-i şerîf toplamak için çeşitli memleketlere gitti. Çok sıkıntılara katlandı. Nişâbûr’dan Dezbad’e kadar yağmur altında rükû’ vaziyetinde gitti. Çünkü, koynunda hadîs-i şerîflerin yazılı bulunduğu nüshalar vardı. Bunların ıslanmaması için çektiği sıkıntılara, Allahü teâlânın rızâsı için ve Resûlullahın ( aleyhisselâm ) sünnetine hizmet için katlandı. Niyeti bu idi. Üçyüz âlimden hadîs-i şerîf öğrendi. Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i sünnet idi. Hiç biri bid’at sahibi değildi. Tefsîr ilmini Hâce Yahyâ İmârî’den öğrendi. Kendisi anlattı:
“Benim, kışın cübbem yoktu. Hava da çok soğuk idi. Evimde ancak üzerinde yatabileceğim kadar bir hasırım vardı. Üzerimi de bir keçe parçası ile örtüyordum. Keçeyi başıma doğru çeksem ayağım, ayağıma doğru çeksem başım açık kalırdı. Yastık olarak da bir kerpiç kullanırdım. Bir de, meclislerde giydiğim elbiseyi asacak bir çivi vardı. Birgün, büyük zâtlardan birisi bize geldi ve hâlimi gördü. Parmağını ısırıp ağlamaya başladı. Bir müddet sonra, başından sarığını çıkarıp önüme koydu. “Buna benden çok sen lâyıksın demek istedi.”
“Maddî gücüm olmadığı için, talebelerime birşey alamazdım. Kimseden de bir şey isteyemezdim. Bunun için gönlümde bir elem vardı. Bir kimse, hazret-i Danyal aleyhisselâmı rü’yâsında görmüş. Ona, “Falan dükkânı Abdullah’a ver ki, kazancını talebelerine dağıtsın” buyurmuş. O kimse, de bunu kabûl etmiş. O şahıs, bu rü’yâdan sonra dükkânın kazancını, talebelere dağıtılmak üzere bana verdi.”
“Ben, şu iki kimseden daha büyük bir âlim görmedim ve işitmedim. Onlar; Harkan’da Ebü’l-Hasen-i Harkânî ve Herat’da Abdullah et-Tâkî’dir. Harkânî hazretlerinin talebeleri bana, “Otuz senedir hocamızın sohbetiyle şerefleniriz. Onun, sana ta’zim ve hürmet ettiği gibi, başka hiç kimseye ta’zim ettiğini görmedik. Sana ihsân ettiği gibi, başkasına böyle ihsân ettiğini görmedik” dediler. Birgün, Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretlerine, “Efendim, bir şey sormak istiyorum” dedim. O da “Sor. Ey benim çok sevdiğim Abdullah” dedi. Beş suâl sordum. İkisini lisân-ı hâl ile (yaşayarak), üçünü de lisânı kâl ile (söyleyerek) cevaplandırdı. İki elimi dizinin üzerinde tutmuş idi. Bu hâl beni çok etkiledi. Öyle çok ağladım ki, gözlerimden ırmak gibi “göz yaşı akıyordu. Ben tasavvufu Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretlerinden öğrendim.”
“Mürşid-i kâmilin mübârek cemâlini görmek ve sohbetine kavuşmak en büyük ganîmetlerdendir. Onların güzel cemâli ve sohbeti her zaman ele geçmez. Onu elden kaçırmamalıdır. Arafat dâima olur, fakat onlar dâima bulunmaz. Bu büyük ganîmeti lâyıkıyla değerlendirmeli, ni’metin kıymetini bilmelidir.”
Son düzenleyen _Yağmur_; 22 Mart 2013 10:28