Arama


_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
23 Şubat 2013       Mesaj #17
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Muhammed aleyhisselâm doğmadan önce meydâna gelen ve peygamberliğine müjde olan alâmetler


Muhammed aleyhisselâm doğmadan önce meydâna gelen ve peygamberliğine müjde olan alâmetler:
1- Irbâz bin Sâriye “radıyallahü teâlâ anh” şöyle rivâyet etmişdir: Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Âdem aleyhisselâmın cesedi toprak hâlinde ve henüz rûh verilmemiş hâlde iken, Allahü teâlâ katında benim adım “Hâtemünnebiyyîn” diye yazılmışdı. Size hâlimin başlangıcından bahsedeyim diyerek buyurdular ki: Hazret-i İbrâhîm aleyhisselâm şöyle düâ etmişdir, [Bekara sûresi 129.cu âyetinde meâlen] (Yâ Rabbî! Onlara senin âyetlerini okuyacak bir resûl gönder.). Îsâ aleyhisselâm da şöyle müjde vermişdir: [Saf sûresi 6.cı âyetinde meâlen] (Ey İsrâîl oğulları! Ben size Allahın peygamberiyim. Tevrâtın tasdîkcisi ve benden sonra gelecek bir peygamberin müjdecisi olarak geldim ki, o peygamberin ismi “Ahmed”dir...).
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yine şöyle buyurdu: Annem Âmine kendisinden bir nûrun doğuya ve batıya yayıldığını görmüşdür. O nûrun aydınlığında Şâmın köşkleri ve serâyları görünmüşdür.
2- Tevrâtın ilk âyeti: “Allahü teâlâ önce mu’azzâm bir nesneyi yaratdı. Sonra gökleri, sonra da yeri yaratdı.” Bu âyetde geçen “Vehîm” kelimesi büyük şân sâhibi ma’nâsında olup, Muhammed aleyhisselâmın rûhu demekdir. Nitekim hadîs-i şerîfde şöyle buyrulmuşdur: (Allahü teâlânın ilk yaratdığı şey benim rûhum veyâ nûrumdur). Eğer yehûdîler derlerse ki bundan murâd neden Muhammedin “aleyhisselâm” rûhu olsun? Cevâb olarak deriz ki, size göre harflerle hesâb mu’teberdir. Nitekim Tevrâtda bir âyetde geçen “Bezât” kelimesinin dörtyüzon demek olduğunu söylersiniz. Bununla Süleymân aleyhisselâmın Beyt-i mukaddesi binâ etmesinden dörtyüzon sene sonra harâb olur diye söylemeniz gerçekleşdi. Bunun birçok başka misâlleri de vardır. Rivâyet olunur ki, Muhammed aleyhisselâma yehûdî âlimlerinden bir gurup geldiler ve yâ Muhammed! İşitdik ki, sana “Elif lâm mîm” âyeti gelmiş. Bu senin ümmetinin yetmişbir sene hükm süreceğine işâretdir dediler. Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm buyurdu ki: Bana sâdece “Elif lâm mîm” gelmedi. “Hâ mîm ayn sîn kaf” ve “Kaf ha yâ ayn sâd” ve “Elif lâm ra” ve “Elif lâm mîm sâd” âyet-i kerîmeleri de geldi. Yehûdî âlimleri bunları işitince işimiz çok zorlaşdı yâ Muhammed “aleyhisselâm”, diyerek ayrılıp gitdiler.
Tevrâtın ilk âyetinde geçen “El vehîm” kelimesini harf hesâbıyla hesâb ederek doksaniki çıkdığını gördük. Bu rakam “Muhammed” ismine uygundur.
Yine i’tirâz ederek (El vehîm) kelimesi Tevrâtın ilk âyetinde geçen mu’azzâm bir nesne kelimesinin mef’ulü değil fâilidir. Ya’nî mu’azzâm nesne yaratandır, yaratılan değildir derlerse iki dürlü cevâb veririz. Birincisi, cümlede geçen “gökleri yaratdı” ifâdesinin mu’azzâm nesneye atf edilmesi yanlış olur. İkincisi, yaratma fi’linin fâili içinde gizlidir. Ya’nî yaratan Allahü teâlâdır. Nitekim, Tevrâtda bu ifâdenin birkaç satır altında açıkca “Allahü teâlâ bir mu’azzâm nesneyi gökleri ve yerleri yaratdı. Allah en iyi bilen ve en iyi hükm sâhibidir” yazılıdır.
3- Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğine önceden müjde olan haberlerden biri de şöyledir: Tevrâtın beşinci sifrinin ikinci cüz’ünde, yehûdî âlimlerinden yetmiş kişinin doğruluğunda ittifak etdikleri bir âyetde, iki yönden Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğine delîl vardır. Bu âyetin ma’nâsı şudur: “Yâ Mûsâ! Muhakkak ki, Benî İsrâîlin kardeşlerinin oğullarından senin gibi bir peygamber göndereceğim. Kelâmımı onun diliyle bildiririm. O Peygamber emrlerimi kavmine bildirir. Kabûl etmeyenlerden elbette intikâm alırım.” Bundaki delîllerden biri şöyledir: İsrâîl Ya’kûb aleyhisselâmın ismidir. Benî İsrâîl de onun kavminin ismidir. Ya’kûb aleyhisselâmın babası İshak “aleyhisselâm”dır. İshak “aleyhisselâm”ın kardeşi ise İsmâ’îl aleyhisselâmdır. Benî İsrâîlin kardeşlerinin oğulları, amcalarının oğulları demekdir. Mûsâ “aleyhisselâm”dan sonra İsmâ’îl aleyhisselâmın soyundan sâdece Muhammed aleyhisselâm peygamber olarak gelmişdir. İkinci yönden ise âyet-i kerîmede geçen “Senin gibi” ifâdesinden maksad, peygamberlik bakımındandır. Bütün vasflarda değildir. Nitekim Tevrâtda bu âyetden önce ve sonraki âyetleri bu ma’nâyı kuvvetlendirerek, Benî İsrâîlin kardeşlerinin oğullarından ya’nî İsmâ’îl aleyhisselâm neslinden gelen peygamberin ülül’azm, din ve kitâb sâhibi olduğu bildirilmekdedir. Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, bu vasfda sâdece Muhammed aleyhisselâm gelmişdir. Bu peygamber yehûdî âlimlerinin zan etdiği gibi, Yûşâ bin Nûn olamaz. Çünki o, Beni İsrâîldendir ve din sâhibi değildir. Yine Nasrânî patriklerinin zan etdikleri gibi Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gelen din sâhibi peygamber Îsâ aleyhisselâm da değildir. O da İsrâîl oğullarındandır ve din sâhibi değildir. Nitekim İncîlde Îsâ aleyhisselâmın şöyle dediği yazılıdır. “Ben Mûsânın “aleyhisselâm” dînini değişdirmek için gelmedim, temâmlamak için geldim.”
4- Tevrâtda şöyle bildirilmişdir: Ya’kûb aleyhisselâm kavminin toplanmasını emr etdi ve onlara âhir zemânda gelecek bir Peygamberden şöyle haber verdi. “Hâkimin hükmü ve râsimin resmi ancak bütün kabîlelerin ve cemâ’atlerin etrâfında toplanacağı kimsenin gelmesiyle yürürlükden kalkar.” Ya’kûb aleyhisselâm kavmine söylediği hâkim sözüyle, din ve hükm sâhibi Mûsâ aleyhisselâmı, Râsim sözüyle de Onun dînini temâmlayan Îsâ aleyhisselâmı kasdetmişdir. Hazret-i Mûsâ ve hazret-i Îsâdan “aleyhimesselâm” sonra etrâfında bütün insanların toplandığı din sâhibi peygamber şeksiz şübhesiz bizim peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdır. O sâdece bir kavme değil, bütün insanlara gönderildi. Ondan başka bütün insanlara gönderilen bir Peygamber yokdur.
5- Tevrâtda hazret-i İbrâhîme “aleyhisselâm” şöyle hitâb olunmakdadır: “Ben senin düânı İsmâ’îl aleyhisselâm için kabûl etdim. İsmâ’îli “aleyhisselâm” de Bemâdmâd ile bereketlendirdim.” Bemâdmâd kelimesindeki harfler hesâb edilince Muhammed kelimesindeki harfler gibi doksan iki çıkıyor. O hâlde Tevrâtdaki bu âyetde “İsmâ’îli “aleyhisselâm” Muhammed ile “aleyhisselâm” bereketlendirdim” demekdir. Allahü teâlâ Tevrâtda İsmâ’îl aleyhisselâmın bereketinden bahsetdiği her âyetde hep Bemâdmâd kelimesine uygun getirmişdir. Eğer i’tirâz ederek, Bemâdmâd kelimesindeki (bâ) harfi sıla içindir, ile ma’nâsınadır. Bâ harfi kelimenin kendi harfi değildir. Mâdmâd ile İsmâ’îli bereketlendirdim demekdir. Mâdmâd kelimesinin harf sayısı Muhammed kelimesine denk değildir derlerse bunun cevâbı şöyledir: İbrânî dili kâidelerine göre aynı iki harf bir kelimede gelirse ve biri zâid biri de kelimenin aslından olursa telâffûz zor olacağından zâid olan harf kaldırılır. Nitekim yehûdî âlimleri Tevrâtın tefsîrlerinde bunu beyân etmişlerdir. İşte bemâdmâd kelimesinde de ile ma’nâsına gelen (be) harfi kaldırılmış, kelimenin aslından olan (be) harfi kalmışdır.
6- Tevrâtın son âyetinde: “Allahü teâlâ Sînâdan geldi. Sâiri şereflendirdi, Fârân dağından göründü.” buyrulmakdadır. Burada gelmek, şereflendirmek ve görünmek, Allahü teâlânın zâtının değil, ism-i câmi’inin zuhûrundan bir zuhûrdur. Sînâ kelimesi ile Mûsâ aleyhisselâmın makâmı olan Tûr dağı kasdedilmişdir. Sâir Şâm dağlarında bir yerin adıdır. O makâmda Ya’kûb nebînin “aleyhisselâm” kardeşi Veîs pâdişâhlık yapmışdı. Nasarâ onun neslindendir. Fârândan murâd Mekkede bir dağdır ki, Muhammed aleyhisselâmın makâmıdır. Orası İsmâ’îl aleyhisselâmın da makâmı idi. Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i İsmâ’îlin “aleyhisselâm” neslindendir.
7- Haykuk nebî “aleyhisselâm” şöyle buyurmuşdur: Tevrâtda şöyle yazılıdır: “Allahü teâlâ Fârân dağından bir peygamber getirir. Gökler Ahmed tesbîhi ile dolar. Onun ümmeti karada olduğu gibi, denizde de ata biner. O yeni bir kitâb ile gelir. Beyt-i mukaddesin yıkılmasından sonra tanınır.”
8-Şu’yâ nebî “aleyhisselâm” şöyle buyurmuşdur: “Biri merkeb üzerinde, biri de deve üzerinde iki kimse gördüm ki, yeryüzünü aydınlatıyorlardı.” Merkeb üzerindeki Îsâ aleyhisselâmdır. Deve üzerindeki Peygamber Efendimizdir “sallallahü aleyhi ve sellem”. Yine o şöyle buyurmuşdur: “Ben deve üzerine binen bir zât gördüm. Onun yüzü ay gibidir.” Hazret-i Mûsâ Benî İsrâîle vasıyyetinde “Size, kardeşleriniz oğullarından bir peygamber gelecekdir. Onu tasdîk ediniz ve sözlerini dinleyiniz” buyurdu.
İbni Abbâsdan “radıyallahü anhümâ” şöyle rivâyet edilmişdir: “Peygamber efendimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Tevrâtda, Ahmed, Dâhûk, Kattal, deveye binici ve yün hırka giyen, kırıntılarla iktifâ eden, kılıcı yanında gibi ism ve sıfatlar ile geçdiği haber verilmişdir. Dâhûk kelimesinin ma’nâsı; güler yüzlü, herşeye üzülmeyen demekdir. Ba’zen mubârek azı dişleri görününceye kadar gülerdi. (Ben latîfe ederim, amma, doğrudan gayri söylemem!) buyurmuşdur. Yalan söylemeden şaka yapardı. Bir gün bir ihtiyâr kadına, ihtiyâr kadınlar Cennete giremez, buyurdu. O ihtiyâr kadın ağladı. Bunun üzerine ihtiyâr kadınlar gençleşirler, sonra Cennete girerler buyurdu. Bu ma’nâya işâretdir ki, Allahü teâlâ [Âl-i İmrân sûresi 159.cu âyetinde meâlen] (Sen Allahdan gelen bir merhamet sâyesindedir ki, onlara (Eshâbına) yumuşak davrandın. Eğer sert, katı yürekli olsaydın, muhakkak onlar etrâfından dağılıp gitmişlerdi...) buyurdu. Kattâl kelimesinin ma’nâsı, Allahü teâlânın düşmânlarıyla harb etmeğe son derece hâris demekdir. Kılıcı yanında demek, kılıcını kullanmakda behâdır ve şeca’ât sâhibidir ve tek başına gazâ eyler demekdir. Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh” şöyle buyurmuşdur: “Biz savaşın en şiddetli anlarında Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” sığınırdık. Hepimizden önce düşmâna O yaklaşırdı.”
9- Zebûrda, Dâvüd aleyhisselâmın şöyle düâ etdiği bildirilmişdir: “Yâ Rabbî! Fetret, câhiliyyet devrinden sonra sünneti ikâme edecek din sâhibi bir Peygamber gönder.” Dâvüd aleyhisselâmdan ve Tevrâtda bildirilen dînin yok olmasından sonra, bizim peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdan başka peygamber gelmemişdir. Îsâ aleyhisselâm, Tevrâtın hükmüne muvâfık ve Mûsâ aleyhisselâmın dînini tekmîl için gönderilmişdir.
10- İmâm-ı Abdürrahmân Cevzî “rahmetullahi aleyh” “Kitâb-ül-vefâ fî-fadâilil-Mustafâ” kitâbında şöyle yazmışdır. Ebû Nu’aym “rahmetullahi aleyh” Sa’d bin Abdürrahmân Mugâfirînin şöyle rivâyet etdiğini naklen bildirmişdir: Bir gün Ka’bül-Ahbâr “radıyallahü anh” bir yehûdî âliminin ağladığını gördü. Niçin ağlıyorsun diye sordu. Ba’zı şeyleri hâtırladım, o sebeble ağlıyorum, dedi. Bunun üzerine Ka’b “radıyallahü anh” istersen seni ağlatan şeyleri sana söyleyeyim, beni tasdîk edeceksin, dedi. Yehûdî âlimi söyle deyince, şöyle dedi: Mûsâ “aleyhisselâm” Tevrâtdan okuyarak: Yâ Rabbî! Ben bir ümmet gördüm ki, onlar ümmetlerin hayrlısıdır. Îmân etmeleri için insanlara emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparlar. İlk ve son kitâba inanırlar. Dalâlet ehline karşı cihâd ederler. Bir gözü kör olan Deccâl ile savaşırlar. Bunları bana ümmet eyle dedi. Allahü teâlâ; yâ Mûsâ! Onlar Ahmedin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ümmetidir, buyurdu. Bunları dinleyen yehûdî âlimi doğru söyledin yâ Ka’b diyerek, onu tasdîk etdi. Ka’b “radıyallahü anh” sözlerine devâm ederek şöyle dedi: Mûsâ aleyhisselâm Tevrâtdan okuyarak: Yâ Rabbî! Bir ümmet buldum ki, onlar çok hamd ederler ve hükm edicidirler. Bir iş yapmak isteyince inşâallah derler. Onları bana ümmet eyle, dedi. Allahü teâlâ, yâ Mûsâ! Onlar Ahmedin “aleyhisselâm” ümmetidir, buyurdu. Yehûdî âlimi, doğru söyledin yâ Ka’b, dedi. Yine Ka’b “radıyallahü anh” şöyle devâm etdi: Mûsâ aleyhisselâm Tevrâta bakıp, yâ Rabbî, ben bir ümmet görüyorum ki, onlar yükseğe çıksa tekbîr getirirler, alçak yere inseler hamd ederler. Onlar için yeryüzünün toprağı temiz kılındı. O toprakla necâsetden ve hadesden, cünüblükden, su ile temizlendikleri gibi temizlenirler. Yeryüzü onların mescidleridir. Ya’nî nerede dilerlerse orada ibâdet ederler. Onları bana ümmet eyle, dedi. Allahü teâlâ, yâ Mûsâ! Onlar Ahmedin “aleyhisselâm” ümmetidir, buyurdu. Yehûdî âlimi, doğru söylüyorsun ey Ka’b, dedi. Yine şöyle anlatdı: Mûsâ “aleyhisselâm” Tevrâtda okuyup, yâ Rabbî, bir ümmet gördüm ki, onlar merhamet edilmiş ve za’îf kimselerdir. Kitâbullaha vârisdirler ve seçilmişdirler. Allahü teâlâ [Fâtır sûresi 32.ci âyetinde meâlen] (... Onlardan da kimi nefslerine zulm edicidir, kimi kötülük ve iyiliğe müsâvî gidendir, kimi de Allahın izniyle hayrlarda ileri geçendir. İşte bu (Kur’âna vâris olmak), büyük ihsândır) buyurdu. Onlardan merhamet edilmemiş kimse görmedim. Onları bana ümmet eyle, dedi. Allahü teâlâ, Onlar Ahmedin “aleyhisselâm” ümmetidir, buyurdu. Yehûdî, Ka’ba “radıyallahü anh” doğru söyledin, dedi. Yine şöyle anlatdı: Mûsâ aleyhisselâm, Tevrâtda görerek, yâ Rabbî, ben bir ümmet buldum ki, onların mushafları kalblerindedir. Nemâz kılarken melekler gibi saf tutarlar. Mescidlerinde bal arısı gibi sesleri işitilir. Onlardan pek azı Cehenneme gider. Onları bana ümmet eyle deyince, Allahü teâlâ, yâ Mûsâ “aleyhisselâm”, onlar Ahmedin “aleyhisselâm” ümmetidir, buyurdu. Yehûdî âlimi, doğru söyledin yâ Ka’b dedi. Mûsâ aleyhisselâm, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine verilen hayrları ve üstünlükleri görünce, Onun ümmetinden olmak istedi. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma şu üç âyeti bildirerek onu tesellî eyledi: Birincisi [A’râf sûresi 144.cü âyetinde meâlen] (Yâ Mûsâ, ben (seni) peygamber göndermekle ve (seninle vâsıtasız) kelâm etmekle, seni asrının insanları üzerine seçdim. Şimdi şu sana verdiğim emr ve yasakları al da şükr edenlerden ol.), ikincisi [A’râf sûresi 145.ci âyetinde meâlen] (Biz Mûsâ için Tevrâtın levhalarında herşeyden yazdık: Nasîhatlara ve din hükmlerinin açıklanmasına âid her şeyi...), üçüncüsü [A’râf sûresi 159.ci âyetinde meâlen] (Mûsânın kavminden insanları doğru yola götürür ve hak ile adâlet yapar bir topluluk vardı.) buyuruldu.
Bu anlatılan şeyler, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” tarafından da bildirildiği, hadîs-i şerîf kitâblarında vardır. Tafsilâtı o kitâblardadır.
11- Yine Abdürrahmân Cevzî “rahmetullahi aleyh” İbni Ömerin “radıyallahü anhümâ” şöyle rivâyet etdiğini bildirmişdir. Ka’b “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir kimse bana rü’yâsında insanların mahşer günü hesâb için toplandığını gördüm dedi ve şöyle anlatdı: Peygamberler “aleyhimüsselâm” da’vet edildi. Herbiri ümmetiyle geldi. Herbirinin iki nûru vardı. Kendilerine tâbi’ olanların ise birer nûru vardı ve o nûr ile yürüyorlardı. Sonra Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” da’vet olundu. Onun başında ve sakalında olan kıllar sayısınca nûrları vardı. Ona tâbi’ olanların ise ikişer nûru vardı. O iki nûrla koşuyorlardı. Ka’b “radıyallahü anh” dedi ki: Ben o kişinin anlatdıklarının rü’yâ olmadığını zan etdim ve bunları sana kim anlatdı dedim. Bunları rü’yâmda gördüm deyince, rü’yânda mı gördün dedim, evet, dedi. Bunun üzerine Ka’b “radıyallahü anh”, dedi ki: Nefsim kudretinde olan Allah hakkı için bunlar doğrudur. Bu Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin ve enbiyânın ümmetinin sıfatlarıdır. Ben bunları Tevrâtdan devâmlı okuyup dururum.
12- Yine Abdürrahmân Cevzî nakl etmişdir: Nemle “radıyallahü anh” babası Ebû Nemleden şöyle rivâyet etmişdir: Benî Kurayzâ yehûdîleri Muhammed aleyhisselâm gelmeden önce, Onun vasflarını kitâblarından ders olarak okuturlardı. Çocuklarına Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sıfatlarını, ismlerini ve Medîneye hicret edeceğini devâmlı anlatarak öğretirlerdi. Muhammed aleyhisselâma peygamberliği bildirilince ve Medîneye hicret edince hasedlerinden inkâr etdiler.
13- Abdürrahmân Cevzî şöyle yazmışdır: Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü anh” babasının, Ebû Mâlik bin Sinânın şöyle dediğini rivâyet etmişdir. Bir gün aramızdaki harbden dolayı, sulh için, Benî Abdüleşhel kabîlesine gitdim. Yehûdî Yûşa’ şöyle diyordu: Ahmed ismindeki Peygamberin Haremden (Mekkeden) zuhûr etme zemânı yaklaşdı. Halîfe bin Sa’lebe el-Eşhelî onunla alay ederek, o Peygamberin sıfatı nedir diye sordu. O da şöyle dedi: Ne kısa, ne de uzun boyludur. İki gözünde kırmızılık vardır. Yün hırka giyer, merkebe biner. Bu belde (Medîne şehri) hicret yeri olacakdır.
Ebû Mâlik bu sözlere hayret edip, bunları kavminden Ebû Hudriye anlatdı. Kendilerinden bir kimse bu sözleri işitince, bunları sâdece yehûdî Yûşa’ söylemiyor ki, Medînenin bütün yehûdîleri aynı şeyleri söylüyorlar, dedi. Ebû Mâlik sözlerine devâmla şöyle anlatmışdır: Benî Kurayzâ kabîlesine mensûb yehûdîlerin yanına gitdim. Onlar da Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zuhûr edeceği husûsunu aralarında konuşuyorlar idi. Zübeyr bin Bâtâ şöyle diyordu: Yine kızıl bir yıldız doğdu. Bu ancak bir peygamberin geleceğine işâret olarak doğar. Peygamberlerden Ahmed adındaki peygamberden başka gelmeyen kalmamışdır. Bu belde (Medîne) Onun hicret edeceği yerdir. Ebû Sa’îd şöyle demişdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Medîneye hicret edince, babam bu haberleri Resûlullaha “aleyhisselâm” anlatdı. Bunları dinleyince, buyurdu ki: “Eğer Zübeyr, iki arkadaşı ve reîsleri müslimân olsalardı, bütün yehûdîler müslimân olurlardı.”
14- Abdürrahmân Cevzî şöyle yazmışdır: İbni Abbâs “radıyallahü anhümâ” şöyle anlatmışdır: Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gönderilmesinden önce yehûdîler, Evs ve Hazrec kabîlelerine karşı yardım beklerlerdi. O peygamberin gelme zemânı çok yakındır. Bizim intikâmımızı sizden alacakdır, derlerdi. Allahü teâlâ Muhammed aleyhisselâma peygamberliğini bildirince, yehûdîler kabûl etmediler ve sözlerini inkâr etdiler. Bunun üzerine Mu’âz bin Cebel ve Beşîr bin Berâr “radıyallahü anhümâ”, onlara; ey yehûdîler! Allahdan korkun, müslimân olun. Siz, bize Hazret-i Muhammedin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gelmesiyle yardıma kavuşacağınızı söylerdiniz. O zemân biz müşrik idik. O Peygamber yakında gelecek diyerek vasflarını sayıyordunuz dediler. Yehûdîlerden Selâm bin Meşkek şöyle cevâb verdi: Bizim size vasf etdiğimiz Peygamber o değildir. Bildiğimiz alâmetler onda yokdur. Bütün bildikleri alâmetleri gördükleri hâlde inkâr etdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ onlar hakkında [Bekara sûresi 89. cu âyetinde meâlen] (Vaktâ ki, onlara Allahü teâlâ tarafından Tevrâtlarını, tevhîd, nübüvvet ve haşrde tasdîk edici Kur’ân-ı kerîm geldi, kabûl etmediler ve inanmadılar. Bununla berâber dahâ önce, Arab müşriklerine karşı yehûdîler müşkîl durumda kaldıkları zemân: Tevrâtda açıklanan âhır zemân peygamberi gelib bu müşrikler üzerine bize yardım edeydi, diye düâ ederlerdi. İşte o Tevrâtda vasfını işitdikleri Peygamber gelince; bu İsrâîl oğullarından değil, İsmâ’îl evlâdındandır, diye inkâr etdiler. Artık Allahın la’neti o kâfirler üzerinedir) buyurmuşdur.
15- Abdürrahmân Cevzî yine şöyle yazmışdır: Katâde “radıyallahü anh” şöyle demişdir: Yehûdîler, Hazret-i Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile müşrik arablara karşı yardım beklerlerdi ve şöyle düâ ederlerdi: Yâ Rabbî! Tevrâtda geleceğini ve vasflarını okuduğumuz ümmî peygamberi gönder. Arab müşriklerini cezâlandırsın ve öldürsün. Muhammed aleyhisselâm zuhûr edince, Onun yehûdîlerden olmadığını görerek hased etdiler ve kabûl etmeyip, kâfir oldular.