Arama


bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
22 Mart 2013       Mesaj #6
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
İbni Rüşd (Averroes) (1126-1198)

İbni Rüşd Batı'da daha çok Latince adıyla Averroes olarak tanınır. İspanyada doğup antik Yunan düşünürleri Eflatun ve Aristo'nun eser¬lerini yeniden tanıtma yoluyla Batı düşüncesi üzerindeki etkisi yanın¬da Meymonides gibi Yahudi düşünürler ve büyük Hıristiyan teoloğu Aziz Thomas Aquinos gibi düşünürleri etkileyecek biçimde Aristo ve Eflatunun eserleri üzerine değerli "şerhler" kaleme alan büyük İslam felsefecisi, kadı ve hekimdir.

1126'da İspanya Kurtuba'da doğar. 12. yy da İspanya'nın entelektüel merkezi Kurtuba'da kültürel bir aydınlanma yaşanmaktadır. Filozof ve müzisyen İbn Bacce (Avenpace) ve filozof, hekim Ebubekr (Abubacher) ibn Tufeyl gibi âlimler, İbni Rüşd'den önce İspanya'da yaşamışlardır. Kurtuba kütüphanesi 400.000 civarındaki kitabıyla -diğer birçok Av¬rupa kentlerinin hali göz önüne alındığında çarpıcı bir rakamdır- ve dünya genelinde ünlü bir üniversiteyle övünç duymaktadır. İbni Rüşd bu üniversiteye bir hekim ve fakih olarak devam etmiştir. Hem babası hem de dedesi, Maliki (bkz. Malik Bin Enes) fakihi olarak hizmet et¬tiklerinden, İbni Rüşd'ün de bu mesleğe girmesi şaşırtıcı değildir. Baş¬langıçta memleketinde bir kadı olarak hizmet sunmuş ancak 1169'da o dönem Endülüs'ün başkenti Seville kadılığına atanmıştır. On yıl sonra Kurtuba'ya kadı olarak dönmüş, 1179'da ikinci kez Seville kadısı olarak atanmış ve üç yıl sonra Kurtuba'ya başkadı olarak dönmüştür. Hukuk işinin yanı sıra el-Muvalıhid Prensi Ebu Yakub Yusuf'un saray hekimi İbn Tufeyl'den sonra tıp alanında çalışmıştır. Bu görev İbni Rüşd'e filo¬zoflar için ender bir şey olan güvencenin yanı sıra eserleriyle nispeten engellenmeden uğraşma fırsatı da sağlamıştır. Ebu Yakub'un 1184'de ve¬fatından sonra oğlu el-Mansur da İbni Rüşd'ün bir kadı ve hekim oluşu¬nu ılımlılıkla karşılamıştır. Ancak gizli kalan kimi nedenlerle İbni Rüşd gözden düşmüş ve 68 yaşında Kurtuba'nın güneyinde, geniş ölçüde
Yahudiler'in yaşadığı küçük bir kent olan Lucena'ya sürülmüştür. Sul¬tan büyük ihtimalle kimi doktrinsel çatışmalardan hoşnut olmamıştır. Bununla birlikte, iki yıl sonra tekrar görevine dönmesi istenmiş ancak İbni Rüşd döndükten sonra hastalanarak Aralık 1198'de vefat etmiştir.

Karakterine ilişkin bilinenler ışığında, cömert, mütevazı ve zahit bir kişidir. Apaçık zekâsına karşın sözgelimi İbni Sinanınki gibi entelek¬tüel kibirden yoksundur. Kitaplarının birçoğu yakıldığı için, kaç eser yazdığını belirlemek güçtür. Bir biyografisi, onun, felsefe, tıp ve hukuk eserlerini içeren elli kadar eserini sıralar. Tıp alanındaki eseri el-Külliyat fi't-Tıb anatomi, fizyolojik, hastalık ve hijyen adlı bölümleriyle bir ansik¬lopedidir. Latince'ye çevrilmiş (Colliget) ancak daha sonra İbni Sina'nın Kanun adlı eserinin gölgesinde kalmıştır.

İbni Rüşd bir hekimden çok bir filozof olarak tanınır. İbn Tufeyl, İbni Rüşd'ü Sultan Ebu Yakub'a tavsiye etmiştir. İbni Rüşd bu ilk buluş¬mayı şöyle aktarır:
İsmimi, babamın ismini ve silsilemi sorduktan sonra müminlerin emiri- nin bana yönelttiği ilk soru, "Filozofların âlemin ebedi mi yoksa hadis mi olduğu konusundaki görüşleri nelerdir? Son derece şaşkınlık ve tedirginlik hissettiğimden mazeret sunarak hatta felsefeyle uğraştığımı bile inkâr ettim. Sultan-halife ve ibn Tufeyl'in benimle ilgili akıllarından neler geçirdiklerine dair hiçbir fikrim yoktu."
İbni Rüşd'ün bu doktrinsel konularda bir taraf tutmada, verilecek yanıta göre saray himayesini ya da sürülmesini getireceği için endişelen¬me konusunda hakkı olabilir. Bununla birlikte, Sultan ve İbn Tufeyl'in aklından geçirdikleri görev, Aristo'yu anlaşılır kılmak girişimi şeklinde bir görevdir. Bu kolay bir iş olmayacaktır. Çünkü İbni Rüşd Yunanca anlamamakta ve bu nedenle Arapça çevirilere dayanmak durumunda¬dır. Sorun ne çevirilerdedir ne de Aristo'nun hatasıdır. Bunlarla birlikte İbni Rüşd üç farklı seviyede Aristo üzerine şerh ortaya koymada başarılı olmuştur. Başlangıç, orta ve ileri seviyeler. İleri seviye için Aristo'nun eserlerini paragraflar halinde parçalara ayırarak ayrıntılı yorumlar¬da bulunmuş, dolayısıyla da müfessirlerin çok iyi bildiği tefsir ilmini buraya uyarlamıştır. Aristo üzerine şerhlerin yanı sıra şu an yalnızca İbranice'si günümüze ulaşan Eflatunun Devlet adlı eserinin bir şerhini kaleme almıştır. İbni Rüşd, eserlerin şerhinde geleneksel anların ötesin ¬de bir yorumlama sunar. Örneğin, Eflatunun Devlet'i üzerine yazdığı şerhte, tarihteki ya da çağdaş İslam dünyasındaki devletlerle karşılaş¬tırma yoluyla Eflatunun devlet fikrinin bozulması üzerine yorumla¬rından yararlanır. Aynı şekilde Eflatunun sofistlere ilişkin küçümseyici ifadeleri (belli bir ücret karşılığında farklı ilim kollarında eğitim veren gezgin eğitmenler) İbni Rüşd tarafından, belli bazı İslam kelamcılarına uygulanmıştır.

Aslında İbni Rüşd kimi kelamcıların, özellikle de İmam Gazali, gibi yüce bir şahsiyetin öğretilerine saldırmaktan utanç duymamıştır. Gaza¬li, filozofları eserlerinde küfre düşmekle suçlamış ve İbni Rüşd de kendi mesleği ve meslektaşlarını savunmayı bir görev kabul etmiştir. Gazali, ünlü Tehafutu'l Felasifesini yazmış ve İbni Rüşd bunu çürütmek için Tehafütü'l Tehafüt'ü yazmıştır. Bu iki eser kabul görmüş felsefi delillerin (ironik olarak Gazali filozoflara karşı çıksa da felsefi söylem tekniklerin¬de beceri sergilemiştir) örnekleri olarak yan yana durur. Gazali özellikle İbni Sina'yı -örneğin kaderin hür iradeye karşı oluşu konusunda- eleş¬tirir. İbni Sina, Tanrının insanlara hür irade verdiğini belirterek Kurana başvurup Tanrının âlemin her bir ayrıntısıyla hatta bir karıncayla bile alakadar olduğuna (yani sadece "küll'e değil ayrıca "cüz'e) işaret eden Gazali için bir sorunun altını çizer. İbni Rüşd'ün bu spesifik konuya ya¬nıtı, insanın fiillerinin ne tamamen hür ne de tamamen takdir edilmiş olduğu, daha ziyade onun iradesinin daima aynı tarzda işleyen harici kuvvetlerde, filozofların tatminkâr bulmadığı ara bir konumla koşul- landığıdır.

Bir diğer eser olan Faslu'l Makal'de İbni Rüşd, felsefe ve dinin bağda¬şabildiğine dikkat çekmiş ve Tehafut gibi bu eser de olgunluk dönemin¬de (yaklaşık olarak 1180) yazılıp Latince ve İbranice'ye çevrilmiştir. İbni Rüşd'ün tespit ettiği gibi:
Felsefe dinin dostu ve sütkardeşidir; dolayısıyla insanların felsefeye ilişkin verdiği zarar ve tabiatları gereği dost ve öz itibarıyla âşık olan din ve felsefe arasında bunların (zararların) sorun oluşturduğu en şiddetli yaralardır.( )
İbni Rüşd'e göre felsefe çalışarak elde edilen hakikat, Kuranda içerilen vahyin hakikatlerinden farklı değildir. Fark olarak görünen şey, daha çok bir yorum meselesidir. İbni Rüşd aynı şekilde felsefe yoluyla aklın hakikate ulaşabileceğini öne sürüp bu nedenle Kuranı tefsirde ak¬lın kullanımının da aynı şeyi ifade edeceğini belirterek akılcı gruba ka¬tılır. Kuran birçok sembol, alegori, analoji vb. içerir; bu nedenle daha az eğitimliler için öğretici olabilir ancak İbni Rüşd uygun bir zekâya sahip kişilerin onları literal (lafzi) olarak ele almak yerine gerçek anlamlarını belirlemeleri gerektiğini belirtir. Kelamcıları Kuranın lafzi tefsirini yap¬makla suçlar. Örneğin, Kurandaki ahiret açıklamaları, erdemliler ve kö¬tülerin fiziki mükâfat ve cezalarıyla birlikte ona göre sofistike olmayan bir mümin için erdemli davranıp ahlaksızlıktan korunması için esasen motive edici bir faktör olarak hizmet eder.

Kelamın oynaması gerekli bir role sahip olduğunu kabul ederken, ilahi kanunun niyetini tespit felsefi sorgulamaya tabi olmalıdır. Öte yan¬dan, Gazali, vahiyin verilerinin spekülatif akıl gereksinimi olmaksızın yeterli olacağında ısrar eder. İbni Rüşd ayrıca Tanrının varlığı için koz¬molojik (nedensel) delilin bir versiyonunu sunmuştur. Bu delil İbni Sina ve sonradan Hıristiyan teolog Aziz Thomas Aquinos tarafından destek bulmuştur. Hiçbir şey, varolmak için bir neden olmadan varlık bulamaz ve dolayısıyla bu nedenler dizisi ilk sebep için bir zorunluluğa götürür ki bu ilk sebep Tanrı'dır. Ruh bağlamında İbni Rüşd ruhun ölümsüz¬lüğünün felsefi olarak kanıtlanamayacağını ve eğer beden diriltiliyorsa (İbni Sina'ya karşı çıkarak Gazalinin onayladığı bir düşüncedir) o halde aynı biçimde olmayacağını belirtir.

İbni Rüşd'ün dini güven oluşturma girişimlerine karşın, sıkça ate¬izmle suçlanmış ve ölümünden sonra kitapları kuşkuyla karşılanarak çoğu kez yasaklanmıştır. Elbette adının en azından Avrupa'da ayakta ka¬lışı ancak Yahudi ve Müslüman, âlimlerin empatisi nedeniyledir. Bunun yanı sıra filozof ve kelamcılar arasındaki anlaşmazlıklar İbni Rüşd'den sonra azalmıştır. Yazdıklarının çoğu orijinal olmasa da onun önemi esa¬sen Aristo üzerine yaptığı şerhlere dayanır. Çünkü İbni Rüşd'den önce Kadim Yunanlılar'ın yazdıkları sıkça yanlış anlaşılmış ya da aslında Aristo tarafından yazılmamış olan yazılar ona atfedilmiştir. İbni Rüşd'ü veya daha ziyade "Averroes'i Avrupa'daki âlimler arasında hayli bilindik kılan şey, onun ölümünden sonra elli yıl içinde İbranice ve Latince'ye çevrilen bu şerhlerdir. Aslında "İbni Rüşdcülük" (Averroizm) uygula¬ması -İbni Rüşd'ün şerhleriyle Aristo çalışmak- üniversitelerde önemli bir disipline dönüşmüştür. Thomas Aquinas, İbni Rüşd'ü sıklıkla eleş¬tirse de, eserleri İbni Rüşd'ün şerhlerine çok şey borçludur. Aynı şekilde ironik olarak İslam kelamcıları filozoflara sıkça saldırmış, Aristo ve İbni Rüşd'ün yazmış oldukları eserler dini kurumların saldırılarına maruz kalmıştır. Ne var ki İslam dünyasında Gazalinin Ortodoksisi ve kelam- cıların literalizmi galip gelirken, Avrupa'da galip gelen felsefe ve rasyo¬nalizmle birlikte Aydınlanmanın başlangıcı olmuştur.



kaynak: İslamda 50 önemli isim