Arama

İbn-i Rüşd / İbn Rüşt

Güncelleme: 11 Aralık 2015 Gösterim: 72.705 Cevap: 5
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
30 Kasım 2006       Mesaj #1
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
İbn Rüşt

Sponsorlu Bağlantılar
200px Averroes

bn Rüşt (1126 - 10 Aralık 1198) Endülüslü-Arap felsefeci ve hekim, bir felsefe, fıkıh, matematik ve tıp alimi. Kurtuba'da doğdu ve Marakeş, Fas'ta öldü. Künyesi Ebû El-Velid Muhammed Bin Ahmed Bin Muhammed Bin Ahmed Bin Ahmed Bin Rüşd

(Arapça:ابوالوليد محمد بن احمد بن محمد بن رشد). Batı dillerinde adı Averroes olarak geçer.

Hayatı

İbn Rüşt, Maliki mezhebinden fakihler yetiştirmiş bir aileden gelir; dedesi Ebu El-Velid Muhammed (ö. 1126) Murabıtlar hanedanının Kurtuba'daki en yüksek dereceli hakimiydi. Babası Ebu El-Kasım Ahmed, aynı makamı Muvahhidler'in 1146'daki hakimiyetine kadar işgal etti.

Yusuf el-Mansur'un veziri İbn Tufeyl (Batı'da bilinen adıyla Abubacer) tarafından sarayla ve büyük İslam hekimlerinden, sonradan arkadaşı olacak İbn Zuhr (Avenzoar) ile tanıştırıldı. 1160'ta Sevilla kadısı oldu ve hizmeti boyunca Sevilla, Kurtuba ve Fas'ta birçok davaya baktı.

Aristo'nun eserlerine şerhler ve bir tıp ansiklopedisi yazdı . Eserlerini 1200lerde, Yakob Anatoli Arapça'dan İbranice'ye tercüme etti.

En önemli orijinal felsefî eseri Tehâfüt-ül Tehâfüt (Çelişkilerin Çelişkileri / İnsicamsızlığın İnsicamsızlığı) ismini taşır ve Gazali'nin Tehâfüt-ül Felâsife (Felsefelerin Çelişkileri / Felsefelerin İnsicamsızlığı) isimli kitabındaki kendiyle çelişme ve İslama mugayir olma iddialarına karşı Aristo felsefesini savunur. Faslu'l-makâl ve el-Keşf an minhâci'l-edille isimli iki risalesi de felsefe-din ilişkilerini konu alır.

Endülüs'ü 12. yüzyılın sonralarında yayilan fanatiklik dalgasıyla, sahip olduğu bağlantılar kendisini siyasî problemlerden uzak tutamamış ve Kurtuba yakınlarında bir yerde tecrit edilmiş ve ölümünden kısa süre önce Fas'a gidinceye dek gözetim altında tutulmuştur. Mantık ve Metafizik alanında verdiği eserlerin çoğu müteakip sansür döneminde kaybolmuştur.

Felsefesi

İbn Rüşt, Aristo'nun düşünce sistemini İslam ile kaynaştırmaya çalışmıştır. Ona göre İslam'la felsefe arasında bir çatışma yoktur. Kişinin hem felsefe, hem din yoluyla hakikate erişebileceğini düşünmüştür. Kainatın ebediyetine ve formların ezeliyetine (pre-extant) inanırdı.

Önemi

İbn Rüşt en çok Aristo'nun eserlerinden yaptığı, bugün Batı'da pek çoğu unutulmuş, tercüme ve şerhleriyle ünlüdür. 1150'den önce Avrupa'da Aristo'nun eserlerinin birkaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca rağbet görüp, incelenmiyorlardı. Batı'da Aristo'nun mirasının yeniden keşfedilmesi, İbn Rüşt'ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latince'ye tercümesiyle başlamıştır.

İbn Rüşt'ün Aristo üzerine çalışmaları otuz yıllık bir dönemi kapsar ve bu dönem içinde, erişemediği "Politika" dışında bütün eserlerine şerhler yazmıştır. Eserlerinin İbranice tercümeleri de, İbrani Felsefesi üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. İbn Rüşt'ün düşünceleri, Hristiyan skolastik gelenekten, Aristo'nun mantık çalışmalarına değer veren [Brabant'lı Siger], [Thomas Aquinas] ve (bilhassa Paris Üniversitesi'ndeki) diğerleri tarafından özümsenmiştir. Thomas Aquinas gibi meşhur skolastik filozoflar, ona ismi yerine "Şârih" (Yorumcu) ve Aristo'ya da "Filozof" diyecek yüksek derecede önem veriyorlardı. İslam dünyasında bir okul bırakmamış ve ölümü Endülüs'teki serbest düşünce hayatının gurubunu işaret etmiştir.

Edebiyatta İbn Rüşt

Orta Çağ'ın Avrupalı skolastiklerinin kendisine gösterdikleri saygıdan ötürü, Dante İbn Rüşt'ü İlahi Komedya'da diğer büyük pagan filozoflarla beraber, "iltifatın üne borçlu olunduğu" Limbo'da tasvir etmiştir.

İbn Rüşt, Jorge Luis Borges'in "İbn Rüşt'ün Arayışı" isimli hikayesinde trajedi ve komedi kelimelerinin anlamlarını ararken resmedilir.


Kaynak: Vikipedi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 11 Aralık 2015 00:45
Biyografi Konusu: İbn-i Rüşd / İbn Rüşt nereli hayatı kimdir.
Gerçekçi ol imkansızı iste...
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
25 Kasım 2007       Mesaj #2
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
İbni Rüşd

Sponsorlu Bağlantılar
XI. yy’da İbni Sina İslam dünyasının doğu kesiminde Aristotelesçi felsefenin parlak yorumcusu ve felsefenin temsilcisi olmuş, fakat yüzyıl kadar sonra Gazali’nin eleştirileriyle İslam aleminde felsefe gözden düşmüştü. XII. Yy sonlarında Aristotelesçilik ve dolayısıyla felsefe, ama bu kez yeni plantoncu unsurlardan arındırılmış olarak, İslam dünyasının batı ucunda, Endülüs’te ilk ve son savunucusunu buldu. İbni Rüşd, bir yandan Aristoteles’in temel kitaplarına yazdığı şerhlerle, bir yandan da felsefe-din arasında bir uyuşmazlık değil, tersine bir bütünlük olduğunu, bu ikisinin bir tek gerçeğin iki ayrı anlatım ve kavrayış biçimi sayılması gerektiğini ortaya koymasıyla tanındı.

KADI, HEKİM VE FİLOZOF

İbni Rüşd 1126 yılında Kurtuba’da doğdu. Asıl adı Muhammed, babasının adı Ahmed’dir. Dedesinin dedesi olan Rüşd’ün adından dolayı İbni Rüşd (Rüşd oğlu) diye tanındı. Bilginler yetiştirmiş bir ailenin çocuğudur. Kendisi gibi Kurtuba kadılığı yapmış ve ona adını vermiş olan Ebü’l-Velid Muhammed, Maliki mezhebinin önde gelen bilginlerindendi.

İbni Rüşd, ilk öğreniminden sonra döneminin entellektüel modeline uygun olarak tanınmış hocalardan fıkıh, kelam ve Arap edebiyatı alanlarında dersler aldı; ardından tıp ve felsefe öğrenimi gördü. Dönemin tanınmış filozofu İbni Tufeyl tarafından, aydın bir devlet adamı olan Halife Ebu Yakup Yusuf’a takdim edildi (1160). Aynı yılda ünlü tıp ansiklopedisi el-Külliyât ’ı tamamladı. Felsefeye merakı olan halife onu Aristoteles’in eserlerini şerhetmekle görevlendirdi. İbni Rüşd, önce İşbiliye (Seville) kadıliğına, ardından da Kurtuba başkadılığına atandı. On yıl sonra Marakeş’te saray hekimi olan filozof, bu arada öğretim çalışmalarını da sürdürdü. Ebu Yakup’un 1184’teki ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ebu Yusuf Mansur döneminde de uzunca bir süre Ibni Rüşd’ün konumu değişmedi. Bir ara bilinmeyen bir nedenle halifenin tutumu tersine döndü ve filozofu öğrencileriyle birlikte Eli ane (Lucena) kasabasına sürdü; ancak kısa süre sonra araları yeniden düzeldi. Ne var ki filozof çok geçmeden Marakeş’te 1198’de öldü.

Felsefesi


İbn Rüşt, Aristo'nun düşünce sistemini İslam ile kaynaştırmaya çalışmıştır. Ona göre İslam'la felsefe arasında bir çatışma yoktur. Kişinin hem felsefe, hem din yoluyla hakikate erişebileceğini düşünmüştür. Kainatın ebediyetine ve formların ezeliyetine (pre-extant) inanırdı.

Felsefenin temel konusunun varlık olduğunu, felsefenin varolanı, genel bir bütünlük içinde insana verileni incelemeye, açıklamaya çalıştığını savunan İbn Rüşt, bütün varlık türlerinin en tepesinde bulunan yüce bir varlık olarak Tanrı'ya yalnızca var olandan, beş duyu ile algılanıp akıl ilkeleri ile açıklanan varlıklardan yola çıkarak gidebileceğimizi belirtmiştir. Felsefenin, varlık kavramı altında toplanan bütün nesneleri konu edinen disiplin olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle düşünce sisteminde felsefe, teolojiden önce gelir. Bununlu birlikte, felsefe ve teolojiden her birinin kendisine özgü bir fonksiyonu olduğunu söylemiştir.


ARİSTOTELES FELSEFESİNE DÖNÜŞ

Mantık ve bilgi kuramı İbni Rüşd mantıkta koyu bir Aristoteles takipçisidir. Ona göre mantık, duyulur tikel varlıkların bilgisinden soyut gerçeklere doğru yükselme aracıdır. İnsanda, yalın duyumlardan, muhayyile ürünlerinden derece derece akli gerçeklere doğru yükselmeye bir eğilim ve istek (şevk) vardır. Bize mutlak gerçeğin bilgisi verilmmişse de ona ulaşmamız için istek ve çabanın verilmiş olması bundan daha sevindiricidir. Bu düşünce daha sonra, yaklaşık ifadelerle, Alman düşünürü Lessing tarafından yinelenecektir.

İnsanın bilen öğesi onun «nefs» denilen ruhudur. Hayvanlar bilgiyi duyu ve muhayyile yoluyla, insan ise akılla edinir. Böylece bilgiler ya duyularla ya da akılla kazanılır; bunlardan ilkiyle ti kel bilgilere, ikincisiyle de tümel bilgilere ulaşılır. İbni Rüşd’e göre gerçek bilgi tümel olandır. Duyular ve muhayyile hayvanlarda korunma güdüsünün birer mekanizması olup hayvanlar kendilerini savunmak ve güvenliklerini sağlamak için duyu ve hayaller den yararlanırlar; bu da onların amacı bakımından yeterlidir. in sana gelince, o daha üstün bir yeti olan akla sahip olduğu için duyumları ve hayal ettikleri üzerinde düşünme olanağını elde etmiştir. Bu nedenle insan ruhuna «nkık (düşünen) nefs» denilmiştir.

İbni Rüşd, insan bilgisinin tanrısal bilgiyle karıştırılmaması yolunda bir uyarıda bulunur. «Çünkü, der, insan tikel nesneleri duyularla, tümel nesneleriyse akılla algılar. Bu nedenle algılanan şey değiştikçe buna bağlı olarak insanın algıları (dolayısıyla bilgisi) da değişikliğe uğrar ve nesnelerin çokluğu algıların da çokluğu anlamına gelir.» Oysa Tanrı’nın bilgisi bizimkine benzemez. Çünkü «bizim bilgimiz var olan şeylerin etkisiyle oluşur; Tanrı’nın bilgisiyse var olanların nedeni» olduğundan onlardan etkilenmez, tersine sürekli etkin durumda kalır. Yine aynı ne-denk Tanrı’nın bilgisi ezeli, bizim bilgimizse sonludur.

Aklın eylemi, tümel kavramları ve özleri idrak etmekten ibarettir. Onun bilme eylemi üç aşamalıdır: soyutlama (tecrit), birleştirme (terkip) ve yargıya yarma (hüküm). Biz, bir bilgi nesnesini algıladığımızda onu maddeden soyutlarız; sonra onu başka algılarımızla birleştiririz; son olarak da nesne veya olay hakkında doğru veya yanlış bir yargıya varırız.

İbni Rüşd, her ne kadar haklı olarak, Farabi ve İbni Sina’nın yeniplatoncu felsefeden aldıkları ve Aristoteles’e isnat ettikleri «doğuş» (sudur) kuramının Aristoteles’le ilgisi bulunmadığını kesin bir dille ifade etmiş ve böylece çok önemli bir tarihsel yanılgıyı düzeltmişse de, «Faal (etkin) Akıl» denilen ve İslam filozoflarınca Cebrail olduğu düşünülen göksel varlığa o da inanır. Bu anlayışa göre bizim kuramsal aklımızın işlevi bu akılla bağlantı (itti. sal) kurmaktır. İnsan, yaşamı boyunca zihinsel bakımdan geliştikçe Etkin Akılla ilişkisi de güçlenir. Ancak, İbni Rüşd’ün bu görüşünden mistik bir sonuç çıkarılmamalıdır. Çünkü onda Etkin Akıl’la bağlantı, insan aklının epistemolojik bir alanda işleyişi ve ilerleyişidir; tasavvufta düşünüldüğünün tersine, bilgi eyleminde insan zihni sürekli etkin durumdadır; yani ona bilgi verilmemekte, tersine o bilgiyi almaktadır.

İbni Rüşd, bütün İslam düşünürlerinden daha güçlü ve kararlı olarak, insanların gerçek anlamda var oluşunun, bilimsel düzeylerinin gelişmiş olmasıyla bağlantılı bulunduğuna inanır. Özellikle, Gazali’nin Filozofların Tutarsızlıkları, (Tehâfütü’l-Felâsife) adlı eserine yazdığı karşı eleştiri kitabı Tutursızlığın Tutarsızlığı, (Tehifütü’t Tehafüt) Gazali’nin, doğa yasalarının zorunluluğunu reddeden görüşüne karşı çıkarak «duyulur nesnelerde gözlenen temelli nedenlerin varlığını inkar etmek safsatadır; bunları inkar eden kişi (Gazali), ya aklında olanı diliyle inkar ediyordur (Gazali’nin iki yüzlü davrandığını söylemek istiyor) ya da safsatadan başka bir şey olmayan bir kuşkuya kapılmıştır» diyordu.

Ancak, belirtmek gerekir ki, Gazali, doğa yasalarının zorunlu olmadığını savunurken, gerçekte bunları inkar etmek istemiyordu; sadece bu yasaların zorunluluklarının neden-sonuç ilişkisinden değil, Tanrı’nın iradesinden ileri geldiğini söylüyordu. Yine de İbni Rüşd’ün düşüncesi bilime güveni öne çıkarmak bakımından büyük önem taşır. 0, açıkça e akılsal kavrayış, olguları ve nesneleri nedenleriyle birlikte algılamaktan başka bir şey değildir ve bu işleviyle akıl kendisini öteki algı yeteneklerinden ayırmış olur. Öyleyse nedenleri inkar eden aklı inkar etmiş olur» derken, bilimin evrensel ilkesini ve temel dayanağını dile getiriyordu.

Ancak Gazali’nin, kendisinin de yanlış yorumlanmasına yol açan mistik karizması karşısında, İbni Rüşd’ün böylesine akılcı ve bilimci açıklamaları Akdeniz’in doğu ucunda yankı bulamadı. Oysa bu düşünceler, daha çok Yahudi çevirmenler aracılığıyla, Akdeniz’in batısında, Pirenelerin ötesinde «İbni Rüşdçülük>> (Averroisme) adıyla kurumlaşarak akla ve bilime dayalı yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük edenlere yoğun bir ışık tutuyordu. Nitekim daha XVIII. yy’da İbni Rüşd’ün 38 kitabından 15’i Arapça’dan Latince’ye çevrilmiş bulunuyordu. Buna karşılık, aynı düşünürün, bir ölçüde Ebü’l-Berekat el bağdadi (ö. 1164) dışında, bir izleyicisi olmadığı gibi İbn Teymiyye (ö. 1327> dışında ciddi bir eleştiricisi de yetişmemiştir. Yahudi çevirileri İbni Rüşd etkisinin Batı’ya taşınmasının ilk aşamasıydı. Yahudilerle Hıristiyanlar arasındaki kültürel yakınlık ve Batı Avrupa’da İbranice’nin yaygın olarak bilinmesi nedeniyle, Raymond Martin (ö. 1254) Roger Bacon (ö. 1294) vb düşünürlerin durumunda görüldüğü gibi, genellikle Ibranice yoluyla Arapça felsefi eserlerin Latince’ye çevrilmesi Xlll. yy başlarında ileri bir düzeye ulaştı.

Varlık felsefesi

İslam dünyasinda Farabi ve lbni Sina önderliğinde sözde Aristotelesçi, gerçekteyse büyük ölçüde yeniplatoncu felsefe hakim olmuştu. Aristoteles’in özgün felsefesine ilk kez İbni Rüşd döndü. Filozofun Metafizik’e yazdığı “Metafizik Özeti” adlı kısa şerhin başlıca amacı varlık ve onun bilgisine ulaşmaktır. Kendisi de açıkça «Amacımız, Aristoteles’in Metafizik’inden, onun varlık hakkındaki kuramsal düşüncesini öğrenmektir» der. Aristoteles gibi İbni Rüşd de metafiziği kısaca “varlık bilgisi”olarak tanımlar. Fizik tikel nesnelerin nedenleriyle uğraşırken metafizik bunların en yüksek nedenlerini araştırır. Ona göre varlık bilgisi (yani metafizik), varlığın nedenlerini ve ilkelerini açığa çıkarmayı amaçlayan bir bilgidir. Böylece doğru bilgi varlığa uygunluk taşıyan bilgidir; bunun için de zihnimizde olanın dış dünyada olanla uygunluk taşıması gerekir. Sonuçta “varlık” kavramanın iki değişik anlamı ortaya çıkmaktadır.1. Epistemolojik varlık 2. Ontolojik varlık. İkincisi birincisinin temelidir, Yani dış dünyada gerçekliği olmayan veya böyle bir varlıkla her hangi bir ilişkisi bulunmayan hiçbir şeyi zihnimizde varlık olarak düşünemeyiz; veya böyle düşünülen bir varlık tümüyle kuruntudur, masal yaratığıdır. Çünkü var olmak, gerçek olmak demektir. Akil dış dünyadaki varlığın bilgisine ulaşınca, bu varlık artık bir kavram veya öz (mahiyet) durumunda zihinsel varlık haline dönüşün Dış dünyadaki varlıklara töz (cevher) denir. Töz on kategorinin ilkidir; geri kalanları ikinci dereceden tözlerdir. Örneğin ,”Sokrates insandır” tümcesinde «Sokrates» (tikel varlık) cevher olmakta «insan»dan (tümel varlik) önce gelir. Ancak, insan oluş da Sokrates kadar gerçektir. Bununla birlikte Aristoteles gibi İbni Rüşd de tikel tözleri ya da duyulur varlıkları metafiziğin hareket noktası yapmıştır.

İbni Sina gibi kimi filozoflar, her fiziksel varlığın biri türe ait, öteki de cisme ait olmak üzere iki türlü formu bulunduğunu ileri sürmüşlerse de İbni Rüşd buna katılmaz. Ona göre fiziksel varlıkların yalnızca maddesi ve formu bulunur. Madde, onların duyulur olmalarının, form da akılla kavranır olmalarının nedenidir. İbni Rüşd tümellerin varlığını kabul etmekle Yeniçağ felsefesinin nominalizminden uzaklaşır; ancak ona göre tümellerin (ör. insan kavramı) ayrı ve bireysel varlıklardan (ör. Ahmet, Mehmet kavramı) bağımsız birer gerçekliğe sahip olduğunu ileri sürenler yanılmışlardır. Oysa, Ibni Rüşd’e göre, «Şu bir gerçektir ki, özleri kavramak için tümellerin tikellerden bağımsız birer varlık taşıdıklarını düşünmemize hiç de gerek yoktur.» Tümeller yalnızca zihnimizin soyutlama yoluyla oluşturduğu varlıklardır. Böylece İbni Rüşd, tümel varlıkların ya da ideaların bağımsız gerçekliğini savunan Platon’un realizminden de uzaklaşır ve Aristoteles’in kavramcılığını benimser.

İbni Rüşd, evrenin «ilk madde» (heyula) denilen öğeden yaratıldığını, dolayısıyla yokluktan yaratma diye bir olayın söz konu su olamayacağını savunur. Evren ezeli bir birlik bütünlüktür. Yaratma, hareketten başka bir şey değildir; her hareketin bir konu su olduğuna ve hareket ezeli-ebedi olduğuna göre varlık ezeli ve ebedidir. Bu düşünce, Müslüman kelamcıların «evren yokluktan yaratılmıştır» görüşüyle açıkça çelişmektedir. Evrenin düzenin deki sürekli değişme sürekli hareket demektir, bu da bir «Iİk Hareket Ettirici»yi gerektirir ki, o da Tanrı’dır.

Tanrı’nın bilinmesi sorunu

İbni Rüşd, kelamcı yöntemiyle yazdığı «Kanıtların Apaçık Yollarının Keşfi» (al-Kaşf’an Manahic al-Adiila) adlı kitabında Tanrı’nın bilinmesi (marifetullah) konusunda Eş’arilik, Mutezile, Batınilik, Haşviyye (lafızcılık) ve Tasavvuf biçiminde beş ana bölüme ayırdığı İslami akımların yöntemlerini incelemeye koyulmuş; ancak bunlar arasında, güçlü etkisi ve yaygınlığı nedeniyle daha çok Eş’arilik üzerinde durmuştur. O, Allah’ı bilmenin yolunu yalnızzca sözlü gelenekte arayan, akıl ve düşünmeye hiç önem vermeyen Haşviyye’yi, Kur’an’ın insanı akla çağıran, düşünerek Tanrı’ya ulaşmaya yönelten yöntemine aykırı davranmakla suçladı. Mutezile ve bir ölçüde Eş’ariler Allah’ı bilmede akla önem vermişlerdir. Ancak yöntemleri Kur’an’ın izlenmesini istediği yönteme uymamaktadır. Çünkü hareket noktaları belirli diyalektik(cedeli) öncüllerden ibarettir. Sözgelimi «Evren hâdistir; cisimler bölünmeyen parçalardan (atomlardan) oluşmuştur; atomlar yoktan yaratılmıştır; evrenin yaratıcısı zaman dışıdır» gibi. Ancak bu türlü önermeler herkesin kavrayabileceği, tutarlı, hatta kanıtlanmış yargılar değildir. Filozof, insan ahlaksal çabalarla dış dün ya ilgilerini en aza indirip ruhunu ve gönlünü hazır duruma geri rirse Tanrı’nın kendi bilgisini bu gönüle ilham edeceği yolundaki tasavvuf görüşünü de gerçekçi ve yeterli bulmaz. Çünkü, böyle bir yöntem kuramsal olarak geçerli olsa bile, herkes için mümkün bir yol değildir ve görelidir; üstelik bu görüş, Kur’an’ın insanlar için gerekli gördüğü zihinsel çabayı da hiçe saymaktadır.




Gazali’nin filozoflara karşı yönelttiği ünlü eleştirilerden biri de filozofların, Tanrı’nın tikelleri bilmediğini ileri sürdüklerine ilişkindi. İbni Rüşd bu soruna da açıklık getirmeye çalıştı ve haklı olarak bir yanlış anlamayı düzeltti. Gerçekten İslam filozofları, özellikle de İbni Sina, Tanrı tikelleri tümel yasaları içinde bilir. Her şey O’nun bilgisinden taştığına, O’nun yasalarına dayandığına göre, kendi bilgisini ve yasalarını bilmesi her şeyi bilmesi demektir. İbni Rüşd’e göre Tanrı parça parça, bireysel ve kopuk olarak şu ya da bu olayı bireyselliği ve tikelliği içinde bilir demek yanlıştır. Çünkü bu yargı Tanrı’nın bilgisini insanın bilgisine benzetmeye götürür.

Ahlak ve siyasetle ilgili görüşleri

İbni Rüşd toplumdan soyutlanarak yaşanan bir hayatın özellikle bilim ve sanatlar açısından verimli olmayacağım düşünür. Çünkü bu alanda başarı ve verimlilikte, daha önceki birikimlerin büyük katkı sı vardır ve yalnız yaşayan kişi bu birikimden yeterince yararlanamaz. Ayrıca her birey, bütün toplumun mutluluğundan payını almalıdır, İbni Rüşd, muhtemelen Platon’un etkisinde kalarak, erkekler gibi kadınların da toplum ve devlet hizmetlerinde görev almaları gerektiğini düşünür; tam bir iyi niyetle, kadının, maddesel ve zihinsel birikimlerin hem kazanılması hem de korunması çabalarına katılması gerektiğini, oysa dönemindeki yoksulluk ve kötülüklerin bir nedeninin de kadının bir evcil hayvan veya bir tür zevk aracı gibi değerlendirilmesi olduğunu düşünür.


İbni Rüşd, dine de aynı akılcı görüş açısından bakar ve ona ahlaksal amaçları bakımından değer verir. Buna göre din, bir bilimsel kuram olmayıp hukuksal ve ahlaksal yargılar düzenidir. İbni Rüşd bu nedenle söz konusu yargılara ilgisiz kalarak dini bir bilgi kuramı ve felsefe sistemi gibi ele alan kelamcılarla sürekli mücadele etmiştir.

ESERLERİ

İbni Rüşd’ün Lâtince eserlerinin listesi Ernest Renan’da ve ondan naklen Gauthier’de vardır. Lâtince, İbranice ve Arapça eserleri için tam listeler yapılmıştır. Bundan dolayı burada onları tekrar etmeyeceğiz. Yalnızca tetkikimizi kolaylaştırması bakımından, bu eserlerin nasıl tasnif edildiğine ve telif sıralarına işaret edeceğiz.



İbni Rüşd’ün Aristoteles şerhleri umumiyetle 3 gruba ayrılır: 1. Büyük şerhler, 2. Orta şerhler, 3. Haşiyeler ve tahliller. Yanlışlık ile batıda Casiri, Rossi, Iourdain vb, tarafından İbni Rüşd Aristoteles’in ilk Arap mütercimi ve şarihi diye tanınmıştır. Bu iddianın hakikatten ne derece uzak olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Fakat İbni Rüşd bütün eski tercümeler ve şerhlerden,Arista’ya dair tetkiklerin mühim bir kısmından, istifade etmiştir. Arapçadan başka dil bilmediği için Aristoteles’e doğrudan doğruya müracaat etmiş değildir. Fakat batıya Aristoteles’i tanıtan,orta çağın birinci devrini kapayarak Rönesansa zemin hazırlayan lbni Rüşdcülüktü denilebilir. Filozof şerhler ve haşiyelerden ibaret olan bu eserlerinden başka doğrudan doğruya şahsi fikirlerini ihtiva eden eserler de yazmıştır. Asıl şerhleri gibi, bunlar da kısmen latinceye tercüme edilmiştir.

İbni Rüşd’ün eserlerinden te’lif tarihlerini bildiklerimiz şunlardır: al Kulliyat fil- tiib (36 yaşında), al-Şarh al-şagır bi’l cuz’i -yat va’l hayvan (43 yaşında, lşbiliye’de), al Şarh al-vasat l’il tabiiya va tahlilat al ahira (44 yaşında, İşbiliye), Şarh al-sama va’l alam (45 yaşında, Işbiliye), al-Şark al-sağır li’l faşaha va’l şir yol -vasat İi ma’ba’d’tabi’a (49 yaşında, Kurtuba’da), al-Şark al vasat li’l ahlak (51 yaşında), Ba’z acza min maddat al acram (53 yaşında, Marrakeş’te), al -Kaşf’ an manahic al-adilla (54 yaşında), al-Şarh al-kabir li’l-tabi a (61 yaşında), Şarh Calinus (68 yaşında), al Mantık (71 yaşında)



(İslam Ans., MEB., c. 5/II, rf. 785)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 11 Aralık 2015 00:45
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
1 Kasım 2008       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
(1126-1198). Tam adı Ebu Velid Muhammed bin Ahmed bin Rüşd olan Arap filozofu İbn Rüşd, jbatıda Averroes adıyla bilinir. Batı ve İslart) düşüncesi üzerinde en çok etkili olan filozoflardan biridir.
Muvahhidler'in egemen olduğu dönemde İspanya'nın Kurtuba kentinde doğan İbn Rüşd, ünlü din bilginleri yetiştirmiş bir ailenin çocuğuydu. Kurtubâ'da din, felsefe, tıp ve edebiyat başta olmajk üzere döneminin tüm bilimlerini öğrenerek iyi bir eğitim gördü. Derin bilgisiyle kısa zamanda Endülüs'ün ünlü kişileri arasına girdi. Filozof İbn Tufeyl onu Muvahhidler'in $miri Ebu Yakub Yusuf la tanıştırdığında İbn Rüşd 30 yaşındaydı. Aristo felsefesine çok merajklı olan Emir Yusuf, İbn Rüşd'e Aristo çevirilerinin güç anlaşılır olma­sından yakındı. Aristo'nun düşüncelerini anla­şılır bir dille yorumlamasını istedi.
İbn Rüşd 1169'da atandığı İşbiliye (Sevil-la), daha sonra da Kurtuba kadılığı sırasında Aristo üzerine çalıştjı. 1182'de Fas'ta Marakeş kentine yerleşen İbn Rüşd, saray başhekimi olarak emirden saygı ve ilgi gördü. Ama İbn Rüşd'ün düşünceleri "kelam" bilginlerini ra­hatsız ediyordu. Tanrı'dan, Tanrı'nın birliğin­den söz eden ve inanç ilkelerini akıl yoluyla açıklamaya çalışan bir İslam bilimi olan kelam ile uğraşanlar felsefeyi gereksiz ve dine aykırı buluyorlardı. Bir gün biliciler (kâhinler) Tan­rı'nın halka ceza (vermek için şiddetli bir fırtına çıkaracağını ye büyük bir felaket yaşa­nacağını söylediler. Halk korku ve telaşa kapılarak mahzenlere saklandı. Korku ve telaşı önlemek için valinin çağırdığı din adam­ları ve aralarında İbn Rüşd'ün de bulunduğu filozoflar tartıştılar. İbn Rüşd, kutsal kitapla­ra dayandırılsa da bu tür bilgilerin hayal ürünü olduğunu söyledi. Bu sözü onun dinsiz­likle suçlanmasına yol açtı. İbn Rüşd görevin­den ayrıldı ve Kurtuba'ya yerleşerek sessiz bir yaşam sürdü.
Aristo'nun görüşlerini benimseyen İslam filozoflarına ve onların görüşlerini savunanla­ra "gezinenler" anlamına gelen Meşşaiyun (Gezimciler) adı verilir. İbn Rüşd, Meşşaiyun felsefesine bağlı filozofların en ünlüsüdür.
Felsefesinin temel konularından biri akıl­dır. İbn Rüşd'e göre akıl insanı doğruya ulaştıran ve gerçeği kavramasını sağlayan tek yetidir. Kişi Tann'yı ancak aklı ile düşünebi­lir. Akıl bütün insanlarda vardır. İbn Rüşd'e göre ölümden sonra dirilme, ruhun ölümsüz­lüğü gibi savlar akla aykırıdır. Evrende ölüm­süz olan tek şey akıldır. İyilik de, kötülük de. mutluluk da içinde yaşadığımız evrendedir. İnsan bu evrende mutluluğu aramalıdır. Mut­luluk ise varlığın özünde saklı olan gizini bize açıklayan bilgiye ulaşmakla elde edilir.
İbn Rüşd Platon'un Devlet adlı yapıtından da etkilenmiş ve toplumu bilge kişilerin yö­netmesini önermiştir. İbn Rüşd'ün bir başka önemli düşüncesi kadınlarla ilgilidir. Filozof, kadın ile erkek arasında vücut yapılarının farklılığı dışında bir ayrım olmadığını ileri sürer.
İbn Rüşd'ün ilk büyük yapıtı el-Külliyat fi't-Tıb ("Tıp Bilimi Konusunda Toplu Yapıt­lar") döneminin tıp bilgisini kapsar. Kitabu Faslü'l-Mahal'de ("Söyleşi Konusunda Ki­tap") din ile felsefeyi uzlaştırmaya çalışır. Akıl yürütme üzerine yazdığı Kitabu Keşfü'l-Menahicü'l Edille ("Kanıtların Yollarını Gös­teren Kitap"), din ve hukuk konularını kapsa­yan Bidayetti'l-Müctehid ("Görüş Bildirmenin Başlangıcı") ve Gazali'nin görüşlerini tartıştı­ğı Tahafatu t-Tahafüt ("Yıkılışın Yıkılışı") başlıca yapıtlarındandır. İbn Rüşd'ün çok sa­yıda yapıtı Endülüs Devleti'nin yıkılışı sırasın­da Hıristiyanlar'ca yakıldığı için günümüze ulaşamamıştır.

MsxLabs & TemelBritannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2011       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İbn Rüşt, Maliki mezhebinden fakihler yetiştirmiş bir aileden gelir; dedesi Ebu El-Velid Muhammed (ö. 1126) Murabıtlar hanedanının Kurtuba'daki en yüksek dereceli hakimiydi. Babası Ebu El-Kasım Ahmed, aynı makamı Muvahhidler'in 1146'daki hakimiyetine kadar işgal etti.

Yusuf el-Mansur'un veziri İbn Tufeyl (Batı'da bilinen adıyla Abubacer) tarafından sarayla ve büyük İslam hekimlerinden, sonradan arkadaşı olacak İbn Zuhr (Avenzoar) ile tanıştırıldı. 1160'ta Sevilla kadısı oldu ve hizmeti boyunca Sevilla, Kurtuba ve Fas'ta birçok davaya baktı.

Aristo'nun eserlerine şerhler ve bir tıp ansiklopedisi yazdı . Eserlerini 1200lerde, Yakob Anatoli Arapça'dan İbranice'ye tercüme etti.

En önemli orijinal felsefî eseri Tehâfüt-ül Tehâfüt (Çelişkilerin Çelişkileri / İnsicamsızlığın İnsicamsızlığı) ismini taşır ve Gazali'nin Tehâfüt-ül Felâsife (Felsefelerin Çelişkileri / Felsefelerin İnsicamsızlığı) isimli kitabındaki kendiyle çelişme ve İslama mugayir olma iddialarına karşı Aristo felsefesini savunur. Faslu'l-makâl ve el-Keşf an minhâci'l-edille isimli iki risalesi de felsefe-din ilişkilerini konu alır.

Endülüs'ü 12. yüzyılın sonralarında yayilan fanatiklik dalgasıyla, sahip olduğu bağlantılar kendisini siyasî problemlerden uzak tutamamış ve Kurtuba yakınlarında bir yerde tecrit edilmiş ve ölümünden kısa süre önce Fas'a gidinceye dek gözetim altında tutulmuştur. Mantık ve Metafizik alanında verdiği eserlerin çoğu müteakip sansür döneminde kaybolmuştur.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
6 Temmuz 2012       Mesaj #5
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi
İbn-i Rüşd

(1126 Kurtuba - 1198 Marakeş), Endülüslü Arap düşünürü. Asıl adı Ebu Velit Muhammet bin Ahmet bin Muhammet'tir. Avrupalılarca "Averroes" olarak bilinir. Kelam, fıkıh, edebiyat ve tıp okudu. İşbiliye'de bir süre kadılık yaptıktan sonra bütünüyle felsefeyle ilgilenmeye başladı. İslâm ve Yunan filozoflarını, özellikle de Aristoteles ve Gazzali'nin görüşlerini inceledi. Saray hekimliği ve müderrisliğinde bulundu. Muvahhid hükümdarlarından Ebu Yakub Yusuf'un emriyle Aristoteles'in yapıtlarını şerhle görevlendirildi. Kuran'ı bağnazca yorumlayanların suçlamaları sonucu gözden düşünce kitapları toplatılıp yakıldı ve kendisi de Fas'a sürüldü, orada öldü. İbni Rüşt, çağının, Aristoteles'i en iyi bilen filozofuydu. Onun mantık kuramını bütünüyle benimsedi ve İslâm dininin ilkeleriyle bağdaştırmaya çalıştı. İmanı akıldan üstün tutan, aklın yanılıp imanın yanılmayacağını savunan Gazzali'ye karşı çıkarak akıl ve mantığın, doğru düşünme, yanlıştan kurtulma, gerçek bilgiye ulaşma konusunda tek geçerli araç olduğunu savundu. Ona göre felsefe bir bilimdir ve bu nedenle de yalnızca gerçeğe ve bilinene dayanmalıdır. Siyaset alanında ise esas olarak Platon'un "Devlet"inden etkilenmiştir. Düşünceleri hem İslâm hem de Batı dünyasında büyük ilgi gördü. Yapıtları Lâtinceye çevrilerek Avrupa'da uzun yıllar okundu. Bununla birlikte hem bağnaz Müslümanlar hem de Papalık tarafından hoş karşılanmayan görüşleri zaman zaman yasaklandı. İbni Rüşt'ten üç yüz yıl sonra yaşamış Hollandalı Herman von Riswik'in, onun düşüncelerini savunduğu için yakılması (1512) ilginçtir. Yapıtları; "Külliyat" (Colligel adıyla Lâtinceye çevrildi), "Tehâfüt-üt-Tehâfüt" (Gazzali'nin Tehâfüt-ül-Felasife adlı yapıtına karşı bir savunmadır), "Kitab-ı Mabaad-üt-Tabia" (Metafizik Üstüne Kitap), "Fasl-ül-Makal v'el Keşf an Menahic-ül-Edille" (Mantıkta Kanıtların Ortaya Konması ve Açıklanması).

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
22 Mart 2013       Mesaj #6
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
İbni Rüşd (Averroes) (1126-1198)

İbni Rüşd Batı'da daha çok Latince adıyla Averroes olarak tanınır. İspanyada doğup antik Yunan düşünürleri Eflatun ve Aristo'nun eser¬lerini yeniden tanıtma yoluyla Batı düşüncesi üzerindeki etkisi yanın¬da Meymonides gibi Yahudi düşünürler ve büyük Hıristiyan teoloğu Aziz Thomas Aquinos gibi düşünürleri etkileyecek biçimde Aristo ve Eflatunun eserleri üzerine değerli "şerhler" kaleme alan büyük İslam felsefecisi, kadı ve hekimdir.

1126'da İspanya Kurtuba'da doğar. 12. yy da İspanya'nın entelektüel merkezi Kurtuba'da kültürel bir aydınlanma yaşanmaktadır. Filozof ve müzisyen İbn Bacce (Avenpace) ve filozof, hekim Ebubekr (Abubacher) ibn Tufeyl gibi âlimler, İbni Rüşd'den önce İspanya'da yaşamışlardır. Kurtuba kütüphanesi 400.000 civarındaki kitabıyla -diğer birçok Av¬rupa kentlerinin hali göz önüne alındığında çarpıcı bir rakamdır- ve dünya genelinde ünlü bir üniversiteyle övünç duymaktadır. İbni Rüşd bu üniversiteye bir hekim ve fakih olarak devam etmiştir. Hem babası hem de dedesi, Maliki (bkz. Malik Bin Enes) fakihi olarak hizmet et¬tiklerinden, İbni Rüşd'ün de bu mesleğe girmesi şaşırtıcı değildir. Baş¬langıçta memleketinde bir kadı olarak hizmet sunmuş ancak 1169'da o dönem Endülüs'ün başkenti Seville kadılığına atanmıştır. On yıl sonra Kurtuba'ya kadı olarak dönmüş, 1179'da ikinci kez Seville kadısı olarak atanmış ve üç yıl sonra Kurtuba'ya başkadı olarak dönmüştür. Hukuk işinin yanı sıra el-Muvalıhid Prensi Ebu Yakub Yusuf'un saray hekimi İbn Tufeyl'den sonra tıp alanında çalışmıştır. Bu görev İbni Rüşd'e filo¬zoflar için ender bir şey olan güvencenin yanı sıra eserleriyle nispeten engellenmeden uğraşma fırsatı da sağlamıştır. Ebu Yakub'un 1184'de ve¬fatından sonra oğlu el-Mansur da İbni Rüşd'ün bir kadı ve hekim oluşu¬nu ılımlılıkla karşılamıştır. Ancak gizli kalan kimi nedenlerle İbni Rüşd gözden düşmüş ve 68 yaşında Kurtuba'nın güneyinde, geniş ölçüde
Yahudiler'in yaşadığı küçük bir kent olan Lucena'ya sürülmüştür. Sul¬tan büyük ihtimalle kimi doktrinsel çatışmalardan hoşnut olmamıştır. Bununla birlikte, iki yıl sonra tekrar görevine dönmesi istenmiş ancak İbni Rüşd döndükten sonra hastalanarak Aralık 1198'de vefat etmiştir.

Karakterine ilişkin bilinenler ışığında, cömert, mütevazı ve zahit bir kişidir. Apaçık zekâsına karşın sözgelimi İbni Sinanınki gibi entelek¬tüel kibirden yoksundur. Kitaplarının birçoğu yakıldığı için, kaç eser yazdığını belirlemek güçtür. Bir biyografisi, onun, felsefe, tıp ve hukuk eserlerini içeren elli kadar eserini sıralar. Tıp alanındaki eseri el-Külliyat fi't-Tıb anatomi, fizyolojik, hastalık ve hijyen adlı bölümleriyle bir ansik¬lopedidir. Latince'ye çevrilmiş (Colliget) ancak daha sonra İbni Sina'nın Kanun adlı eserinin gölgesinde kalmıştır.

İbni Rüşd bir hekimden çok bir filozof olarak tanınır. İbn Tufeyl, İbni Rüşd'ü Sultan Ebu Yakub'a tavsiye etmiştir. İbni Rüşd bu ilk buluş¬mayı şöyle aktarır:
İsmimi, babamın ismini ve silsilemi sorduktan sonra müminlerin emiri- nin bana yönelttiği ilk soru, "Filozofların âlemin ebedi mi yoksa hadis mi olduğu konusundaki görüşleri nelerdir? Son derece şaşkınlık ve tedirginlik hissettiğimden mazeret sunarak hatta felsefeyle uğraştığımı bile inkâr ettim. Sultan-halife ve ibn Tufeyl'in benimle ilgili akıllarından neler geçirdiklerine dair hiçbir fikrim yoktu."
İbni Rüşd'ün bu doktrinsel konularda bir taraf tutmada, verilecek yanıta göre saray himayesini ya da sürülmesini getireceği için endişelen¬me konusunda hakkı olabilir. Bununla birlikte, Sultan ve İbn Tufeyl'in aklından geçirdikleri görev, Aristo'yu anlaşılır kılmak girişimi şeklinde bir görevdir. Bu kolay bir iş olmayacaktır. Çünkü İbni Rüşd Yunanca anlamamakta ve bu nedenle Arapça çevirilere dayanmak durumunda¬dır. Sorun ne çevirilerdedir ne de Aristo'nun hatasıdır. Bunlarla birlikte İbni Rüşd üç farklı seviyede Aristo üzerine şerh ortaya koymada başarılı olmuştur. Başlangıç, orta ve ileri seviyeler. İleri seviye için Aristo'nun eserlerini paragraflar halinde parçalara ayırarak ayrıntılı yorumlar¬da bulunmuş, dolayısıyla da müfessirlerin çok iyi bildiği tefsir ilmini buraya uyarlamıştır. Aristo üzerine şerhlerin yanı sıra şu an yalnızca İbranice'si günümüze ulaşan Eflatunun Devlet adlı eserinin bir şerhini kaleme almıştır. İbni Rüşd, eserlerin şerhinde geleneksel anların ötesin ¬de bir yorumlama sunar. Örneğin, Eflatunun Devlet'i üzerine yazdığı şerhte, tarihteki ya da çağdaş İslam dünyasındaki devletlerle karşılaş¬tırma yoluyla Eflatunun devlet fikrinin bozulması üzerine yorumla¬rından yararlanır. Aynı şekilde Eflatunun sofistlere ilişkin küçümseyici ifadeleri (belli bir ücret karşılığında farklı ilim kollarında eğitim veren gezgin eğitmenler) İbni Rüşd tarafından, belli bazı İslam kelamcılarına uygulanmıştır.

Aslında İbni Rüşd kimi kelamcıların, özellikle de İmam Gazali, gibi yüce bir şahsiyetin öğretilerine saldırmaktan utanç duymamıştır. Gaza¬li, filozofları eserlerinde küfre düşmekle suçlamış ve İbni Rüşd de kendi mesleği ve meslektaşlarını savunmayı bir görev kabul etmiştir. Gazali, ünlü Tehafutu'l Felasifesini yazmış ve İbni Rüşd bunu çürütmek için Tehafütü'l Tehafüt'ü yazmıştır. Bu iki eser kabul görmüş felsefi delillerin (ironik olarak Gazali filozoflara karşı çıksa da felsefi söylem tekniklerin¬de beceri sergilemiştir) örnekleri olarak yan yana durur. Gazali özellikle İbni Sina'yı -örneğin kaderin hür iradeye karşı oluşu konusunda- eleş¬tirir. İbni Sina, Tanrının insanlara hür irade verdiğini belirterek Kurana başvurup Tanrının âlemin her bir ayrıntısıyla hatta bir karıncayla bile alakadar olduğuna (yani sadece "küll'e değil ayrıca "cüz'e) işaret eden Gazali için bir sorunun altını çizer. İbni Rüşd'ün bu spesifik konuya ya¬nıtı, insanın fiillerinin ne tamamen hür ne de tamamen takdir edilmiş olduğu, daha ziyade onun iradesinin daima aynı tarzda işleyen harici kuvvetlerde, filozofların tatminkâr bulmadığı ara bir konumla koşul- landığıdır.

Bir diğer eser olan Faslu'l Makal'de İbni Rüşd, felsefe ve dinin bağda¬şabildiğine dikkat çekmiş ve Tehafut gibi bu eser de olgunluk dönemin¬de (yaklaşık olarak 1180) yazılıp Latince ve İbranice'ye çevrilmiştir. İbni Rüşd'ün tespit ettiği gibi:
Felsefe dinin dostu ve sütkardeşidir; dolayısıyla insanların felsefeye ilişkin verdiği zarar ve tabiatları gereği dost ve öz itibarıyla âşık olan din ve felsefe arasında bunların (zararların) sorun oluşturduğu en şiddetli yaralardır.( )
İbni Rüşd'e göre felsefe çalışarak elde edilen hakikat, Kuranda içerilen vahyin hakikatlerinden farklı değildir. Fark olarak görünen şey, daha çok bir yorum meselesidir. İbni Rüşd aynı şekilde felsefe yoluyla aklın hakikate ulaşabileceğini öne sürüp bu nedenle Kuranı tefsirde ak¬lın kullanımının da aynı şeyi ifade edeceğini belirterek akılcı gruba ka¬tılır. Kuran birçok sembol, alegori, analoji vb. içerir; bu nedenle daha az eğitimliler için öğretici olabilir ancak İbni Rüşd uygun bir zekâya sahip kişilerin onları literal (lafzi) olarak ele almak yerine gerçek anlamlarını belirlemeleri gerektiğini belirtir. Kelamcıları Kuranın lafzi tefsirini yap¬makla suçlar. Örneğin, Kurandaki ahiret açıklamaları, erdemliler ve kö¬tülerin fiziki mükâfat ve cezalarıyla birlikte ona göre sofistike olmayan bir mümin için erdemli davranıp ahlaksızlıktan korunması için esasen motive edici bir faktör olarak hizmet eder.

Kelamın oynaması gerekli bir role sahip olduğunu kabul ederken, ilahi kanunun niyetini tespit felsefi sorgulamaya tabi olmalıdır. Öte yan¬dan, Gazali, vahiyin verilerinin spekülatif akıl gereksinimi olmaksızın yeterli olacağında ısrar eder. İbni Rüşd ayrıca Tanrının varlığı için koz¬molojik (nedensel) delilin bir versiyonunu sunmuştur. Bu delil İbni Sina ve sonradan Hıristiyan teolog Aziz Thomas Aquinos tarafından destek bulmuştur. Hiçbir şey, varolmak için bir neden olmadan varlık bulamaz ve dolayısıyla bu nedenler dizisi ilk sebep için bir zorunluluğa götürür ki bu ilk sebep Tanrı'dır. Ruh bağlamında İbni Rüşd ruhun ölümsüz¬lüğünün felsefi olarak kanıtlanamayacağını ve eğer beden diriltiliyorsa (İbni Sina'ya karşı çıkarak Gazalinin onayladığı bir düşüncedir) o halde aynı biçimde olmayacağını belirtir.

İbni Rüşd'ün dini güven oluşturma girişimlerine karşın, sıkça ate¬izmle suçlanmış ve ölümünden sonra kitapları kuşkuyla karşılanarak çoğu kez yasaklanmıştır. Elbette adının en azından Avrupa'da ayakta ka¬lışı ancak Yahudi ve Müslüman, âlimlerin empatisi nedeniyledir. Bunun yanı sıra filozof ve kelamcılar arasındaki anlaşmazlıklar İbni Rüşd'den sonra azalmıştır. Yazdıklarının çoğu orijinal olmasa da onun önemi esa¬sen Aristo üzerine yaptığı şerhlere dayanır. Çünkü İbni Rüşd'den önce Kadim Yunanlılar'ın yazdıkları sıkça yanlış anlaşılmış ya da aslında Aristo tarafından yazılmamış olan yazılar ona atfedilmiştir. İbni Rüşd'ü veya daha ziyade "Averroes'i Avrupa'daki âlimler arasında hayli bilindik kılan şey, onun ölümünden sonra elli yıl içinde İbranice ve Latince'ye çevrilen bu şerhlerdir. Aslında "İbni Rüşdcülük" (Averroizm) uygula¬ması -İbni Rüşd'ün şerhleriyle Aristo çalışmak- üniversitelerde önemli bir disipline dönüşmüştür. Thomas Aquinas, İbni Rüşd'ü sıklıkla eleş¬tirse de, eserleri İbni Rüşd'ün şerhlerine çok şey borçludur. Aynı şekilde ironik olarak İslam kelamcıları filozoflara sıkça saldırmış, Aristo ve İbni Rüşd'ün yazmış oldukları eserler dini kurumların saldırılarına maruz kalmıştır. Ne var ki İslam dünyasında Gazalinin Ortodoksisi ve kelam- cıların literalizmi galip gelirken, Avrupa'da galip gelen felsefe ve rasyo¬nalizmle birlikte Aydınlanmanın başlangıcı olmuştur.



kaynak: İslamda 50 önemli isim

Benzer Konular

27 Kasım 2016 / yüksel2 Bilim ww
18 Ekim 2015 / yüksel2 Felsefe ww
15 Ekim 2015 / ThinkerBeLL Bilim ww
27 Mart 2013 / bekirr Dinler Tarihi