Arama

Osmanlı Hukuk Sistemi - Tek Mesaj #5

bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
10 Nisan 2013       Mesaj #5
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Yargılamalar nasıl yapılmıştır?

Mahkeme'nin başkam olan kadı yardımcıları olan kâtib, muhzır (mübaşir), tercüman, kassam gibi görevlileri kendisi seçerdi.
Mahkemelerde günümüz terminolojisiyle "danışman- bi¬lirkişi" denilebilecek "müftî'Ter de tayinle gelmezler. Ka- dı'nın seçtiği ya da kendi ictihad ve kanaatini kuvvetlendirmek için bilgisine başvurduğu sözünün değeri olan, çevresinde ilmi ve ahlâkıyla tanınmış tarafsız kişilerdir.
Diğer taraftan taraflar da mahkemeden bağımsız bilirkişiler¬den olayla ilgili bilirkişi raporu niteliğinde "fetva'Tar alarak mahkeye sunabilirler. Ancak bu fetvaların tarafsızlığını sağlanması için "soru-cevap" niteliğindeki belirli ve standart biçimleri olması gereklidir. Kadı bu fetvaları inceleyerek kararını verecektir.
Muhzırlar, kadı'mn en önemli yardımcılarıdır. Zira kadılar kâtip bulunmadığı hâllerde bu görevi bizzat yapabilirler. Fakat muhzırlar mahkeme güvenliğini sağlamakla sorumludurlar. Davacı ve davalıyı mahkemeye dâvet eder ya da zor kullanarak getirirler. Maaş yerine ilgili taraflardan ücret alırlar. Bu ücret bazı hallerde yalnız suçludan alınırdı.
Subaşılar, icra ve infaz memuru olarak görev yapıyorlardı. Mahkeme kararlarını uygulamak, hapsine karar verilen kimseleri hapsetmek, hapishaneye nezâret elmek, cezaları infaz etmek, cezaî tazminatları tahsil etmek gibi günümüzde adlî zabıta ve belediyeye ait bir çok görevler de subaşılarına aittir.
Kassamlar, vefat edenin terekesini mirasçılar arasında taksim eden şer'iye memurlarıdır.
Osmanlı Devlet yönetimininin temel ilkelerinden biri de kadı'nm hükmü olmadan kimsenin cezalandırılamanıasıdır. Kadı tarafından verilen cezalar ise, ancak sancakbeyi ve subaşılar tarafından yerine getirilebilirdi. Dolayısıyla yasaknâme ve ka¬nunnâmeler kadılara, sancakbeyleri ve subaşıları'na bildirilirdi.
Örfi kanunlar Padişahın şeriat sahası dışında kalan dünyevî hükümleridir ve özellikle malî ve cezaî konulara aittir. Yargıda yöntem olarak şeriat ahkâmı esas alınır. Ulûlemr'in yetkileri de zaten bu ahkâm içinde belirlenmiştir. Dolayısıyla kadı gerekir¬se bilikişi durumundaki kişilerin fetvalarına başvuracaktır. An¬cak sonuçta şer'î ve örfî konularda kendi ictihadlarma dayanıp bağımsız olarak karar verecektir. Şer'î hukuk'da nasıl fıkıh ki¬tapları ve resmî olmayan fetva mecmualarını kullanıyorsa, örfî hukuk sahasında da kolaylık sağlamak ve yanlışlıkları önlemek amacıyla bizzat kendisinin ferman, buyruldu gibi örfî hukuk bel¬gelerinden "Kanunnâme" adıyla düzenlemiş olduğu özel der¬lemeleri kullanabilir. Böylece kadı'nın karar vermek için yalnızca mahkeme siciline kayıtlı ("asıl resmî kanunlar" denilen) ferman - kanunlarla veya sancak kanunnâmeleri ile bağımlı olmadığı gös¬termektedir.1
Diğer taraftan devletin örfî hukuk belgelerinin tamamen nor¬matif karakterli oldukları da söylenemez. Nitekim kadılara gön¬derilen fermanlarda "olub-gelmiş kanuna göre" denilmesi de, hüküm verilirken yargılama yöntemi olarak kanunların la¬fızlarının tıpa tıp uygulanmasından çok ruhuna ve örflere göre hareket edilmesinin istendiği anlaşılıyor.2
Aslında kadıların verecekleri kararlar, ilke olarak devletin onaylanmış yasaları (defter-i hakanîlerin baş sayfasında yer alan sancak kanunnâmeleri gibi) ve Padişah emirlerine aykırı ol¬mamalıdır.3 Zaten bugün elimize ulaşmış "kanunnâme" denilen kitapları bizzat kadıların hizmet sırasında kendilerine kolay¬lık sağlamak için "kanun derlemeleri" biçiminde hazırladıkları açıkça anlaşılmaktadır.
Uygulama açısından çok önemli olan bu gerekliliğin resmen karşılanması için sultan emirleriyle nişancılara kanunnâmeler düzenlettirilmişlerdir. Bununla beraber yine de kanunnâmelerde ve diğer kayıtlarda bir yetersizlik veya aykırılık meydana gel¬mişse, kesin karara bağlanması için davanın Dîvân-ı Hüma- yun'da görülmesini istemek mümkündür.
Şer'î hukukta fetvâ sisteminin mevcut olması, başka bir de¬yişle sağlam delillere dayanan fetvaların kanun hükmünde sa¬yılmaları, tarafların anlaşmazlıklarını mahkemeye gitmeden ken¬di aralarında çözümlemeleri mümkün kılmaktaydı.4
Mahkeme intikal eden davalarda kadı "muhzır" vasıtasıy¬la çağırttığı taraflar ve şahitler huzurda tamam olunca önce da¬vacı iddiasını açıklar, sonra davalı dinlenirdi.
Elinde kendi açıklamalarına şer'î delil olabilecek fetvâsı olan bunu kadıya (veya nâibe) arz ederdi. Davacının iddiası dava¬lı tarafından reddolunmuş ise, davacının şâhitleri dinlenir, şa¬hit yoksa ya da istek üzerine davalıya yemin ettirilirdi. Bundan sonra kadı şer'î delillere bakarak kararını verirdi.
Bütün her dava için şikayet arzuhali ve dava sırasında ya¬pılan işlemler "vekâyi kâtibi" tarafından tarih sırasına göre ve kısa tutanaklar biçiminde sicil defterine geçirilir, altına da "şü- hûd'ül-hâl" başlığı ile o sırada mahkemede hazır bulunanların isimleri yazılırdı.
Aslında kadı'nın ukubet (cezalandırma) yetkisi tamamen sün¬net ve hadislerle, Fıkıh ulemasının ictihadlarıyla, fetvalarla be¬lirlenmiş şeriat hükümleriyle sınırlandırılmıştır. Ancak günlük hayatta raslanan bazı küçük cürümler, ma'siyet (itaatsizlik), mem¬nu (yasak) hareketler, kusurlar, kabahatler hakkında belirli ve sı¬nırlı ceza bulunmaması bazı yasal boşluklar doğurmaktadır. Di¬ğer taraftan kadı'nm Kur'ân'da yasaklanıp, cezası tayin edilmiş cürümler dışında kalan suçlara da "tazir cezası" verme yetkisi var¬dı. Bu yasal boşluğu doldurmak için uygulanan tazir cezası ise doğal olarak pek geniş ceza hükümleri spektrumunu kapsar.
Sözlük anlamı "azarlamak, sözle tekdir etmek" anlamına ge¬len "tazir" uygulamada suç işlemeyi çekindirecek biçimde et¬kili bir ibret teşkil ederek te'dib (haddini bildirme, terbiyesini verme) ve cezalandırma demektir.
Bunun seçimini yapmak yetkisi, ûl'ül-emrin (padişah) ve on¬ların naibleri olan kadılar ile diğer bir kısım devlet memurla¬rına verilmiştir. Bu ceza, suçlunun veya sanığın deli olmama¬sı şartıyla Müslim ile gayrimüslime, hür veya köleye, ya da er¬kek ile kadına, baliğ ve gayri baliğ'e (yetişkin olan ve olmaya¬na) eşit şartlarda uygulanır.
Ceza hukuku açısından örfî Osmanlı kanunnâmeleri ve fer¬manlarının yetki alanı içinde kalan suçlar, Hukukullah'm değil, şahıs haklarının galip olduğu tazir suçlarıdır. Tazir suçlarında dava mağdurun isteği üzerine açılır. Bu tür davalar kadı tara¬fından düşürülemediği gibi kadı'nm suçu afvetme yetkisi yok¬tur. Oysa Hukukullah'm galip olduğu tazirlerde kadı kendi reyi ile davayı düşürebilir. Tekrarlanmış suçlara tek ceza verilir.
Şer'î hukukta özgürlük'ten men etme cezası bulunmamak¬tadır. Bununla beraber Kanunî Sultan Süleyman'ın Fatih Ka- nunnâmesi'ne eklediği ceza hükümlerinde zina, cürüm ve ka¬bahatlerle bunlara verilecek "örfî cezalar" sıralanır.5
Yeni bir şer'î delil gösterildiği takdirde kadı'nm daha önce verdiği bir karardan dönmesi mümkündür. Bu hususta gü¬nümüzde olduğu gibi, bir üst mahkemeye gitmek gerekliliği yoktur. Üstelik kadı'nm sonradan (rücûen) verdiği karar daha kuvvetli sayılmaktadır.6
Ancak şer'î mahkemelerin verdiği kararların temyiz merci'i "Divân-ı Hümâyûn"dur. Taraflar "usûl-i meşrû'asma muva¬fık olmadığı" iddiasıyla ya kendileri veya vekilleri aracılığıy¬la Divân-ı Hümâyûna başvurarak bir mahkeme ilâmının du- ruşmalı (murafa'alı) veya duruşmasız olarak yeniden incelen¬mesini isteyebilirlerdi.
Divân-ı Hümâyûn "yargılama yapılarak kesin hükmün ve¬rildiği" bir yüksek mahkemedir. Yönetimden, zulümden ve hak¬sızlıktan şikâyetçi olan herkes doğrudan doğruya Padişaha veva buraya başvurarak duruşma yapılmasını ya da şikayetinin in¬celenmesini isteyebilirdi.
Dîvân-ı Hümayun'a yapılan şikayet ve isteklerin cevabı da doğrudan kadıya gelir ve uygulanmasını kadı yapardı.
1-"Hakimin, örfî-sultanî denilen hukuk sahasında ancak "asıl resmî ka¬nunları" yani sancak kanunnâmeleri ile Padişah tarafından gönderil¬miş ferman -kanunları kullandığı ve hükümlerinde münhasıran on¬ları esas tuttuğu doğru değildir." Anhegger-tnalcık, Kauunnâme-i Sul¬tanî... s. XI.
2-Çok defa bizzat örf-i ma'ruf, yani bizim anladığımız manada örf, dev¬let tarafından hüküm mesnedi ve hukuk nıenbaı olarak kabul ve tas¬dik edilmiştir. Böyle bir hukuk sisteminde modern manada, hüküm¬lerine harfi harfine riayet mecburi olan resmi kanun mecelleleri yeri¬ne, hususi kanun derlemeleri de hukuki bir fonksiyonu haizdir. An- lıegger-tnalcık, Kanunnâme-i Sultanî... s. XI.
3-Anlıegger-İnalcık, Kanunnâme-i Sultanî... s. IX.
4-21 inci yüzyılda anlaşmazlıkları olanların mahkemeler yerine taraf¬ların hakem kurumuna gidecekleri söylendiğine göre fetva sistemi yüzyıllar öncesinde bu yöntemi sağlamış oluvor.
5-Bunlar arasında suçluyu konuşturmak için "öldürmemek" şartıyla işkenceye de cevaz verilmektedir. Ancak Parmakkapı ve Eminönü Meydanlarında, ya da Akdeniz'den dönen gemilerin direklerine asıl¬mış korsanlara kadı kararından bağımsız olarak uygulanmış "çen¬gel" işkencesinin Osmanlı yargı sistemi ile bağlantısı yoktur.
6-Bilmen, "Hukuk-i İslâmiye ve...", c. 6, s. 457.

kaynak: 99 soruda Osmanlı