Arama


_VICTORY_ - avatarı
_VICTORY_
VIP Silent storM
6 Aralık 2013       Mesaj #8
_VICTORY_ - avatarı
VIP Silent storM

Hıristiyanlıkta Ahiret İnancı


Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre, Hz. İsa daha beşikteki bir bebek iken, yeniden dirilişi haber vermiştir: "Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabrimden çıkarılacağım gün bana selâm olsun" (Meryem, 33). Öldükten sonra dirilişin Hz. İsa tarafından daha beşikte iken bildirilmesi, bu inancın önemini ve Hz. İsa'nın tebliğatında önemli bir yer tutacağını göstermektedir. Ayrıca böyle bir hakikate daha beşikte iken işaret edilmesinde, o devirdekiler arasında âhireti inkâr fikrinin yaygın olduğu ve Hz. İsâ'nın bu inkârcılarla mücadele edeceğine dâir bir imâ hissedilmektedir. Nitekim, Hz. İsâ'ya ölüleri diriltme mucizesinin verilmesi ve âhireti inkâr eden yahudi fırkası Sadukîlerle mücadele ederek onların iddiâlarını cevaplandırması, o dönemde âhireti inkâr etmenin yaygın olduğunu gösterdiği gibi, bu inancın tebliğinin Hz. İsa'nın hayatında önemli bir yer işgal ettiğini de göstermektedir. "İman edenler, yahûdi, hristiyan ve sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe imân edenler... için Rableri katında mükâfatları vardır..." (Bakara, 62) gibi âyetlerde, asr-ı saadetteki hıristiyanların bir kısmının âhirete imân ettikleri bildirilmektedir. Hatta bu âyetin başlangıçta hıristiyan olan Selman-ı Farisî ve arkadaşları hakkında nâzil olduğu rivâyet olunmuştur. Arkadaşları ona Peygamber Efendimiz'in gönderilme vaktinin yaklaştığını, kendilerinin de ona ulaşırlarsa imân edeceklerini haber vermişlerdir.

Bazı rivâyetler de, o dönemde hristiyanlar arasında bu inancın mevcud olduğunu göstermektedir: Cabir (r.a) şöyle demiştir: "Habeşistan'a hicret edenler geri döndüğünde Rasulullah (s.a.v): Bana Habeş ülkesinde gördüğünüz en garip şeyi anlatır mısınız? deyince, ordakilerden biri şöyle der: Yâ Rasulalah, biz otururken, hristiyan rûhbanlarından yaşlı bir kadın yanımızdan geçiyordu. Kadın başının üzerinde bir testi su taşıyordu. Bir gencin yanından geçerken, genç bir elini kadının omuzları arasına koyarak itti. Bunun üzerine kadın dizlerinin üstüne yere çöktü, testisi kırıldı. Kalktıktan sonra o gence döndü ve şöyle dedi: Ey zâlim, ilerde bileceksin! Yüce Allah nihaî mahkeme için Kürsi'yi kurup öncekileri ve sonrakileri topladığında, el ve ayaklar yaptıklarını haber verdiğinde benimle senin durumun nasıl olacak bileceksin!
Cabir (r.a) diyor ki, bu olay kendisine haber verildiğinde, Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Kadın doğru söylemiş, çok doğru söylemiş. Yüce Allah, güçlülerinden zayıflarının hakkı alınmayan bir kavme nasıl değer versin!?

Bu hâdise, gerçek Hıristiyanlıkta âhiret ve cismanî haşre inanmanın bulunduğunu gösterdiği gibi, ilahî adaletin mazlûmun hakkını zalimden mutlaka alacağını ve âhirete imân etmenin insan için ne derece önemli bir teselli ve güç kaynağı olduğunu göstermesi açısından da önemlidir.
Yine, Habeşistan'a hicret eden müslümanların, Necaşî'nin huzurunda Meryem sûresinin baş taraflarını okumalarından sonra, Necaşî'nin ağlayarak, "bu kelâm şüphesiz, İsâ'nın haber getirdiği aynı kaynaktan çıkıyor" demesi ve Kur'ân'ın Hz. İsâ hakkında bildirdiklerini dinledikten sonra tasdik etmesi, tahriften önce, Hristiyanlığın bildirdiği gerçeklerin İslâm'a ne derece yakın olduğunu göstermektedir.
Yahudilik'te bu mevzudaki en garip husus, Tevrat’ta âhiret inancının yer almadığı görüşü olduğu gibi, Hıristiyanlıkta da, insanları hesaba çekecek olan Zât'ın onların yaratıcısı olan Allah değil de, diğer insanlar gibi Allah tarafından yaratılmış biri olan Mesih olmasıdır. Bu garip durum hiç şüphesiz bir tahrif eseridir.

İncillere göre, cehennem azabı ebedîdir, ancak bazı hristiyan fırkalar, Allah'ın va'dinden dönmeyeceğini fakat, vaîdinden vazgeçebileceğini, dolayısıyla inkârcıları cezalandırmayıp, herkesi cennete koyacağını, ebedî azabın Allah'a yakışmadığını iddiâ etmişlerdir. Bazı din bilginlerine göre ise, kendilerine ait bir sebep olmaksızın cennetten mahrum olanlar, sonunda oraya gireceklerdir. İncillerde her ne kadar rûhla beraber bedenin diriltilmesi, cennet ve cehennemin maddî yönlerine de yer verilmişse de, geçmişten günümüze kadar hristiyanlarda hakim olan görüş, cennette yeme içme ve evlilik gibi cismanî zevklerin, olmadığı görüşüdür. Çünkü İncil müfessirleri, cennette cismanî lezzetlere delâlet eden ifâdeleri, mutluluk gibi manevî manalara hamledip, tevîl ederek, asıl manalarından uzaklaştırmışlardır. Hatta, tâ asr-ı saadetten günümüzü değin, hristiyanlar İslâmiyette cennet hayatındaki yeme, içme, evlilik hayatı, cennet hûrileri, cennettte köşk ve sarayların, nehirlerinin, yakut, inci v.s. nin bulunması gibi hususları yadırgamış, çok defa hafife almış ve İslâm'a bir saldırı malzemesi olarak kullanmışlardır.

Hıristiyanları böyle bir inanca iten sebeplerden birisinin de, yeniden dirilişteki bedenlerin farklı olup, insanın bu bedeni içinde insanüstü bir keyfiyet kazanacağına ve âdetâ melekleşeceğine dâir inançları olduğunu söyleyebiliriz.
Hıristiyanlıkta her ne kadar bir berzah âlemi inancı varsa da, bu hususta bütün mezhepler müttefik değildir. Katoliklerde kabir azabına benzetilebilecek bir mathar (purgatoir) inancı vardır. Buna göre, Mathar'a günahlarından tam arınmamış olarak ölen kimseler girer, temizleninceye kadar orada kalır ve daha sonra semâya yükselirler. Ancak matharda meleklerin suâl sorması yoktur. Ölünün rûhunun muhakemesi husûsu da, açık bir şekilde belirtilmemiştir. Buna karşılık, Ortodoks ve Protestanlarda ise kabir azabı ve nimetleri yoktur.

Hristiyanlar'ın Hz. İsa'ya uluhiyet nisbet etmelerinin yanında, onun kıyamet saatini bilmediğini söylemeleri garip bir durumdur. Hatta İncil müfessirlerinden birisinin ifâdesiyle, Mesih ilâh olması hasebiyle kıyamet vaktini tayin etmiş fakat, insan olması itibariyle de vaktini bilmemektedir (!)
Hıristiyanlara göre şefaat bu dünyada gerçekleşir. Bu durum hıristiyan rûhanilerine büyük bir hükümranlık getirmiştir. Onlara göre Allah rûhbanların fiillerine tabi'dir, onların yeryüzünde aldıkları kararlar semada da makbûl ve geçerlidir.

Allah'ın emir ve yasaklarına mukabil, gerçekleşecek olan ilahî müeyyide, mükâfat ve mücâzatın yeri Tevrat'ta devamlı olarak dünya, İnciller'de ise, tam aksine devamlı olarak âhiret gösterilmiştir. Böylece Tevrat insanın yüzünü devamlı olarak dünya hayatına, İnciller ise, âhiret hayatına çevirmiştir. Her konuda sırat-ı mustakim yolunu gösteren Kur'ân'ı Kerîm ise, bu ifrat ve tefritten uzak olarak, bu iki ucu mutlu bir sentezde uzlaştırmıştır.
Şimdi, günümüzdeki İnciller'den uhrevî meselelerle alakalı örnekler verelim:
Kıyametin kopması Kur'an da ifâde edilenlere benzer tarzda şöyle anlatılıyor: "... Güneş kararıp, Ay kendi ışığını vermeyecek ve yıldızlar gökten düşüp, göklerin kuvvetleri sarsılacaktır",
İnciller'de, Hz. İsa'nın Allah'ın izniyle ölüleri diriltmesinin örneklerini de görüyoruz: "... Ve yanaşıp tabuta dokununca onu götürenler durdular. O da, ey genç sana kalk diyorum! deyince ölü kalkıp oturdu ve söylemeğe başladı. Ve onu annesine teslim etti".

Kıyamet gününde Mesih'in insanları hesaba çekeceği şöyle anlatılıyor: "Zira Mesih'in mahkemesine hepimizin çıkması lazımdır ki, her birimiz kendi amellerine göre - gerek hayır, gerek şer- cesedde yaptığı şeylere nâil ola"
Tevhid akidesini savunan Barnabas İncil'inde ise, diğer akidevî meselelerde olduğu gibi âhiret, cennet ve cehennemle alakalı hususlarda da, Kur'ân'ın naklettiklerine yakın pek çok ifâdelere raslamak mümkündür. Bu incilde âhiretle alakalı teferruât meselelere dahi yer verilmiştir. Cennette farklı dereceler olup olmadığına dâir sorulan bir soruya verilen cevap bunun bir örneğidir: "Bartelemus dedi: Ey Muallim! cennetin ihtişamı herkes için eşit mi olacak? Eğer eşitse bu adaletli olmayacaktır. Eğer eşit değilse daha az olan daha çok olanı kıskanacaktır. İsa cevap verdi: Eşit olmayacaktır. Çünkü Allah adildir. Ve herkes de razı olacaktır. Çünkü orada kıskançlık yoktur. Söyle bana Bartelemus, pek çok hizmetçileri olan bir efendi var ve hizmetçilerin hepsine aynı elbiseleri giydiriyor. O zaman kendilerine çocuk elbiseleri giydirilen çocuklar yetişkinlerin kıyafetinde olmadıkları için üzülürler mi?"

Yahudilikte Ahiret İnancı


Tarih boyunca gelmiş geçmiş, devrini tamamlamış veya yaşamakta olan bütün dinlerde, âhiret inancının zayıf veya kuvvetli, bir izi bulunmaktadır. Şüphesiz ilahî dinlerde âhiret inancı çok daha köklü ve tafsilatlı olmalıdır. Ancak, Yahudiliğe bu nazarla bakıldığında durumun hiç te öyle olmadığı hayretle görülecektir. Gerçekten de, Yahidilik temelde Hz. Musa'nın tebliğlerine ve Tevrat gibi büyük bir ilahî kitaba dayanmasına rağmen, âhiret hayatına çok az yer vermiş, hatta bu durum bazı âlimleri Yahudilikte âhiret inancının bulunmadığı kanaatine götürmüştür.

Bazı muasır âlimler, aslı Allah tarafından inzâl olunmuş, Tevrat diye isimlendirilen Ahd-i Kadîm'in, âhiret hayatından, diriliş ve mücazattan, âhirete terğib ve teşvikten tamamen tecrid edildiğini, semavî bir kitabın bu vaziyete düşmesinin insanı hayrete düşüren bir durum olduğunu belirtmişlerdir.
Addison, Yahudiliğin böyle bir duruma düşmesinde, millî bir esasa dayanan dinî gelenek ve göreneklerinin önemli bir rol oynadığını söylemekte ve bu durumun, onları, ölümden sonra her birerlerini bekleyen geleceği değil de, İsrail'in geleceğini düşünmeye yönelttiğini, ölümden sonrasını umursamaz duruma soktuğunu ifâde etmektedir.

Ancak, Yahudilik hakkında geniş çaplı ve derinlemesine yapılan araştırmalar, yukarda söylenenlerin ancak Tevrat'ın Hz. Musa'ya nisbet edilen ilk beş sifri için geçerli olabileceğini, Tevrat'ın diğer sifirlerinde az da olsa yeniden diriliş ve âhirete yer verildiğini, ayrıca Yahudiliğin Talmud gibi diğer dinî kaynaklarında da âhiret inancına dâir işaretlerin yer aldığını göstermiştir. Burada şunu da belirtelim ki, Yahudiler sadece ilk beş sifre Tevrat ismini veriyorlar. Onlara göre Talmud ise, şifahî veya bir başka ifâdeyle menkûl Tevrat'tır. Ahiretle alakalı meseleleri nakil yoluyla şifahî olarak birbirlerinden tevarüs ederek öğrendikleri de söylenmektedir.

Bazı yahudi âlimleri ve edebiyatçılar da, eserlerinde âhiret inancına değinmişlerdir. Bunlardan Sa'diyâ el-Feyûmî şöyle diyor: "Rabbimizin bize ta'lim ettiği, âhiret yurdunda mücazat için ölülerin diriltilmesi, ümmetimizin, hakkında icma ettiği şeylerdendir"[7]. Ünlü yahudi âlimi, Musa b. Meymun da şöyle diyor: "Ben kâmil bir imânla, Allah'ın iradesinin gerçekleşeceği vakitte ölülerin diriltilip kaldırılacağına ve ebede kadar devam edeceğine inanıyorum".

Şunu da belirtmek gerekir ki, Yahudiler Babil dönüşünde Samiriyye ve İbraniyye diye iki taifeye ayrılmış, bu taifelerin her biri ayrı bir Tevrat'a inanarak, karşılıklı olarak diğerinin elinde bulunan Tevrat'ı muharref olarak tavsif etmişlerdir. Bu iki Tevrat'tan Samiriyye fırkasının elinde bulunan Tevrat, icmalî bir tarzda da olsa, diğerine nazaran âhiret hayatına daha çok yer vermiştir.
Bazı Yahudi âlimleri, müdafaa sadedinde, Tevrat'ın ilk beş sifrinin diriliş ve âhiret inancından hâli olmasının, Hz. Mûsa devrinde âhiret inancının sağlam olmasından, dolayısıyla âhiret üzerinde durmaya ihtiyaç bulunmadığından kaynaklandığını ve daha çok ihtiyaç duyulan Allah'ın birliği gibi meselelere ağırlık verildiğini, çünkü o günkü Yahudilerin şirk içinde olduklarını ifâde etmişlerdir. Yahudi âlimlerinden İbn Kemûne şöyle diyor: "Bu hususta tasrih olmaması, Hz. Musa ve Benî İsrail'e bu gerçeklerin bildirilmesine mani değildir... Eğer, o halde Tevrat'ta neden yazılmadı? denilirse, şöyle cevap verilir:
İlahî meselelerde muaraza ve suâl caiz değildir. Belki bunda sebebini bilmediğimiz bir hikmet olabilir". Daha sonra, Tevrat'ın ba's ve mücazattan hâli olmasını şöyle izah ediyor: "Peygamberler Allah'ın irşadiyle rûhların tabipleridirler. Nasıl ki, tabip, zamanında bulabildiği şeylerle insanları tedavi etmeye çalışırsa, Musa (a.s) zamanındaki insanlar da, âhiret sevab ve ikabını inkâr etmiyorlardı. Bilakis, onların hastalığı putlara, yıldızlara ve başka şeylere ibadet etmek idi. Yani Allah 'dan başka şeylere ibadet ediyorlardı". Böylece İbn Kemune Tevrat'ın ba's ve mücazattan hâli olmasını Benî İsrail'in bu akideyi bilmesine bağlıyor. Şöyle devam ediyor: "Eğer Benî İsrail'in hastalığı sevap ve ikabı inkâr etmek olsaydı, Tevrat'ta bunlar çokça zikrolunurdu. Durum böyle olmayınca, ümmet içinde yayılması ve âhirete tarizde bulunulmasıyla yetinildi. Bu yüzden Yahudiler ölülerin diriltilmesine, ölümden sonra rûhun bekâsına inanıyor ve ikrar ediyorlardı. Bu inançlarını seleften halefe naklederek yaşattılar. Ölülerine dua ettiler, ecellerinin yaklaştığını hissettiklerinde tevbe ettiler".
Ancak, bu iddiâlara ve izahlara katılmak çok güçtür. Çünkü, İlahî bir dinin gönderiliş gayelerinin başında Allah'ın birliğinden sonra, âhiret'e imân gelir.

Hevâ ve arzuların teşvikiyle devamlı olarak yüzünü dünyaya yönelten insanoğlunun sık sık âhiretin, cennet ve cehennemin varlığıyla ikaz edilmesi gerekir. Hele bu millet dünyaya harîsliğiyle meşhûr olan Yahudî milleti ise, daha da çok ikâz ve ihtara muhtaçtır. Bu yüzdendir ki, Kur'an-ı Kerim'de sık sık âhiret hayatı, cennet ve cehennemden bahsedilir, dünya hayatının geçiciliği üzerinde durulur. Öyle ki, hemen her sûrede âhiret hakkında icmalî veya tafsilî bir bilgiye raslamak mümkündür. Yahudi âlimlerinin iddiâlarının aksine, Allah tarafından indirilen bir kitapta ilahî tebliğin asıllarından olan uhrevî mükâfat ve cezadan bahsedilmemesi, Tevrat'ın tahrif edildiğinin açık bir delilidir. Bununla beraber bu izahlar Yahudiler'in âhirete inandıklarını göstermesi açısından önemli sayılabilir.

Günümüzdeki Tevrat'ın ilk beş sifrinde âhirete dâir hemen hemen hiç bir işaret bulunmazken, daha sonraki, diğer peygamberlere nisbet edilen sifirlerde âhiret hayatına cennet ve cehenneme icmalen de olsa yer verilmesi değişik şekillerde yorumlanmıştır.
Bu hususta araştırma yapanların bazılarına göre, bu değişikliğin sebebi bilinmemektedir. Bazı Kitab-ı Mukaddes teologları ise, Zerdüştlük'le Yahudilik'teki âhiret inancındaki benzerliklerden hareketle, bu inancın Yahudiliğe Babil esaretinin sonuna doğru, Zerdüştlüğün etkisiyle girdiğini ve tedricî olarak geliştiğini söylemişlerdir. Yine bazılarına göre ise, bu hususta muhtemel dış tesirler coğrafî ve kültürel olarak üç tanedir: Mezopotamya, Ken'an ve İran.
Will Durant şöyle diyor: "Yahudilerde diriliş fikri ancak, yeryüzünde hakimiyetlerinin olmasından ümitlerini kaybettikten sonra yerleşmiştir. Herhalde Yahudiler bu fikri Farslılar'dan almışlardır. Ya da Mısırlılardan bazı şeyler almışlardır. Bu rûhî neticeden de Mesihîlik doğmuştur". Yahudiliğe dâir eserleri olan Zaza da, bu iddiâya iştirak ederek şöyle diyor: "Yahudiler gaybî meseleleri ancak Babil esaretine maruz kaldıktan ve Romalılar'ın eliyle dağınıklığa uğradıktan sonra düşünmeye başlamışlardır".

Bu ifâdedelerde, Yahudilikteki âhiret inancının bir takım rûhî sebepler sonucu, şartların zorlamasıyla, bir nevi kendi kendilerini teselli etmek, bu dünyada elde edemedikleri saadet ve saltanatı başka bir âlemde aramanın sonucu olarak ortaya çıktığı iddiâ ediliyor ki, böyle bir iddiâ, dinlerin kaynağını vahye değil de başka arzî sebeplere dayandıranların iddiâsıdır.
Böyle bir anlayış, dinlerin kaynağını tekamülcü bakış açısından değerlendirmek olur ki, bu ise Kur'ân'ın bildirdiği insanların tek ümmet iken daha sonra ihtilafa düştükleri gerçeğine aykırıdır. İnsanlar nasıl, fizik olarak tek menşe'den neş'et etmişlerse, inanç bakımından da tek bir kaynaktan içirilmişlerdir. İnsanların fıtratlarında dalgalanmalar ve ihtilaflar baş gösterince de, peygamberler vasıtasıyla tekrar düzeltme ve durultma yoluna gidilmiştir...

Yahudilikteki âhiru'l-eyyam manasındaki çeşitli ifâdelerin ise, mücazat ve hesab için diriltilecekleri gün için mi, yoksa yahudilerin sıkıntılardan kurtulup, harplerden istirahat edecekleri ve düşmanlarına karşı galip gelecekleri gün için mi kullanıldığı hususunda ihtilaf vardır.
Bazı araştırmacılar ise, Yahudilik'te bir nevi âhiret inancı olduğunu kabul etmekle beraber, bu âhiret inancının İslamiyet'in takrir ettiği manada bir âhiret inancı olmadığını, Ahd-i Kadim'in diğer peygamberlere nisbet edilen sifirlerinde, her ne kadar cennet ve cehennem'e atf-ı nazar edilmişse de, bunun sathî kaldığını, yahudileri dünya hırsından koparacak seviyede olmadığını, ifâde etmişlerdir. Hatta bazılarına göre, bu inanç tamamen farklıdır. Zira, Yahudilik hakkında araştırma yapanlara göre, yahudi halkı iki kısımdır. Bir kısmı dünya hayatını hür ve mutlu olarak yaşamışlardır. Bunlar maddî refah yanında Allah'ın rızasını da kazanmışlardır. İkinci kısım ise, öncekilerin aksine esaret ve sürgün hayatı yaşamışlardır. Yahudi fikriyatına göre bunlar tekrar dünyaya dönüp, dünya nimetlerinden nasiplerini alıp faydalanacaklardır.
Âhiret tabiri hakkında olduğu gibi, Ahd-i Kadim'de geçen diriliş tabirinin de, ölümden sonra diriliş mi, yoksa yahudi milletinin dünyevî ve siyasî istikrar sağlaması ve canlanışı mı olduğu, tartışmalıdır. Meselâ, "Ölülerin dirilecek, cesetler kalkacak, ey toprak sakinleri uyanınız!" ifâdesi bazı hıristiyan Ahd-i Kadim müfessirleri tarafından, kıyametteki dirilişe delâlet etmediği, yahudilerin esaretlerinden sonraki dünyevî dirilişlerine delâlet ettiği şeklinde yorumlanmıştır. Âhiretteki dirilişe açıkça delâlet eden bu tür ifâdeleri bu tarzda tevil etmek, bir nevi tahriftir.

Bununla beraber, Ahd-i Kadim'de kavmî dirilişe delâlet eden âyetlerin bulunduğu da bir gerçektir. Meselâ, "Arz toprağında uyuyanlardan çoğu, bazısı ebedi hayata, bazısı ise ebedî âr ve hakirliğe uyanacaklardır." ifâdelerinde kasdolunanın, hıristiyan âlimlerinin de ifâde ettikleri gibi, uhrevî diriliş olmayıp, yahudilerin kavmî dirilişleri olduğu söylenebilir. Çünkü, bu âyette, uyuyanların hepsinin değil de, çoğunun uyanmasından bahsedilmektedir. Uhrevî diriliş ise, bütün insanların diriltilmesiyle olacaktır. Ancak,"Arz toprağında uyuyanlar", "Ebedî hayat ve ebedî âr ve hakirlik" gibi ifâdeler ise aksi görüşte olanların iddiâlarını destekler mahiyettedir. Nitekim bazılarınca bu âyet âhiret fikrini açıkça ifâde etmektedir.

Asr-ı saadet'teki yahudilerin ise, âhirete hatta kabir azabına inandıkları anlaşılmaktadır: Yahudi âlimlerinden birisi Resûlullah (s.a.v)'in yanına gelerek şöyle der: Yâ Muhammed, Allah Teala Kıyamet Günü'nde semavatı bir parmak üzerinde, arzları bir parmak üzerinde, dağları ve ağaçları bir parmak, suyu bir parmak, sair mahlukatı bir parmak üzerinde tutacak, sonra onları depreterek şöyle diyecek: Ben Melik'im! Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) yahudi âliminin söylediklerini hem hayret hem de tasdikle karşılayarak güler. Sonra şu âyeti okur: "Allah'ı hakkıyla bilemediler, kıyamet gününde bütün yeryüzü O'nun tasarrufunda, gökler de elinde dürülü vaziyettedir..." (Zümer, 67).

Bazı rivâyetlerden asr-ı saadetteki yahudiler'in kabir azabına da inandıkları anlaşılmaktadır. Bir rivâyete göre, Hz. Aişe'nin yanına gelen bir yahudi kadın, "Allah seni kabir azabından korusun" diye dua etmiştir.
Nitekim, ilk dönemlerdeki Ahd-i Atik'de, ölümle geriye sadece insanın bir nevi gölgesinin kaldığı ve bu gölgenin İbranice şeol diye ifâde olunan, Arapça'ya makarru'l-mevta şeklinde tercüme edilen, adil olsun veya olmasın herkesin toplandığı yer altındaki bir çukura indiğinden bahsedilmiştir ki, bu kelimeyle kasdolunanın kabir âlemi olma ihtimali vardır. Ancak, yukarda zikrettiklerimize dayanarak, Yahudilik'te kabir âleminin olduğunu söylesek bile, iptidaî dinlerdeki gibi bir görünüm arzeden böyle bir kabir âlemi, İslamiyettekinden farklıdır. Yahudilik'te kabirdeki nimet ve azap sadece rûh içindir, kabirde sual soran meleklerden de bahsedilmez.

Günümüz yahudi kaynaklarında, cennette maddî şeyler, yeme, içme, izdivac, tenasülün; dağ, bahçe ve nehirlerin olmadığı ifâde edilmektedir. Ancak, rivâyetlerden anlaşıldığına göre, asr-ı saadetteki yahudiler günümüzdeki inancın aksine cennette maddî şeylerin ve lezzetlerin bulunduğuna inanıyorlardı. Bir yahudi âlimi Resûlullah (s.a.v)'e cennette müminlerin ilk yiyecekleri ve onun peşinden gıdalanacakları ve içecekleri şeyleri sormuş, Resûlullah (s.a.v) cevap verince de, doğru söyledin diyerek tasdik etmiştir. Bu durum Yahudilikteki tahrifin tarih boyunca devam ettiğinin delillerindendir.
Sifirler, cehennemi, yer altında, korkunç, dönüşü olmayan ve Allah'ın huzurunda toplanılan bir mekân olarak tavsif etmiştir. Yahudiler'e göre, cehennemde kalış, Kur'an-ı Kerim'de de yahudîlerin lisânından ifâde edildiği gibi, kısa bir müddet içindir. İyiler ve kötüler, neticede ebedî nimetlere mazhar olacaklardır. İntihar ve ümmeti dalâlete düşürme gibi suçların dışında hiç kimse cehennemde devamlı kalmayacaktır.
Yahudilikte, Ahd-i Kadim'de kıyamet alametlerine dâir bir şeye rastlanmamaktadır. Ancak Yahudi âlimlerinden Sa'diya el-Feyumî'nin sözlerinden zımnen böyle bir emâre çıkarılabilir. Şöyle diyor: "Biz muvahhidler, Yüce Yaratıcı'nın, mücazat için âhiret yurdunda bütün ölüleri dirilteceğine inanmıyor muyuz? O halde bu ümmet için bir müddet ziyadesiyle, ölülerimizin âhiret gününden önce diriltilmek suretiyle, bu hayatlarının âhiret hayatına bitiştirilerek ihsanda bulunulması inkâr edilebilir mi? Bu, her mihnet ve meşakkate düçar olana karşılık bir adalet değil midir? Nitekim, bizim ümmetimiz büyük şeylerle imtihan olunmuştur. Dolayısıyla âhiretten önce böyle bir müddetin ziyade kılınmasına layıktır. Böylece onlar sabır ve mihnette en efdal ümmet oldukları gibi, ihsanda da öyle olacaklardır".
Yahudilerin farklı fırkalarında farklı âhiret telakkilerinin olduğunu görüyoruz. Meselâ, sonraki fırkalardan Kostaniyye âhireti, sevab ve ikabı ikrar ederken, Dustaniyye ise bu sevab ve ikabın dünyada vuku bulacağına inanmaktadır. En eski Yahudi fırkalarından olan Esseniler rûhun ölümsüzlüğüne inanıyor, Sadukiler ise, âhireti tamamen inkâr ediyorlardı.
Yahudilikteki âhiret hayatının genel hatlarını şu üç maddede sıralayabiliriz:

1. Günümüzdeki Tevrat'ın yani, Hz. Musa'ya nisbet edilen ilk beş sifrin âhiret hayatı, diriliş ve mücazattan hâli olması.
2. Diğer peygamberlere nisbet edilen sifirlerde bu hususta bazı işaretlerin bulunması.
3. Talmud ve Yahudi akaidi şârihlerinin ifâdelerinde âhiret hayatına yer verilmiş olması.

Ahd-i Atik'i baştan sona taramamız neticesinde diriliş ve âhiret hayatıyla ilgili olarak tesbit ettiğimiz ifâdeleri sırasıyla burada zikretmeyi uygun görüyoruz. Böylece gerek Hz. Musa'ya, gerekse diğer peygamberlere nisbet edilen sifirlerde bu mevzuya ne derece yer verildiği daha yakından görülmüş olacaktır.
Ahd-i Atik'de diriliş ve âhiret hayatıyla ilgili olarak tesbit ettiğimiz ifâdeler:
"Rab Allah onu alındığı toprağı tımar etmesi için Adn bahçesinden çıkardı".
"Ben öldürürüm ve diriltirim".
"O adamı Elyeşa'nın kabrine attılar. O adam Elyeşa'nın kemiklerine dokunduğu gibi, dirilip ayağa kalktı".
"Allah zulmetten derin şeyler çıkarır. Ölüm gölgesini nura çıkarır.", "Derimden sonra bu tenim dahi fena bulursa da, bilâ cesed Allah'ı göreceğim.", "Fasık helâk günü için saklanır, gadab gününe sevkolunur".
"Canımı haviyede terketmeyeceksin, mukaddesini çürüklük görmeye bırakmayacaksın, bana hayat tarikini bildireceksin. Huzurunda kemal-i meserret ve senin sağında daimî nimetler vardır"
"Çocuğu te'dib etmekten imtina etme! Zira, onu değnekle döğersen ölmez. Sen onu değnekle döğersin fakat canını haviyeden kurtarırsın", "Her gün Rab korkusunda ol! Zira, hakikaten âhiret var. Ümidin dahi boşa çıkmayacaktır".
"Senin ölülerin dirilecek, ölülerin cesetleri kıyam edecekler... Zemin ölülerini dışarı atacaktır".

"Ve o vakitte kavminin oğulları için duran büyük reis Mihail duracak ve millet ölelidenberi tâ o vakte kadar vuku bulmamış bir sıkışma vakti vuku bulacaktır. Ve o vakitte senin kavmin yani, Kitap'ta yazılı olanların tümü kurtulacaktır. Ve yerin toprağında uyuyanlardan çokları bazısı ebedî hayata ve bazısı ebedî rezalete uyanacaklar ve âkıllar semanın nuru gibi ve çokları salaha irşad edenler yıldızlar gibi, ebedu'l-âbâd ziyadar olacaklardır. Ve sen ey Danyal! nihâyet vaktine değin kelamları kapa ve kitabı mühürle. Çoklar mütaâlâ edecek ve ilim artacaktır".
Keza, bir ovada ölü durumda olan Benî İsrailliler'in kemiklerinin ete büründürülüp diriltilmesi anlatılmaktadır ki, bu kıssa Kur'an’da nakledilen Ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenlerinve Hz. Uzeyr'in kıssasını hatırlatmaktadır.
Ahd-i Kadim'de âhiretle alakalı ifâdelerin bu derece az oluşu tahrif edildiğinin en büyük delilidir. Hele, Tevrat'ı teşkil eden ilk beş sifirde pek çok araştırmacının da dediği gibi, âhiret hayatının hiç yer almaması ilahî bir kitap için kabûlü mümkün olmayan bir durumdur. Buna rağmen bir de, bazı hristiyan Ahd-i Kadim müfessirleri tarafından bu âyetlerin tekrar tahrif edilerek, uhrevî dirilişe delâlet eden ifâdelerin kavmî diriliş olarak tevil edilmesi, Ahd-i Kadim'i iyice âhiretten tecrid ederek dünyevî bir kitap haline getirmiştir. Böylece, Kur'an'ın ifâdesiyle zaten dünyaya aşırı derecede meftûn ve insanlar içinde dünya hayatına en çok haris olan yahidiler, dünyaya daha da bağlı bir duruma gelmişlerdir. Çünkü insanoğlu sık sık uhrevî ceza ve mükâfat ikazlarına rağmen, dünya muhabbetinden ve nefisperestlikten kendini zorla muhafaza edebilirken, yahudiler'in kitabında bu nevi ikazların çok ender yer alması, onları sadece dünyayı düşünen, âhireti düşünmeyen ve ölümden korkan varlıklar durumuna getirmiştir.

Buraya kadar Yahudiliğe kendi taraftarları ve yahudi kaynaklara dayanarak Yahudiliği tavsif eden âlimlerin görüş ve değerlendirmelerine yer verdik. Bir de, Yahudiliğe ve Tevrat'a Kur'an açısından bakalım:
Kur'an-ı Kerim'e göre, Tevrat Allah tarafından Hz. Musa'ya indirilmiş, kendisinde hidâyet ve nûr bulunan bir kitaptır.
Tevrat'ın muhtevasından bahseden âyetlere müracaat ettiğimizde, Tevrat'ın Her şey'i tafsil eden bir kitap olarak tavsif edildiğini görüyoruz: "Sonra, iyilikte bulunanlara nimetimizi tamamlamak, her şeyi tafsîl etmek (açıklamak), hidâyet ve rahmet maksadıyla Musa'ya Kitab'ı verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına imân ederler"(En'am,154), "Nasihat ve her şeyin açıklamasına dâir ne varsa Musâ için levhalarda yazdık. Onları kuvvetle tut, kavmine de en güzel bir şekilde almalarını emret. Yakında size fasıkların yurdunu göstereceğim" (Araf,145).
Hiç şüphesiz bu tafsil edilen şeylerin başlıcalarından biri de âhiretle alakalı meselelerdir. Nitekim, birinci âyetin sonundaki, "Umulur ki, rablerinin huzuruna varacaklarına imân ederler" ifâdesiyle Hz. Mûsâ'ya Tevrât'ın verilişinin en önemli gâyesinin âhirete imân olduğu bildirildiği gibi, ikinci âyetin sonundaki "Yakında size fasıkların yurdunu göstereceğim" ifâdesiyle de kâfirlerin akibetinin cehennem olduğu bildirilmiştir. Başka âyetlerde, Hz. Musa'ya vahyolunan şeyler arasında kıyamet ve âhiretle alakalı meselelerin de bulunduğunu görüyoruz. Bir âyette Hz. Mûsâ'ya hitaben şöyle buyruluyor: "Kıyamet günü mutlaka gelecektir, neredeyse onu gizleyeceğim, tâ ki, her nefis peşine koştuğu şeyin karşılığını görsün" (Tâ-hâ, 15). Bir başkasında ise, Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn şöyle diyorlar: "Şüphesiz, bize vahyolundu ki, azap, peygamberleri yalanlayanlara ve onlardan yüz çevirenleredir" (Tâ-hâ, 48).
A'la sûresinde, şakilerin büyük bir ateşe gireceğinden, nefsini tezkiye edenlerin kurtuluşa ereceğinden, âhiret hayatının dünya hayatından daha hayırlı olduğundan bahsedildikten sonra, bu bilgilerin ilk sahifelerde, Hz. İbrahim ve Hz. Musa'nın sahifelerinde bulunduğu bildirilmiştir: "Bunlar ilk sahifelerde, İbrahim ve Mûsâ'nın sahifelerindedir" (A'lâ, 18-19).
Hz. Musa'ya imân eden kimselerde de bu inancın yerleşmiş olduğunu görüyoruz. Hz. Musa'ya imân eden sihirbazların söyledikleri bunun en güzel örneğidir. Sihirbazlar imân ettikten sonra, Firavun'un kendilerini korkunç bir şekilde öldürmekle tehdit etmisine mukabil, hiç aldırmayarak şöyle demişlerdir: "Seni asla bize gelen mucizelere ve Yaratanımız'a tercih etmeyeceğiz. Yapacağını yap! Sen ancak bu dünya hayatında hükmünü gerçekleştirirsin. Hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın şeyleri affetmesi için biz Rabbimize imân ettik. Allah daha hayırlı ve daha bâki olandır. Kim Rabbine mücrim olarak varırsa onun için cehennem vardır. Orada ne ölür ne de yaşar. Kim de mümin olarak sâlih amellerle gelirse, onlara da yüksek dereceler vardır, içlerinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan Adn Cennetleri! İşte nefsini tezkiye edenlerin mükâfatı budur" (Tâ-hâ, 72-76).

Bu âyetlerde Hz. Musa'ya imân eden sihirbazların kuvvetli, sarsılmaz imânları ve Hz. Musa'nın âhiretle alakalı meseleleri kavmine geniş bir şekilde anlattığı açıkça görülmektedir.
Daha sonraki dönemlerde Tevrat'ın tahrif edildiği ise, pek çok âyetlerle ifâde edilmiştir: "Yahudilerden bir kısmı ifâdeleri yerlerinden değiştiriyorlar ..." (Nisâ,46), "Kendi elleriyle Kitap yazıp sonra da az bir menfaat sağlamak için, bu Allah katındandır diyenlere yazıklar olsun!.." (Bakara, 79) gibi âyetlerde bu gerçek açık bir şekilde belirtilerek, Allah'ın kitabını tahrif edenler şiddetle kınanmıştır.
Hiç şüphesiz bu tahriften âhiret, cennet ve cehennemle alakalı ifâdeler de nasibini fazlasıyla almıştır. Bugünkü Tevrat bu gerçeğin açık bir şahididir. Ancak, asr-ı saadetteki yahudiler'in cennet ve cehennemle alakalı ifâdelerini nakleden âyetlere dikkat edilirse, o dönemdeki yahudilerde bazı yanlışları olsa da, bir âhiret inancının bulunduğu görülmektedir. Zikri geçen hadislerde de bu durum görülmektedir.

"Bize sayılı bir kaç günün dışında cehennem ateşi dokunmayacaktır" (Bakara, 80), "Cennete ancak yahudî veya hristiyan olanlar girecektir" (Bakara, 111), "De ki, Allah katında âhiret yurdu insanlar içinde sadece size âit ise, o halde eğer doğru iseniz ölümü temennî ediniz!" (Bakara, 94) gibi âyetler onların âhirete, cennet ve cehenneme inandıklarını, fakat bu inaçlarında bazı yanlış ve tahriflerin bulunduğunu göstermektedir.

Bazı âyetlerde, yahudilerin dünya hayatına şiddetli bağlılıkları ve aşırı sevgilerinin ifâde edilmiş olması da, onların âhiret inançlarının zayıf olduğuna işâret etmektedir: "Onları mutlaka insanların dünya hayatına en düşkünleri olarak bulacaksın..." (Bakara, 96)
Bu izahlar sadedinde görüyoruz ki, Kur'ân-ı Kerim'de Tevrat ve Yahudilik ele alınırken değişik noktalar üzerinde durulmuştur:
1. Tevrat'ta âhiret hayatı Kur'an-ı Kerim'de ele alındığı kadar geniş olmasa da tafsilî bir şekilde anlatılmış, Hz. Musa da bu inancı kavmine tebliğ etmiş ve o dönemde Hz. Musa'ya yürekten inanan müminler de kesin olarak âhiretin, cennet ve cehennemin varlığına inanmışlardır.
2. Asr-ı saadet'teki yahudiler âhirete, cennet ve cehenneme imân etmişlerse de Tevrattaki tahriflerin ve nefislerindeki dünyaperestliğin bir neticesi olarak bu inanç zayıf kalmış ve yanlışlarla dolu bir duruma gelmiştir.
3. Kur'an-ı Kerim'de yahudilerin dünya hayatına aşırı bağlılıkları ve sevgileri, ölümden korkmaları gibi vasıfları zikrolunarak onların her devirde sadece dünyaya önem veren, âhireti, cennet ve cehennemi fazla düşünmeyen bir millet olacağına gaybî bir sûrette işaret edilmiştir.
Son düzenleyen perlina; 18 Aralık 2016 20:20
Tesadüfen Zirveye Çıkılmaz... Çıkılsa Bile Durulmaz...