Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
04:55, 1 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Cumartesi, 20 Nisan 2024 - 04:55
Arama
MaviKaranlık Forum
Sanat Akımları - Yoksul Sanat (Arte Povera)
-
Tek Mesaj #3
Misafir
Ziyaretçi
22 Kasım 2006
Mesaj
#3
Ziyaretçi
İtalya'da 1960'ların sonlarında sanatçılar yalnızca resmî, endüstri ve kültür kurumlarına karşı çıkmakla kalmayıp, sanatın bireysel bir ifade olarak varolmasının etik bir nedeni olup olmadığını da soruşturmaya başlamıştı. Düşünsel ve tasarımsaldan kaçınarak, doğanın, yaşamın ve davranışların temellerine ulaşmayı hedefleyen bu sanatçılar, sanat nesnesi yerine, yaşam koşullarına verdikleri önemle yalnızca gerçek olanı duyumsamak, bilmek ve ortaya koymak istediler. Yoksul Sanat bir akım olarak ilk kez 1967'de, Giovanni Anselmo, Alighiero Boetti, Jannis Kounellis, Mario Merz, Michelangelo Pistoletto, Emilio Prini ve Gilberto Zoria'nın Cenova'da katıldığı bir sergide ortaya çıktı.
Topluluğun sözcüsü ve sergi düzenleyicisi Germano Celant, olagelen sanat pazarından ve kurulu güç dengelerinden bağımsız bir sanatı savunuyordu. Celant, sanatçıların, doğa öğelerini vurgulayan, yargılayan ya da değiştiren imgeler yaratan birer ressam ya da heykelci olarak çalışmaları yerine, doğal öğelerle ilişkiye geçip, onların bir parçası olmaları gerektiğini öne sürüyordu. Sanatın, yaşam sanatını öğrenmek için deneysel bir durum işlevi gördüğü inancını John Cage'le de paylaşan Celant, sanatçıların, kendi doğal hareketlerini, belleklerini ve bedenlerini deneyimleyip anlayabilmeleri için, bakır, toprak, su, ırmak, kar, ateş, ot, hava, taş, elektrik, uranyum, gökyüzü, yerçekimi, ağırlık, büyümek ve yükseklik gibi yaşayan maddeleri düzenleyen bir büyücü/simyacı olması gerektiğini savunuyordu. Celant'a göre sanatçının bunu yapabilmesi için doğayı algılaması, duyumsaması, soluması, gezmesi, anlaması ve doğayla ilişkiye geçmesi zorunluydu ve kendisine zorla kabul ettirilmeye çalışılan toplumsal sistemin üstesinden ancak böyle gelebilirdi.
Levha 19
İtalyan sanatçı Mario Merz (d.1925), sanatçının kültür ile organik dünya arasındaki aracılık işlevini gösterebilmek amacıyla, doğal öğeler ile kentsel kültürü kaynaştırmıştı. Merz bir göçer gibi farklı yerlere giderek sınırları aşmış ve çalışmalarında yerli malzemelerden yararlanarak ulusal, kültürel ya da ideolojik sınırları aşındırmıştır. 1968 tarihli Giap İglu' da (Levha 19) görüldüğü gibi Merz, insanı dış dünyadan koruyan bir efsanevi yapı olarak temel iglu biçimini, soyut göçer kavramı ile ilişkilendirmiştir. Doğadaki sürekli değişimi simgeleyebilmek için, her sayının önceki iki sayının toplamına eşit olduğu Fibonacci dizisi biçimindeki neon ışıklarından yararlanmıştır. Merz bu sayı dizilerini 1971 tarihli İguana'da olduğu gibi, iguana, timsah ve gergedanla birleştirerek, ilk çağı dile getirmiştir. Merz çalışmalarında bütün simgelerin doğaya eşit olduğunu göstermeye çalışmıştır.
Yunan sanatçı
Jannis Kounellis
(d. 1936), birey ile doğa arasındaki bağı irdeleyerek, sanat deneyimini daha gerçek kılmıştır. Sanatçının belki de gerçekleştirdiği en devrimci eylemi, 1969'da Roma'daki Attiko Galerisi'nde 11 canlı atı birbirinden eşit aralıklarla yan yana yerleştirmesidir (Levha 21). Kounellis bu çalışmasıyla bir sanat yapıtının doğadaki her hangi bir nesneden farklı olmadığını göstermiş, ayrıca, insan yapımı yapay sanat dünyası ile doğanın organik dünyası arasındaki karşıtlığı vurgulamıştır. Sanatçı, kültür ile organik dünya arasındaki uçurum üzerine bir köprü oluşturabilmek için, çalışmalarına, ceza ve arınma ile ilişkilendirilen ateş gibi günlük yaşamın sıradan malzemelerini katmıştır. Kounellis 1967'de gerçekleştirdiği
Pamuk Heykel'
de, kültürün hapsettiği doğayı, karanlık, dayanıklı ve sert çelik levhaların içine hapsettiği yumuşak ve yok olabilen beyaz pamukla simgelemiştir.
Levha 21
1960'ların sonu ile 70'lerin başlarında kimi sanatçılar sanat malzemesi olarak kendi bedenlerini kullanabilme olanakları üzerinde yoğunlaşmaya başlamışlardı. 1962'de Avusturyalı sanatçı
Hermann Nitsch
(d. 1938), Freud psikolojisine ve hareketli soyut resme gönderme yapan bir dizi kanlı gösteri düzenlemişti. İlk Eylem adında çalışmasında sanatçının yardımcıları, izleyici önünde bir koyunun bağırsaklarını çıkarttıktan sonra, katharsis eylemi içinde olan sanatçının üstüne kan dökmüşlerdir. Bu eylemle sanatçı doğal ama toplumsal açıdan baskı altında olan saldırganlığından kurtulmayı ummuştur. 1966'da ABD'li sanatçı
Bruce Nauman
(d.1941), Çeşme Olarak Sanatçı adlı çalışmasında, kendi kendiyle dalga geçercesine, çektirdiği bir dizi fotoğrafla sözcük oyunlarını görsel oyunlara dönüştürmüştür.
Levha 25 -26
Avusturyalı
Arnulf Rainer
(d. 1929) el ve ayaklarına sürdüğü boyalarla yaptığı resimlerinde öylesine bir yoğunluk yaşamıştır ki el ve ayakları kan içinde kalmıştır. ABD'li
Dennis Oppenheim
(d. 1938)
İkinci Derece Yanık İçin Okuma Pozisyonu
(Levha 25, 26) bedeninin üstüne çeşitli nesneler koyarak, California kumsallarında uzun saatler güneş altında yatmış ve yanıklarını fotoğrafla belgelemiştir. Aynı yıl Oppenheim, arkadaşları evinin penceresinden kendisini taş yağmuruna tutarken videoya çekmiştir. ABD'li bir başka sanatçı
Chris Burden
ise (d. 1946) kendisinin kırık cam arasından yarı çıplak dışarı çekilmesi ve koluna kurşun sıkılması gibi bedenine zarar getiren bir dizi eyleme girişmiştir. Alman sanatçı
Rebecca Horn
(d. 1944) 1972'de gerçekleştirdiği
Parmak Eldiveni'
nde ellerini, iç duyguları ile dış dünya arasındaki ilişkileri simgeler biçimde öne uzatmıştır.
Kaynak:
lebriz.com
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Cevapla
Kapat
Saat: 04:55
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...