Akhisar’daki Arkeolojik Kalıntılar
Thyateira, modern yerleşim merkezlerinin altında kalan diğer antik kentlerle benzer bir kaderi paylaşmıştır. Akhisar’da arkeolojik kalıntılar neredeyse tamamen modern yerleşimin altındadır. Antik kentin kurulduğu alan, bugünkü modern Akhisar ilçe merkezidir. Bu durum coğrafi avantajların getirdiği doğal bir sonuçtur. Bu alanlar ve çevresinde gerçekleştirilen herhangi bir temel kazısı sırasında arkeolojik kalıntılara rastlanmaktadır. Ancak kısa süre öncesine kadar, inşaat çalışmaları sırasında açığa çıkartılan kalıntıların ciddi bir kısmı korunmamış, üzerlerine modern binalar yapılmıştır.
1968-1971 yılları arasında Akhisar ilçe merkezindeki Tepe Mezarlığında kazılar yapan Duyuran’ın çalışmaları sonucunda saptanan en önemli yapı, kuzey-güney yönünde uzanan, M.S. 2 ila 6. yüzyıllar arasına tarihlediği ve “bazilika” olarak adlandırdığı anıtsal binadır (piskopos sarayı). Duvarları 4 ila 5 m. yüksekliğindeki dikdörtgen planlı yapının kuzey kesiminin iç kısmı apsis şeklindedir. Yapının genişliği yaklaşık 10 metre, korunan uzunluğu 43 m. olmakla beraber tahribat nedeniyle yapının gerçek boyutunu saptanamamıştır. Yapının, güney yönünde modern yolun ve binaların altına doğru uzandığı anlaşılmaktadır. Yapının batısında kare veya dikdörtgen şeklinde oda ve mekanlara rastlanmıştır. Yapının içinde ve çevresinde, Roma ve Bizans dönemine ait mozaik, fresk ve seramik parçalarının yanı sıra Roma dönemine ait sikkeler ele geçmiştir.
Duyuran, yapının çatısının ahşap olduğunu belirtmekte, yıkıldıktan sonra çıkan yangının ahşap kısımları tamamen yaktığını, toprak döşeme üzerinde başta başa rastlanan ve içinde bol ölçüde kiremit parçalarının bulunduğu yangın izlerinin bu durumun kanıtı olduğunu vurgulamaktadır.
Tepe mezarlığında Duyuran tarafından üç yıl devam eden kazılarda bazilika olarak adlandırılan bu yapı dışında diğer önemli mimari kalıntılar, M.S. 2 ila 4. yüzyıllar arasına tarihlenen, kuzey-güney doğrultulu sütunlu bir Roma caddesidir. Tepe Mezarlığından kuzeyindeki kaymakamlık lojmanı ile sonrasındaki eski Tekel binasına doğru uzandığı açılan sondajlarla tespit edilen bu caddenin Tepe Mezarlığında saptanan kesimleri de birleştirildiğinde yaklaşık 100 m. uzunluğunda olduğu belirtilmektedir.
Duyuran tarafından çağdaşı örneklere dayanarak yaklaşık 10 m. genişliği olduğu iddia edilen caddenin doğu kesimi günümüzdeki modern yolun altında kaldığı için tam olarak gerçek genişliğini saptamak mümkün değildir. Bu caddede kolonadın iki sıradan meydana gelen stylobat blokları kum ve kireç harçlı moloz taşından yapılmış bir temel üzerine yerleştirilmişlerdir.
Tepe Mezarlığı’ndaki sütunlu yol ve portikoda in-situ vaziyette bulunan sütun altlıkları ve başlıkları M.S. II.yy’a tarihlenmekle beraber, yangın tabakası içinde bulunan sikkelerin çoğu M.S. IV.yy’a, bazıları ise Arkadius (M.S. 395-408) devrine tarihlendirilmiştir.
Tepe Mezarlığında Duyuran tarafından açığa çıkarılan ve “bazilika” olarak tanımlanan yapı ve eklentilerinin hüviyeti konusunda elimizde net bilgi yoktur. Bazen ciddi bir hata yapılarak “kilise”, Duyuran’ın yaptığı gibi daha makul bir tanımlamayla “bazilika” olarak adlandırılan, apsisi kuzeye bakan bu yapı hakkında Akhisar’ın yaklaşık 6 km. kuzeybatısındaki Medar köyünde bulunan bir yazıt bazı ipuçları verebilir. M.S. 2. yy. sonu ya da 3. yy.’a tarihlendirilen yazıtta “Hekatontastylon”, yani “100 sütunlu bir yapı”dan ve “İmparator Evi”nden söz edilmektedir. 1886 yılında Fontrier tarafından bulunan ve aynı yıl yayınlanan bu yazıt, “… Hekatontastylon’daki Eros’ların ve Yaşlılar Meclisi’nin (yaptırdığı ?) İmparator Evi’nin ve Lykos (Çürüksu) nehri üzerindeki su kemerinin müteahhitliğini yürüten” Menandros oğlu Marcus adındaki bir kişinin heykel kaidesi üzerinde yer almaktaydı. Gerek “Hekatontastylon” ile sütunlu cadde denilen kalıntılar, gerekse “İmparator Evi” ile apsisli yapı arasındaki ilişkiyi saptamak için çok fazla kanıta ihtiyaç vardır. Buna karşın bu yazıt, Thyateira’daki kimi yapıların, kentin bayındırlık tarihinin ve bazı önemli kişilerin saptanması açısından oldukça önemlidir.
Thyateira antik kentinin yayılım sahasında, Kethüda mahallesindeki Hastane Höyüğü ise SİT alanı ilan edilen kısmıyla 120 (k.-g.)x110 (d.-b.)m. boyutlarında, yaklaşık 10 m. yüksekliğindedir. Ancak özellikle yayılım sahasının kuzeye ve doğuya doğru çok daha geniş olduğu ve maalesef höyüğün ancak 1/4’ünün SİT alanı ilan edildiği anlaşılmaktadır. Höyüğün SİT alanı ilan edilen kısımlarından özellikle batı kesimi Devlet Hastanesi binasının inşaatı, istinat duvarları ve yol yapımı sebebiyle orijinal yapısını büyük oranda kaybetmiştir. Höyüğün, hastanenin istinat duvarlarının yapımı sırasında, daha evvelki çalışmalarda zannedildiği gibi tahrip edilmediği, aksine istinat duvarlarının içerisinin dışarıdan getirilen molozun doldurulduğu ve üzerine de hastanenin kalorifer küllerinin dökülüp sıkıştırıldığı anlaşılmıştır.
Yüzeyinde antik devre ait bazı kalıntıların görülebildiği höyükteki Prehistorik kültürler hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Buna karşın Manisa Müzesi tarafından höyüğün güneybatı kesiminde gerçekleştirilen mezar kazısı sırasında karışık dolgu içerisinden çıktığı anlaşılan ve İlk Tunç Çağı’na tarihlenen seramik buluntular, buranın erken dönemleri hakkındaki en önemli kalıntılardır. Höyükte geçen sene Prof.Dr.Engin Akdeniz başkanlığında yapılan kazılarda iki alanda, İlk Tunç Çağı’nın ilk evresinden Son Tunç Çağı’na kadar uzanan sürece ait çok sayıda seramik parçaları karışık dolgu içerisinden tespit edilmiştir. Bu parçaların ait olduğu tabakalar açığa çıkarıldığında Hastane Höyüğü bilimsel anlamda Kuzey Ege Arkeolojisi için daha da önemli bir hale gelecektir.
Bazı yayınlarda Hastane Höyüğü’nün Hellenistik dönemde Thyateira’nın akropolü olarak kullanıldığı, Roma döneminde ise tümünün ya da en azından bir bölümünün nekropol olduğu öne sürülmektedir. Günümüzde hastanenin laboratuar binası bitişiğinde duran ve Fabius Zosimus adındaki bir kişiye ait mermer lahit (M.S.II-III. yy.) içeriğindeki Sambatheion ve Khaldaion kelimelerinden dolayı çok tartışılmış ve hala tartışılmaktadır. Eğer bu lahit, gerçekten Hastane Höyüğü’nde bulunduysa, diğer konuların yanı sıra içeriğinden yola çıkılarak bazı yapıların lokalizasyonu konusunda bile yol gösterebilir. Bilindiği üzere Seleukos Kralı III. Antiokhos, M.Ö. geç III. yy.’da 2000 Babilli Museviyi Batı Anadolu’ya, özellikle de Lydia ve Phrygia’ya yollamıştır. Gelenlerin yerleştikleri kentler arasında en önemli kent Sardeis idi. Roma İmparatorluk devrinde ise Lydia ve Phrygia’daki pek çok kentte Yahudi toplumunun varlığı görülür.