RASTLANTI a.
1. Beklenmedik ya da önceden kestirilemeyen bir durum, bir karşılaşma; tesadüf, denk gelme: Beni bu saatte evde bulabilmeniz bir rastlantı. Rastlantıların insan yaşamında önemli bir yeri vardır. Tuhaf bir rastlantı. (Bk. ansikl. böl.)
2. Rastlantı sonucu, beklenmedik, tesadüfen: Kalabalıkta rastlantı sonucu karşı karşıya geldik. || (Büyük) bir rastlantı eseri (olarak), tamamen olağanüstü durumların bir araya gelmesiyle, beklenenin tersine: Büyük bir rastlantı eseri, o kazadan sağ çıktı.
—Patol. Rastlantı mikrobu, nedeni başka bir mikrop olan bir hastalık sırasında rastlantıyla bulunan bakteri ya da virüs. (Rastlantı mikrobunun bulunması ya muayene için parça alınması sırasındaki bir bulaşmadan, ya gizli kalmış bir enfeksiyonun meydana çıkmasından ya da bir ek enfeksiyondan [örneğin grip gibi bir virüs hastalığının üzerine bir bakteri enfeksiyonunun eklenmesi] ileri gelir.)
—ANSİKL. Fels. Rastlantı kavramı olasılıklar hesabının da ortadan kaldırmayı başaramadığı bir belirsizlik fikrine bağlıdır.
Rastlantı, öncelikle, yaşamın temel bir özelliği olarak anlaşılır; yaşanan olayların önceden kestirilememesi demektir. Bu kavram filozofların, insan doğasına, doğanın ve öbür insanların umulmadık davranışları karşışında duyulan kaygıya bağlı olarak “geleceğin olumsallığı” terimiyle ifade ettikleri şeyi kapsar. Tüm felsefi düşünce (en azından XVIII. yy.'a kadar), rastlantının payını ortadan kaldırmaya ya da, hiç olmazsa, görelileştirmeye çalıştı. Bu amaçla, önce doğa fikrini, her şeyi düzene ve ölçüye göre yaratan tanrısal Aklın yasalarına bağımlı kılarak, doğaüstü rastlantıyı olabildiğince göz ardı etmek istedi. Sonra, insan tutkularından kaynaklanan öznel rastlantıyı sınırlandırmanın yollarını aradı ve nihayet, doğaüstü rastlantıyı “olumlu" (bilimsel) bir dünya görüşü çerçevesi içine yerleştirdi. Bütün bu deneyişler giderek sorunun matematiksel yoldan çözümlenmesine yönelik çok iyi kotarılmış bir girişimle sonuçlandı. Ama XVII. yy.’da, Descartes’tan başlayarak, bilme isteğini kışkırtan şey, rastlantıya ve onun yol açtığı korku ve endişeye karşı mücadeleydi; yani öznel olmakla birlikte, belli bir nesnelliği de bulunan bir tutumdu: "İkinci düsturum, davranışlarımda elimden geldiğince azimli ve sebatlı olmak, [...] tıpkı ormanda yolunu kaybedince, bir o yana bir bu yana gidecek ya da bir noktada durup bekleyecek yerde, aynı doğrultuda elden geldiğince sapmadan ilerleyen ve başlangıçta herhangi bir yönü seçmelerini gerektiren şey yalnızca rastlantı olsa bile, şu ya da bu nedenle yönlerini değiştirmeyen yolcular gibi hareket etmekti" (Metot üzerine konuşma [Discours de la möthode]).
XVIII. yy. başından itibaren, olasılıklar hesabı, talih oyunlarından başka alanlara da uygulanmaya; demografi, siyasal amaçlarla yapılan nüfus hesapları ("siyasal aritmetik”), rastlantı kavramına bağlı belirsizliği sınırlandırmaya başladı. Bununla birlikte bu çalışmalar, rastlantı kavramının hemen nesnel bir değer kazanması sonucunu doğurmadı; örneğin, Jacques Bernouilli’nin, rastlantı yasası diye de adlandırılan büyük sayılar yasasını (1712), Laplace kendi "çözümleyici olasılıklar kuramı"nda, rastlantının öznel niteliğini kanıtlamak amacıyla kullandı (1812).
Rastlantı kavramını insanların bilgisizliğine dayandırmak isteyen anlayışı eleştiren Cournot, bu kavramın farklı anlam ve kulllanımlarını birbirinden ayırmaya çalıştı. Bu amaçla, fiziksel olanağın ölçüsü olan matematiksel olasılığa bağlı rastlantının karşısına, felsefi olasılık çerçevesi içinde düşünülebilen, sayılara indirgenemeyen ve evrende bağımsız bazı neden sonuç zincirleri bulunduğu öznel inancına dayanan bir rastlantıyı koydu. (Essai sur les fondements de nos connaissances [Bilgilerimizin temelleri üzerine deneme], 1851).
Olasılıklar hesabının, gazların kinetik kuramına uygulanabileceğinin gösterilmesi, Galton'un rastlantısal ilişkileri aydınlatması (Hereditary Genius [Kalıtsal yetenekler], 1877), İngiliz biyometri okulunun biyoloji üstüne çalışmaları (rastlantısal bir öğenin olasılık yasası, başka bir rastlantısal öğenin sabit değerine bağlıdır), Boole’un "düşünce yasaları"nda nedenlerin olasılığı gibi değişik yaklaşımlar, rastlantı kavramının nesnelleştirilmesi ya da öznelleştirilmesi sorununu, XIX. yy. boyunca gündemde tuttu.
XX. yy., özellikle kuvantum mekaniği ve biyoloji çalışmaları sayesinde, bütün evrenin bir düzen ve neden-sonuç zincirinden başka bir şey olmadığını kabul eden katı belirlenimcilik inancına son vermiş olmakla beraber (özellikle kuvantum mekaniği ve biyolojiyle ilgili çalışmalar sayesinde), rastlantı kavramı bilimsel bir nesnellik kazanamadı.
Günümüzde, mantıksal ve matematiksel ilişkileri belirten kurmaca rastlantı ile, deneysel olarak gözlenebilen rastlantı biçiminde bir ayrım yapılmaktadır. Bu durumda, olasılıklar hesabı ile, bir olayın önceden kestirilemez oluşu arasındaki ilişki, rastlantı kavramının bilimsel bir kavrama dönüştürülmesinin başlıcâ koşulu olarak görünmektedir.
Kaynak: Büyük Larousse