Arama

Rastlantı Nedir?

Güncelleme: 28 Mart 2020 Gösterim: 10.897 Cevap: 3
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
16 Aralık 2007       Mesaj #1
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Rastlantı

Sponsorlu Bağlantılar
Rastlantı, determinizmi ve nedensellik kuralını kabul etmeyen görüşe göre, yani her olayın muhakkak bir nedeni olmadığını ya da olayların bir neden-sonuç zinciriyle meydana gelmediğini varsayan görüşe göre, olayların nedensiz, gelişigüzel bir şekilde meydana gelişine verilen addır.

Karşı varsayım: Rastlantı yoktur Buna karşılık, nedensellik kuralını benimsemiş tüm fikri akım ve sistemler evrende “rastlantı “ diye bir fenomenin var olmadığı konusunda görüş birliğindedir. Ortak görüşe göre, her olay, determinizm (“her olayın birtakım nedenlerin sonucu olduğunu kabul eden felsefi görüş”) çerçevesinde,”nedensellik kuralı”nın (“her olayın birtakım nedenlerin zorunlu sonucu olması kuralı”) işleyişiyle yani bir neden-sonuç ilişkisiyle meydana gelir. “Rastlantı” insanların nedenlerini bilemediği veya anlayamadığı olaylara yaptığı bir yakıştırmadır. Konuyla ilgili olarak Albert Einstein şu ünlü sözünü söylemiştir: "Tanrı zar atmaz"

Rastlantının bir başka anlamı: Rastlantı, iki veya daha fazla olayın aynı anda herhangi bir bilgiye, isteğe, kurala ya da kararlaştırılmış belirli bir sebebe dayanmaksızın gerçekleşmesidir. Bu olaylar beklenmedik ve birbirinden bağımsız paralellerde gelişirler, örneğin birini düşünüyorken o kişiden telefon gelmesi gibi, iki olay konuşulmadan, tesadüfi olarak gerçekleşmiştir.

Rastlantı ve zorunluluğun ne olduğu felsefeci ve dilbilimcilerin bir hayli uğraştığı konulardan biridir. Genellikle rastlantının gelişen bütün olayların zorunlu sonucu olduğu, sadece bu sonuçların aynı anda gerçekleşme ihtimalinin düşük olduğu söylenir.Garip diye tabir edilen rastlantılar kimi zaman parapsikoloji tezlerini ve komplo teorilerini ortaya çıkarır.

Vikipedi, özgür ansiklopedi
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
9 Haziran 2009       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Evrende rastlantı ve şans diye bir şey yoktur...

Sponsorlu Bağlantılar
Nedensellik kuralını benimsemiş tüm fikri akım ve sistemler evrende “rastlantı“ diye bir fenomenin var olmadığı konusunda görüş birliğindedir.

Ortak görüşe göre, her olay, determinizm (“her olayın birtakım nedenlerin sonucu olduğunu kabul eden felsefi görüş”) çerçevesinde,”nedensellik kuralı”nın (“her olayın birtakım nedenlerin zorunlu sonucu olması kuralı”) işleyişiyle yani bir neden-sonuç ilişkisiyle meydana gelir. “Rastlantı” insanların nedenlerini bilemediği veya anlayamadığı olaylara yaptığı bir yakıştırmadır.

Neo-spiritüalist görüşe göre de, her olay maddi veya manevi birtakım nedenlerin zorunlu bir sonucu olup, her şey İlahi İrade Yasaları dahilinde bir neden-sonuç ilişkisiyle cereyan etmektedir. (Albert Einstein : “Tanrı zar atmaz”.)

Rastlantı diye bir şeyin var olmaması durumunda, şans ya da talih diye bir şeyin de var olmaması gerekmektedir.

Neo-spiritüalist görüşe göre,insanın başına gelen olayların ve içinde bulunduğu koşulların kaynağı, şans denilen şey değil, insanın bizzat kendisidir. Talih denilen şeyin ardında, ne rasgele oluşan bir olgu, ne kimilerini kimilerine göre kayırıp onlara ayrıcalık tanıyan bir güç, ne de sabitkadercilikteki (fatalizm) gibi insanın iradesini hiçe sayan,iradi çabalarla değiştirilemeyecek keyfi bir takdir bulunur. Talih denilen şeyin ardında varlığın tekamül ihtiyaçlarına göre belirlenen bir düzenlenme, bir başka deyişle, varlığın geçmişte(şimdiki ve geçmiş reenkarnasyonlarında) yaptığı hareketlerin İlahi İrade Yasaları altında, nedensellik kuralına göre belirlenen sonuçlarının düzenlenmesi bulunur. Yüksek İdare Mekanizması tarafından yapılan bu düzenlenmede en ufak bir haksızlık,adaletsizlik ve ayrıcalık tanıma sözkonusu değildir, kimse kimseye karşı kayırılmaz.

Babasız doğmak,sakat doğmak,yoksul bir ülkede ya da yoksul bir aileden doğmak (-bir ruhsal tebliğe göre yoksulluk,yoksunluk gibi güç koşullar içeren ortamlarda tekamül daha hızlı olur-),zengin bir aileden doğmak, lotodan trilyoner olmak,suçsuz yere tutuklanıp hapse atılmak, bir haksızlığa kurban gitmek, sakat çocuğu olmak, çocuklarının ölümünü görmek vb.gibi ilk bakışta insana adaletsiz görünen olayların ve koşulların ardında varlığın tekamül ihtiyaçları bulunmaktadır. (Herhangi bir olay veya koşulda yalnızca sözkonusu varlığın tekamül ihtiyaçları değil, o varlığın çevresindekilerin tekamül ihtiyaçları da gözönüne alınır. Örneğin bir çocuğun sakat doğması, o çocuğun bir tekamül ihtiyacı ile ilgili olmasının yansıra, ona bakmakla sorumlu olan ebeveynin tekamül ihtiyaçlarıyla da ilgilidir) Burada bir cezalandırılma veya ödüllendirilme değil, varlığın tekamülü için,yani edinmesi gereken ruhsal görgü ve deneyimi edinebilmesi için varlığa gerekli ve en uygun ortam, çevre, koşullar ve olayların düzenlenmesi sözkonusudur.

Sonuç olarak iyi ya da kötü talihlilik diye bir şey sözkonusu değildir. Kişi nasıl bir ortamda doğmuş ve yaşamında ne ile karşılaşmışsa, kendisine en gerekli ve en layık olan da odur. Dolayısıyla insanların şanssızlıktan, talihsizlikten yakınıp durmaları doğru değildir. Çünkü geçmişinde yaptıklarıyla bu duruma kendisini kendisi getirmiştir, kendisini bu durumdan çıkaracak olan da yine kendisidir.

”Talihsizlik” adının yakıştırıldığı olaylarla ilgili olarak,Dr Bedri Ruhselman şöyle diyor:

”(...) Hal böyleyken, insanlar gerçek mutluluk ve kurtuluşu, ancak maddelere tapan nefislerinin hava ve hevesine tutsak olmuş iradelerine göre değer biçtikleri birtakım uydurma kurallardan beklemektedirler. Bütün bu halleri (insanların irade ve imajinasyon yeteneklerini İlahi İrade Yasaları’nın gereklerine uyumlu olarak kullanmaları gerekliliğini, ne ekerlerse onu biçeceklerini) düşünmeyen ve göremeyen insanlar, tutumlarından doğması çok doğal olan kötü sonuçları da
-kuşkusuz düşünüp değerlendirememeleri yüzünden- kusurları yokken kendi iradeleri dışından gelmiş bir ilahi musibet(felaket) veya bir kader olarak kabul ederler. İnsan neden kendi kişisel istek ve iradesiyle yapmakta olduğu kötü işlerin sahibi olduğunu kabul etmiyor?... Ve neden o kötü işlerin acı verici sonuçları gelip kafasına çarpınca da, bütün bunları Allah’ın zalimce bir işiymiş gibi yakınma konusu yapıyor?...”

Herkes ektiğini biçer... Güldüren güler, ağlatan ağlar... Sevgilerle...

Yazı: Alparslan Salt

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
21 Kasım 2015       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
RASTLANTI a.
1. Beklenmedik ya da önceden kestirilemeyen bir durum, bir karşılaşma; tesadüf, denk gelme: Beni bu saatte evde bulabilmeniz bir rastlantı. Rastlantıların insan yaşamında önemli bir yeri vardır. Tuhaf bir rastlantı. (Bk. ansikl. böl.)
2. Rastlantı sonucu, beklenmedik, tesadüfen: Kalabalıkta rastlantı sonucu karşı karşıya geldik. || (Büyük) bir rastlantı eseri (olarak), tamamen olağanüstü durumların bir araya gelmesiyle, beklenenin tersine: Büyük bir rastlantı eseri, o kazadan sağ çıktı.

—Patol. Rastlantı mikrobu, nedeni başka bir mikrop olan bir hastalık sırasında rastlantıyla bulunan bakteri ya da virüs. (Rastlantı mikrobunun bulunması ya muayene için parça alınması sırasındaki bir bulaşmadan, ya gizli kalmış bir enfeksiyonun meydana çıkmasından ya da bir ek enfeksiyondan [örneğin grip gibi bir virüs hastalığının üzerine bir bakteri enfeksiyonunun eklenmesi] ileri gelir.)

—ANSİKL. Fels. Rastlantı kavramı olasılıklar hesabının da ortadan kaldırmayı başaramadığı bir belirsizlik fikrine bağlıdır.
Rastlantı, öncelikle, yaşamın temel bir özelliği olarak anlaşılır; yaşanan olayların önceden kestirilememesi demektir. Bu kavram filozofların, insan doğasına, doğanın ve öbür insanların umulmadık davranışları karşışında duyulan kaygıya bağlı olarak “geleceğin olumsallığı” terimiyle ifade ettikleri şeyi kapsar. Tüm felsefi düşünce (en azından XVIII. yy.'a kadar), rastlantının payını ortadan kaldırmaya ya da, hiç olmazsa, görelileştirmeye çalıştı. Bu amaçla, önce doğa fikrini, her şeyi düzene ve ölçüye göre yaratan tanrısal Aklın yasalarına bağımlı kılarak, doğaüstü rastlantıyı olabildiğince göz ardı etmek istedi. Sonra, insan tutkularından kaynaklanan öznel rastlantıyı sınırlandırmanın yollarını aradı ve nihayet, doğaüstü rastlantıyı “olumlu" (bilimsel) bir dünya görüşü çerçevesi içine yerleştirdi. Bütün bu deneyişler giderek sorunun matematiksel yoldan çözümlenmesine yönelik çok iyi kotarılmış bir girişimle sonuçlandı. Ama XVII. yy.’da, Descartes’tan başlayarak, bilme isteğini kışkırtan şey, rastlantıya ve onun yol açtığı korku ve endişeye karşı mücadeleydi; yani öznel olmakla birlikte, belli bir nesnelliği de bulunan bir tutumdu: "İkinci düsturum, davranışlarımda elimden geldiğince azimli ve sebatlı olmak, [...] tıpkı ormanda yolunu kaybedince, bir o yana bir bu yana gidecek ya da bir noktada durup bekleyecek yerde, aynı doğrultuda elden geldiğince sapmadan ilerleyen ve başlangıçta herhangi bir yönü seçmelerini gerektiren şey yalnızca rastlantı olsa bile, şu ya da bu nedenle yönlerini değiştirmeyen yolcular gibi hareket etmekti" (Metot üzerine konuşma [Discours de la möthode]).
XVIII. yy. başından itibaren, olasılıklar hesabı, talih oyunlarından başka alanlara da uygulanmaya; demografi, siyasal amaçlarla yapılan nüfus hesapları ("siyasal aritmetik”), rastlantı kavramına bağlı belirsizliği sınırlandırmaya başladı. Bununla birlikte bu çalışmalar, rastlantı kavramının hemen nesnel bir değer kazanması sonucunu doğurmadı; örneğin, Jacques Bernouilli’nin, rastlantı yasası diye de adlandırılan büyük sayılar yasasını (1712), Laplace kendi "çözümleyici olasılıklar kuramı"nda, rastlantının öznel niteliğini kanıtlamak amacıyla kullandı (1812).
Rastlantı kavramını insanların bilgisizliğine dayandırmak isteyen anlayışı eleştiren Cournot, bu kavramın farklı anlam ve kulllanımlarını birbirinden ayırmaya çalıştı. Bu amaçla, fiziksel olanağın ölçüsü olan matematiksel olasılığa bağlı rastlantının karşısına, felsefi olasılık çerçevesi içinde düşünülebilen, sayılara indirgenemeyen ve evrende bağımsız bazı neden sonuç zincirleri bulunduğu öznel inancına dayanan bir rastlantıyı koydu. (Essai sur les fondements de nos connaissances [Bilgilerimizin temelleri üzerine deneme], 1851).
Olasılıklar hesabının, gazların kinetik kuramına uygulanabileceğinin gösterilmesi, Galton'un rastlantısal ilişkileri aydınlatması (Hereditary Genius [Kalıtsal yetenekler], 1877), İngiliz biyometri okulunun biyoloji üstüne çalışmaları (rastlantısal bir öğenin olasılık yasası, başka bir rastlantısal öğenin sabit değerine bağlıdır), Boole’un "düşünce yasaları"nda nedenlerin olasılığı gibi değişik yaklaşımlar, rastlantı kavramının nesnelleştirilmesi ya da öznelleştirilmesi sorununu, XIX. yy. boyunca gündemde tuttu.
XX. yy., özellikle kuvantum mekaniği ve biyoloji çalışmaları sayesinde, bütün evrenin bir düzen ve neden-sonuç zincirinden başka bir şey olmadığını kabul eden katı belirlenimcilik inancına son vermiş olmakla beraber (özellikle kuvantum mekaniği ve biyolojiyle ilgili çalışmalar sayesinde), rastlantı kavramı bilimsel bir nesnellik kazanamadı.
Günümüzde, mantıksal ve matematiksel ilişkileri belirten kurmaca rastlantı ile, deneysel olarak gözlenebilen rastlantı biçiminde bir ayrım yapılmaktadır. Bu durumda, olasılıklar hesabı ile, bir olayın önceden kestirilemez oluşu arasındaki ilişki, rastlantı kavramının bilimsel bir kavrama dönüştürülmesinin başlıcâ koşulu olarak görünmektedir.


Kaynak: Büyük Larousse
Pcderen - avatarı
Pcderen
Kayıtlı Üye
28 Mart 2020       Mesaj #4
Pcderen - avatarı
Kayıtlı Üye
Rastlantı, determinizmi ve nedensellik kuralını kabul etmeyen görüşe göre, yani her olayın muhakkak bir nedeni olmadığını ya da olayların bir neden-sonuç zinciriyle meydana gelmediğini varsayan görüşe göre, olayların nedensiz, gelişigüzel bir şekilde meydana gelişine verilen addır.