Arama


Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
22 Aralık 2015       Mesaj #4
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  ARNAVUTLUK3.jpg
Gösterim: 1569
Boyut:  60.6 KB

ARNAVUTLUK


Balkan yarımadasında devlet; K.'de Ye D.'da Yugoslavya ile, G.'inde Yunanistan ilâ sınırlıdır; 28 738 km2; 3 303 000 nüf. (1991). Başkenti Tiran. Resmi dili arnavutça.

COĞRAFYA


Doğal çevre Arnavutluk topraklarının büyük bölümü dağlarla örtülüdür. Sözkonusu dağlar, Üçüncü Zaman sıradağlarının, Dinar dağlarından Pindos kütlelerine kadar uzanan, kireçtaşlı antiklinaller ile flysch'le dolmuş dar senklinallerden oluşan bir bölümdür. Bununla birlikte, D.'ya doğru gidildikçe, tektonik yapı farklılaşır: büyük kırıkların yol açtığı diklikler ile dağlık kütlenin hava akımlarını almasını sağlayan ıç çöküntüler ortaya çıkar. Ama bütünüyle ele alındığında, dağ kütlesi parçalanmamış, aşılması güç bir bütün oluşturur (zaten uzun süre, yabancıların girmesini ve ulaşımı engellemiştir).

B.’da kıvrımlar kıyı ovalarının altına gömülmüş ve petrol kapanları oluşturmuştur. Hâlâ birkaç flysch tepesi bulunduğundan, kıyı ovalan birbirinden kopuk bölmelere ayrılır. Dağdan çıkışlarında bol yağışlarla beslenen. debileri aşırı derecede yüksek (bu bölgelerin temel özelliğidir) akarsular, ülkenin orta ve kuzey bölgelerinde sıralanırken (Mat, Shkurr.bin), güneyde (Viyosa, Seman) yapıya uygun bir vadiler çizgisi oluştururlar.

Ülkede Akdeniz iklimi egemendir. Bununla birlikte, dağlardan ötürü yıllık yağış ortalaması 1 000 mm’yi bulur. Kuzey kesim daha yağışlı, güneyde yaz kuraklıkları daha belirgindir (ortalama iki ay), iç kesime doğru, karasallık nedeniyle Akdeniz ikliminin özellikleri bozulur: sıcaKİık farkları daha yüksek, yazın gök gürültülü sağanaklar daha sıktır.

Bitki örtüsü katları —1 000 m'ye kadar meşeler, 1 000 m'nin üstünde kayın ve çamlar— orman açma çalışmalarının aşırıya varmadığı yerlerde korunmuştur. Or- taçağ'da Venedik gemilerinin yapımında kullanılan bir kereste rezervi, özellikle de bir hayvan otlatma alanı (günümüze kadar burada aşırı otlatma uygulanmıştır) olarak kullanılan dağlardaki bitki örtüsü, yemden ağaçlandırma çalışmalarına karşın, günümüzde büyük ölçüde gerilemiş, topraklar da yer yer büyük ölçüde aşınmıştır.
Bu nedenlerden ötürü ülkede, görünümler arasında büyük bir çelişki gözlenir: G. 'de ve K. de alız ve kesintili bir bitki örtüsüyle kaplı kireçtaşlı büyük diklikler: K.-D.’da, günümüzde hidroelektrik barajların yapıldığı kaygan, oturmamış aklanlı vadiler; eski göllerin (Ohri gölü, Korçe havzası) kısmen dolmuş olduğu ve bir ölçüde ağaçlandırılmış dağ kütleleriyle sıırlanan D.'daki iç havzalar. Ne var ki Arnavutluk'taki temel bölgeler kıyı ovalarıyla dağların birbırıyle karşıtlaşması (bu karşıtlaşma, toprakları yeniden değerlendirmek için yakın geçmişte aşılan evreler sırasında da etkili oldu) sonucu birbirinden ayrılır.

Dağlar, Arnavutluk halkı için, çok uzun bir süre, ovalardaki salgın hastalıklara ve çeşitli istilacılara karşı barınak olmuştu. Dağların nüfusu, çoğunlukla sürülerin kış otlağı olarak kullanılan alçak bölgelere oranla, daha yoğundu. Dağ halkı klanlar (fis) halinde yaşardı; ovalaraysa büyük toprak sahipleri egemendi.

İkinci Dünya savaşı’ndan sonra ülkede bir halk cumhuriyetinin kurulmasıyla üretim biçimleri, kırsal görünüm ve nüfus dağılımı büyük ölçüde değişti. Günümüzde Arnavutluk’un nüfus artış oranı, Avrupa’ dakı en yüksek orandır: yılda % 2,8. Bunun nedeni, doğum oranının (özellikle kırsal kesimde) hâlâ yüksek olması (%o35) ve sağlık hizmetleri altyapısının gelişmesi sonucu ölüm oranının düşmesidir. Dış ülkelerle alışverişe pek açık olmayan bu ülkede bir yandan üretim donanımını modernleştirerek halkı beslemek, bir yandan da, iktisadi kalkınma için önemli bir işgücü sağlayan nüfus artışını desteklemek gerekmektedir.
Eskiden bataklık olan kıyı ovaları ve iç havzalar, sistemli bir akaçlamayla kurutulmuş. halkın beslenmesi için gerekli bütün temel tarım ürünlerinin (özellikle mısır ve buğday) yetiştirildiği alanlar haline getirilmiştir. Akdeniz tipi ürünlerin (incir, zeytin, üzüm) ve sanayi ürünlerinin (tütün, pamuk) tarımı, ülkeye yabancı döviz sağlayacak bir dışsatım kesimi oluşturmak için yoğunlaştırıldı. Flysch tepeleri ve dağların ilk yamaçları, bu amaçla taraçalar halinde düzenlendi. Toprakların iyileştirilmesi, 1948'de gerçekleştirilen toprak reformundan sonra, kooperatifler çerçevesinde ve devletin yardımıyla (ayrıca devletin, sovyet sovhozlarına benzeyen kendi çiftlikleri de vardır) yapıldı.

Bu gelişmeler sonucunda kıyı ovaları hızla kalabalıklaştı, yeni köyler kuruldu ve konutlar bir araya toplandı. Ayrıca, çok çeşitli, ama büyük bölümü dağlık kesimlerde bulunan yeraltı kaynaklarına (bakır, demir, nikel ve özellikle krom yatakları) dayalı bir ulusal sanayi kuruldu. Enerji, büyük ırmakların kıyı ovasındaki ağızları üstünde kurulan hidroelektrik sandallardan, dağınık linyit yataklarından ve Myzegece ovasındaki petrol yataklarından (yılda 2 Mt) sağlandı.

Sanayileşmenin de desteklediği, yakın dönemde gerçekleşen köylerden kentlere göç olayı, 1945'ten bu yana başlıca kentlerde (Tiran, İşkodra, Draç, Korçe) nüfusun dört kat artmasına yol açtı. Bununla birlikte kentlere göç olayı, yetkililer tarafından sınırlandırıldı ve köylü nüfusu toplam nüfusun ancak % 66’sına (Avrupa’daki en yüksek oran) düştü. 1960’tan sonra oldukça yüksek olan kentleşme hızı, 1970 yıllarına doğru durakladı.
Çevreyle iktisadi ve siyasal ilişkilerim isteyerek kesmiş olan Arnavutluk'un kalkınmasındaki özgün yan, yetkililerin bir yandan nicelik bakımından artmasını destekledikleri, bir yandan da meslek eğitimini yükselttikleri çok sayıda işçinin elden geldiğince çok çalıştırılmasıdır.

TARİH


Çok eski dönemlerde İllyrler’in ülkesi olan Arnavutluk, önce Roma İmparatorluğuma katıldı; sonra Bizans eyaletlerinden biri haline geldi. 861 'de ve 1041 'de Bulgarlar’a geçtiyse de, Basileıos II döneminde BizanslIlar tarafından geri alındı. O sıralar Epeiros despotluğunu oluşturan ülke, Orsini ailesinin egemenliğine girdi; 1331-1355 arasındaysa Stefan Dusan’ın imparatorluğunun bir bölümünü oluşturdu. 1336’da, sırp kökenli bir soylu olan Balşa, İşkodra'da bir sülale kurdu. 1421'e kadar süren bu sülale, 1421 ’de kenti Venediklilerin ele geçirmesiyle ortadan kalktı. Daha 1431 'de. Yanya’yı ele geçiren OsmanlIlar kısa bir süre sonra (1423-1447) Yorgı Kastrıota (İskender Bey) yönetimi altındaki Arnavutluk'u fethettiler.

YUNANİSTAN girerek diktatörlüğünü kurdu.
Halkın en gerici bölümü tarafından desteklenen baskı rejimi, önce Yugoslavya'ya, sonra İtalya’ya yaslandı: 1927'de Mussolini ile Tiran antlaşması imzalandı ve italyanlar önemli iktisadi ayrıcalıklar elde ettiler. Zogo’nun kendini Zogo I adıyla kral ilan etmesinden (1928) sonra, İtalyan etkisi günden güne arttı. Demokratlar ayaklanmaya çalıştılarsa da başaramadılar. Buna koşut olarak, ülkede birkaç komünist çekirdeği (Korçe'dekini gizlice Enver Hoca yönetmekteydi) kuruldu. 7 nisan 1939'da faşist birlikler bir anda ülkeyi işgal ettiler. Zogo yurt dışına kaçarken, Vittorio Emanuele III Arnavutluk kralı oldu. 28 ekim 1940’ta italyanlar Yunanistan'ı istilaya girişlilerse de, kısa sürede püskürtüldüler. 1941'de, Arnavutluk’taki bütün komünist toplulukları Enver Hoca’nın yönetimi altında birleşti ve işgalcilere karşı şiddetli bir direnme hareketine girişerek, hem Kru je’deki "Ouisling hükümeti”ne, hem de komünist karşıtı Balli Kombetar örgütüne saldırdı. Mehmet Şehu, partizanların başına geçti. İtalya ile Müttefikler arasında imzalanan antlaşmadan (8 eylül 1943) sonra alman birlikleri Arnavutluk'u işgal ettiler,ancak 1944’te partizanların baskısıyla çekilmek zorunda kaldılar.

Enver Hoca'nın 1946'da kurduğu halk cumhuriyeti, Yugoslavya’nın yörüngesine girdi; hatta içişleri bakanı Zoza iki ülkenin birleşmesini önerdi. Ama 1948’de SSCB'nin siyasetini izleyen Enver Hoca, Yugoslavya ile ilişkileri kesti ve Zoza idam edildi. 1959’da Kruşçev Arnavutluk’u ziyaret etti, stalinciliğe karşı tutumu, Arnavutluk'un müttefikinden uzaklaşmasına neden oldu. 1961 ’de SSCB ile ilişkilerini koparan Enver Hoca, Avrupa'da tam anlamıyla tek başına kaldı. Bunun üstüne Çin'e yaklaştı ve Arnavutluk, Çin’in izlediği yolu benimseyen tek halk demokrasisi haline geldi. Buna koşut olarak, iktisadi yaşamın sosyalizasyonu sürdürüldü. Topraklar yavaş yavaş bütünüyle kollektifleştirilirken, VI. planda (1966-1970), sanayinin geliştirilmesine öncelik tanındı. Ayrıca ülke yavaş yavaş çevreden kopukluğundan kurtulmaya başladı. 1961'de Polonya ile ilişkiler yeniden kuruldu; 1966’da Yugoslavya'ya yaklaşıldı. Ama komünist Arnavutluk emekçi partisi'nin V. kongresinde, “revizyonistlik”le suçlanan SSCB’ye yakın komünist partileriyle bütün ilişkilerin kesildiği açıklandı. Enver Hoca ayrıca, partinin bürokratlaşma eğilimini eleştirip işçilerin ve köylülerin ek gelirlerinden, kişisel küçük topraklarından ve dinsel inançlarından vazgeçmelerini istedi.

Birçok ibadet yerini kapattırdı. 1965’te, Çekoslovakya'ya SSCB birliklerinin girmesinden sonra, Arnavutluk Varşova paktından çekildi ve Çin ile ilişkilerini sağlamlaştırdı. Mao Zıdong, Çin’e bir deniz üssü verilmesi karşılığında Arnavutluk'abir füze üssü, önemli bir iktisadi yardım sağladı ve Arnavutluk'un iktisadi kalkınmasına katkıda bulunacak birçok çinli teknisyen gönderdi. 1971'de yürürlüğe giren VII. beş yıllık plan, Çin'in yardımı sayesinde, sanayinin gelişmesini sağladı. Bu arada ülke yavaş yavaş dış dünyaya açılmaya, hatta turist kabul etmeye bile başlamıştı.

1978’de Çın ile ilişkiler koparıldı; Mao'nun ölümünden sonra, iki ülkenin yöneticileri arasındaki ilişkiler bozulmuştu; stalinciliğe bağlılığını sürdüren Enver Hoca, Çinliler ı maoculuktan uzaklaştıkları ve ABD'ye yaklaştıkları için suçluyordu. Polemiğe girmek istemeyen Çin bunun üstüne Arnavutluk'a iktisadi yardımı kesti ve uzmanlarını geri çağırdı.

Yugoslavya’da, Kosova yöresinde yaşayan bir buçuk milyon Arnavut’un durumları Yugoslavya ile ilişkileri etkiledi. Kosova yöresinin, bağlı olduğu Sırbistan federal cumhuriyetinden ayrılarak Yugoslavya'nın yedinci federal cumhuriyeti ol mak istemesi, Arnavutluk yöneticilerince de desteklendi.

1982'de yönetimde iki değişiklik oldu: kendini öldürdüğü ileri sürülen başbakan Mehmet Şeyhu'nun yerine Adil Çarçani geçti (4 ocak 1982); ayrılan meclis baş- kanının yerine de Ramiz Alia seçildi. Şeyhu'nun ölümünden sonra açıklama yapan yetkililer, onun yabancı ülkelerin ajanı olduğunu ileri sürdüler. Şeyhu ile işbirliği içinde oldukları savıyla birkaç yönetici idam edildi.
Yabancı ülkelere kuşkuyla yaklaşan Arnavutluk, 1980’den sonra bazı ülkelerle ticari anlaşmalar yaptı, ilk anlaşma Yugoslavya ile yapıldı (1980). Bunu, Fransa (1983), Türkiye (1983) ve İtalya (1984) ile yapılan anlaşmalar izledi, ikinci Dünya savaşı ndan sonra Yunanistan ile sür dürülen savaş durumu, 40 yıl sonra normale döndü. Önce karayolu taşımacılığı, posta hizmetleri konusunda anlaşmalar yapıldı. Daha sonra da eğitim, bilim ve kültür alanlarında karşılıklı değişim anlaşmaları imzalandı (25 ocak 1985). Savaş durumuna da 3 ağustos 1985’te verildı.

Arnavutluk'u 1946'dan beri yöneten Enver Hoca'nın ölümü üzerine (11 nisan 1985), Arnavut emekçi partisi genel sekreterliğine Ramiz Alia seçildi. Alia, ülkenin siyasetinde bir değişiklik olmayacağını açıkladı. Avrupa’daki sosyalist ülkeler arasında demokratikleşmeye karşı en uzun süre direnen ülke Arnavutluk oldu. Arnavutluk ancak 1990 başlarında Avrupa güvenlik ve işbirliği konferansı’na (AGİK) katılma kararı aldı. Bunu büyük ve hızlı değişiklikler dönemi izledi. Vatandaşların kütle halinde yabancı elçiliklere sığınmaları ve öğrenci gösterileri üzerine yönetim ekonomide liberalleşmeyi, dinsel inanç ve ibadetleri serbest bırakmayı ve yabancı sermaye yasağını kaldırmayı kabul etti. Aralık 1990'da Ramiz Alia çok partili yaşama geçileceğini duyurdu.

Mart 1991'de 20 000 arnavut sığınmak için gemilerle İtalya'ya gitti. 7 nisanda yapılan ilk genel seçimleri Emek partisi kazandıysa da haziranda patlayan genel grev sonunda hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Emek partisi adını Sosyalist parti’ye çevirdi. Bir koalisyon hükümeti kurulduysa da uzun ömürlü olmadı. Mart 1992'de yapılan genel seçimleri Şali Berişa yönetimindeki Demokratik parti kazandı. Nisan 1992'de Ramiz Alia istifa et- / ti, yerine Berişa devlet başkanı seçildi.

EDEBİYAT


Başlangıçta, latinceden çevrilen dini eserlerden oluşan arnavut edebiyatı, kısa bir süre sonra daha çok Arnavutlar'a özgü konulara girecektir. Frangu i Bardhe 1635’te ilk latince-arnavutça sözlüğü yayımladı. Pyeter Budi (1566-1623) ise zamanının Arnavutlusunun iktisadi ve sosyal gerçekliğinin bir tablosunu çizdi. Nihayet, Pyeter Bogdani de 1685'te Peygamberler anahtarı adıyla, bu edebiyatın ilk özgün eserini yayımladı.

XVII. yy.’a ait bu metinlerin ortak özelliği, hepsinin İtalya'da yetişmiş katolik rahiplerince ülkenin kuzey kesiminde kaleme alınmış olmalarıdır.
Öte yandan, Türkler'in egemenliği sırasında Güney İtalya'ya ve Sicilya’ya göç eden bir dizi Arnavut’un da kendi dillerinde eser vermeyi sürdürdüğü görülüyor. Daha 1592’de Leke Matrenga, şair olmadığı halde, katolik dua kitabına yazdığı eklemeyle arnavut şiirinin ilk örneğini vermişti. XVII. yy.'da Nikolle Brankati, Nikolle Filya, Nikolle Keta ve Zef Barçıa bu geleneği sürdürdüler. XVIII. yy.'da yetişen en önemli yazar ise, 1762'de Bakire Meryem'in hayatı adı altında bir şiir derlemesi yayımlayan Yul Variboba idi.

XIX. yy., Arnavutluk'ta bir kültürel uyanışa, bir ulusal Rönesans'a (Rilinca Kombetare) sahne olacak ve bu uyanış da zamanla siyasi bağımsızlığa yönelecektir.

Siyasi bağımsızlık savunucuları, osmanlı egemenliğinin doğurduğu koşullara rağmen ülkeyi ilerleme yoluna sokacaklarını ileri sürüyorlardı. Aydınlar, abecenin birleştirilmesi (o sıralarda, özel birkaç abece bir yana bırakılırsa, tam üç ayrı abece kullanılmaktaydı), başta türkçe ve arapça olmak üzere yabancı dillerden alınmış terimlerle dolup taşan dilin arıtılıp zenginleştirilmesi ve öğretimin artık türkçe, yunanca ya da İtalyanca yerine arnavutça yapılacağı okulların açılması için çaba harcamaya giriştiler. Yurt dışında (Mısır, Bulgaristan, Romanya, ABD) yerleşmiş arnavut toplulukları tarafından kuvvetle desteklenen yazarlar, toprağa dönüş özlemi ya da Arrıavutlar'ın şanlı geçmişi gibi,ulusal bilinci canlandırmaya en elverişli olacağını düşündükleri temaları işlediler.

O tarihlerden başlayarak ulusal folklor anıtlarının derlenmesine de girişildi.Türki ye'de Tanzimat edebiyatının ünlü adı Şemsettin Sami'nin ağabeyi Naım Fraşeri (1846-1900), şiirlerinde hem ülkesinin çekiciliğini (Çoban ve çiftçi şiirleri), hem de vatanını uygarlaşmış ve özgürlüğüne kavuşmuş görme özlemini dile getirir; halkının tarihi geleneklerinden dem vururken (Cennet) özellikle Arnavutluk'un ulusal birlik simgesi olan İskender Bey’e çağrıda bulunur (İskender Bey tarihi):
Bu dönemde Arnavutluk Arnavutları arasında ön plana çıkan diğer önemli yazarlar şunlardır: Andon Zako-Çayupi (1866-1930), Asdreni, Ndre Myeda, Filip Şiroka ve Luigy Gurakuki.

Onların yanı sıra, bu rönesans harekelinin başarısı için uğraşan İtalya ya da Ar- bereş Arnavutları arasında da öncelikle, arnavut folklorultutkunu, yurtseverlik ve tarih konularında birçok eser (Milosao şarkıları, Serafin Topia şarkıları) bırakmış olan yayıncı, dilci ve eğitimci Girolamo (Jeronım) De Rada (1814-1903), Basei in son şarkısı adlı eserin yazara Genç Gavril Dara (1826-1885) ve nihayet Giu- seppe (Zef) Serem be (1843-1901) sayılmalıdır. Arnavutluk edebiyatının rönesansını oluşturan bu yazarların büyük çoğunluğu batı dil ve uygarlıkları içinde yoğrulmuş yüksek kültürlü kişilerdi; en seçkin örneklerinden biri, eserlerinin çoğunu fransızca ya da İtalyanca yayımlayan Paşko Vasa idi. Yabancı dillerde eser kaleme almasının başlıca sebebi, şüphesiz, Arnavutluk'tı yabancı ülkelerde tanıtma arzusu idi: Arnavutluk ve Arnavutlar'a ilişkin gerçekler başlıklı eserinin kaleme alınma nedeni de budur. Aynı zamanda bir şair olan Paşko Vasa, fransızca kaleme alınmış olmasına karşın ilk arnavut romanının da yaratıcısıdır: Blanche de Temal (1890).

Birinci Dünya savaşı sonrasında Arnavutluk'ta kültür hayatı yeniden canlandı. Fan S. Noli (1882-1965) şair, tarihçi, gazeteci ve hatiptir, aynı zamanda dünya klasiklerini kendi diline çevirmektedir. Rönesans hareketine bağlı olan Noli, daha sonra ABD’ye yerleşti. Eserlerinde, bir önceki dönemde sivrilen yurtsever Arnavutları canlandırmış (Dragobi mağarası) ya da incil'in konularını ele alarak onları ulusal ve siyasi renklerle yeniden işlemiştir (Barrabasin yürüyüşü).

1930'ların başında “ilerici” ya da "demokratik" adı verilen bir eğilimin ortaya çıktığı görülür. Fokıon Postoli (Vatanı savunmak için) ve Lasguş Poradeci (28 günü), hâlâ yurtseverlik duygularını zevkle işlerlerken Maki Stermilli (Gözyaşları içinde dibran, Oğlan olsaydım) ve Mihal Grameno, kadının kurtuluşu ya da yoksulların zengin tüccarlar veya feodal beyler tarafından sömürülmesi gibi sorunları ele aldılar. Öte yandan Migyeni de, halkın en yoksul kesimlerini hemen hemen benzersiz bir şekilde betimliyordu (Serbest dizeler. 1935).

Bu dönemde kendini göstermeye başlayan yeni yazar kuşağı (Aleks Çaçi, Şev ket Musaray, A. Varfi, Dimiter S. Şuteriki, Risto Siliki, Steryo Spasse) özellikle ikinci Dünya savaşı sırasında ve savaşın ardından gelişen edebiyat örnekleri verdi. Steryo Spasse, ilk eserlerinde görülen karamsarlığı bu dönemde bıraktı.
Ad:  ARNAVUTLUK5.jpg
Gösterim: 1488
Boyut:  44.2 KB

Faşist işgali ve savaş, edebi eserlerin ortaya konması için hiç de elverişli bir ortam oluşturmadığı için bu dönemde siyasi broşürler ve partizan kahramanlık türküleri dışında, birkaç yurtsever oyun (Aleks Çaçi'nin Marga Tutulani'si) ya da yergi den (Zihni Sako'nun Feredali'si) başka derinlikli esere rastlanmaz. Şiir ise Aleks Çaçi, Dimiler Şuteriki ve Mussolini'nin devrilmesi sırasında Arnavutluk'un durumunu alaycı bir dille anlatan Milli cephe destanı adlı başyapıtın yazarı Şevket Musaray sayesinde öteki alanlardan daha ileri bir konumdadır.

1944'ten sonra yazarlar, sosyalist gerçekçilik ilkeleri uyarınca yeni arnavut top- lumunun sadık birer aynası olan eserler vermeye yöneldiler.

Çeşitli edebiyat türleri gelişmekle birlikte, şiir özel konumunu sürdürdü; bu şiir öncelikle son savaştan ve Arnavutluk tarihinden esinleniyordu; başlıca temsilcileri Priştine'yi yazan Risto Siliki, Dağlar ne düşünüldü yazan İsmail Kadare, Arnavutluk Ana'yı yazan Dritero Agolli, Kanlı uyanlar' yazan Fatos Arapi'dir. Bugün Arnavutluk’ta özellikle romancılıkta bir atılım göze çarpmaktadır En tanınmış yazar İsmail Kadare'dir (Ölü ordunun generali. Taş kent günlüğü, Büyük kış). Arnavut romanı, özünde sosyal bir romandır ama tarihi ve yurtsever konular da sık sık ele alınmaktadır: örneğin, Yakov Zoza'nın Ölü nehir, Steryo Spasse'nin Yalnız değildiler, Şevket Musaray'ın Tan yeri ağarmadan, Dritero Agolli’nin Komiser Memo, Ali Abdıhoca’nın Fırtına güzü adlı romanları. Bunların yanı sıra, arnavut toplumunda sosyalizmin yerleştirilmesi ve gelişmesi (Fatmir Gyata'nın Bataklık’ı, Teodor Laço'nun Yeni başlangıç üzerine'si) ya da bu yeni toplumun kurulmasına engel olabilecek yabancı etkiler, ataerkil örf ve âdetler ya da bürokrasi gibi etkenlere karşı verilen mücadele konuları işlenmektedir. Aynı esin kaynaklarından yararlanan kısa hikâye dalının en önemli temsilcileri şunlardır: Naum Prifti (Bölge doktoru), Anastas Kondo (Kahraman olarak önerdiğim adam), Dimiter S. Şuteriki (Bir dağ ve bir şarkı). Uzun hikâyede ise daha çok, günümüz sosyalist dünyası ele alınmaktadır: Elena Kadare'nin Gelin ve Sıkıyönetim'], Agim Cerga'nırı Güçlü yel'i.

Günümüz arnavut tiyatrosu da Köle Yakova (Toprağımız), Süleyman PUarka (Balıkçının ailesi), Besim Levonya (Vali), Loni Papa (Dağların kızı), Spiro Çomora ve Rujdi Pulaha’nın eserleri sayesinde büyük bir canlılık göstermektedir. Pulaha' nın Şehirli bayan adlı oyunu başarıyla sinemaya da aktarılmıştır.

Yugoslavya ve İtalya'da barınmakta olan arnavut cemaatleri de ayrıca büyük bir kültürel etkinlik içindedir.
İtalya'da Matrenga ve Variboba'nın torunları özellikle şiir dalında eserler üretmektedirler: Duşko Vetmo, Lluka Perone, Vorea Uyko, Pietro Napoletano, Karmell Kandreva, Cuseppe Skiro di Maco, Kate Cukaro ve Fran Altimari.

Arnavutça kaleme alınan Yugoslav edebiyatı da son derece canlıdır. 1930’larda Mark Krosniki, Hıfzı Süleymani ve Mehmet Hoca ile doğan bu edebiyat, özellikle 1945'ten sonra Esad Mekuli, Enver Gyerkeku, Azem Şkreli, Ali Podrimya ve Ficep Kosya'nın eserleriyle gelişmiştir. Bu genç edebiyat içinde şiir önemli bir yer tutmakta, uzun hikâye, roman ve eleştiri de sürekli gelişmektedir.

Islam-lurk etkisi. XV. yy.'da İslam dini Arnavutlar arasında yayılmaya başladı. Arnavutluk'ta kısa sürede türk dilini ve edebiyatını bilen aydın bir kesim yetişti. Bunlardan bir bölümü zamanla ana dillerinde, fakat türk-islam edebiyatı etkisinde ürünler verdiler; Kosova, Metohiya ve Makedonya’da türk-müslüman etkisini yansıtan güçlü bir edebiyat oluştu. Arnavut edebiyatına türk etkisini taşıdığı bilinen en eski şairlerden biri Muçizade'dir. Onun kahve ile ilgili 17 kıtadan oluşan şiiri (1724), biçim ve içerik açısından hem türk, hem de fars edebiyatından çizgiler taşıyordu. Ancak bu tür şiirin arnavut edebiyatındaki en yetkin temsilcisi, ikisi türkçe, biri arnavutça üç divan sahibi İbrahim Nezim Berati'dir (öl. 1760). Berati, arnavutça divanında genellikle halkın konuştuğu dile yaslanmasına karşın arapça, farsça ve türkçe sözcüklere geniş ölçüde yer verdi; divan edebiyatının vezin ve motiflerini kullandı.

Arnavut şairler, türk halk edebiyatından da geniş ölçüde etkilendiler. Muhammed Çami adıyla bilinen Muhammed Küçük (öl. 1844), Kasidet ül-burde'yi arapçadan arnavutçaya çevirdi, beş de manzum destan yazdı. Erveheya adlı destanının konusunu Revza adlı türkçe kitaptan almıştı. Ahlaki konuları işleyen öteki destanlarında da doğu motiflerini kullandı. Tekke şiirinde ise öne çıkan şairler Dalip Fraşerı. Şahin Fraşeri ve Şeyh Malik oldu. Dalip ve Şahin Fraşeri kardeşler, Kerbela olayını işledikleri Hadika ve Muhtarname adlı yapıtlarında Fuzuli'nin Hadikatüssüeda ’sından geniş ölçüde etkilendiler. Özellikle Şeyh Malik, tasavvuf düşüncesini dile getirdiği divanında Yunus Emre’yi örnek aldı. Bu edebiyatta türk etkisini yansıtan alanlardan biri de sözlük çalışmalarıydı. Manzum olarak kaleme alınan sözlüklerden ilki, adı belirlenemeyen işkodralı bir dilciye (1835), diğeri ise Ulçineli Hafız Ali Efendi'ye (XIX. yy. sonu) aitti. Her iki yapıtın hazırlanmasında Şahidi'nin sözlüğü örnek alındı.
Arnavut edebiyatında ilk mevlit, XVIII.

ARKEOLOJİ VE GÜZEL SANATLAR


Tarihöncesi.


Xara dolaylarında ve Saranda yakınındaki Shen Marina mağaralarında Orta Yontmataş devri endüstrisinin izlerine rastlandı. Gajtan'daki lllyria kalesinde (işkodra bölgesi), Devoll vadisi sitlerinde, Pazhok ovası (Elbasan) nekropollerinde, Dropull ve Mat vadilerinde yapılan kazılarda Yenitaş devri ve sonrasına ait araç gereçler (cilalı taştan aletler, üzerlerine çizgisel motifler kazınmış seramikler, altın takılar, tunç ve demir silahlar ve Apollorıia (Pojan) eşyalar) ortaya çıkarıldı.

Antikçağ Arnavutlun ta öutrınt ve buyük bir kültür merkezi olan Apollonia (Pojan) gibi eski yunan sitelerinin önemli kalıntılarına bugün de rastlanır. Kruje yakınında Zgerdhesh’da yapılan kazıların, İ.Ö. II. yy. da gelişme göstermiş, 10 hektarlık bir alana yayılmış ve en eski surları İ.Ö. VI. yy.'da yapılmış antik kent Albanopolis'i ortaya çıkardığı sanılır. Ülkenin iç kesimleri İ.Ö. IV. ve III. yy.'lara ait illyria kalelerinin kalıntılarını korumuştur (Gajtan, Symize, Dimale, Berat). Roma kentlerinin kalıntıları, özellikle Gjirokaster, Vlore ve Berat bölgelerinde yer alır, Butrint’te, i.S. II. - III yy.'lardan kalan ve Justlnianus döneminde bir vaftizhane döşemesini örten çokrenkli bir n lozaik, ülkede, hıristiyan döneminin en eski kalıntısıdır.

Bizans dönemi (IX. - XV. yy ).


Kent sanatı IX. yy in sonlarında, BizanslIlar ile yeniden ortaya çıktı (Korçe yakınında Mbor- ja kilisesi, 898). Kentlerin (Durres, işkodra, Berat, Gjirokaster) refah dönemi olan XIII. ve XIV. yy.’larda, en güzel kiliseler Berat taydı; bunlar, Konstantinopolis’ten (İstanbul) getirilmiş örneklere uygun fresklerle süslenmişti. Savunma mimarlığı, özellikle de Durres ve Vlore kaleleri birbirini izleyen Roma, Bizans ve Venedik tekniklerinin izlerini taşır. Haçlı seferleri sırasında, dağlı kavimler kula'yı (müstahkem katları olan konut) yarattılar. XIV. yy.'ın sonlarında, türk tehdidi karşısında yapılan çok sağlam şatoların (işkodra, Berat, Kruje, İskender Bey kalesi) sayısı artmaya başladı.

Türk dönemi (XVI. - XIX. yy.’lar).


XVI. yy.’dan başlayarak kent görünümlerine egemen olan türk mimarlık yapıları çoğunlukla Evliya Çelebinin Seyahatname' sinden bilinmektedir. Günümüze ulaşan yapılar arasında, Tiran'daki (Akçahisar) Ethembey camisi (XVIII. yy.), hamam, kale, çarşı ve evler; Berat'taki Ahmetpaşa tekkesi ve Ahmetpaşa köprüsü; Ergiri kasabasındaki XVIII. yy. dan kalma evler; Elbasan'daki XV. yy.'dan kalma kale; işkodra'dakı Kırmızı cami, Kurşunlu cami si ya da Buşatlı Mehmetpaşa camisi (XVIII. yy ); Lezhe (Leş) kasabasındaki iskenderbey camisi ve Leş kalesi; Mes köyündeki köprü, Tepedelen’deki Demirbaba zaviyesi ve türbesi, Gedik Ahmet Paşa tarafından yaptırılıp Tepedelenli Ali Paşa tarafından onarılan kale; Butrntlt'deki Tepedelenli Ali Paşa kalesi sayılabilir. Kiliseler ancak XVIII. - XIX. yy.’larda yeniden görünmeye başladı (Berat, Voskopoje). Hıristiyan resmi bu koşullarda bile gelişmesini sürdürdü. Elbasan ve. Berat'da. XVI.

XVII. yy.'larda halka dönük fresk ressamı Neocastra’lı Onufre'nin önderlik ettiği özgün bir okul oluştu. Bu akım, XVIII. yy.'da Korçe’de David de Selenica ile sürdü; onun gerçekçi ve ulusal nitelikli sanatı, XIX. yy.’ın sonu ve XX. yy.’ın başında, özellikle işkodra yaşamından görüntüler veren ressam Kol idromeno (1860-1939) ile romantik bir resme ulaştı.

Çağdaş dönem.


Fato Stampo (doğm. 1916) ve Salı Şıyaku (doğm 1933) gibi ressamlar ile Odhise Paskali (doğm. 1903) ve Mümtaz Drahmi (doğm.,.1936) gibi heykelcilerin başını çektiği ve arnavut yurttaşının ulusal kişiliğine kavüşma yolunda savaşım geleneğini sürdüren sosyalist gerçekçi sanatçılar, üç ana temanın ağırlık kazandığı (kurtuluş yolunda savaşım, sosyalizmin inşası ve işçilerin yaşamı) coşkulu bir toplum tablosu çizdiler.

Kaynak: MsXLabs.org & Büyük L.
Son düzenleyen Safi; 25 Kasım 2016 05:18
🌘 🚀