MÜHÜR, -hrü (ar. mühı).
1. Üzerinde, mürekkeplendikten sonra basılacak olan kabartma bir işaret ya da bir yazı bulunan metal ya da kauçuk araç; bir sap ucuna, bir yüzüğe vb. takılıp, balmumu üzerine armalar, ad ve soyadın ilk harflerini basmaya yarayan, oyuk ya da kabartmalı olarak işlenmiş araç. (Bk. ansikl. böl.)
2. Bu aracın balmumu ya da herhangi bir gereç üzerine bıraktığı iz.
3. Bir genelge, bir belge, bir yapıt vb. altına elle atılmış bir imzayı ya da karşı imzayı doğrulamak amacıyla bastırılan damga.
4. Mühürle basılan ve imza yerine geçen ad ya da san.
5. Resmi makamlarca kapatılan bir yerin kapısına ya da bir şeyin ağzına, onun izinsiz açılmasını önlemek için mühür mumuyla ya da kurşunuyla vurulan damga.
6. Başın üzerinde halka biçiminde toplanmış saç.
7. Kimi kedilerin damağında bulunan siyah nokta.
8. Mühür basmak, mührünü basmak, mühürlemek; bir şeyin doğruluğunu kesinlikle belirtip onaylamak: Bunun böyle olduğuna mührümü basarım. || Mühür gözlü, koyu renkli, iri ve güzel gözlü. || Mühür kazımak, bir metal üzerine bir kimsenin ya da bir kuruluşun adını ters olarak kazımak. || Mühür mumu, üzerine mühür basılan, genellikle kırmızı renkli balmumu ve reçineden yapılmış madde. || Mührünü yalamak, verdiği sözden dönmek, sözünden caymak.
—Esk. Mühr-i nübüvvet, Hz. Muhammet için "son peygamber” anlamında kullanılır; Hz. Muhammet'in iki omuz başı arasındaki et beni. || Mühr-i Süleyman, MÜHRÜ SÜLEYMAN.
—Ed. Divan şiirinde genellikle sevgilinin ağzı, halk şiirinde gözleri için kullanılan benzetme öğesi: "Mühür gözlüm seni elden sakınırım kıskanırım" (A. i. Özkan).
—Huk. (Bk. ansikl. böl.) || Mühür fekki - FEK.
—Tar. Mühr-i hümayun, mühr-i şerif ya da hatem-i vekâlet, OsmanlI devletinde her padişahın kendi tuğrasını taşıyan mühür. (Bk. ansikl. böl.) || Mühr-i resmi, OsmanlI devletinde resmi dairelerin kullandıkları çeşitli mühürler. || Mühr-i sadaret, OsmanlI devletinde sadrazamlar tarafından resmi işlerde kullanılan mühür. (Tanzimat'tan önce sadrazamlar padişahın mührünü kullanırlardı. Padişahın adı kazılı olan bu mühür, makama atanan sadrazama verilir, azledildiğinde de geri alınırdı. Tanzimat'tan sonra Keçecizade Fuat Paşa, kendi adına mühür yaptıran ilk sadrazam oldu [1861]. Paşanın yaptırdığı bu mühürde "Mehmet Fuat Sadrazam” sözü yazılıydı.) || Mühr-i zati, eskiden kişilerin kendi adlarına kazdırdıkları ve imza yerine kullandıkları mühür.
—Tar. telm. Mühür kimde ise Süleyman odur, Mührü Süleyman'dan kinaye olarak, gücün ancak yetki sahibi kişinin elinde bulunduğunu belirtme anlamında kullanılan halk deyimi.
—ANSİKL. Güz. sant. Mezopotamya uygarlığında mühür, Halef ve el-Ubeyd dönemlerinde görülmeye başladı. Mühürlerin büyük bir bölümü Yukarı Mezopotamya'da, tepe Gavra ve Arpaciye’de, daha sonraları da İran’da, Sus ve tepe Giyan’ da ortaya çıkarıldı; Aşağı Mezopotamya’ da da (Tello) birkaç mühür örneğine rastlandı. Genellikle mühürler, sırtında delikli bir kabartı bulunan, düz ya da hafif içbükey bir düğmeyi andırır (damga mühür). Mühürlerin yüzünde önceleri çizikler ya da damalar yer alıyordu; daha sonraları, insan figürleri ve doğa motifleri (Sus, Gavra) görülmeye başlandı. Birçok küpün boyun kısmında mühür baskılarına rastlanmıştır. Uruk ve Cemdet-Nasr dönemlerinde, Aşağı Mezopotamya'da mühürler, yatmış küçük hayvanlar biçiminde yapıldı; bunların alt yüzüne nokta dizileri, basitleştirilmiş insan ya da hayvan figürleri kazınmıştır. Bu dönemden başlayarak damga mühürleri yerlerini silindir mühürlere bıraktı; bunlar ancak İ.Ö. I. binyıl’da, Asurlular, özellikle de Yenibabilliler'le birlikte, çok- yüzlü piramit biçiminde yeniden görülmeye başlandı. Dekor genellikle basittir ve çoğu kez, üzerinde tanrısal simgelerin yer aldığı bir sunağın önünde tapınan bir kişiyi canlandırır. Daha titiz bir işçiliğin ürünü olan ahemeni mühürleri, griffon, kanatlı akrep, Ahuramazda’nın büstünü çevreleyen kanatlı kurs gibi simgesel motiflerle bezelidir.
Anadolu'nun geleneksel mühür formu damga* mühürlerdir ve bunlar Yenitaş döneminde görülmeye başlar Asur ticaret kolonileri çağında, Mezopotamya’ya özgü silindir mühürler Anadolu’da da kullanılmaya başlandı (İ.Ö. II. binyıl başları) [Kültepe, Karahöyük], ancak damga mühürler de yaygındı. Hititler döneminden kalan, genellikle serpantin, diyorit, hematit ve steaşistten yapılmış mühürler büyük bir ustalık ürünüdür. Bunların üzerindeki hiyeroglif ve çivi yazılarıyla insan ve hayvan figürleri en küçük ayrıntılarına dek işlenmiştir. Altın, gümüş ve tunçtan yapılmış damga mühürler de vardır. Kimileri tunç bir sapa takılmış, iki yüzü hafif dışbükey düğme mühür biçimindedir Ayrıca sapları taştan, basılan yanlarının yanı sıra kenarları da işlenmiş örnekler bulunmaktadır. Bu dönemden kalma silindir mühürler de vardır. Damga ve silindir mühür tiplerini birleştirmiş silindir damga mühürler de dönemin ilginç örnekleridir. Bu tür mühürler hem yuvarlatılarak hem de bastırılarak kullanılıyordu. Ayrıca yüzük mühürler vardı. Urartular'dan kalma mühürler daha çok silindir damga mühür tipinde- dir. Bunlar aşağıya doğru genişleyen silindirik formdadır ve tutulacak yerleri deliklidir.
Fenikeliler damga mühürleri, silindir mühürlerle bir arada kullandılar; bunlar, biçim ve bezeme bakımından Mısır'dan esinlenmiştir.
Antikçağ’da Yunanistan'da da mühür kullanılmıştır; mektuplar, üzerinde genellikle bir simge (lir, çapa, trophaeum, sfenks; daha geç dönemde, portreler) bulunan yüzüktaşıyla mühürlenirdi. Bunlara Yunanlılar sphragides, Romalılar da annuli signatorii adını verirler, ilk hıristiyan mühürlerinde balık, güvercin, haç, İsa'nın monogramı gibi çeşitli dinsel simgeler yer alır. Charlemagne, antik bir mühür kullanmıştır. Ortaçağda mühür genellikle üzerine harfler ya da armalar işlenmiş, saplı ya da halkalı metal bir levhadır; parmakta taşınan ya da zincire asılan mühürler de vardır.
—Huk. Mührün imza yerine kullanılabilmesi iki durumda sözkonusudur; tedavüle (dolaşıma) çok sayıda senet çıkarılması; örf ve âdetin mühür kullanılmasını uygun görmesi (Borçlar k. md. 14). imza yerine mühür kullanılabilmesi için mühür kullanan kişinin okuma-yazma bilmemesi gerekir
—Far. Mühr-i hümayun. Padişahların her birinin, kendisiyle babasının adlarını taşıyan, bir tanesi zümrüt ve öteki üçü altın olan yüzük biçiminde tuğralı 4 mührü vardı. Her padişahla birlikte tuğralı mühür de değişir, ilk işi adına mühür kazdırmak olan yeni hükümdarın mühürleri gerekenlere verilirken, kendisinden önceki hükümdarın mühürleri de geri alınarak saray hâzinesine konurdu. Bu dört mühürden biri kare, öteki üçü de oval biçimdeydi. Dört köşeli olan ve öteki üçüne oranla daha küçük boyda bulunan mühür, padişahın özel mührüydü. Padişah, zümrüt üzerine kendi tuğrası kazılı bu yüzüğü parmağına takar ve mâliyeden kendisine sunulan cebi hümayun akçeleriyle haraç ve armağanların teslim makbuzlarını bununla mühürlerdi. Bu tür özel padişah mühürlerinin, bilindiği kadarıyla, en eskileri Bayezit II ile oğlu Yavuz Sultan Selim'e ait olan mühr -i hümayunlardır. Oval biçimde olan öteki üç mühürden bir tanesi, padişahın mutlak vekili olduğunu belirtmek amacıyla sadrazama verilirdi. Yüzük biçiminde olan bu mühr-i hümayunu sadrazam, ince bir altın zincire bağlı atlas bir kesecik içinde boynuna takarak koynunda taşırdı. Hazine odasının açılıp kapanmasında, padişaha sunulan telhisler ve yazılı maruzatta kullanılan bu mühür, Maliye hâzinesi ve Defterhane’nin mühürlenmesi sırasında çavuşbaşı tarafından öpülerek sadrazamdan alınır, sonra yine öpülerek geri verilirdi. OsmanlI devletinin sonuna kadar kullanılan mühr-i hümayun, önceleri, azledilen sadrazamdan kapıcılar kethüdası aracılığıyla alınıp göreve yeni atanan sadrazama padişahın kendi eliyle verilirken, daha sonraları mabeyn başkâtibi ya da baş mabeyinci aracılığıyla azledilen sadrazamdan alınarak saraya çağrılan yeni sadrazama yine padişah tarafından verilirdi. Üçüncü mühr-i hümayun ise has odabaşında dururdu. Sadrazamdaki mühür kaybolduğu ya da sadrazam seferdeyken ya da İstanbul’da bulunmadığı sırada azledildiği takdirde, has odabaşının mührü kendisinden alınarak geçici bir süre için kullanılırdı. Dördüncü mühür de haremi hümayun hazinedarı olarak görev yapan kadın kalfaya verilirdi.
Kaynak: Büyük Larousse