Arama


_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
9 Şubat 2016       Mesaj #5
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
ANSİKLOPEDİ • Arap Edebiyatı
Büyük L. & MsXLabs.org

Eskiçağ dönemi (yaklaşık 725'e kadar). Arap dili, Doğu Arabistan'dan Kızıldeniz'e inen göçebelerin daha ilkçağ’dan beri kullandıkları bir anlatım aracıydı. Hıristiyanlık çağının başlangıcında, Yemen’den Şam'a uzanan günlük (tütsü) yolu üzerinde anlaşmayı sağlayan tek araçtı. Suriye -Filistin bozkırı üzerinde Gassani krallığı' nın, sonra da Küfe yakınında, Hire'de Lah- mi krallığı'nın kurulması, VI. yy.'da,yarımadanın sınırlarında arapçanın yerleşmesini pekiştirdi. Bu dönemden günümüze ancak hepsi de Suriye-Filistin bölgesine ait olan ve aralarında yunanca-arapça yazılmış ikidilli Harran yazıtının (568) da bulunduğu dört kısa yazıt kalmıştır. Eskiçağ edebiyatına ait ilk örneklerin, manzum olarak değil de, uyaklı ve ölçülü düzyazıyla yazılmış olduğu sanılmaktadır. Eski atasözlerinin ve pagan Arabistan "ka- hinleri”nin kehanetleri de bu üslupla yazılırdı. Bilinen en eski edebiyat “metinleri" (Muallaka! * bunlar arasında yer alır) raviye denilen ıraklı tarih yazıcıları tarafından VIII. yüzyılda derlenmiş, düzeltilmiş, kimisi de doğrudan doğruya uydurulmuştur. Bu yazıcılar, az çok efsanevi nitelikte olan ve çoğu kez epik ve romanesk yapıtların kahramanları olarak görülen birçok şairden söz ediyorlardı (Imru- ülkays, Antere el-Absi). Bu dönemde şair, kabilesine bağlıydı ve onun başarılarını övüp talihsizliklerinden yakınıyor ve sözünün etkileyici gücüyle, büyünün ve cinlerin gizemli dünyasıyla ilişki kuruyordu. Bundan ötürü eskiçağ şiiri, Hira ve Şam krallarının kâh koruyup, kâh lütuflarından yoksun bıraktıkları kasidecilerin şiiriydi. Bu şiir, çöl göçebeleri geleneğinde pagan olduğu gibi (en-Nebiye), hıristiyan da olabiliyordu (el-A'şâ Meymun).
Dolayısıyla bu şiirin İslam diniyle bağdaşması kolay olmadı. Hz. Muhammet de Platon gibi, şairleri kuşkuyla karşılıyordu. ("Şairlere sapıklar uyarlar; görmüyor musun ki onlar her dedikodu vadisinde şaşkın şaşkın dolaşırlar, onlar yapmadıkları
şeyleri derler", Kuran, XXVI, 224-226). Birçok ihtidaya karşın (Hassan bin Sabit), peygamberin yakınları, şairleri paganlığın sürdürücüleri olarak görüyorlardı (el-Hu- tey’e). Ancak islamöncesi kabile çatışmalarının bir devamı olan, halifelik çevresindeki siyasal ve dinsel mücadeleler içinde, edebiyat etkinliği iki karşıt akıma ayrıldı. Bunlardan biri, el-Ahtal, Cerir ve el-Feraz- dak ile bedevi geleneğini ve kasideyi sürdürüyor; öbürü ise, Emeviler'in, iktidarı Suriye'ye aktarmaları sonunda Medine ve Mekke’nin aylak saraylarında gelişerek lirizmi "zerafet" anlayışı yönünde işliyordu (el-Ahvas el-Ensari, el-Arci, Ömer bin Ebi Rebia).
Klasik çağ (IX.-X!.yy.). Abbasiler'in iktidara geçmesi ve 762’de Bağdat’ın kurulmasıyla fikir ve sanat adamları, zenginlerin doğrudan doğruya himayesinde ve kalabalık başkentlerde yaşamaya başladılar. İslam dünyasına hellen uygarlığını tanıtan musevi, hıristiyan ve sabii dinsel azınlıkların,arap ve iranlılar’ın kültürleri bu kentlerde birbirleriyle kaynaşıyordu. Bu ortam içinde şair, bir yıl boyunca değişmeyecek bir kişilik edindi: Bir yandan sarayın hizmetkârı olarak efendisini övmek ve eğlendirmek için çaba gösteriyordu; bir yandan da kendi kişiliğini dile getirmek zorunluluğunu duyuyordu (Beşşar, el-Abbas bin Ahnef, Müslim bin el-Velid ve özellikle de Ebu Nuvas ile Ebülatahi- ye'nin gazelleri). Şairlerin derneklerde bir araya gelmeleri, burada kendi aralarında yarışmaları, yavaş yavaş şiiri aşırı bir inceliğe ve belagate (ibnülmutez) sürükledi ve antolojilerin düzenlenmesiyle de (Ebu Tammam) ortaya birtakım kesin kurallar çıktı. Böylece halk şiiri (el-Buhturi, ibnürrumi) bir yana bırakıldı ve klasik şiir yerleşti.
Bu arada, Kuran'a dayanan bir felsefi ve dinbilimsel düşüncenin belirmesi, bu alanda tartışmaların sürüp gitmesi, gelişme halindeki yönetim mekanizmasında bir yazıcılar sınıfının oluşması, bir düzyazı geleneğinin doğmasına neden oldu. Bu düzyazı, önce, hadislerin toplanmasında ve tarih anlatılarında kendini gösterdi (el- Belazurı, et-Tabari); daha sonra da, çoğu arap olmayan ve genellikle İran kökenli yazarların (Abdülhamit bin Yahya, ibnül- mukaffa) katkısıyla gelişti. Tefsir, sarf ve inşa, geleceği parlak bir ansiklopedici geleneğin kurulmasına (ibn Ruste, Kudâme) ve hümanist adab kavramının yavaş yavaş belirlenmesine yol açtı (Cahiz, ibn Kuteyhe). Dilbilgisi ve din araştırmaları iki rakip okulu ortaya çıkardı. Bunlardan biri, kuralcı Basra okulu (Sibeveyh), ötekiy- se yaşayan günlük dile dayanan Küfe okuluydu.
925'ten sonra arap-islam dünyasının
parçalanması, alışılagelmiş kültür ve edebiyat verilerinin yeniden gözden geçirilmesine yol açar gibi göründü. Gerçekte bir düşünce çevresinde toplanma dönemi sona ermiş, çeşitli düşünce odakları Ni- şapur’dan Kahire ve Kurtuba’ya kadar yayılmıştı. Şair, çevresinin ve yetişme tarzının tutsağı durumundaydı; hizmetkâr ve dilci olarak, yazgısından yakınırken bile (el-Mütenebbi, ibnülhaccac, Ebu Fi- ras el-Hamdani, el-Maari) söz oyunlarıyla yetinmekten başka çıkar yolu yoktu. Tek özgün tür, yozlaşmanın soylu toplum üzerindeki çekiciliğinden kaynaklanan ve başkişisi, sözünü esirgemeyen hayâsız bir serseri olan makame türüydü (el-Ha- medani).
Bununla birlikte şiiler ile sünniler arasındaki rekabet, hellen kültürünün ve akılcı akımın baskısı, hümanizm kavramının derinleştirilmesini sağladı: yönetim örgütünün iyileştirilmesi, atlı postacılığın kurulması ve Mekke'ye hacca gitme yükümlülüğünün farz olması sayesinde, birçok yazar kendi dar çevrelerinden kurtuiup değişik yerleri görmeye, ayrı düşüncelerdeki kişilerle ilişki kurmaya ve o çağın bilgilerini öğrenmeye başladılar; bunları da yazılarında dile getirdiler (el-Mesudi, el-Mu- kaddesi, el-Biruni, Miskaveyh). Hesaplaşma ve parçalanma (XII.
- XVIII.yy). Buveyhi emirliklerinin,Selçuklu Türkleri’nin darbeleri altında çökmesi, Şiiliğin gerilemesi, haçlıların Filistin'e yerleşmesi, düşünce yaşamında bir kalıplaşmaya ve içe kapanmaya neden oldu. Irak ve Mısır'da eski gücünü yeniden kazanan Sünnilik, islamiyetin manevi birliğini tehlikeye düşürebilecek her şeye karşı giderek gelişen bir mücadele verdi ("Hadis okulları"nın ve Bağdat Nizamiye üniver sitesi'nin kurulması). Böylece şiir de, geçmişe, kültüre, şekilciliğe bağımlı duruma geldi (Ibnülhabbariyye, et-Tugrai, ibn Kulakis, Bahaettin Züheyr). Düzyazı edebiyatı, secili (uyaklı) cümlenin sistemli biçimde kullanılmasından (el-Hariri) zarar görüyordu, ibnülfariz'in, sarhoşluğu mistik vecd ile özdeşleştirmek istemesine ve ibn Sanalmülk'ün muvaşşah ve el Hini nin maval vezecel ile yeni bir nazım anlatımı bulmak için yaptıkları girişimlere karşın, arap dünyası yalnızca, üslup kaygısından kurtulamayan seçkin yazarlar yetiştirebildi (el-Busiri).
Kendi kendinden başka konusu olmayan bu edebiyat karşısında, halkın beğenisi romansal anlatılarda ve savaş kahramanlarının menkıbelerinde (Antara, sultan Baybars, Beni Hilaller) ya da yarı-edebi dili, günlük konuşmanın tadını ve yalınlığını çok üstün bir sanatla duyuran Binbır gece1 nin olağanüstü serüvenlerinde kendini dile getirmeye ve adeta öcünü almaya çalışıyordu.
Nihayet ansiklopedicilik, arap kültürünün bütün kurucu öğelerini toparlamayı amaçlayan ibn Battuta’nın gezi öyküleriyle, es-Suyuti'nin ve özellikle ibn Haldun’ un denemeleriyle ve en-Nüveyri'nin, el -Ûmeri’nin, el-Kalkaşandi'nin alıntılardan oluşan, amacı daha sınırlı ve daha eğitsel yapıtlarıyla (memurların kullanacağı başvuru yapıtları) son bir parlayış gösterdi: Batı Avrupa'nın, Doğu Hint adalarını ve Amerika'yı fethettiği, Kopernik’ten GalileT ye ve Newton’a uzanan yeni bir bilim sel düşünce ortaya koyduğu sırada, arap dünyası kendi içine kapandı. Artık elinde yeniden doğmasını sağlayabilecek tek umut olarak, dilinden başka bir şey kalmamıştı.
Uyanış (el-Nahda). Avrupa’nın teknik ve askeri gücünü müslüman dünyasına tanıtan, Bonaparte’ın seferi oldu. El -Caberti.Monge ve Berthollet’nin deneylerini gören Mısırlılar'ın ne kadar şaşırdıklarını anlatır. Mısır, enerjik hükümdarların teşvikiyle, batı yöntemlerini benimsemeye başladı. Okullar açıldı; kitaplıklar kuruldu; askeri yapıtlar arapçaya çevrildi; İngiltere ve Fransa’ya heyetler gönderildi.
Ama, bir kültür ve edebiyat uyanışı olan nahda (bu sözcük, uykudan ansızın uyandırılan kişi anlamına gelir), ne Mısır' dan, ne de müslüman çevrelerden kaynaklanıyordu Bu hareketi başlatan Suriyeli ve lübnanlı hıristiyanlardı. Daha XVI yy.'dan beri Batı ile ilişki içinde olan bu hıristiyanlar, ilahiyat okumak için Roma' ya öğrenci gönderiyor, katolik ve Protestan misyonerlerini kabul ediyorlardı. Böy- lece, XVII. yy.’ın sonunda, Halep hıristi- yanları arasında, arı arapçayı savunan bir akım ortaya çıktı. 1725'te, Halep maruni başpiskoposu olan Cermanus Farhat kendi çevresinde bir edebiyat okulu kurmuş, arapça metinleri toplamış ve dil üzerine incelemeler yazmıştı. Arap edebiyatına duyulan bu ilgi, XIX. yy. başlarında osmanlı egemenliğine ve cizvitler ile amerikan misyonerlerinin etkinliğine karşı çıkan akımlar sayesinde gelişti. Protestanlığı, daha sonra da müslümanlığı kabul eden maruni Farıs eş-Şidyak (1801 - 1887),istanbul'da bir dergi çıkardı (el -Cevâıb) ve panislamcılık öğretilerini yaymaya çalıştı.
Ama en etkili olay,Lübnanlılar ın Mısır, Brezilya ve ABD'ye göçmeleri (mehcer) oldu. Halil Cibran, Emin er-Reyhani ve Mihaıl Nueyma, İngilizce ve arapça yazdılar, dergiler çıkardılar, tarih incelemeleri, gezi anlatıları, öyküler yayımladılar. Böy- lece, müslümanlar kararlı bir reform ha reketine giriştiler. XIII. yy.’da ibn Teymiy- ye'nin düşüncesinde, sonra da, XVIII. yy.' da Vahhabıler'in "ilk dönem islamcılı- ğı'nda yer alan bir görüşü işleyen Cema- lettin Afgani ve Muhammet Abduh, İslam rönesansını inanç kaynaklarına bir dönüş olarak gördüler; bu kaynak, çöküş yüzyıllarının getirdiği sapmalardan arındırılmış, ama çağdaş dünyanın kaçınılmaz gereksinimlerine cevap verebilecek bir biçimde değerlendirilmişti. Böylece, el -Kevakibi, çağdaş ilerlemenin ilkelerini Kuran'da bulmaya çalıştı. Arap aydınları iki kültür arasındaki çatışmayı tüm yoğunluğuyla yaşadılar. Bu kültürlerden biri, bilimsel ve laik, öteki geleneksel ve dinseldi. Avrupa ve amerikan maddeciliği onlara itici geliyor; ve bu konu, yeni görüşlerin ve yem edebiyatın yayılmasında gittikçe daha önemli rol oynayan dergi ve gazetelerde başlıca tartışma konusu oluyordu (1876'da İskenderiye'de kurulan el-Eh- râm; 1876'da Beyrut'ta kurulan el-Muk- tataf; Kahire'de kurulan el-Mukattam [1889] ve el-Hilâl [1892)). Bu arada Avrupa'ya gönderilen öğrenciler de, özellikle orada öğrendikleri yöntem ve eleştiri sorunları üzerinde duruyorlardı. Beyrut’ ta Saınt-Joseph (1875) ve Amerikan (1866) üniversitelerinin, Kahire'de Kahire Üniversitesi'nin (1908) kurulmasıyla yüksek öğrenim yeniden düzenlendi. Bilim ve edebiyat derneklerinde bir araya gelen Nasıf el-Yazıcı, Butrus el-Bustani, el -Menfaluti gibi yazarlar, ilk lübnanlı yazarların belagatçılıği ile lehçelerin gerçekçiliği arasında yer alan bir yeniklasik dil oluşturmaya çalıştılar.
Birinci Dünya savaşı'ndan sonra birçok mısırlı yazar ortaya çıktı. Bunların çoğu, transız ve İngiliz edebiyatının etkisinde romantik yazarlardı; ama bu arada öykücü Mahmut Tahir Laşin ve Muhammet Tey- mur gibi gerçekçi yazarlar da görüldü. Bununla birlikte, Batı'nın büyük yapılarını örnek alan ve çağdaş dünyaya uygun bir edebiyat yaratmaya çalışan arap yazarları, klasik edebiyatın büyüsünden kurtulmakta güçlük çektiler. Roman, edebiyata layık olmayan bir tür olarak görülüyordu. Nitekim, Muhammet Hüseyin Heykel, ilk çağdaş mısır romanı olan Zeyneb'e (1914) imzasını atmaktan kaçınmıştı. Buna karşılık, geçmişi yücelten tarih anlatıları ve ikinci dereceden bir tür olarak görülen öykü, gelenekçi aydınların beğendiği türlerdi. Ama, Tevfik el-Hakim'in yenilikçi tiyatro estetiği ve Taha Hüseyin’in denemeleri, eskiler ile yeniler arasında bir çatışmaya yol açtı. Günlük basında sürdürülen bu çatışma sonunda, kısa öykü türü kendini kabul ettirdi Çağdaş dönem. ikinci Dünya savaşı, bağımsızlık hareketlerinin başarıları, arap ülkeleri arasında birlik kurma girişimleri, edebiyatın evrimini hızlandırdı. "İslam köktenciliği" ve "liberal çağdaşçılık" yanlıları birbirleriyle çatışırken, yazarlar da toplumsal ve siyasal sorunlara ağırlık verdiler. 1930 natüralistlerinin, insanoğlunun mayasında bulunan kaçınılmaz bir kötülük saydıkları yaşamın güçlük ve çirkinliği, 1950-1960 döneminin gerçekçilerine göre değiştirilmesi gereken bir toplum düzeninin belirtileriydi. Bu yeni edebiyat anlayışını el Arz'da (Toprak) [1954] bir Mısır köylüsünü anlatan Abdurrahman Şerkavi’de, Necib Mahluz da ve Yusuf es-Sibaı'de görüyoruz.Felsefe ve edebiyat tartışmaları, deneme türünün büyük ölçüde gelişmesine yol açtı: bunların kimi, siyasal eylem gereksinimleri üzerine incelemeler, kimi de çeşitli arap ülkelerinin kültürleri ve düşünce akımları üzerine uzmanlık çalışmalarıydı.
Bugünkü arap edebiyatının ortak eğilimi estetikçilikten kaçınmaktır. Gerçekten de 70'li yıllarda,haçlı seferlerinin ve moğol tehlikesinden daha da büyük bir bunalım içine giren çağdaş arap dünyasının "sanat sanat içindir" gibi bir anlayışı benimsemesi beklenemezdi. Bu siyasal gerginlik döneminde, arap yazarı, batı ideolojileri ve sanayi uygarlığının gelişmesi kar şısında, ayrıca İsrail devletinin varlığı ve Filistinliler’in topraklarından atılmalarıyla doğan daha özel ve çözümlenmek bil - mez sorunlar karşısında kimliğini bulmaya çalışmaktadır. Bu arayışın sonucu, coşkuyla savunulan bir inanç ve kültür birliğine karşın .gitgide daha çok yazarın milliyetine bağlı görünüyor.
•Arapfelsefesi. İslam kültürü içerisindefel- sefe(falsafa). eski yunar, düşüncesinin mirasçısı olan ve arap dilinde yazıldığı için "arap” diye nitelenen bir düşünce akımıdır. Ama el-Kindî bir yana, büyük filozofların (falâsifa) çoğu, özellikle İran ya da türk asıllıdır. Bundan ötürü, arap felsefesi İSLAM maddesinde ele alınmıştır.
•Arapsanatı. Eskiden ıslam sanatlarını tanımlamak için' 'arap sanatı ’' deyimi önerilmişti; ancak gerçeğitam yansıtmadığı için bundan çabuk vazgeçildi. Bazen geniş bir bağlam içinde, daha çok arap ülkelerine özgü ("arap camisi”), ya da arapların elinden çıkmış ("arap resmi") yapıtları belirtmek için, yeniden bu deyime başvurulursa da, araplara ait olanla, yabancı katkısı olanı birbirinden ayırma olanağı yoktur. Gerçekte, bu ad, ancak islamiyetten önceki Arabistan'ın henüz iyice bilinmeyen, ama Mekke ve Medine ile ilgisi bulunmadığı sanılan bazı sanat ürünlerine uygun düşer Ancak, bu Araplar'ın İslam sanatlarının oluşumunda önemli bir işlev üstlenmedikleri anlamına gelmez. Arapça yazılı Kuran'ın etkisi çok büyük oldu. Arap hat" sanatı, süslemede temel öğeydi. Bunların yanı sıra Araplar'ın soyut düşüncesinin, geometrik ve çiçek figürlü süsleme sanatını temelden etkilediği kesindir. Öte yandan, Araplar'ın dünya görüşü de, mimariye, öteki müslüman top- lumlarınkinden farklı birtakım simgeler kabul ettirdi. Bu simgeler, ötekilerden ayrılan kimi anıtların planlarında ve yapılış biçimlerinde belirleyici bir rol oynadı.