Sadettin Köpek fitnesi yavaş yavaş büyüdü ve gelişti. Bu onun elinde bir zulüm ve cinayet aracı haline geldi. Sorumluluğun idrakindeki devlet adamları ve komutanlar endişe ve dehşet içindeydi. İhtiyatı elden bırakmıştılar. Bu onların suçlu hale gelmelerin yol açtı. Çünkü Sadettin Köpek eline geçen fırsatın birini bile kaçırmıyordu.
Atabey Şemsettin Atunapa, daha fazla kendini tutamadı ve harekete geçti. Kemalettin Kamyar ve güvendiği diğer devlet adamlarını toplayıp, bu işin böyle yürümeyeceğini, Sadettin Köpek’in derhal yaptıklarına son verilmesini onlara anlattı. Ancak Kemalettin Kamyar onun bu sözlerini kaale almadı. Destekten mahrum kalan Şemsettin Altunapa böylece yalnız kaldı. Toplantıyı Sadettin Köpek’e bildirdiler. Böylece Altunapa, fitne ateşini söndüreyim derken tehlikenin büyüğünü üzerine çekti. Kısa sürede sultanın gözünden düştü.
Sadettin Köpek, bir gün yanına Tacettin Pervane’yi alarak divan toplantısını bastı. Şemsettin Altunapa herhangi bir tedbir almamıştı. Sadettin Köpek, ferman yüzüğünü göstere göstere içeri girdi. Şemsettin Altunapa o sırada fermanlara nişan koymakla meşguldü. Sadettin Köpek geldi, onu sakalından tutup çekti, yerde sürükleyerek, Yatakçı candarlara teslim etti. Tabi ki bu Şemsettin Altunapa’nın sonuydu. Devlet adamları ve komutanlar olayın dehşetindeydiler. Yarın bir gün aynısının kendilerine de yapılacağını düşünecek durumda değillerdi. Bir müdahalede bile bulunmadılar. Kimse, orada bir Allah’ın kulu bile bu yargısız infazın nedenini sormaya cesaret edemedi.
Bir süre etrafa korkunç bir sessizlik hakim oldu. Aradan bir az zaman geçti, bu acizlik ve çaresizlik karşısında ruhlarında bir eziklik duymaya başladılar. Özellikle vezir Şemsettin İsfehani’ye bir cesaret geldi. Bütün devlet adamlarını ve komutanları meselenin idrakine varmalıydılar. Sadettin Köpek’in yaptıkları tamamen bir sapıklıktı. Harekete geçmekten başka çare yoktu. Kemalettin Kamyar’la görüştü. Ya biz yapalım, ya da sultana gidelim, durumu arzedelim dedi. Ama Kemalettin Kamyar yine duygusuz kaldı. Korku onun her şeyini yitirtmişti. Aldırmadı. Bununla da kalmadı, onu kararından vazgeçirdi.
Kamyar’a göre, tek çare Sadettin Köpek’i kızdırmamaktı. Onun bu işte son derece ihtiyatlı ve dikkatli davranması başına gelecekleri önlemeye yetmedi.
Sadettin Köpek, adeta rakip avına çıkmıştı. Bu defa gözüne Tacettin Pervane’yi kestirdi. Sebebi onun kendisinden uzaklaşmaya başlamasıydı. Bu onu can evinden vurmuştu.
Ne yapması gerektiğini düşündü ve ilkin Tacettin Pervane’yi psikolojik baskı altına almaya karar verdi. Onu her gördüğünde göreceksin yakında demeye başladı. Bu tehdit semeresini verdi. Tacettin Pervane, Konya’da duramayacağını anlayıp sultandan izin alıp kapağı Ankara’ya attı.
II. Gıyasettin Keyhüsrev, saltanatına tehlikeli olabilecek kim var diye düşünmeye başlamıştı. Bula bula kardeşleri ve üvey annesi Adile Sultan’ı buldu. Tez bunların ortadan kaldırılması gerek dedi. Zaten devlet adamları ve komutanlar ikide bir toplanmaktaydılar. Bunu ona Sadettin Köpek ihbar etmiş, her an bir darbe yapabilir ve kardeşlerinden birini tahta oturtabilirlerdi. Denilen yapıldı. Adile Sultan öldürüldü. Sultanın kardeşlerini de alıp Ankara kalesine getirdi. Bunları orada katledecekti ki, Tacettin Pervane bir az daha dehşete düşsün.
Sadettin Köpek, İzzettin Kılıçarslan ve Ruknettin’i Uluborlu kalesine hapsetmiş, hayatlarına dokunmamıştı. Çünkü sultanın daha çocuğu yoktu. Öldürülürlerse saltanat yeri boş kalabilirdi. Bunu ona Gıyasettin Keyhüsrev söylemişti. Çok geçmedi, sultanın ilk çocuğu, yani İzzettin Keykavus dünyaya geldi. Şimdi öldürülmemeleri için ortada bir neden yoktu. Mübariz Armağanşah onun atabekliğine tayin edildiği gibi, şehzadelerin öldürülmesiyle de görevlendirildi. İbni Bibi, Mübariz Armağanşah’ın şehzadeleri öldürdüğünü, başka bir rivayete göre ise iki gulam öldürülerek sultanın buna inandırıldığını söyler. Ancak bu şehzadelerden sonradan bir haber alınamamıştır. Demek ki iki şehzade öldürülmüş.
Sonunda Sadettin Köpek, Tacettin Pervane’yi ortadan kaldırmaya karar verdi. Ankara’ya vardığında onun hakkında tahkikat yaptırdı. Bir şey bulamadı. Konya’ya dönmek üzere yola çıktı. Akşehir’e varınca burada bir az dinlendi. O sırada muhbirler bir haber getirdiler. “Tacettin Pervane, Ankara’ya gelince, Harput Melikinin çalgıcı ve şarkıcıları arasından bir cariyeyi satın almadan yatağına aldı” dediler.
Sadettin Köpek derhal bulunduğu şehrin kadı ve imamlarını çağırdı, onlara “Velinimetinin bir mensubuyla zinada bulunan kimseye şeriata göre ne yapmak gerekir” dedi.. Onlar “Evli birinin zinada bulunmasının cezası recm, yani taşlama yoluyla ölümdür” dediler. Sadettin Köpek bu hususta bir fetva da alarak Konya’ya vardı. Sultanın huzuruna çıkarak, “Eğer siz cihan padişâhı bu suça göz yumar, ona müsamaha gösterirseniz, bütün maiyetiniz haddini aşıp efendilerinin ve velinimetlerinin evlerine göz dikerler ve edepsizliği ele alırlar. Bu olaylardan doğacak kötü ad, siz efendimizden başkasının olmaz” dedi ve almış olduğu fetvayı gösterdi. Sultan da onay verdi.
Demek ki Sadettin Köpek’in elinde gerekçe olarak iki temel düşünce var. Biri toplum ahlakının korunması, diğeriyse şeriat hükümlerine uymak.
Tacettin Pervane, Ankara’da recmedilerek, yani başına kadar toprağa gömülüp taşlanmak suretiyle öldürüldü.
Artık Gıyasettin Keyhüsrev, Sadettin Köpek’in cinayetlerinde bir aletten başka bir şey değildi. Tacettin Pervane’nin malını müsadere edilip hazineye konması için de verilen “fermani be tevki resid” de onun yetkisini tam anlamıyla pekiştirmeye yetmiş, artmıştı bile.
Sadettin Köpek’in cinayetleri sırf üç devlet adamı ile sınırlı değildi. O, Beylerbeyi Hüsamettin Kamyeri’yle Sultan naibi Kemalettin Kamyar’a gözünü dikmişti. Bunlar kısa zamanda sultanın gözünden düşürüldüler. Çok geçmedi ikisi de görevlerinden alındı. Biri Malatya’ya diğeri Konya kalesine konarak hapsedildi. Malları da müsadere edilmişti. Kemalettin Kamyar idam edildi. Malatya’da bulunan Kamyeri’nin hayatına dokunulmadı.
Kemalettin Kamyar, sözüne güvenilir itibarlı bir kimseydi. İyi bir silahşördü. Yayını her babayiğit geremezdi. Gürzünü her babayiğit kaldıramazdı. Felsefe bilir, fıkıh, İslam hukukunda bilgiliydi. O bütün bu özelliklerine rağmen Sadettin Köpek’in kurbanı oldu.
Cereyan eden söz konusu olaylardan sonra Celalettin Karatay kendi isteğiyle vazifesini bırakıp bir cami köşesine çekildi. Böylece devlet adamlarının ve komutanların bir kısmı Sadettin Köpek’in kurbanı olmuş, kalan kısmı ise boyun eğip kaderlerine boyun eğmiştiler. Artık ona karşı çıkabilecek bir güç kalmamıştı. Şimdi sıra bunu bir zaferle taçlandırmak gerekti. Böylece o başkomutanlık sıfatını da elde edince, gerisi kolaydı. Emirü’l Ümera, yani Beylerbeyi sıfatıyla ordunun başına geçip Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne girdi. Gözüne kestirdiği Sumeysat (Samsat) kalesini kuşatıp zorlamaya başladı. Kaledekiler “hayatlarına, kutsal eşyalarına, mallarına dokunmamak ve istedikleri yere gitmek” şartıyla kaleyi teslim edeceklerini söylediler. Sadettin Köpek bu şartı kabul etti. Onlara isteklerinin garantisi belgeyi gönderdi. Kaleye Selçuklu bayrağını çektiler.
Böylece amacına ulaşan Sadettin Köpek, büyük bir zafer kazanmış kahraman tavrıyla tantanalı bir biçimde Konya’ya döndü. Oysa onun elde ettiği sıradan bir başarıydı.
Sadettin Köpek, I. Alaattin Keykubat’tan sonra, karşısında her dediğini kabul eden, ona büyük yetkiler veren, istediğini yapmasına göz yuman, tertiplediği cinayetlere bir an olsun bile ses çıkarmayan bir hükümdar bulmuş, onun bu durumundan faydalanabildiği kadar faydalanmış, en üst kademedeki devlet görevlilerini ve komutanlarını bile, kimini görevinden istifa ettirerek, kimini hapse attırarak, kimini idam ettirerek harcamıştı. Ülkenin bütün devlet adamları ve komutanları onun adını duyunca korkmaktan kendilerini almıyordular. Şimdiden hepsi sinmiş, emrine hazır bekliyordu. Ona muhalefet edebilecek bir güç kalmamıştı. İşin kötüsü sultanda bile onu ortadan kaldırabilecek ne bir irade, ne bir güç, ne de bir cesaret vardı. O gününü gün etmekle, zevkinin tadını çıkarmakla meşguldü. Devletin idaresi tam anlamı ile Sadettin Köpek’in elindeydi. Aslında onu sevmeyen, ona karşı olan çok sayıda devlet adamı ve komutan vardı ama, onlar bu durum karşısında ne yapacaklarını bilemiyorlardı.