Arama

Sadeddin Köpek - Tek Mesaj #7

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
6 Nisan 2016       Mesaj #7
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sadettin Köpek, durmasını bilmedi. Gözünü daha yukarı dik­meye başladı. Ancak sultan olmak, devletin başına hükümdar ola­rak geçmek Türklerde bir geleneğe bağlıydı. Bu da sultanların biri­nin soyundan gelmek, yani hanedan üyesi olmaktı. Ancak böyle o­labilirse tahta geçerdi. Yoksa mümkün değildi. Hatta imkansızdı. Sultanın soyundan gel de, ne olursan ol. Bu düşünce onun kafa­sında yer etti. Sorunu halledebilecek çareyi buldu. Bu hususta İbni Bibi diyor ki:
Sadettin Köpek’in anası Konyalı ailelerden birine mensup Şeh­naz Hatun’muş. Çok güzel bir kızmış. I. Gıyasettin Keyhüsrev ona dükünmüş. Anası Şehnaz’ı alıp saraya götürür, sultanla buluş­tururmuş. Onun bu macerasına anasından başka da kimse bilmez­miş. Kızı gebe kalmış. Anası Şehnaz’ı eşraftan biriyle arayı bulup evlendirmiş. Ama kızı, gerdek gecesi iki aylık hamileymiş. Kocası vaziyeti bir an bile çakmamış. Durumdan I. Gıyasettin Keyhüs­rev’in haberi varmış. Hatta onun diğer oğulları gibi büyümesi için gerekli masrafı yapmış. Sonra ise saraya almış. Büyük anne toru­nuna ölmeden az önce sırrını söylemiş, sen sultanın oğlusun demiş.
Sadettin anasının bu marifetiyle çok övünürmüş. Pişkin pişkin sırıtır, ben dokuz aylığım ama, yedi aylıkken doğdum dermiş. Ken­dini Selçuklu soyundan gösterirmiş, anasının söz konusu marifetini de güvendiği kimselere anlatırmış. Bunu anlatırken yapılan bütün fenalıkları sultanın üzerine yüklermiş. Hatta sözleri içinde Selçuklu sancağını değiştireceğini söylermiş.
Sadettin Köpek, bunu gözüne kestirdiği kimselere anlatmaya başladı. Onun için aile isminin lekelenmesi, *** olması önemli de­ğildi. Önemli olan hanedan üyesinden biri olmak ve fırsatı buldu­ğunda tahta geçip oturmaktı. O hesabı buydu. Gözünü sultan olmak hırsı öyle bir bürümüştü ki, kim ne derse desin hiç umurunda değildi. Tabi ki onun bu durumu bir an bile olsa hoş karşılanamaz.
Söz konusu anlatım basit biri hikaye değildi. Sadettin köpek, ileride meydana gelebilecek bir darbeye hazırlık yapmaktaydı. O­nun ilerisi için planı sırf bununla sınırlı kalmamış, sultana etki ede­rek Anadolu Selçuklu bayrağının rengini de değiştirmiş, bunu yap­makla Abbasi halifesine karşı sultanı İslam çizgisinden uzaklaşmış bir halde göstermek istemişti. Ama Gıyasettin Keyhüsrev’i durumu idrak edip anlayacak hali yoktu.
İşin tuhafı Sumeysat’ın fethinden sonra Sadettin Köpek, şim­diye kadar bir devlet görevlisinin veya komutanın sultanın huzu­runa kılıcıyla çıkması görülmemişken, o belinde kılıcıyla Gıyaset­tin Keyhüsrev’in huzuruna girip çıkmaya başlamıştı. Bu gelenekle­re aykırıydı.
İşte onun kılıcıyla huzura girip çıkması II. Gıyasettin Keyhüs­rev’in aklını başına getirdi. Sadettin Köpek’in anasının hikayesini duyunca gerekli tedbiri almanın zamanı geldiğini anladı. Yoksa saltanat ve hayatı tehlikedeydi. Papa tarafından o sıra Anadolu’ya gönderilen, 1245 yılında ta Moğolistan’a kadar giden Simon de Saint Quentin’in verdiği bilgiye göre, Sadettin Köpek, fırsatını bulduğu anda sultanı boğup öldürmek için yanında bir sicim taşı­yormuş.
Demek ki sultan onu devletin direği olarak görürken, bu kurnaz adam gizliden gizliye tahta oturma hazırlığı yapmaktaymış. Oysa onu vermiş olduğu tavizlerle kendisi yükseltmiş, söz konusu konu­ma getirmişti.
İş tarihçi felsefesine göre değerlendirilemez. Onlara göre suç ve sorumluluk Sadettin Köpek’indi ama, bize göre ise Gıyasettin Keyhüsrev’in de bu işte önemsenemeyecek bir payı vardır. Çünkü otorite boşluk, ihmal kabul etmez. Biri muhakkak o boşluğu doldu­rur. Bunun ihmali felaket demektir.
Gıyasettin Keyhüsrev, Sadettin Köpek karşısında ne yapacağını düşünmeye başladı. Hatta bir ara panikledi bile. Ne yapacağını, na­sıl hareket edeceğini bilmiyordu. Kimseye güvenemiyordu. Sadet­tin Köpek’i karşısına alıp, ona da bir şey söyleyemezdi. Bu ihanet sanki ilahi bir cezaymış gibi geldi.
Sultan eğlenmeyi bırakmış, kara kara düşünmeye başlamıştı. Böylece olaya ciddiyetle eğilmek fırsatı buldu. Sadettin Köpek’i kendi ortadan kaldıramazdı. Buna yapmaya gücü ve cesareti yoktu. Ama işin içine hayati tehlike ve korku girince durum değişir gibi oldu. Son derece sinirlenmesine rağmen, kendini tutmasını bildi.
II. Gıyasettin Keyhüsrev, sonunda kararını verdi. İşi Beyşehir gölü kıyısındaki Kubadabat sarayında halledecekti 1238 yılı Son­baharında başta Sadettin Köpek olmak üzere maiyetini alarak oraya vardı. Has adamlarından, yani gulamlarından birine konuyu açtı. Ondan gizlice Sivas’a gidip şehrin sübaşısı Hüsamettin Karaca’ya durumu anlatmasını ve onun derhal saraya gelmesini istedi. Gulam vazifesini başarıyla yaptı. Hüsamettin Karaca kısa sürede ve gizlice Kubadabat’a geldi.
Sadettin Köpek Sivas sübaşısı Hüsamettin Karaca’dan çekinir ve korkardı. Selçuklu devlet adamları ve komutanları içinde ara­sında tek çekindiği ve korktuğu adam oydu. Buna rağmen Hüsa­mettin Karaca, ansızın gelmesi nedeniyle onu şüphelendirmemek için büyük gayretin sarfetti. Geldiğini gizlice sultana haber verip, önce Sadettin Köpek’in konağına vardı. Sadettin Köpek, “Cihan padişahını mı görmeye geldin?” deyince o, “Sizin izninizi almadan ben nasıl sultanın huzuruna çıkabilirim ve kendimi onun yakını sayabilirim. Kendim için sığınacak ve yardım istenecek makam o­larak sizin makamınızı görüyorum” dedi. Bu sözler Sadettin Köpe­k’in endişesini yok etti. Sultan ile görüşmesini sağlayacağını söy­ledi. Hüsamettin Karaca, onun daha çok güvenini daha çok pekiş­tirmek için elinden geleni yaptı. Birkaç gün misafiri olduğu gibi yemeğine ve eğlencesine de katıldı. O arada Sadettin Köpek’in gü­veni tam oldu ki, onu saraya götürüp sultanın huzuruna çıkardı. Bir ara yalnız kaldıklarında II. Gıyasettin Keyhüsrev, Hüsamettin Ka­raca’ya Sadettin Köpek’i halletme planını sordu. O da açıkladı. Bu plana göre sarayda birkaç gün ziyafet ve eğlence düzenlendi, onu uygun bir duruma getirecek, gaflet anını kollandı. Son ziyafet ve eğlenceden Sadettin Köpek, def-i hacet için sultandan izin alıp dı­şarı çıktı. Hüsamettin Karaca, sofada, yani kapı yanında elinde so­payla yer almıştı. Sadettin Köpek, kapıdan çıkarken onun kafasına vurdu. Ama sopa yüzünü sıyırıp omuzuna isabet etti. Darbenin et­kisiyle afalladığı gibi, yüzü de kan için kalan Sadettin Köpek, bir­den toparlanıp sofada kaçmaya başladı. Kılıcını çeken Emir-i Alem Togan, onun peşine düştü. Sadettin Köpek, can havliyle kendini şaraphaneye attı. Burada o kılıç, gürz ve bıçak darbeleriyle öldü­rüldü. Böylece devlet bir beladan kurtulmuş oldu. Sultan onun ce­sedini bir demir kafes içine koydurup yüksekçe bir yere astırdı
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM