Arama

Alan Nedir? - Tek Mesaj #4

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
19 Nisan 2016       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
—Tiyat. Oyun alanı, çağdaş tiyatroda oyunun oynandığı her yer. || Tiyatro alanı, temsilin verildiği yer.

—Uluslarar. huk. vetar. Etki alanı, büyük bir devletin, diğer büyük devletlerce de kabul edilen (açıkça ya da örtülü bir biçimde) özel müdahale haklarının bulunduğu, dünyanın bir bölgesi.

—Bir devletin diğerlerinden ayrı olarak özel siyasal etkisinin hukuken ya da fiilen kabul edildiği devletler ya da topraklar.

—Uz. havc. Atış alanı, FIRLATMA ÜSSÜ'nün eşanlamlısı. || Fırlatma alanı, bir uzay aracının son hazırlığı ve çıkışı için gerekli donanımların bulunduğu platform. (Fırlatma alanında ya bir rampayla bir rampa barınağı, ya bir fırlatma tablasıyla bir hareket direği ve bir montaj kulesi ya da bir fırlatma kulesi vardır.)

—Yerbil. Kıtasal alan, yerkabuğunun, jeolojik zamanlar boyunca jeosenklinallerin oluşumu sırasında kararlılığını ve sertliğini koruyan bölümü.

—ANSİKL. Atç. Hangi çeşit yarış için yapılmış olursa olsun (engelsiz, engelli, süratli yarış) bir yarış alanı başlıca şu bölümlerden oluşur; atların koştuğu pistler, seyirci tribünleri (tartılma yerleri, pavyon, çayır), ilan tabloları, müşterek bahis gişeleri, jokeyleri tartmak üzere tartıların bulunduğu ve komiserlerin tartıştığı bölüm, yularından tutularak gezdirilen atların dolaştığı yuvarlak alan; ahırlar, sakatlanan atların bakım yeri, varış noktasının karşısında hakemlerle fotoğrafçılara ayrılan tribün. Türkiye’de at yarışları, Adana (Yeşiloba hipodromu), Bursa (Osmangazi hipodromu), İstanbul (Veliefendi hipodromu) ve İzmir'de (Şirinyer hipodromu) bulunan yarış alanlarında düzenlenmektedir. Ankara'daki eski hipodrom at yarışlarına kapatıldığı için Şincan'da yeni yarış alanı yapılmaktadır.

—Balis. ve Ask. Toplarda ancak XV. yy.'da düşey ateş alanı'ndan yararlanmaya başlandı; çünkü topun kundak üstündeki eğimini değiştirme olanağı ancak bu dönemde bulundu. Yatay ateş alanı'na kavuşan ilk top ise, XIX. yy. sonunda yapılan 155’lik Baquet oldu; bu alan 1897 model 75 mm’lik toplarda 100 milyeme, daha sonra açılır ayaklı (1918'de 155’lik GPF) ve çokayaklı kundaklar kullanılarak (75'lik CA 32, 88'lik PAK 43) 60°'ye ulaştırıldı.
• Ateş alanları. Hafif silahlarla eğitim atışı, atış poligonlarında ya da küçük boyutlu ateş alanlarında yapılır; bu alanlar mermi yolunun tarama niteliğinden en iyi biçimde yararlanmayı sağlayan açık arazi bölgeleridir. Bununla birlikte tanklar ve toplarla eğitim yapma ve bu silahları deneme zorunluluğu, askeri eğitim merkezlerinde savaşa benzer koşullarda ateş etmeye olanak veren oldukça geniş arazilerin düzenlenmesini gerektirdi. Poligon da denilen bu ateş alanları sıkı bir güvenlik talimatıyla korunur; komutanlığın çıkarttığı bu talimatla tehlikeli ateş bölgesinde bulunan evlerin boşaltılması ve eğitim sırasında bölgeye giriş-çıkışın yasaklanması gibi önlemler alınır. Atışlar sırasında alınacak bütün önlemler bir ateş alanının düzenimi oluşturur.

—Bot. Yayılma alanı. Biyocoğrafyacılar, bitkilerin yayılma alanını, evrendeş (kozmopolit), kuşaksal, yerleşik, ikincil parçalı ,ve ayrık alanlar diye sınıflandırırlar. Evrendeş alanlar, özellikle üst düzeyde sınıflandırma birimlerini (takımlar, familyalar) kapsar; bununla birlikte bazı su bitkileri (kamış) ile insan yaşamına az çok bağlı kötü otlar da bu alana girebilir. Kuşaksal alanlar, yerküre üstünde, belirli enlem kuşaklarıyla sınırlı alanlardır (örneğin Kuzey kutup kuşağı alanı [bazı saparna türleri ve böğürtlen], ılıman kuşak alanı [kavaklıklar], tropikal kuşak alanı [palmiyeler]). Yerleşik alanlar, yüzeyi büyük bir adadan (Avustralya, Madagaskar) birkaç metrekarelik bir alana kadar değişik olabilen,az veya çok geniş alanlardır; bir türün, doğal ayıklanma sonucunda kalabildiği tek alan bu gibi alanlardır. Yerleşik alanlar, iklime ya da yaşama ilişkin etmenlere bağlı olarak yavaş yavaş küçülen eski yerleşik alanlar ve bunun tersine gelişmekte ve yayılmakta olan türleri kapsayan yeni yerleşik alanlar olarak ikiye ayrılır. İkincil alanlar'da, birbirine komşu bölgelerde yaşayan iki ya da daha çok yakın türler yer alır. Ayrıntılı olarak ele alınan bu alanlar seyrek olarak tam anlamıyla bir süreklilik gösterir. Bu durumda parçalı alanlar sözkonusudur. Parçalı alanlar birbirlerinden çok uzaktaysalar bunlara da ayrık alanlar ya da süreksiz alanlar denir. Böyle ayrık alanların kaynağı genellikle eski bir sürekli alandır.

—Dilbil. Alan kavramı, anlamın, bir dildeki sözlük birimlerinin yapılanmasına dayanarak kurulmasını öneren dilbilimciler (özellikle de sözlükbilimciler) tarafından kullanılır. Bu sorun iki açıdan ele alınabilir. Ya, bir sözcüğün anlamsal alanı, yani o sözcüğü karşılayan anlamların tümü (çokanlamlılık) incelenir: örneğin, kâğıt sözcüğü, çevresindeki iskambil kâğıdı, kafa kâğıdı, izin kâğıdı ile birlikte ele alınır Ya da, aralarındaki ilişkileri belirtmek üzere bir sözcük kümesinin anlamsal alanı (sözcük alanı) üstünde durulur. Bu kümeleri belirlemek için çeşitli ölçütler vardır. Bu ölçütlerin kimi sezgiseldir. Ortak bir anlamsal öğesi olan terimleri bir araya getirmek istersek (kavramsal alan) yalnızca sezgisel ölçütlerle yetinebiliriz; örneğin, akrabalık terimleri (ana, baba, amca, hala vb.) için durum budur; aynı şekilde, insan deneyimiyle sınırlı bir dış gerçeklikle, örneğin evcil hayvanlarla, sebzelerle vb. ilgili terimleri saptamak da (bu araştırmalar dilbilimsel alandan çok antropoloji alanına girer) sezgisel ölçütlere dayanır.
Birtakım nesnel ölçütler bulma kaygısı, dilbilimcileri, şu ya da bu terimin yer aldığı biçimsel yapıları incelemeye yöneltmiştir. Örneğin, bazı sözcüklerin anlamları, türevlerine bakarak ayırt edilebilir: örneğin,iki kırmak fiili vardır, birinden kırgın, birinden de kırılgan türetilir. Bunu yeterli bulmayan, daha kesin bir sonuca varmak isteyen dilbilimciler ise, sözlük birimlerini, bulundukları değişik ortamlarla bağıntıları bakımından ele aldılar. Örneğin bildirmek, işaret etmek, açıklamak vb. gibi, anlamında "bilgi aktarması” kavramının bulunduğu fiillerin, bir canlı özne, biri cansız öbürü canlı iki tümleç ile kuruldukları sonucuna vardılar. Bu da sözdizimsel alan kavramının oluşmasını sağladı.
Sözcüğün anlamına eksenlenen bütün bu araştırmalardan, cümleyi anlambilim açısından inceleyen dilbilim kuramlarında yararlanılmıştır.

—Fels. Kant'a göre iki alan vardır: doğa kavramlarının alanı (kuramsal felsefe) ve özgürlük kavramlarının alanı (pratik felsefe). Kant şöyle yazar: "Kavramlar, nesnelere ilişkin oldukları ölçüde ve bu nesnelerin bilgisinin olanaklı olup olmadığı göz önüne alınmaksızın, kendilerine ait bir alana sahiptirler ve bu alan, kavramların nesnelerinin, genellikle bilme yetimize bağıntısı bakımından belirlenir yalnızca. Bizim için bilginin olanaklı olduğu bu kesimin bölümü, bu kavramlar ve bu bilginin edinilmesi için gerekli bilgi yetisinin bir kesimidir. Bunların yasa koyucu olduğu bu kesim, bu kavramlara ve bilme yetilerine denk düşen alandır. (Kritik der Urteitskraft [Yargıgücünün eleştirilmesi], "Einlei- tung".)

—Fiz. Alan kavramı, XIX. yy.'da sürekli maddesel ortamların incelenmesi sonucunda doğmuştur: düzgün olmayan biçimde ısıtılmış bir katının sıcaklığı, devinen bir akışkanın akış hızı, noktadan noktaya ve andan ana değişen büyüklüklerdir; dolayısıyla bu büyüklükler, alanı tanımlayan uzayın ve zamanın bir fonksiyonuyla gösterilir. Bununla birlikte, alan kavramı en güçlü anlamını ancak dalga kavramıyla birleştiğinde ve yayılma düşüncesiyle bütünleştiğinde kazanır; uzay ve zaman fonksiyonu olarak bir ses dalgasının basıncı, dalgalı bir sıvı yüzeyindeki dikey yer değiştirmeler tipik birer alan örneğidir. (‘‘Dalga" sözcüğü sık sık "alan" sözcüğünün eşanlamlısı olarak kullanılır.)
Başlangıçta, alan düşüncesi, belli bir ortamın, yanı alanın yayılma ortamının fiziksel halını, daha doğrusu hal değişimlerim betimlemeye dayanıyordu: akustik basınç alanı için hava, hidrodinamik yer değiştirme alanı için su vb. Elektromanyetiktik kuramında Maxwell ışığın dalga niteliğim ve daha genel olarak elektromanyetik dalgaların varlığını kanıtlayınca, elektromanyetik alanın özel bir ortamda, yani esirde yayıldığı kabul edildi. Ancak esirde, bu görevi üstlenmek için olağanüstü özelliklerin bulunması zorunluydu; bu zorunluluğa, Einsteın’ın böyle bir ortamın gereksizliğini kanıtlaması da eklenince esirden vazgeçildi. Böylece gizli bir ortamın değişimlerim belirten elektromanyetik alan düşüncesinin yerim su götürmez biçimde fiziksel varlık olan alan kavramı aldı; alan, eski fiziğin Evren'de bulunan tek fiziksel nesne biçiminde ele aldığı tanecikler kadar gerçek ve maddeseldi.
Kuvantum fiziği dışında (ya da kuvantum kuramına başvurmanın gerekli olmadığı durumlarda) fiziksel bir sistemi, alanların ve parçacıkların (ya da taneciklerin) bileşimi biçiminde göz önüne almak gerekir; bu ıkı kavram, yanı alan ve parçacık, sürekli/süreksiz bir çiftin kutupları gibi birbirine karşıttır. Örneğin alan bütün uzayı kaplarken, parçacık uzayın yalnızca bir noktasını doldurur; ayrıca alan alın biçiminde yayılırken, parçacık bir yörüfge izler. Alanlar taneciklerden doğar, yayılır ve taneciklere etki yapar (kuvvet uygular). Etkiyi uzaktan ilettikleri ya da iletimde aracı oldukları söylenir. Elektromanyetikten doğan alan kavramı çekim alanına kadar genişler. Öte yandan elektromanyetik ve çekim, klasik fizik kuramının ilk örneklerini oluşturur.
Kuvantum kuramı alan/tanecik (ya da dalga/parçacık) ikilemini ortadan kaldırdı ve bu iki kuramsal nesne yerine tek bir kuvanton düşüncesini koydu. Kuvantonların yaygın olma ve yerel olmama niteliği, kuvantum kuramının birçok özelliğini klasik alan kuramından almasına neden oldu. Sözkonusu benzeşımler, özellikle görecı kuvantum kuramlarında ileri ölçülere ulaşır. Bu biçimsel nedenle bunlara, çoğunlukla "alan kuvantum kuramları"
(ya da kuvantum alanı kuramları) adı verilir.

—Opt. Bir optik alet, örneğin bir gökdür- bününü göz önüne alalım; objektifin, uzayın bir A noktasının A' görüntüsünü odak düzleminde verdiğini varsayalım. A noktasından çıkan bütün ışınlar objektiften geçtikten sonra, objektifi taban ve A' noktasını tepe alan koni içinde kalır. A' nün ötesinde bu ışınlar koninin ikinci yaygısında yer alır. Bu yaygının tümü gözmerce- ği üzerine düşüyorsa, alete giren bütün ışınlar görüntü oluşturmaya katılır Yaygı gözmerceğıni dışarıda bırakıyorsa A noktası alan dışında kalır; yaygının yalnızca bir parçası gözmerceğine ulaşırsa, A noktası alan içindedir, ama A' görüntüsü zayıf bir ışıklılık düzeyi gösterir Birinci duruma tam ışık alanı, daha geniş ikinci duruma toplam alan denir ve bu alanın dışında nesneler kesinlikle görülmez.
Objektifin odak düzlemine bir diyafram yerleştirilerek alan, tam ışık alanıyla sınırlanabilir. Ayrıca gözlemcinin gözünün iyi bir konumda olması için gözbebeği açıklığıyla aletin gözmerceğı halkasının (objektifin gözmerceğince verilen gerçek görüntü) çakışması gerekir. Uygulamada gözün konumunu saptamak için, yapımcı, gözmerceğınin önüne, boyutça ve konumca gözmerceğı dairesini karşılayan ve ortasında birkaç milimetrelik bir delik bulunan saydamsız bir gözyuvası yerleştirir.


MsXLabs & Büyük L.
SİLENTİUM EST AURUM