Arama


perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
27 Ekim 2016       Mesaj #5
perlina - avatarı
Ziyaretçi
Kapitalist piyasa ekonomisinin temel koordinasyon aracı piyasa sistemidir. Bu temel ilke ile uyum içindeki temel öncelik ilkesi, bireyselliktir. Bu temel ve genel ilkelere uygun olarak, üretim alanındaki temel ve özel ilke üretim araçları üzerindeki mülkiyetin özel bireylere ait olmasıdır. Piyasadaki spontan işleyiş, bireysellik ve özel mülkiyetin sonucu olarak; tüketim, tasarruf ve yatırım kararları, özel birimlere bırakılır.

Piyasalar, serbest giriş çıkışa, sözleşme serbestîsine ve rekabet ilkesine dayalıdır. Piyasalar ekonomide kaynak dağılımıyla birlikte, fiyat oluşumu ve ekonomide paranın serbest dolaşımını sağlar.

Kapitalistler, girişimciler ve üreticiler; ekonomik faaliyetin görülmesini sağlayan araçlardır. Onlar gemiyi yürütürler, ama rotayı belirleme konusunda özgür değillerdir. Onlar kaptan değil, dümenci konumundadırlar. Kaptanın emrine kayıtsız şartsız uymak zorundadırlar. Geminin kaptanı tüketicidir.

Kapitalist ekonomide; bütün program ve planların odak noktasını “piyasa fiyatı” teşkil eder. Piyasa fiyatı göz önünde tutulmaksızın hazırlanan projeler ancak teorik bir kıymet ifade ederler. Teknoloji; belirli bir tasavvurun hangi imkanlara dayanarak nasıl tahakkuk ettirilebileceğini hesaplar. Ancak, bu tasavvurun gerçekleştirilmesi ile kazancının artıp artmayacağını girişimci takdir edemez. Bu noktayı ancak ve sadece “piyasa fiyatına” dayanarak belirlemek mümkündür.

Ekonomik faaliyette kar amacı hakim bulunduğu ve maliyet masrafları ile satış hasılatı arasındaki farkın arttırılması amaçlandığı takdirde; şahsi menfaatler uğrunda memleket menfaatinin ihmale uğrayacağı söylenmektedir. Bu fikir totaliter plancılığın mihenk taşını teşkil etmektedir. Otoriter idare taraftarları, milli menfaatlerin sadece ekonomiye devletin müdahale etmesi sayesinde korunabileceğini ve sırf kâr amacıyla hareket eden özel teşebbüsün memleket hesabına zararlı olduğunu ileri sürmektedirler.
Sentetik kauçuk meselesi “plancılık”ın mutlak bir zorunluluk olduğunu belirten bir örnek olarak gösterilmektedir. Almanya Nasyonal – Sosyalizm (NAZİ) devrinde sentetik kauçuk üretimini geliştirmiştir. Oysa, kâr zihniyeti ile hareket eden özel teşebbüs sisteminin hakim konumda olduğu İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinde pahalıya mal olan ve kâr getirmeyen Ersatz (ikinci kalite alternatif) ürünlere kıymet verilmemiştir. Bu yüzden harp hazırlığı bakımından önem arz eden üretim kolları ihmale uğramış ve ciddi bir tehlike geçirilmiştir.

Bu düşünce tamamıyla yanlıştır. Harp hazırlığının özel kişiler eline bırakılması gerektiği hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmış değildir. Memleketi düşmana karşı korumak ve yurt içinde asayişi temin etmek bütün hükümetlerin birinci görevidir. Eğer bütün insanlar dürüst ve fazilet sahibi olsa idiler ve kimse diğerinin hakkına tecavüz etmese idi; hükümetlerin, orduların, donanmaların, polislerin, mahkemelerin ve ceza evlerinin kurulmasına gerek kalmazdı. Harp hazırlığını yapmak, hükümet işidir. Hükümetin bu görevini yerine getirmemesinden özel kişileri ve işletmeleri sorumlu tutmanın anlamı yoktur. Asıl suç, hükümete aittir ve demokrasi rejimlerinde seçmenlerin de geniş bir sorumluluk payı vardır.

Almanya, harp maksadıyla silahlanmıştır. Alman Genelkurmayı harp halinde kauçuk ithaline imkan bulunamayacağını bildiği cihetle, sentetik kauçuk üretimini teşvik etmiştir. İngiliz ve Amerikan askerî makamlarının harp zamanında ihtiyaçların Malezya ve Hollanda Hindistan’ı kauçuk plantasyonlarından temin edilebileceği kanaatinde olup olmadığını araştırmaya gerek görmüyoruz. Ancak, yeterli derecede stok biriktirmek üzere tedbir alınmadığı ve sentetik kauçuk üretimine zorunluluk hissedilmediği bir gerçektir. Yine de bazı İngiliz ve Amerikalı sanayiciler, Almanya’da sentetik kauçuk üretiminin gelişimini takip etmişlerdir. Ancak, sentetik kauçuğun üretim maliyetleri çok yüksek olduğundan, üretim tesisleri kurma rizikosunu göze alamamışlardır. Hiçbir girişimci, kar şansı olmayan böyle bir işe sermaye yatıramaz. Üretici ancak müşterilerin ihtiyaç duyduğu malı üretebilmek konumundadır. Britanya ve Amerika halkı sentetik kauçuk fiyatları çok yüksek olduğundan, rağbet gösterecek durumda değillerdi, ve bu işe yatırılacak sermaye kâr getirmemeye mahkum gözüküyordu. Kauçuk ihtiyacını karşılamak üzere Anglo-Sakson memleketlerinin başvurabilecekleri en uygun tedbir, dışarıya ihraç ettikleri mamullerin bedeli ile doğal kauçuk satın almaktı.
Eğer Washington ve Londra hükümetleri 1941 ve 1942 yıllarında cereyan eden hadiseleri önceden sezmiş bulunsa idiler; sentetik kauçuk imal etmek üzere alınması gereken tedbirleri ihmal etmezlerdi. Hükümet, malî yardım yapmak veya gümrük himayesini kuvvetlendirmek suretiyle sentetik kauçuk sanayiini teşvik edebilirdi.

Hükümet savunma ekonomisinin gerektirdiği önlemleri ihmal ederse sermaye sahiplerinin bu ihmalden doğan mahzurları kendi vasıtaları ile telafi etmelerine imkan yoktur. Kimya sanayinin sentetik kauçuk üretimini dikkate almadığını ileri sürmek, makine sanayiini Hitler’in iktidara geldiği günden itibaren uçak üretimine başlamamakla itham etmekten farksızdır. Bu gibi iddialar; harp öncesi yıllarda askerlik talim edeceği yerde Amerika tarihine ve felsefeye dair kitap yazmakla vakit geçiren bir bilim adamını suçlu bulmak kadar saçmadır. Hükümet ülke savunmasına gereken önemi vermediği takdirde, özel şahısların durumu söz ve yazı ile eleştirmekten başka bir şey yapmalarına imkan yoktur.

Birçok doktorlar, halkın gerçek ihtiyaçlarını ihmal ederek zararlı şeylere para harcandığından şikâyet ederler. doktorlara göre insanların gıda rejimlerini değiştirmeleri, içki ve sigarayı azaltmaları ve boş vakitlerinden daha makul bir şekilde yararlanmaları gerekir. Doktorların belki hakkı vardır. Lâkin “vatandaşların” bu durumlarını ıslah etmek, ne hükümetin ve ne de iş adamlarının vazifesidir. Üretici, müşterinin dadısı değildir. Eğer halk sert içkileri tercih ediyorsa iş adamı üretimini ona göre ayarlayacaktır. Halkı ıslah etmek isteyenlerin başvurabilecekleri tek araç, ikna kuvvetidir. İkna kuvveti, halk psikolojisini değiştirebilecek demokrasiye uygun tek tekbirdir. Eğer bir insan karşısındakilere kendi fikirlerini kabul ettiremiyor ise, bu onun kabiliyetsizliğinden ileri gelen bir şeydir. Zorla inandırmak için kanun kuvvetine, polis teşkilatına ve tazyik yollarına başvurmaya hakkı yoktur.
Halkın tüketim maddeleri hakkındaki takdir hükmü “iktisadi hesabın” temelini teşkil eder. Tüketicinin yanıldığı ve takdir hükümlerinin hakikate uymadığı vakidir. Tüketilecek eşyanın kalitesinden anlamak, bir seviye meselesidir. Lâkin halkı olduğu gibi kabul etmek mecburiyetindeyiz. Kamuoyu yüzeyseldir diye onun yerine başka bir otorite ikame edemeyiz.
Piyasa fiyatının mutlak değişmez bir kıymet ifade ettiği iddiasında değiliz. Kişisel tercihlerin ve hataların etkilerinden bağmsız mutlak bir kıymet kavramı yoktur. “Kıymet hükümleri” insanların takdirine bağlıdır. Hüküm veren bir kimsenin zaafı ve kısa görüşü, takdirin sıhhati üzerinde etkilidir. Piyasa fiyatının diktatörler veya büyük kütleler tarafından verilmiş bir takdir hükmü neticesinde tayin edilmesi, hata ihtimallerini asla azaltmaz. Kıymet daima göreceli, sübjektif ve insanî bir kavramdır. Hiçbir vakit mutlak, objektif ve ilahî olamaz.

Serbest girişim ve özel mülkiyet rejimlerinde tüketim maddelerinin piyasa fiyatı, üretim faaliyetinde hissesi bulunan unsurların değerine bağlıdır. Bu itibarla, üretim unsurlarının hangi faaliyet alanlarında kullanılmasının daha faideli olacağını bir dereceye kadar hesaplamak imkânı vardır. “En fazla yararlı” deyişinden maksat; birçok sahalarda kullanılabilecek üretim faktörlerinin halk tarafından en fazla rağbet gösterilen ve daha yüksek verimlilik elde edilecek işlere tercihan tahsis edilmesidir. “İktisadi hesap” üretimi müşterilerin taleplerine göre ayarlamak imkanını kazandırmaktadır. Oysa, sosyalizm’i model olarak alan herhangi bir rejimde, üretimi düzenleyen merkezî teşkilat “iktisadi hesap” yapabilmek mevkiinde değildir. Sosyalist rejimlerde, piyasa diye birşey yoktur. Piyasa olmayınca, doğal olarak hesap unsurlarına esas teşkil eden bir “piyasa fiyatı” da bulunmayacaktır.
Meseleyi daha iyi kavrayabilmek için, kâr kavramının nitelik ve kaynakları hakkında kısa bir analiz yapalım.
Bünyesinde hiçbir değişiklik meydana gelmeyen, statik bir ekonomi sistemi farz edelim. Hiçbir yeniliğe sahne olmayan duraklama halindeki bir ekonomide bütün şartlar değişmeksizin kalacaktır. Bir fabrikatörün üretimi için kullandığı unsurların masrafı, satış ücreti ve sermaye faizi olarak ödenen bedel, üretim hasılası ile tam bir eşitlik temin edecektir. Satış fiyatında hiçbir kâr hissesi bulunmayacaktır. Böyle bir sistem, doğal olarak kâr mekanizmasından ve girişimciyi harekete geçiren saiklerden mahrum kalacaktır. Bugünkü imalat ile dünkü veya on sene önceki üretim arasında hiçbir fark bulunmayacaktır. Teknik şartlarda, fiyat seviyesinde, arz ve talep dengesinde herhangi bir kımıldanış görülmeyecektir. Yeni kurulacak girişimler için “hayat sahası” ve faaliyet imkânları bulunmayacaktır.

Bu durum bir faraziyedir. Şimdi hakikate dönelim. Daima değişen bir dünyada yaşıyoruz. Nüfuz hacmi, zevkler, arzular, üretim faktörleri arzı ve teknik şartlar sürekli bir değişim geçirmektedir. Her an, üretimi yeni şartlara göre ayarlamak zorunluluğu ile karşılaşılmakta, girişim ve inisiyatife ihtiyaç duyuran fırsatlar birbirini kovalamaktadır.
Kâr amacıyla hareket edenler, daima fırsat peşinde koşarlar. Satış fiyatı ile maliyet unsurları arasında dişe dokunur bir kâr payı keşfettikleri zaman derhal harekete geçerler. Eğer tahminlerinde yanılmamış iseler kazanırlar. Lâkin bu türden kârlar uzun müddet devam etmez. Yani üretim programlarının uygulamaya konulması, maliyet unsurlarının yükselmesine neden olur. Kâr, ancak piyasa canlılığını muhafaza ettiği müddetçe devamlı bir mahiyet arz eder. Teşebbüs sahipleri, kârı sürdürebilmek için sürekli tetik üstünde bulunmak ve yeni fırsatlar kollamak mecburiyetindedirler. Bu ise, arzı talebe göre ayarlayabilme meselesidir.
Üretim araçları ve iş gücü talebi, işletmeler arasında bir mücadele konusudur. Girişimcilerin üretim araçlarına ve işçilere ödeyecekleri bedel, müşterinin üretim hâsılasına verebileceği tahmini fiyata bağlıdır. Yeni tesisler sipariş eden veya işçi kadrolarını genişleten teşebbüsler; işletmeden elde edilebilecek verimliliği daima göz önünde bulundurmağa mecburdurlar. Çeşitli müteşebbisler ihtiyaç duydukları üretim faktörlerini bir diğerinden ayrı amaçlar için kullanma düşüncesindedirler. Çeşitli işletme dalları arasındaki rekabet, üretim faktörlerinin değişik kullanım alanlarındaki verimlilik farkına göre sonuç verir. Piyasada, otomobil talebinin bir süre için durulmasına karşılık buzdolaplarına karşı gösterilen talebin artması, her iki üretim dalının da verimleri üzerinde etki yaratır. Tesis hacmi ve işçi kadroları, çeşitli girişimciler arasındaki rekabetin sonucuna göre sürekli olarak değişir. Tatmin araçlarının ihtiyaçlara yetmemesi ve tüketim malları talebindeki çeşitlenme, piyasada rekabet halinde bulunan işletmelerin iş programları bakımından büyük önem arz eder. Hesaplarını piyasa şartlarına göre düzenleyememiş olan bir işletme er veya geç iflasa mahkûmdur.
Derlemedir
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.