Arama

Kapitalizm ve Kapitalist Ekonomi

Güncelleme: 27 Ekim 2016 Gösterim: 38.808 Cevap: 4
Aynacan - avatarı
Aynacan
VIP Gecenin Aydınlığı!
10 Ekim 2008       Mesaj #1
Aynacan - avatarı
VIP Gecenin Aydınlığı!
KAPİTALİST EKONOMİ
Ad:  Kapitalizm1.jpg
Gösterim: 3246
Boyut:  196.6 KB
Sponsorlu Bağlantılar
KAPİTALİZM NEDİR?
Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bu araçların onlara sahip olmayan emekçiler tarafından işletilmesine dayanan bir insan toplumunun hukuksal statüsü; özel girişim ve piyasa serbestliğine dayanan üretim sistemi, esas olarak büyük çapta gelişmiş teknik sermayeye va mali sermayenin egemenliğine dayanan iktisadi sistem. Marxçı terminolojide, temel emekçilerin, üretim araçlarını ellerinde bulunduranlar tarafından sömürülmesi yoluyla sistemli bir biçimde artı değer elde edilmesine bu artı değerin önemli bir bölümünün ek sermaye haline getirilerek yeni bir artı değere dönüştürülmesine dayanan iç çelişkilerden dolayı yıkılmaya mahkum siyasi, iktisadi ve toplumsal rejim. Verimlilik üzerine yoğunlaştığı için, sürekli gelişme ortamı yaratabilen, fakat, adalet kavramını yok saydığı içinde insanların tepkisini fazlasıyla çeken sistem. Kapitalizm, tanım özellikleri konusunda iki farklı yaklaşım vardır. Bunlardan birine göre kapitalizm üretimin kar amacıyla yapıldığı ve pazarda satıldığı ekonomik sistemin adıdır. Öteki tanımda ise kapitalizmin ücretli emeğe dayalı bir ekonomik sistem, bir üretim tarzı olduğu vurgulanır. Birinci tanımı savunanlara göre kar için üretim eski çağlardan beri vardır ama bu kapitalizmin eski çağlardan beri varolduğu anlamına gelmez. Çünkü o zamanlar kar amaçlı üretim mevcut üretim tarzının esasını oluşturmayan oldukça küçük bir bölümü idi. Kar amaçlı üretimin sistemin temelini oluşturabilmesi için mal, para, emek ve sermaye akımlarının olması gerekir. Bu serbestliğin sağlandığı bir düzenin ortaya çıkabilmesi için 15. yüzyılı beklemek gerekmiştir. Ancak 15. yüzyıl Avrupa'sında kapitalizm ortaya çıkabilmiştir. İkinci tanımı savunanlar ise kapitalizmin ayırt edici unsuru olarak ücretli emeğin varlığını göstermektedirler. Yani kapitalizmde, emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanlar (işçiler) ücret karşılığında üretim araçları sahiplerinin bu araçlarını kullanarak üretimi gerçekleştirirler. Böyle bir sistem ancak 17. ve 18. yüzyılların Avrupa'sında ortaya çıkabilmiştir. Dikkat edilirse bu iki görüşün tanımları farklı unsurları vurgulamakla birlikte, kapitalizmin ortaya çıktığı yer ve zaman konusunda aralarında hayli yakınlık vardır. Kapitalizmin Avrupa'da, feodalizmin yıkılması sürecinde ortaya çıkmış olduğu konusunda anlaşmaktadırlar.

KAPİTALİZMİN DOĞUŞU:
500yıl kadar önce Batı Avrupa'da ortaya çıktı. Kesin bir doğum tarihi koymak mümkün değil. Sanayi devrimi ile doğmuştur diyebiliriz. Çürüyen Avrupa feodalizminin içinde toprak sahibi sınıfın egemen olduğu bir toplumda değişim için bastıran güçlerin ittirmesiyle ekonomik bir sistem olarak büyüdü. Yeni kapitalist toplumun farkını sadece ticaret, olarak görmek doğru değil. Çünkü ticaret hep vardı. Kapitalizmin gelişimi için bir şey daha zorunluydu. Kar ve piyasa ilişkileri toplumsal yaşamın merkezine yerleşti ve üretim sürecinin kendisi rekabete dayalı sermaye yatırımları ve emeğin kar amacıyla istihdamı etrafında belirlenir hale geldi. Kapital (sermaye) sözcüğünün tanımladığı şey kapitalizmin merkezi olan yanıdır. 1500 yıllarında dünyanın birçok yerinde böylesi bir sistemin bazı unsurlarının yaşama geçmeye çalıştığını görüyoruz. Ancak ilk çıkışı Batı Avrupa'da gerçekleşti. Bunun bir nedeni bu bölgenin dünyanın daha geri kalmış ve Büyük Ortadoğu, Hindistan ve Çin İmparatorluklarına göre daha az denetim ve kontrol altında olmasıydı. Sanayi Devrimi sonrası, 18. yüzyılda kapitalizm tüm kapasitesiyle çalışmaya başladı. Dönüştürme gücü arttı ve hızlandı. Kapitalizm 20. yüzyıla kadar bütün dünyayı kuşattı, dokunmadık yer bırakmadı.

KAPİTALİZMİN AMAÇLARI VE ÖZELLİKLERİ:
Kapitalist rejimde iktisadi etkinliğin temel amacı kar elde etmektir. Ama kar elde etmenin karşılığında girişimin başarısızlığa uğraması tehlikesi vardır. Modern kapitalizmin ayırıcı özelliği, kar dışında ayırıcı belli bir güvenlik araması ve yeterince büyüdüğü zaman da güç sahibi olmak istemesidir. Klasik kapitalizm, merkezi olmayan bir ekonomi tipine tekabül eder. Bu tip ekonomide üretimle tüketim arasındaki iktisadi denge, en yüksek karı elde etmeye yönelik bir iktisadi hesaba göre hareket eden işletmelerle tüketicilerin, arz ve talep yasası tarafından yönetilen bir rekabet piyasasında, hiçbir kısaltmaya uğramayan özgür davranışlarından doğar. Bu sistemin temellerini oluşturan iktisadi mekanizmaların aksamasını önlemek amacıyla devletin ara sıra müdahalede bulunması gerekir. Başlangıçta kapitalizm esas olarak ticari bir nitelik taşıyordu ve çoğu kez kurallara bağlıydı. XIX. yüzyılda en önemli kişisi girişimci olan sınai ve liberal kapitalizm ortaya çıktı. XIX. yüzyıl sonlarından bu yana bireylerin yerini grupların aldığı görüldü. Anonim şirketler, üretim araçlarının büyük çapta merkezleşmesine yol açtı. Rekabeti sınırlamak amacıyla üreticiler arsında antlaşmalar yapıldı. Girişimci artık en önemli kişi olmaktan çıktı ve onun yerini maliyeci aldı. Böylece modern kapitalizm doğdu. Bu sistemin temel özellikleri şunlardır:

a) Teknik sermayelerin önemi ve mali sermayenin egemenliği,
b)Ücretlilerle işverenlerin, birbirleriyle mücadele eden güçlü sendikalar kurmaları.

Merkezleşme, bütünleşme ve devlet müdahaleciliğinin derecesi ülkeden ülkeye değişmektedir. Bununla birlikte hemen her yerde, sınai, mali ve ticari bir kamu kesimi ortaya çıkmakta ve aynı zamanda, gelirlerin yeni bir dağılımını ya da hiç olmazsa, risklerin toplumca karşılanmasını (sosyal güvenlik) amaçlayan yöntemler geliştirilmektedir. Devlet iktisadi ve mali siyasetiyle, bir yandan iktisadi öznelerin kararından doğan anarşinin yarattığı dengesizlikleri düzeltmeye çalışırken, öte yandan da gelirlerin ilk dağılımından ileri gelen eşitsizlikleri piyasa aracılığıyla azaltmaya çalışmaktadır. Ancak güdülen amaçlardan oldukça farklı ve hatta bunlara taban tabana karşıt bazı sonuçlara ulaşıldığı da görülmektedir. Kapitalist ekonomilerin çoğunda, işletme gelirlerinin hemen yalnızca devletle (vergiler) bizzat işletmeler (özfinansman) arasında paylaşılması yönünde bir eğilim gözlenmekte, böylece ortaklara düşen pay gittikçe azalmaktadır.

MARX VE KAPİTALİZM:
Marx, 1849 yılında Londra'da ölene kadar tarihin, devindirici gücünü, işlerinden başka bir şeye sahip olmayanlar ve onları çalıştıranlar arasındaki uyuşmazlıklardan aldığını açıkladığı'Kapital'adlı eseri üzerine çalıştı. Marx kapitalizmi inceledi ve bir işçinin üretiminin, aldığı ücretten daha değerli olduğunu fark etti. Aralarında bulunan ve Marx'ın artıkdeğer olarak adlandırdığı fark, patronların daha çok üretmek için yeniden çalıştırdığı kardı. Burjuvazinin çıkar yarışı-kapitalizmin temeli-bir devrimde kapitalistlerinmezarcısı'olacak, daha kalabalık ve daha organize bir proletaryanın doğmasına neden oluyordu. Tarihin son çağında kapitalizmi, üretim araçları ortaklaşıldığından dolayı kardan herkesin yaralandığı komünizm izleyecekti.

DARWİN VE KAPİTALİZM:
Kapitalizm terimi, sermayenin egemenliğini öngören, serbest, sınırsız, mutlak ve toplumun bu kriterler içinde kıyasıya bir rekabet içinde olduğu ekonomik bir sistemi ifade eder.'Kapitalist toplum'ise, bireylerin son derece çetin ve acımasız bir şekilde birbirleriyle rekabet ettikleri bir arenadır.Bu, aynı Darwin'in tarifini yaptığı, sermayeye sahip olanların yaşayabildikleri, güçsüz ve zayıfların ise ezilerek yok oldukları, acımasızlığın hüküm sürdüğü bir arenadır. Kapitalizmin temelini oluşturan bu mantığa göre, her birey-bu bir insanda, bir şirkette, ulus da olabilir-yalnızca kendi gelişimi ve çıkarları için savaşmalıdır. Bu savaşta esas olan kriter üretimdir. En iyi üreticiler ayakta kalır, zayıflar ve yetersizler elenir, yoksullukla ezilenlerin'insan'oldukları gözönünde bulundurulmaz. Dikkate değer görülen ekonomik gelişme ve bu gelişmenin ürünü olan eşyadır. Dolayısıyla kapitalist zihniyet insanın yok olmasına, zorluk içinde yaşamasına karşı ahlaki sorumluluk duymaz. İşte bu, Darwinizm'in, toplumun ekonomik yönüne eksiksiz uyarlanmış halidir. Darwin'in prensiplerini sosyal yaşama tanıtan ve Sosyal Darwinizm'in başlıca temsilcilerinden Herbert Spencer'a göre ise, eğer bir insan fakirse bu onun hatasıdır; hiç kimse onun yükselmesi için yardım etmemelidir. Eğer bir insan zenginse, bunu ahlaksızlıkla kazanmış olsa bile bu, onun becerisidir. Bu nedenle, fakir biri ortadan silinirken zengin biri varlığını sürdürür. İşte bu görüş, günümüzde toplumların hemen hemen tamamına ait bir görüştür ve Darwinist-kapitalist ahlakın bir özeti niteliğindedir.

KAPİTALİZMİN OLANAKLARI VE BUNLARDAN YARARLANABİLMEK:
Kapitalizmde ücretli emek kullanarak kar etme olanakları bunu becerebilen herkese açıktır. Bu olanaklardan yaralanabilmek için bir aileye mensup olmak, devletten belli bir yetki almak, belli bir eğitimi görmüş olmak gerekmez.Gereken tek şey bunu becerebilmektir.Bu beceri, daha somut olarak ifade etmek gerekirse, üretim araçlarını satın alacak ya da yaratacak parayı ve/krediyi bulmak ve insanların kullanmak isteyecekleri bir mal ya da hizmeti üretmek anlamına gelmektedir. İşte bu özelliği kapitalizme, kendisinden önceki üretim tarzlarında bulunmayan bir dinamizmi sağlamıştır. Burada insanların kar peşinde koşması serbesttir ve bu öteki insanların istedikleri mal ve hizmetleri üretebilmelerine bağlıdır. Bu sayede kapitalizmle birlikte hızlı bir teknolojik gelişme ve refah artışı başlamıştır. Çok sayıda insanın, kar için bir üretim serbestliğinden yararlanmak üzere işe koyulması bunlar arasında rekabete yol açmıştır. Bir yandan rekabet, öte yandan yeni mal ve hizmetler yaratma güdüsü teknolojik gelişme hızını, eski çağlara kıyasla tasvvur edilemez boyutlara ulaştırmıştır. Kapitalizmin kendi gelişme süreci içnde ortaya çıkan bir başka olay da teknolojik gelişme hızını daha da arttırmıştır. Kapitalizmin başlangıç dönemlerinde kar önemli ölçüde ucuz emeğe dayanmaktaydı. Hem ücretler düşüktü, hem de çalışma süresi sınırlı değildi, kadın ve çocukların çalıştırılması da serbest idi. Daha sonraları çalışanların mücadeleleri sonucunda iş günü 8 saate indi, ücretlerde yükselme oldu. Bu kapitalistleri karları artırmak için ucuz emekten ziyade, emek verimliliğini arttırmaya, yani teknolojik yeniliklere yöneltti. Böylece teknolojik gelişme hızı daha da arttı. Kapitalizm başlangıç dönemlerinde, bir yandan hızlı teknolojik gelişme ve refah artışı yaratırken, bununla eş anlamlı olarak yoksulluğa da yol açtı. İşçiler düşük yaşam standartlarına ve zaman zaman yoğunlaşan işsizliğe katlanmak zorunda kaldılar. Ancak 19. yüzyıl sonlarından itibaren işsizlik azalmaya, işçilerin yaşam standardı da yükselmeye başladı. Fakat bu noktada başka bir yorum yaygınlık kazanmaya başladı. Kapitalizmin 20. yüzyılda Avrupa, ABD, Japonya gibi ülkelerde genel refah artışına yol açması bu sistemin bir yandan bazılarının refahını artırırken, çoğunluğun yoksulluğunu doğurduğu gerçeğini değiştirmemiştir.Çünkü yukarıda sayılan ülkelerdeki refah artışı bu ülkelerin kapitalist sistemin geri kalmış ülkelerini eşitsiz mübadele yoluyla sömürmesinin sonucudur. Dolayısıyla kapitalizmin refahını dayandırdığı yoksul kitleler eskiden Avrupa ve ABD'nin işçileri idi, bu gün ise Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın yoksul halklarıdır. Buna karşı çıkanlar ise kapitalizmdeki refah artışının esas olarak teknolojik gelişmelerin neden olduğu emek verimliliği artışına ve bu artıştan çalışan kitlelerin de yararlanmasını sağlayan demokrasi olduğuna inanmaktadır.

KAPİTALİST EKONOMİ NASIL İŞLER?
İçinde yaşadığımız sistem zengini daha zengin, fakiri de daha fakir yapıyor. Dünyadaki üretim kapasitesi ve zenginlik artmasına rağmen sokaklarda yaşayan çocukların, işçilerin, yoksulların sayısı azalmıyor, aksine artıyor. Yani toplum olarak daha çok üretmemize karşın daha çok yoksullaşıyoruz. Bu gün toplam üretim 1960’lara göre 8 kat daha büyük. Ancak üretimdeki bu artış ne yazık ki çok adaletsiz paylaşılmakta. 1950’lerde dünya nüfusunun en zengin 20’lik kesimi toplam gelirin yüzde 30’unu alırken bu gün bu kesimin payı yüzde 60’ı geçti. Küçük bir azınlık gittikçe zenginleşirken çalışanlar daha fazla yoksullaşmakta, hayatlarımız bu adaletsizlik yüzünden daha da çekilmez hale gelmekte. İnsanlık bu kadar yüksek bir teknoloji ve zenginliğe sahipken hala her yıl yaklaşık 30 milyon kişi açlık nedeniyle ölüyor. Türkiye’de her 10 bin kişiye 1 sağlık ocağı düşerken 2 tank düşüyor. Bu işleyiş kapitalizmin doğasından kaynaklanmaktadır. Çünkü kapitalizmde öncelik insan değil kardır. Hiçbir girişimci şunları düşünerek fırın açmaz: ‘ Elimde epeyce bir sermaye var. Bari ben bu sermayeyi bir fırın açmak için kullanıyım.Böylece insanlar rahat rahat karnını doyurur. ‘ Yatırım yapacak bir girişimcinin kafasında öncelikle kar vardır. Şöyle düşünür: ‘ Elimdeki bu sermayeyi nasıl kullanırsam kar eder, daha fazla sermaye sahibi olurum? ‘ Girişimci, eğer ekmek üretmek kar getirecekse fırın açar, aksi halde açmaz. Ekmeğe ihtiyaç olup olmaması girişimcinin yatırım kararında belirleyici olmaz. Üretimde kar olgusunun varlığı kapitalist ekonominin tıkanmasına, sistemin insanların ihtiyaçlarına yanıt vermemesine neden olur.
Kapitalizm Windows işletim sistemine çok benzer, başlıca amaçları hata vermek, diğer sistemleri yoketmek, sık sık kilitleni kriz yaratmaktır. Eninde sonunda mutlaka çökerek yenisiyle değiştirilerek hayatına devam edebilir.

KAPİTALİST EKONOMİDE KRİZLER:
Kapitalist ekonominin bir problemi de krizlerdir. Kapitalizmin krizleri de insanlık tarihindeki hiçbir ekonomik sistemde görülmemiş türden krizlerdir. Kapitalizm öncesinde de ekonomik krizler olurdu. Bunların ortak yanı üretim yetersizliğiydi. Kuraklık, sel vb nedenlerle üretim ihtiyacın altında gerçekleşir, bunun sonucundada insanlar açlık ve sefalete mahkum olurdu. Oysa kapitalizmin krizleri de olağanüstü, akıldışıydı. Kapitalizmde üretim yetersizliği değil, tam tersine aşırı üretim krizleri olmaktadır. Bu durumu çok iyi anlatan bir öyküyü aynen aktaralım: Kış ortasıdır. Ev soğuk. Küçük kız annesine ‘Neden sobayı yakmıyoruz? ‘ diye sorar. Anne, ‘Kömürümüz yok. ‘der. Küçük kız sormaya devam eder. ‘ Neden kömür almıyoruz? ‘ Annesi paraları olmadığını, çünkü babasının işten atıldığını anlatır. Küçük kız babasının neden işten atıldığını da merak eder. Anne yanıtlar: ‘Kızım baban bir madenci ve stoklarda çok kömür olduğu için artık babana ihtiyaç kalmamış. ‘ der. Öyküde anlatılanlar kapitalizmin krizlerine ayna tutuyor. Ürettiklerinin elinde kalacağı ve iflas edecekleri kabusu her kapitalistin uykusunu kaçırır. Kapitalistler bu nedenle ‘ istikrar ‘ için çırpınıp dururlar. Onlar için istikrar demek her şeyin aynen planladıkları gibi olması, böylece ürettiklerinin karlı biçimde satılabilmeleri, birbirini izleyen iflaslar yaşanmaması demektir. Oysa piyasa ekonomisinde istikrar istisnai bir durumdur. Marx kapitalist sistemde denge halinin mucizevi bir durum olduğunu söyler. Birbirinden bağımsız karar veren birbiriyle rekabet halinde ki yüzbinlerce girişimcinin hepsinin planlarının tutması neredeyse imkansızdır. Bu nedenle kapitalst sistem düzenli olarak kriz üretmektedir. Kapitalist ekonomi kurallarını kabul ederek bu krizlerden kaçmak bu güne değin mümkün olmamıştır. Kapitalist sitemin düzenli olarak krizlere girmesinin arkasında kar oranlarındaki düşme eğilimi vardır. İşçi sınıfı bedelini ödediği sürece kapitalist ekonominin aşamayacağı kriz yoktur. Kapitalizmin 1900’lerin başında sözcüleri yeni yüzyılın refah yüzyılı olacağını söylüyorlardı. Fakat 20. yüzyıl adaletsizliğin daha da arttığı, milyonlarca insanın açlıktan, savaştan ve kötü yaşam koşullarından öldüğü, doğal dengenin bozulduğu bir yüzyıl oldu.

TARİHTEKİ KAPİTALİST KRİZLER:
1846-1848 durgunluğu, geniş ölçekli ilk kapitalist krizdir. 1840’lı yıllarda, demiryollarına duyulan hayranlık, şirketlerin etkinlikleri ve önemli ama riskli girişimler üzerine spekülasyonları da beraberinde getirdi. Kırsal kesimdeki kriz, kredi bulmanın güçleşmesi, büyük girişimleri doğrudan etkiledi. Demiryollarında karşılaşılan güçlükler, önce metalurji, daha sonra ise tüm endüstrileri kapsadı. Şehirlerde işsizlik yaygınlaştı. Bu dönemde, köylerde kasabalara göre daha çok yiyecek varsa da işini kaybetmek her türlü geliri kaybetmek ve sefalet anlamına geliyordu. Yardım büroları dolup taşıyordu ve sezonluk göçler kasabalara yöneldi. Suç oranı gibi, yabancı işçilere karşı hoşgörüsüzlük de arttı. Kriz, modern imalat atölyelerini etkilerken, zanaatçılara ve dükkan sahiplerine de zarar verdi. Halk hareketinin en etkili gücü yeni kapitalizmi ve 1840’lı yıllardaki fransız liberalizmini suçluyordu. Devrim patlak verdiği anda, ekonomik kriz zaten gerilemiş, ama sosyal düşünceler radikalleşmiş ve halk ve elit tabaka arasındaki çatışma serleşmişti.

KAPİTALİST SİSTEMİN TEMEL SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ:
Kapitalist sistemde temel ekonomik sorunların çözümü piyasa ve fiyat mekanizması aracılığıyla yapılır. Fiyat mekanizması tam olarak işlerse devletin müdahalesine gerek kalmadan temel ekonomik sorunlara çözüm bulunur. Piyasa ve fiyat mekanizmasının üç temel soruna nasıl çözüm getirdiğini kısaca ortaya koyalım: Tam Kullanım Sorunu: Bu sorun genelde çalışmak isteyenlerin bir kısmının iş bulamaması şeklinde ortaya çıkar. İşsizliğin olduğu bir ekonomide fiyat mekanizmasının tam işlemesi durumunda ücretler düşmeye başlayacaktır. İşverenler, ücretlerin düşmesi karşısında daha fazla işçi çalıştırmak isteyecekler ve neticede toplumda işsizlik kalmayacaktır. İşgücü ücretleri, ekonomideki tüm işsizler iş bulana kadar düşmeye devam eder. İşgücü dışındaki üretim faktörlerinin üretime katılmasında da aynı şey geçerli olacaktır. Etkin Kullanım Sorunu:
Etkin kullanımla ilgili olan, hangi malların ne miktarda, nasıl ve kimler için üretileceği sorularının çözümü de yine düzgün işleyen fiyat mekanizmasıyla sağlanacaktır. Hangi malların ne miktarlarda üretileceğine karar verenler kar amacıyla hareket eden firmalardır. Firmalara yön gösteren kuvvet ise fiyat mekanizmasıdır. Tüketiciler belirli parasal gelirleriyle kendilerine en fazla fayda sağlayacak mal ve hizmetleri satın almak durumundadırlar. Tüketici davranışları fiyat mekanizması yardımıyla üreticilere yön verir. Tüketiciler tarafından talep edilen malların üretimine devam edilirken, talep edilmeyen malların üretimi ise azaltılır veya durdurulur. Mal ve hizmetler nasıl üretilecektir? Yani üretim faktörleri hangi oranlarda kullanılacaktır. Üretim faktörleri piyasasında fiyat mekanizmasının işlemesi sonucunda bu sorun da çözümlenir. Rasyonel hareket eden üretici maliyetini minimum düzeye indirecek faktör bileşimini seçer. Yani emeğin fiyatı sermayeden ucuzsa daha fazla sermaye kullanılır. Üretilen malların bölüşümü nasıl yapılacaktır? Yani üretilen mallar nasıl bölüştürülecektir? Üretim faktörleri, elde ettikleri ücret, faiz, rant, ve kar durumunda hangi üretim faktörünün geliri daha fazlaysa diğerlerine oranla piyasadan daha fazla mal ve hizmet satın alır. Yani bölüşüm, üretim faktörlerinin elde ettiği gelirlerin büyüklüğüne göre gerçekleştirilir. Ekonomik Büyüme ve Kalkınma Sorunu: Üretim kapasitesinin genişletilerek üretimin arttırılması, kar amacıyla üretimde bulunan girişimciler tarafından gerçekleştirilir. Daha fazla kar elde etme düşüncesinde olan girişimciler yeni teknolojileri kullanmak, üretim faktörlerinin verimliliklerini arttırmak suretiyle daha fazla mal ve hizmet üretimine yönelirler. Bu şekilde ekonomilerdeki büyüme ve kalkınma sorunu da çözülmüş olur.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen _Yağmur_; 28 Mayıs 2016 09:55
Not: Bilgilendirme amaçlıdır.
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
2 Temmuz 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Kapitalizm
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Kapitalizm, sosyalist ülkeler dışındaki ül­kelerin ekonomik sistemlerinin adıdır. Batı Avrupa ülkeleri, ABD ve Japonya gelişmiş kapitalizmin örnekleridir; öbür ülkelerde ise kapitalizm az gelişmiştir. "Kapital" yani ser­maye üretim sürecinde gerekli olan toprak, yapılar, makine ve madenler gibi "üretim araçları" ile paradan oluşur. Bu sistemde işletmeler, devletten çok özel kişilerin elinde­dir. Kapitalistler yani sermaye sahipleri, ser­mayelerini üretim sürecinde kullanır ve bu sürecin sonunda gelirlerini "kâr" olarak elde ederler.

İlk Dönem
Batıda feodalizmin çöküşü ve kapitalizmin ortaya çıkışı gerçek anlamıyla 16. yüzyılda gerçekleşti (bak. Feodalizm). 15. yüzyılda ticaret, sanayi ve bankacılıktaki büyüme, kapitalizmin gelişmesine yardımcı oldu.
Bu yıllarda, hükümetler merkantilizm diye bilinen bir politika uygulayarak kapitalizmin gelişmesinde önemli bir rol üstlendi. Merkan­tilizm politikası, ticaret yoluyla, ülkenin zenginliğini ve gücünü artırmayı hedefliyordu. Her ülke, komşularına, aldığından daha çok mal satarak zenginleşmeyi umuyordu. Bu nedenle de hükümetler ülkeye gelen yabancı malları vergilendirerek kendi kapitalist giri­şimcilerini destekliyorlardı.

"Bırakınız Yapsınlar" Dönemi (bak. Bırakınız Yapsınlar Politikası)
18. yüzyılda Sanayi Devrimi üretimi büyük ölçüde artırdı. Devrimle birlikte insan ve hayvan gücü yerine makine kullanılmaya baş­landı. Buhar ve çırçır makineleri gibi buluşlar üretim yöntemlerini geliştirdi. 19. yüzyıla gelindiğinde, merkantilizm politikası geçerli­liğini yitirmişti. Artık kendi işlerini kendileri yürütmek isteyen iş adamları, devletin ticaret ve sanayiye karışmasının zararlı olduğunu düşünüyorlardı. Ülke ekonomisi üzerinde devlet denetiminin az olması ya da hemen hemen bütünüyle ortadan kalkması demek olan bu uygulamaya, Fransızca "bırakınız yapsınlar" anlamına gelen laissez-faire dendi. Bu düşüncenin yaratıcısı Adam Smith'dir. (bak. Sanayi Devrimi)
Kapitalizmin "bırakınız yapsınlar" dönemi­nin temel özellikleri, özel mülkiyet ve serve­tin özgürce kullanımı, en çok kâr getiren alanlara yatırım yapılması ve işletmelerin birbirleriyle rekabet etmesiydi. Talebin yük­sek olduğu ürünlerin fiyatı arttığı, dolayısıyla kâr oranlarının yükseldiği alanlara yatırım yapan pek çok sanayiciden bazısı rekabete dayanıp büyüyebilirken, bazıları da iflas etti.
Girişimciler hangi maldan, ne kadar ürete­ceğine fiyatlara bakarak karar verirdi. Bu dönemde sanayiciler arasındaki rekabet, üre­tim maliyetlerini düşüren yeni teknolojilerin gelişmesine yol açmıştır. Kapitalizmin bu evresinde sermayesi olmayan halkın büyük çoğunluğu çok düşük ücretlerle çalışmak zo­runda kaldı. Büyük işsiz orduları ücretlerin düşük tutulmasında önemli bir öğeydi. 16.-19. yüzyıllar arasında zenginlik ve yoksulluk iç içe geçmişti.
Bu dönemde ekonominin devlet denetimi olmaksızın pazar ekonomisi yasalarına göre işlemesinin, bireylerin refahını, dolayısıyla da toplumun zenginliğini en yüksek düzeye çıkaracağı savunulmuştur.

19. ve 20. Yüzyıllar
19. yüzyıla gelindiğinde İngiltere dünyanın tek sanayileşmiş kapitalist ülkesi durumun­daydı. Bu yüzyılın ortalarına doğru Almanya, ABD, Fransa ve Japonya gibi az sayıda ülkede de kapitalist sistem içinde sanayileşme hız kazanmaya başladı. Bu dönemde İngilte­re'de ve sanayileşmekte olan ülkelerde çalı­şan kitleler örgütlenme ve siyasete katılma hakları için mücadeleye giriştiler. İşçilerin durumlarını iyileştirmeyi amaçlayan sendika­ların kurulmasına başlandı.
Bu yüzyılda Alman düşünürü Karl Marx sosyalist düşüncelerin temellerini attı. Marx'a göre kapitalizm yerini özel sermayenin bulun­madığı sosyalizme bırakacaktı. Kapitalizmde işçiler ve başka ülkelerin yoksul halkları sömürüldüğü için bu düzen adaletsizdi (bak. Komünizm; Sosyalizm).
20. yüzyılda kapitalist sistemde devletler ekonomik olayların yönlendirilmesinde çok daha etkili olmaya başladı ve kapitalizmin "bırakınız yapsınlar" dönemi tarihe gömüldü. Bugün hükümetler haksız uygulamalara karşı yasalar çıkararak iş dünyasını denetler. Ayrı­ca, sosyal güvenliği sağlamak amacıyla yaşlı, yoksul ve işsizlere ödeme yapmak, çalışma saatlerini ve fabrikalardaki güvenlik önlemle­rini düzenlemek de devletin görevleri arasın­dadır.
Kapitalist sistemin kaldırıldığı sosyalist ül­kelerde ekonomi devletçe yönlendirilir. Gü­nümüzde kapitalist ülkelerde "karma ekono­mi" uygulanmaktadır. Karma ekonomilerde hem devlet, hem özel sektör işletmeleri var­dır. Devlet, daha çok büyük altyapı yatırımla­rına ve toplum yararına yönelik ama, özel sektörün kâr amacına uygun düşmeyen alan­lara yönelmiştir. Örneğin, bazı ülkelerde de­miryolları, elektrik üretimi, kömür sanayisi gibi sanayi dalları devlet tekelindedir. Ayrıca devlet bütçe ve vergiler gibi mali yöntemler ile parasal düzenlemeleri kullanarak, enflas­yon ve durgunluğun zararlı etkilerini azaltma­ya çalışır (bak. Enflasyon).
Günümüzde kapitalizm, çokuluslu şirketle­rin çeşitli ülkelerde yaptığı yatırımlar ve ortaklıklarla ülke sınırlarını aşarak bütünleş­miştir. Kurulan anonim şirketlerle sermaye merkezileşmiş yani bir tek şirketin elindeki sermaye çok büyümüş; böylece tekelci şirket­ler ortaya çıkmıştır. Ülke sınırları dışında yeni pazarlar arayan bu şirketler, öbür ülkelerde ya kendi başlarına ya da o ülkedeki başka şirketlerle ortak olarak yatırımlara girişmiştir. Böylece doğan çokuluslu şirketler bugün ka­pitalizmin başlıca yönlendiricisi durumun­dadır.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
20 Temmuz 2012       Mesaj #3
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
Kapitalizm
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Üretim araçlarının özel mülkiyetin elinde olduğu iktisadî sistem. Özel mülkiyet, kişilere ve kuruluşlara ait olabilir. İşçiler belli bir ücret karşılığı bu üretim araçlarının işlemesini ve üretimi sağlarlar. Kapitalizm, serbest girişimciliğe ve piyasa koşullarına dayalıdır. İktisadî ilişkiler (pazar ve piyasa) kapitalizmin izleyeceği yöntemi ve siyaseti belirler. Kâr ve kazanç, özel mülkiyet, kapitalizmin en belirgin nitelikleridir. Paranın ve kredinin de kısıtlayıcı koşullar altında olmaması ve oldukça serbest dolaşım sağlanması gerekir. Kapitalizm kendinden bir önceki toplum düzeni olan feodalizmden doğup gelişmiştir. Orta Çağ Avrupa feodal toplumlarında prens, dük, kont, lord vb. feodal bey topraklarına bağlı köylü-serf topluluklarının yanında zanaat ve ticaretle uğraşan ve bu feodal beylerin türlü gereksinimlerini karşılayan meslek sahipleri de vardı. Bu zanaat ve ticaret sahipleri kendi aralarında loncalar biçiminde örgütlüydüler. Zamanla bu meslekler gelişti, uğraşanları çoğaldı ve bunların evleri ile işyerlerinin bulunduğu kasabalar, giderek kentler oluştu. Kentlere Avrupa dillerinde "burg", buralarda oturan, çalışan meslek ve ticaret adamlarına da "burg'lu (kentli)" anlamında "burjuva" deniyordu. Değişen tarihî koşullar içinde işsiz kalan şövalyeler, toprağı elinden alınan köylüler, bey topraklarından sürülen serfler sürekli bir işsizler kalabalığı biçiminde kırlardan kentlere akıyordu. Öte yandan mal değişimi biçiminde bir alışveriş yoluyla gereksinimlerini karşılayan feodaller, kentlerden sağlayacakları tüketim malları için paraya gereksinme duyuyorlardı. Böylece para, vazgeçilmez bir kurum hâline geldi. Doğu ülkeleri ile ticaret önce Haçlı Seferleri'yle, sonra Afrika (Ümit Burnu) ve Amerika deniz yollarının bulunmasıyla canlandı, tüccarlar zenginleşti. Serflerin ürettiği tarım ürünlerini yeterince paraya çeviremeyen feodal aileleri de sarraflardan borç para alarak onları bankerleştirdiler. Böylece kentler büyüdü, zanaat sahipleri, tüccarlar, sarraf ve bankerler zenginleşti, burjuva sınıfı güçlendi. Rönesans, Almanya'da reform ve köylü isyanları, Fransa'da "aydınlanma" hareketi gibi ilerlemeler bir aydınlar katmanı yarattı. Aydınlar da burjuva sınıfının felsefî, siyasal ideolojisini, sanat ve estetiğini oluşturdular. 18. yüzyıla gelindiğinde burjuvazi batı toplumlarının en güçlü sınıfı durumuna geçmişti. Feodalite hızla çöküyor, yeni sınıf burjuvazi hızla yükseliyordu. 18. yüzyıl sonlarına doğru önce Fransa'da kanlı bir devrimle (1789), sonra da öteki Avrupa ülkelerinde türlü biçimlerde burjuvazi, öteki halk yığınlarını da ardına takarak feodaliteyi yıktı, yerine kendi düzenini (kapitalizm) getirdi. Sanayi devrimini yaptı ve 19. yüzyıl boyunca yükselmesini sürdürerek bütün dünyaya egemen oldu. Bu süre içinde kapitalizm dünyanın en ileri devrimci atılımlarını yaptı, tarihî gidişe ileri bir yön verdi; demokrasiyi getirdi, teknolojinin gelişmesini sağladı. Manifaktür (atölye işletmeciliği) ve özgür rekabet (arz ve talep) aşamalarından geçerek yüzyılımızın başlarında tekelci aşamasına erişti.
In science we trust.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
28 Mayıs 2016       Mesaj #4
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  kapitalizm.png
Gösterim: 2633
Boyut:  53.8 KB
Kapitalizm
Serbest piyasalar mükemmel olmayabilir ama muhtemelen ekonomiyi organize etmek için en iyi yol.

Kapitalizm, kişisel aktörlerin mülkiyete sahip oldukları ve bunu çıkarları doğrultusunda kontrol ettikleri bir ekonomik sistem olarak düşünülür ve arz ve talep, toplumun yararına en uygun olacak şekilde piyasalardaki fiyatları serbestçe belirler.

Kapitalizmin temel özelliği kar etme güdüsüdür. 18. yüzyıl filozofu ve modern ekonominin babası Adam Smith’in dediği gibi: “Kasaptan, hazırlayandan veya pişirenden akşam yemeği beklememizin sebebi onların hayırseverliğinden değil kendi çıkarlarına oluşundandır.” Her iki taraf da gönüllü yapılan alışverişin sonucunda fayda sağlar ama hiçbiri diğer tarafın isteğini yerine getirmeden kendi istediğini elde edemez. Bu rasyonel kişisel çıkar, ekonomik zenginliğe yol açar.

Kapitalist ekonomide, sermaye varlıkları – fabrikalar, madenler ve demiryolları gibi – özel mülk olabilir ve şahıslar tarafından kontrol edilir, işgücü, maaş karşılığı satın alınır, sermaye sahipleri kendi payına düşeni kazanır ve fiyatlar, sermaye ve işgücünü rekabetçi kullanımlar arasında bölüştürür.

Kapitalizm, günümüzde neredeyse bütün ekonomilerin bir biçimde temelini oluşturmasına rağmen, geçtiğimiz yüzyılın büyük kısmında ekonomik düzen açısından iki ana yaklaşımdan biriydi. Diğer yaklaşım olan sosyalizmde, devlet üretim araçlarına sahiptir ve devletin sahip olduğu kuruluşlar, kârdan ziyade toplumsal faydayı maksimize etmeye çalışır.

Kapitalizm Tarihi

Kapitalist sistem, feodal sistemin yıkılmasıyla başlar. Feodalizmin yıkılmasının ardından kapitalizm ortaya çıkmıştır. Daha iyi anlaşılabilmesi için burada feodal sistemi de hatırlamak gerektiğini düşünüyorum.

Hatırlayacak olursanız, feodal sistem de ekonomik anlamda halk, toprakları ellerinde tutan, toprağın sahibi olan soylulara bağlıydı. Feodal sistemde soylunun toprağında üretim yapan halk, kendisine gerektiği kadarını alıp, geri kalanını soyluya vermekle yükümlüydü. Feodal sistemde bir anlamda güç ya da zenginlik tamamen topraktı. 15. yüzyıla gelindiğinde ticaretin gelişmesiyle para hem işlevini hemde önemini büyük ölçüde artırmıştır. Ticaretin gelişmesiyle yıkılmaya başlayan feodal sistem; emeğin satın alınması ve kiralanmasını ortaya çıkarmış, para ve ticaret kapitalist sistemin başlangıcı olmuştur. O halde diyebiliriz ki, artık güç ve zenginliğin ölçütü toprak değil para ve servettir.

Feodal sistemin yıkılmasının ardından İngiltere başta olmak üzere kapitalizm tüm Avrupa’ya, Avrupa’dan da dünyaya yayılmıştır.

Kapitalizmin Özellikleri

Kapitalizmi tanımlayan on tane özellik vardır. Bunlar;

Temel Özellikler;

  • Özel Mülkiyet (Private Property),
  • Teşebbüs ve Seçim Özgürlüğü (freedom of enterprise and choice),
  • Kişisel Çıkar (self-interest),
  • Rekabet (competition),
  • Piyasa Mekanizması (market mechanism),
  • Fiyat (price),
  • Sınırlı Hükümet (limited goverment).
Ortak Özellikler;
  • Sermaye Mallarının Yoğun Olarak Kullanılması (extensive use of capital goods),
  • İşbölümü (division of labor),
  • Paranın Kullanılması (use of money).
-derlemedir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen _Yağmur_; 28 Mayıs 2016 23:54
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
27 Ekim 2016       Mesaj #5
perlina - avatarı
Ziyaretçi
Kapitalist piyasa ekonomisinin temel koordinasyon aracı piyasa sistemidir. Bu temel ilke ile uyum içindeki temel öncelik ilkesi, bireyselliktir. Bu temel ve genel ilkelere uygun olarak, üretim alanındaki temel ve özel ilke üretim araçları üzerindeki mülkiyetin özel bireylere ait olmasıdır. Piyasadaki spontan işleyiş, bireysellik ve özel mülkiyetin sonucu olarak; tüketim, tasarruf ve yatırım kararları, özel birimlere bırakılır.

Piyasalar, serbest giriş çıkışa, sözleşme serbestîsine ve rekabet ilkesine dayalıdır. Piyasalar ekonomide kaynak dağılımıyla birlikte, fiyat oluşumu ve ekonomide paranın serbest dolaşımını sağlar.

Kapitalistler, girişimciler ve üreticiler; ekonomik faaliyetin görülmesini sağlayan araçlardır. Onlar gemiyi yürütürler, ama rotayı belirleme konusunda özgür değillerdir. Onlar kaptan değil, dümenci konumundadırlar. Kaptanın emrine kayıtsız şartsız uymak zorundadırlar. Geminin kaptanı tüketicidir.

Kapitalist ekonomide; bütün program ve planların odak noktasını “piyasa fiyatı” teşkil eder. Piyasa fiyatı göz önünde tutulmaksızın hazırlanan projeler ancak teorik bir kıymet ifade ederler. Teknoloji; belirli bir tasavvurun hangi imkanlara dayanarak nasıl tahakkuk ettirilebileceğini hesaplar. Ancak, bu tasavvurun gerçekleştirilmesi ile kazancının artıp artmayacağını girişimci takdir edemez. Bu noktayı ancak ve sadece “piyasa fiyatına” dayanarak belirlemek mümkündür.

Ekonomik faaliyette kar amacı hakim bulunduğu ve maliyet masrafları ile satış hasılatı arasındaki farkın arttırılması amaçlandığı takdirde; şahsi menfaatler uğrunda memleket menfaatinin ihmale uğrayacağı söylenmektedir. Bu fikir totaliter plancılığın mihenk taşını teşkil etmektedir. Otoriter idare taraftarları, milli menfaatlerin sadece ekonomiye devletin müdahale etmesi sayesinde korunabileceğini ve sırf kâr amacıyla hareket eden özel teşebbüsün memleket hesabına zararlı olduğunu ileri sürmektedirler.
Sentetik kauçuk meselesi “plancılık”ın mutlak bir zorunluluk olduğunu belirten bir örnek olarak gösterilmektedir. Almanya Nasyonal – Sosyalizm (NAZİ) devrinde sentetik kauçuk üretimini geliştirmiştir. Oysa, kâr zihniyeti ile hareket eden özel teşebbüs sisteminin hakim konumda olduğu İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinde pahalıya mal olan ve kâr getirmeyen Ersatz (ikinci kalite alternatif) ürünlere kıymet verilmemiştir. Bu yüzden harp hazırlığı bakımından önem arz eden üretim kolları ihmale uğramış ve ciddi bir tehlike geçirilmiştir.

Bu düşünce tamamıyla yanlıştır. Harp hazırlığının özel kişiler eline bırakılması gerektiği hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmış değildir. Memleketi düşmana karşı korumak ve yurt içinde asayişi temin etmek bütün hükümetlerin birinci görevidir. Eğer bütün insanlar dürüst ve fazilet sahibi olsa idiler ve kimse diğerinin hakkına tecavüz etmese idi; hükümetlerin, orduların, donanmaların, polislerin, mahkemelerin ve ceza evlerinin kurulmasına gerek kalmazdı. Harp hazırlığını yapmak, hükümet işidir. Hükümetin bu görevini yerine getirmemesinden özel kişileri ve işletmeleri sorumlu tutmanın anlamı yoktur. Asıl suç, hükümete aittir ve demokrasi rejimlerinde seçmenlerin de geniş bir sorumluluk payı vardır.

Almanya, harp maksadıyla silahlanmıştır. Alman Genelkurmayı harp halinde kauçuk ithaline imkan bulunamayacağını bildiği cihetle, sentetik kauçuk üretimini teşvik etmiştir. İngiliz ve Amerikan askerî makamlarının harp zamanında ihtiyaçların Malezya ve Hollanda Hindistan’ı kauçuk plantasyonlarından temin edilebileceği kanaatinde olup olmadığını araştırmaya gerek görmüyoruz. Ancak, yeterli derecede stok biriktirmek üzere tedbir alınmadığı ve sentetik kauçuk üretimine zorunluluk hissedilmediği bir gerçektir. Yine de bazı İngiliz ve Amerikalı sanayiciler, Almanya’da sentetik kauçuk üretiminin gelişimini takip etmişlerdir. Ancak, sentetik kauçuğun üretim maliyetleri çok yüksek olduğundan, üretim tesisleri kurma rizikosunu göze alamamışlardır. Hiçbir girişimci, kar şansı olmayan böyle bir işe sermaye yatıramaz. Üretici ancak müşterilerin ihtiyaç duyduğu malı üretebilmek konumundadır. Britanya ve Amerika halkı sentetik kauçuk fiyatları çok yüksek olduğundan, rağbet gösterecek durumda değillerdi, ve bu işe yatırılacak sermaye kâr getirmemeye mahkum gözüküyordu. Kauçuk ihtiyacını karşılamak üzere Anglo-Sakson memleketlerinin başvurabilecekleri en uygun tedbir, dışarıya ihraç ettikleri mamullerin bedeli ile doğal kauçuk satın almaktı.
Eğer Washington ve Londra hükümetleri 1941 ve 1942 yıllarında cereyan eden hadiseleri önceden sezmiş bulunsa idiler; sentetik kauçuk imal etmek üzere alınması gereken tedbirleri ihmal etmezlerdi. Hükümet, malî yardım yapmak veya gümrük himayesini kuvvetlendirmek suretiyle sentetik kauçuk sanayiini teşvik edebilirdi.

Hükümet savunma ekonomisinin gerektirdiği önlemleri ihmal ederse sermaye sahiplerinin bu ihmalden doğan mahzurları kendi vasıtaları ile telafi etmelerine imkan yoktur. Kimya sanayinin sentetik kauçuk üretimini dikkate almadığını ileri sürmek, makine sanayiini Hitler’in iktidara geldiği günden itibaren uçak üretimine başlamamakla itham etmekten farksızdır. Bu gibi iddialar; harp öncesi yıllarda askerlik talim edeceği yerde Amerika tarihine ve felsefeye dair kitap yazmakla vakit geçiren bir bilim adamını suçlu bulmak kadar saçmadır. Hükümet ülke savunmasına gereken önemi vermediği takdirde, özel şahısların durumu söz ve yazı ile eleştirmekten başka bir şey yapmalarına imkan yoktur.

Birçok doktorlar, halkın gerçek ihtiyaçlarını ihmal ederek zararlı şeylere para harcandığından şikâyet ederler. doktorlara göre insanların gıda rejimlerini değiştirmeleri, içki ve sigarayı azaltmaları ve boş vakitlerinden daha makul bir şekilde yararlanmaları gerekir. Doktorların belki hakkı vardır. Lâkin “vatandaşların” bu durumlarını ıslah etmek, ne hükümetin ve ne de iş adamlarının vazifesidir. Üretici, müşterinin dadısı değildir. Eğer halk sert içkileri tercih ediyorsa iş adamı üretimini ona göre ayarlayacaktır. Halkı ıslah etmek isteyenlerin başvurabilecekleri tek araç, ikna kuvvetidir. İkna kuvveti, halk psikolojisini değiştirebilecek demokrasiye uygun tek tekbirdir. Eğer bir insan karşısındakilere kendi fikirlerini kabul ettiremiyor ise, bu onun kabiliyetsizliğinden ileri gelen bir şeydir. Zorla inandırmak için kanun kuvvetine, polis teşkilatına ve tazyik yollarına başvurmaya hakkı yoktur.
Halkın tüketim maddeleri hakkındaki takdir hükmü “iktisadi hesabın” temelini teşkil eder. Tüketicinin yanıldığı ve takdir hükümlerinin hakikate uymadığı vakidir. Tüketilecek eşyanın kalitesinden anlamak, bir seviye meselesidir. Lâkin halkı olduğu gibi kabul etmek mecburiyetindeyiz. Kamuoyu yüzeyseldir diye onun yerine başka bir otorite ikame edemeyiz.
Piyasa fiyatının mutlak değişmez bir kıymet ifade ettiği iddiasında değiliz. Kişisel tercihlerin ve hataların etkilerinden bağmsız mutlak bir kıymet kavramı yoktur. “Kıymet hükümleri” insanların takdirine bağlıdır. Hüküm veren bir kimsenin zaafı ve kısa görüşü, takdirin sıhhati üzerinde etkilidir. Piyasa fiyatının diktatörler veya büyük kütleler tarafından verilmiş bir takdir hükmü neticesinde tayin edilmesi, hata ihtimallerini asla azaltmaz. Kıymet daima göreceli, sübjektif ve insanî bir kavramdır. Hiçbir vakit mutlak, objektif ve ilahî olamaz.

Serbest girişim ve özel mülkiyet rejimlerinde tüketim maddelerinin piyasa fiyatı, üretim faaliyetinde hissesi bulunan unsurların değerine bağlıdır. Bu itibarla, üretim unsurlarının hangi faaliyet alanlarında kullanılmasının daha faideli olacağını bir dereceye kadar hesaplamak imkânı vardır. “En fazla yararlı” deyişinden maksat; birçok sahalarda kullanılabilecek üretim faktörlerinin halk tarafından en fazla rağbet gösterilen ve daha yüksek verimlilik elde edilecek işlere tercihan tahsis edilmesidir. “İktisadi hesap” üretimi müşterilerin taleplerine göre ayarlamak imkanını kazandırmaktadır. Oysa, sosyalizm’i model olarak alan herhangi bir rejimde, üretimi düzenleyen merkezî teşkilat “iktisadi hesap” yapabilmek mevkiinde değildir. Sosyalist rejimlerde, piyasa diye birşey yoktur. Piyasa olmayınca, doğal olarak hesap unsurlarına esas teşkil eden bir “piyasa fiyatı” da bulunmayacaktır.
Meseleyi daha iyi kavrayabilmek için, kâr kavramının nitelik ve kaynakları hakkında kısa bir analiz yapalım.
Bünyesinde hiçbir değişiklik meydana gelmeyen, statik bir ekonomi sistemi farz edelim. Hiçbir yeniliğe sahne olmayan duraklama halindeki bir ekonomide bütün şartlar değişmeksizin kalacaktır. Bir fabrikatörün üretimi için kullandığı unsurların masrafı, satış ücreti ve sermaye faizi olarak ödenen bedel, üretim hasılası ile tam bir eşitlik temin edecektir. Satış fiyatında hiçbir kâr hissesi bulunmayacaktır. Böyle bir sistem, doğal olarak kâr mekanizmasından ve girişimciyi harekete geçiren saiklerden mahrum kalacaktır. Bugünkü imalat ile dünkü veya on sene önceki üretim arasında hiçbir fark bulunmayacaktır. Teknik şartlarda, fiyat seviyesinde, arz ve talep dengesinde herhangi bir kımıldanış görülmeyecektir. Yeni kurulacak girişimler için “hayat sahası” ve faaliyet imkânları bulunmayacaktır.

Bu durum bir faraziyedir. Şimdi hakikate dönelim. Daima değişen bir dünyada yaşıyoruz. Nüfuz hacmi, zevkler, arzular, üretim faktörleri arzı ve teknik şartlar sürekli bir değişim geçirmektedir. Her an, üretimi yeni şartlara göre ayarlamak zorunluluğu ile karşılaşılmakta, girişim ve inisiyatife ihtiyaç duyuran fırsatlar birbirini kovalamaktadır.
Kâr amacıyla hareket edenler, daima fırsat peşinde koşarlar. Satış fiyatı ile maliyet unsurları arasında dişe dokunur bir kâr payı keşfettikleri zaman derhal harekete geçerler. Eğer tahminlerinde yanılmamış iseler kazanırlar. Lâkin bu türden kârlar uzun müddet devam etmez. Yani üretim programlarının uygulamaya konulması, maliyet unsurlarının yükselmesine neden olur. Kâr, ancak piyasa canlılığını muhafaza ettiği müddetçe devamlı bir mahiyet arz eder. Teşebbüs sahipleri, kârı sürdürebilmek için sürekli tetik üstünde bulunmak ve yeni fırsatlar kollamak mecburiyetindedirler. Bu ise, arzı talebe göre ayarlayabilme meselesidir.
Üretim araçları ve iş gücü talebi, işletmeler arasında bir mücadele konusudur. Girişimcilerin üretim araçlarına ve işçilere ödeyecekleri bedel, müşterinin üretim hâsılasına verebileceği tahmini fiyata bağlıdır. Yeni tesisler sipariş eden veya işçi kadrolarını genişleten teşebbüsler; işletmeden elde edilebilecek verimliliği daima göz önünde bulundurmağa mecburdurlar. Çeşitli müteşebbisler ihtiyaç duydukları üretim faktörlerini bir diğerinden ayrı amaçlar için kullanma düşüncesindedirler. Çeşitli işletme dalları arasındaki rekabet, üretim faktörlerinin değişik kullanım alanlarındaki verimlilik farkına göre sonuç verir. Piyasada, otomobil talebinin bir süre için durulmasına karşılık buzdolaplarına karşı gösterilen talebin artması, her iki üretim dalının da verimleri üzerinde etki yaratır. Tesis hacmi ve işçi kadroları, çeşitli girişimciler arasındaki rekabetin sonucuna göre sürekli olarak değişir. Tatmin araçlarının ihtiyaçlara yetmemesi ve tüketim malları talebindeki çeşitlenme, piyasada rekabet halinde bulunan işletmelerin iş programları bakımından büyük önem arz eder. Hesaplarını piyasa şartlarına göre düzenleyememiş olan bir işletme er veya geç iflasa mahkûmdur.
Derlemedir
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.

Benzer Konular

3 Ekim 2011 / Misafir Soru-Cevap
28 Mayıs 2016 / ecce Cevaplanmış
20 Temmuz 2012 / buz perisi X-Sözlük
21 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük