Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
27 Aralık 2016       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM

İki Devrim


Rus-Japon Savaşı halk tarafından başlangıçta da benimsenmemişti. Bir de bu savaşın yitiril­mesi ülkede durumun ne kadar kötüye gittiği­ni tüm açıklığı ile gösterdi. Çar demokratik siyasal partilerin kurulması önerisini redde­dince, toplumda huzursuzluk daha da arttı. Birçok yerde bir dizi grev ve ayaklanma baş gösterdi.

22 Ocak 1905 Pazar günü, sonradan çarlık polisinin bir ajanı olduğu ortaya çıkan papaz Gapon'un öncülüğündeki büyük bir işçi top­luluğu isteklerini çara sunmak üzere ellerinde haçlarla, ilahiler söyleyerek Kışlık Saray'a doğru yürüdüler. Polis yürüyüşü durdurmak için işçilerin üzerine ateş açtı. 100'ün üzerinde göstericinin öldüğü bu olay tarihe "Kanlı Pa­zar" olarak geçti. Kanlı Pazar'ın ardından Rusya'da birçok kentte grevler, kırsal bölge­lerde köylü ayaklanmaları ve askerler arasın­da isyanlar görüldü. 1905 Devrimi olarak ad­landırılan bu toplumsal hareketler Rusya'da meşruti monarşinin kurulmasında etkili oldu. Bu başkaldırıların en ünlülerinden biri de Potemkin zırhlısında baş gösteren isyandır. Bu isyan daha sonra Sergey Ayzenştayn'ın ünlü filmine de konu olmuştur.

1905 Devrimi sonunda çarlık güçlerince bastırıldı, ama Çar II. Nikolay, askeri dikta­törlükle halka bazı haklar tanıyacak bir re­form programı arasında bir seçim yapmak zo­runda kaldı. "Ekim Manifestosu" olarak bili­nen yazılı bir metinle söz ve düşünce özgürlü­ğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgür­lüğü gibi belirli bazı hakları tanıdığını açıkla­dı. Ayrıca bu manifestoda, çarın yasa yapma yetkisini paylaşacak Duma adında bir mecli­sin kurulması da öngörülüyordu. 1906'da seçi­len ilk Duma'da sol muhalefet ve reform yan­lıları çoğunluğu alınca, çarlık yönetimiyle ça­tışma kaçınılmaz oldu ve Duma iki ay içinde dağıtıldı. II. Duma da aynı biçimde, üç ay içinde dağıtıldı. Çar ve bakanları Duma'nın seçimi ile ilgili kuralları değiştirerek ve yetki­sini kısıtlayarak, etkin bir biçimde çalışmasını engellediler. Daha sonra seçilen III. ve IV. Duma'lar çarlık yönetimini destekledi. Gene de, Duma Rusya'da demokratik yönetime doğru atılmış bir adım oldu. Tanınan haklar da siyasal partilere, sendika ve dernekler ile basına görece özgür bir ortam sağladı.

1905-17 arası hoşnutsuzluğun sürdüğü yıllar oldu. Devrim söylentileri yaygınlaştı. Çarlık yönetiminin Rus olmayan halklara ve özellik­le Yahudiler'e uyguladığı baskı yoğunlaştı. Sanayide hızlı bir gelişmenin olduğu bu yıllar­da Sibirya'da yerleşim yaygınlaştı. Ama 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı çarlık yöne­timinin çöküşünü hazırlayan temel nedenler­den biri oldu.
Rusya I. Dünya Savaşı'nda Almanya'ya karşı İtilaf Devletleri ile birleşti. Donanım ve erzak eksikliği Rus ordusunun savaşta ağır ye­nilgiler almasına yol açtı. Osmanlı ordusunun Almanya ve Avusturya yanında savaşa girme­siyle Kafkasya'da yeni bir cephe açmak zo­runda kalan ve boğazların kapanmasıyla aldı­ğı destek büyük ölçüde azalan Rusya, art arda yenilmeye başladı. 1916'ya gelindiğinde ordu­nun insan kaybı 1 milyonu aşmıştı. Kötü yö­netimden büyük zarar gören ordunun savaş­ma gücü kalmamıştı. Halk arasında savaşa karşı hoşnutsuzluk giderek arttı. Askerler is­yana ve birliklerini terk etmeye başladılar. Petrograd'da (bugün Leningrad) ve Mosko­va'da çarlık yönetiminin önleyemediği grevler ve gösteriler hızla yayıldı. Fabrikalarda işçi­ler, cephede askerler ve kırsal alanda köylüler sovyet adı verilen yerel örgütler kurdular ve örgütlendiler.

Savaşın ve ekonominin kötü gidişi basında ve Duma'da yeni bir hükümet kurulması iste­ğinin gündeme gelmesine yol açtı. Mart 1917'de Petrograd'da işçi ve askerlerin temsil­cilerinden oluşan Sovyetlerin önderliğinde başlayan ayaklanma Moskova ve öbür kentle­re de yayıldı. Şubat Devrimi olarak adlandırı­lan bu devrimle çar tahttan çekildi ve yönetim kurulan Geçici Hükümet'in eline geçti.

Askerlerinin desteğini yitiren çar 1918'de kurşuna dizildi. Bu arada Rusya'da etkinlik gösteren sosyalistler çalışmalarını çeşitli ör­gütlerin içinde ayrı ayrı sürdürüyor, belirli olaylarda birlikte hareket ediyorlardı. 1898'de işçi ve aydınlarca kurulan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi 1912'de Bolşevikler (çoğunluk) ve Menşevikler (azınlık) olarak iki ayrı partiye bölünmüştü. Bu iki parti ile öbür sosyalist parti ve gruplar Rusya'nın siyasal ya­şamında giderek önemli bir yere sahip oldu­lar. Şubat Devrimi'nden sonra Rusya'nın he­men her önemli kent ve bölgesinde işçi, köylü ve askerler arasında giderek yaygınlaşan Sov­yetlerin içinde güçlendiler.

Bolşevikler'in önderi V. İ. Lenin, Şubat Devrimi'nin ardından Almanya'dan Rusya'ya döndü. Savaşı sona erdirmeyen, işçi, köylü ve askerlerin istemlerini karşılayamayan Geçici Hükümet'e karşı halkın büyüyen hoşnutsuz­luğunu da dikkate alarak, devrimin sürdürül­mesini ve bütün iktidarın Sovyetlere geçmesi­ni savundu. Devrimin önderlerinden Lev Troçki ve bazı Menşevikler'i de yanlarına alan Bolşevikler, geniş bir propaganda çalış­ması başlattılar; Sovyetlerin içinde giderek güçlendiler; "Barış, Toprak ve Ekmek" sloga­nıyla geniş halk kesimlerini kendi yanlarına çektiler. Bu arada başarısız bir sağ darbe giri­şimi, Sovyetlerin devrime sahip çıkması ge­rekliliğini ortaya çıkardı. Eylül 1917'de Pet­rograd ve Moskova Sovyetleri seçimlerini ka­zanan Bolşevikler, Lenin'in önerisiyle 7-8 Ka­sım gecesi Geçici Hükümet'i devirerek yöne­timi ellerine geçirdiler. Ardından toplanan kon­grede tüm iktidar Sovyet Merkezi Yürütme Komitesi'ne bırakıldı. Hükümet görevi de Le­nin'in başkanı olduğu Halk Komiserleri Kon-seyi'ne verildi.

Sovyet Devleti


Lenin, Rusya'da gerçekleştirilen sosyalist devrimin Avrupa'daki düzeni sarsacağını ve bir dizi devrimin ilki olduğunu düşünmüştü. Oysa Avrupa'da beklenen sosyalist devrimler gerçekleşmedi ve Lenin tüm gücüyle, tam an­lamıyla sanayileşmemiş bir ülkede sosyaliz­mi gerçekleştirmek için çalışmaya başladı. Sı­kı disiplinli Komünist Parti yönetimi, Çarlık Rusya'sının merkezi otoritesinin yerini aldı. Bu yönetimin temel görevi, bir tarım ülkesi, dolayısıyla da oldukça yoksul bir ülke olan Rusya'yı modern ve sanayileşmiş bir güç yap­maktı.

Komünist öğreti, 19. yüzyıl felsefe, ekono­mi ve siyaset kuramcısı Karl Marx'm düşünce­lerinden kaynaklanır. Batı sanayi toplumları­nı inceleyen Marx, bu toplum biçiminin yarat­tığı haksızlıklara karşı çıkarak kapitalizmin yı­kılmasının kaçınılmaz olduğunu, yerine ko­münist sistemin kurulacağını savunmuştur. Marksizm'in temel öğretilerinden biri de, bir ülkenin toprak, maden, fabrika ve banka gibi tüm zenginlik kaynaklarının halkın deneti­minde kamu mülkiyetine geçmesi gerekliliği­dir. Böylece, herkes bu zenginliklerden adil biçimde yararlanabilecektir (bak. komünizm; Marx, Karl; Sosyaüzm).
Lenin, hem ülkeyi Marksizm'in ilkelerine göre yönetmek, hem de sanayinin gelişimini hızlandırmak gibi çifte görevle karşı karşıya kaldı. Devrimle komünist toplum arasında bir geçiş döneminin, yani sosyalizm aşamasının yaşanması gerektiğini savunan Lenin, bu ara dönemde ülke yönetiminin proletaryanın (işçi sınıfının) elinde olacağını söyledi. Sosyalizm aşamasında "herkesin yeteneğine göre çalış­ması ve herkese çalışmasına göre ödeme ya­pılması" ilkesi geçerli olacaktı.
Ülke yeterince zenginleşince, "herkes yete­neğine göre çalışacak, ama üretimden gereksin­diği kadar pay" alacaktı. Bu gerçek komünist toplumda, artık gereksizleşen devlet ve devletin ordu, polis gibi kurumlan ortadan kalkacaktı.

Devrim Sonrası


Devrimden sonra, Lenin ve arkadaşlarının karşılaştığı en acil sorun Almanya ile savaşa son verilmesiydi. Yeni yönetimin ilk uygula­maları arasında tüm topraklann kamulaştınl-ması ve köylülere dağıtılması, bankaların dev­letleştirilmesi, fabrikalarda işçi denetiminin yerleştirilmesi, kadın erkek eşitliğini sağlaya­cak yasal düzenlemelerin yapılması sayılabi­lir. Bu arada Alman birlikleri Rusya toprakla-nnda ilerliyordu. Ordusu dağılmış ve yeni sis­temi henüz oturtamamış olan Rusya'da top­lumsal ve siyasal ortam da oldukça karışıktı. Bu nedenle, kendi partisi içinde bile sert karşı çıkışlar olmasına karşın, Lenin Almanya ile Brest-Litovsk Antlaşması'nın imzalanmasını sağladı (1918). Bu antlaşmayla yeni yönetim Baltık bölgesi, Polonya, Ukrayna ve Kafkas­ya'dan çekilmeyi kabul etti.

Devrimden sonra Rusya'nın bazı bölgeleri Sovyet sistemini benimsemişti. Yeni yönetim de, Rusya'daki tüm halklara eşit haklar tanı­yan, kendi kaderini belirleme, ayrılma ve ba­ğımsız devlet oluşturma hakkı veren bir kararı onaylamıştı. Ukrayna ile Don ve Volga ır­makları çevresinde yaşayan Kazaklar Sovyet sistemini reddettiler. Ukrayna Moskova'dan bağımsızlığını ilan etti. Brest-Litovsk Antlaş-ması'yla da Sovyet birlikleri Ukrayna'dan çıktı.

Yeni yönetimin iktidarını pekiştirme çaba­lan Mayıs 1918'de çıkan iç savaşla yeniden kesintiye uğradı. Eski çarlık generallerince yönetilen karşıdevrimci Beyaz Ordu, Mart 1918'de Rus Komünist Partisi adını alan Bol­şevikler'e karşı olan bazı gruplar ile İngiltere, Fransa ve ABD gibi batılı devletler Sovyet yönetimine karşı savaşmaya başladılar. İtilaf Devletleri Bolşevikler'i devirmek ve Rusya'yı yeniden Almanya'ya karşı savaşa sokmak için Arhangelsk, Murmansk ve Vladivostok'a as­ker çıkardılar. I. Dünya Savaşı'ndan sonra da batılı devletler para, silah ve erzak yardımıyla Beyaz Ordu'yu desteklediler.
Sovyet yönetimi Lev Troçki'yi, Kızıl Ordu olarak bilinen yeni orduyu örgütlemekle gö­revlendirdi. 1919'dan başlayarak Petrograd'a yürüyen karşı kuvvetler Troçki'nin önderli­ğindeki Kızıl Ordu tarafından püskürtüldü. Ukrayna, Beyaz Rusya, Gürcistan, Ermenis­tan ve Azerbaycan Sovyet yönetimine girdi. Baltık cumhuriyetleri Letonya, Litvanya ve Estonya İtilaf Devletleri'nin desteğiyle ba­ğımsızlıklarını korudular. Polonya'ya karşı sürdürülen savaş başarılı olamadı ve Ukrayna ile Beyaz Rusya'nın bir bölümü Polonya'ya bırakıldı. İç savaş 1920'nin sonlarına doğru bitti. Bu savaş 100 binden fazla kişinin ölümü­ne ve yaklaşık 2 milyon kişinin ülkeden kaç­masına yol açtı.

Savaş döneminde Rus Komünist Partisi iktidara tek başına egemen oldu, muhalefet sus­turuldu, parti içinde merkeziyetçilik ve disip­lin temel alındı. İç savaş sırasında "savaş ko­münizmi" uygulaması adı altında sanayi, tica­ret ve hizmet sektöründe sıkı bir devlet dene­timi uygulandı. Savaş koşulları nedeniyle köy­lüye para ödenemeyince, fazla ürünlerine pa­rasız el kondu. İşçi ücretleri ürün ya da karne ile ödenmeye başlandı. Bu zorunlu uygulama­lar, art arda yaşanan I. Dünya Savaşı, devrim ve iç savaşın ülkede yarattığı yıkımla birleşin­ce, Rusya yoksulluğun ve kıtlığın eşiğine gel­di. Tarımsal üretim düşmüş, sanayi felce uğ­ramıştı.
Ad:  SSCB7.jpg
Gösterim: 1383
Boyut:  49.7 KB
Lenin 1921'deki parti kongresinde, Yeni Ekonomi Politikası (NEP) adını verdiği bir programın uygulanmasını kabul ettirdi. NEP, tarımda zorla alım yerine yeni bir vergi siste­mi getiriyor, özel mülkiyete, kapitalist yöne­tim tekniklerinden yararlanmaya ve piyasa ekonomisine bir ölçüde izin veriyordu. NEP uygulaması tarım ve sanayi üretimini artırdı, ekonomi kısa sürede savaş öncesi durumuna geldi. 1921'de uygulanmaya konan NEP, Le­nin'in ölümünden sonra 1928'e kadar sürdü­rüldü.
NEP dönemi aynı zamanda Troçki ve Josef Stalin'in Komünist Parti içinde süren çekiş­melerinin de doruğa çıktığı dönem oldu. Le-nin'in sağlık nedeniyle parti ve devlet işlerin­den uzak durduğu 1922-24 arasında, Troçki 1922'de parti genel sekreteri olan Josef Stalin karşısında gücünü yitirdi. Lenin'in ölümünü izleyen dönemde iktidarını pekiştiren Stalin muhalefeti sindirme yolunu seçti. 1926'da Troçki ve öbür muhalifler partiden ve devlet görevlerinden uzaklaştırıldı. Troçki 1929'da ülke dışına sürgüne gönderildi.

1928'den sonra partiyi ve devlet yönetimini kesin denetimine alan Stalin beş yıllık planlar­la büyük çapta bir sanayileşme girişimini baş­lattı. Bunun yanı sıra tarımın kolektifleştiril-mesi gündeme geldi. Ekim Devrimi'nden son­ra köylüye toprak dağıtılmıştı. Ama toprak devletin mülkiyetindeydi. Tarımda üretimin artırılması için, her aileye küçük bir tarla ver­mek yerine, 150-300 ailenin çalıştığı kolhoz adı verilen çiftlikler ve üretimde ulaşması gereken he­defler belirlendi. 1929-32 arasında uygulanan ilk beş yıllık plan özellikle ağır sanayinin ku­rulmasını öngörüyordu. Bu dönemde çok zor koşullarda çalışıldı ve sonuç çok başarılıydı. İkinci beş yıllık plan (1933-37) ilkinin devamı niteliğindeydi ve SSCB giderek büyük bir sa­nayi ülkesi durumuna geldi. Üçüncü beş yıllık plan II. Dünya Savaşı'nın çıkması ile yanda kaldı.

1939'da SSCB ile Almanya 10 yıllık bir sal­dırmazlık antlaşması imzaladı. Bu antlaşma, Almanya'yı hem doğuda, hem de batıda sava­şa sokmak istemeyen Hitler'in düşüncesiydi. II. Dünya Savaşı Almanya'nın 1 Eylül'de Polonya'ya saldırısıyla başladı. 17 Eylül'de SSCB güçleri Doğu Polonya'yı işgal etti. Ar­dından Estonya, Letonya, Litvanya'ya giren SSCB, bu ülkeleri kendi sınırlarının içine kat­tı. Kısa bir savaştan sonra Finlandiya'dan da bazı bölgeler alındı. Bu harekât, bir bakıma SSCB ile Almanya arasında "tampon" bir bölge oluşturmayı amaçlıyordu. Bu önlemlere karşın 1941'de Almanya SSCB'ye saldırdı ve kısa sürede ülkenin doğu bölümünün büyük kesimini ele geçirdi.

SSCB savaş sırasında fabrikalarını Urallar'ın gerisine taşımak gibi olağanüstü zor bir işi gerçekleştirerek, hem üretimin tümüyle aksamasını önledi, hem de savaş için gerekli gereçlerin üretilmesini sağladı. 1941'de Mos­kova yakınlarına kadar gelen Almanlar, Müt-tefikler'den askeri destek alan ve moral ola­rak da toparlanan Kızıl Ordu'nun savunması karşısında çekilmek zorunda kaldılar. Bir yıl sonra, Almanlar Kafkasya'daki zengin petrol yataklarını ve Stalingrad (bugün Volgograd) sanayi bölgesini ele geçirmek amacıyla yeni bir saldırı başlattı. Stalingrad aylarca kuşatma altında kaldı. Halk yardım gelinceye kadar kenti savundu. Sonunda büyük bir bozguna uğrayan Alman ordusu geri çekilmeye başla­dı. 1943'ün sonunda Alman işgalindeki top-raklann üçte ikisi kurtarılmıştı. 1944'te Doğu Avrupa'da ilerleyen SSCB ordusu Alman topraklanna girdi.
II. Dünya Savaşı SSCB'nin de içinde bulun­duğu Müttefik Devletler'in zaferiyle sona er­di, ama savaş ve Nazi işgali milyonlarca insa­nın ölümüne ve büyük yıkıma neden oldu. Sa­vaşta SSCB yaklaşık 20 milyon insanını yitirdi.
Savaştan sonra yapılan beş yıllık planlar bu yıkımı onarmaya yönelikti. Ayrıca SSCB güç­lü bir ordu da beslemek durumundaydı. Al­man işgalinden kurtardığı Doğu Avrupa ülke­lerinin denetimini de elinde tutuyordu. Ordu-lan, uydulan ve komşu sosyalist ülkelerle bir­likte SSCB en güçlü ülkelerden biri oldu.

Beş yıllık planlar ayrıca, SSCB'nin Kutup Bölgesi topraklarının geliştirilmesini ve yeni sanayiler için gerekli dev hidroelektrik san-tralların kurulmasını da öngörüyordu. 1936' ya kadar Komünist Parti ve devlet yönetimin­de tek otorite olarak iktidarını pekiştiren Stalin, parti içinde ve halk arasında yükse­lebilecek her türlü muhalefeti baskıcı yön­temlerle susturdu. "Büyük Temizlik" olarak adlandırılan uygulamalarla, eski Bolşevik ön­derlerin çoğu Stalin'e karşı çıktıkları için düz­mece gerekçeler ve delillerle tutuklandı, hap­se atıldı ya da idam edildi. Partide ve devlet kademelerinde çalışanlardan Stalin karşıtı olanlar yargılandı, sürgün edildi ya da görev-' den alındı. Binlerce kişi halk düşmanı ilan edilerek çalışma kamplarına gönderildi. 1953'te Stalin'in ölümünden sonra Nikita Kruşçev ve Georgi Malenkov yönetime seçil­diler. 1955'te Malenkov'un yerini Nikolay Bulganin aldı. SBKP'nin 1956'da yapılan 20. Kongresi'nde ilk kez Stalin'in putlaştırılması yerildi, yöntem ve uygulamaları eleştirildi. Kongrede ayrıca "barış içinde bir arada yaşa­ma" ilkesi kabul edildi. Bu ilkeye uygun ola­rak, 1957'de yönetimin en güçlü kişisi olan Kruşçev'in döneminde ABD ve öbür batılı ül­ kelerle ilişkilerin geliştirilmesine çaba harcan­dı. Yerel yönetim birimlerine ağırlık verilir­ken merkezi yönetimin yetkisi azaltıldı.

1964'te Kruşçev görevden alınarak, yerine Sovyetler Birliği Komünist Partisi birinci sek­reterliğine Leonid İlyiç Brejnev, başbakanlı­ğa da Aleksey Nikolayeviç Kosigin getirildi. Bu dönemde merkezi yönetimin otoritesi ye­niden güçlendirildi. 1966'da genel sekreter­liğe, 1977'de ise Yüksek Sovyet Prezidyu-mu başkanlığına getirilen Brejnev ülkenin iç ve dış ilişkilerini belirleyen en güçlü adamı oldu.

1957'de ilk yapma uydu Sputnik, 1961'de ise Rusça'da "evren gezgini" anlamına gelen ilk kozmonot uzaya gönderildi. SSCB Orta­doğu'da, Afrika'da ve Orta Amerika'da etkin bir rol oynamaya başladı. Ama bir zamanlar çok iyi olan SSCB-Çin Halk Cumhuriyeti iliş­kileri ciddi biçimde bozuldu. II. Dünya Sava-şı'ndan sonra çeşitli uluslararası çelişkiler dünyanın iki büyük gücü olan SSCB ve ABD çevresinde gelişti. Kore Savaşı (1950-53), Kü­ba Bunalımı (1962), Vietnam Savaşı, Afganis­tan ve Nikaragua sorunları bunlardan en önemlileriydi. Gene de 1971 sonrasında geliş­tirilen yumuşama siyaseti sonucu, 1972'de ABD ile Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (SALT) başlatıldı.

Leonid Brejnev 1982'de öldü. Yerine seçi­len Yuri Andropov SSCB'nin güçlü haber al­ma örgütü KGB'nin başkanıydı. Andropov ekonomiyi geliştirmek ve ülkede bir yenilen­me hareketi başlatmak istiyordu. Ama bunla­rı gerçekleştiremeden öldü. Konstantin Çer­nenko 1984'te görevi devraldığı zaman 73 ya­şındaydı. O da ancak bir yıl görevde kaldıktan sonra ölünce, bu kez Politbüro'nun genç ve dinamik üyelerinden Mihail Gorbaçov işbaşı­na geçti. Gorbaçov, SSCB'de yürürlükte olan sistemi yeniden düzenlemekte kararlıydı. Par­ti ve devlet kademelerinde büyük değişiklik­ler yapmakla işe başlayan Gorbaçov 1986'da perestroyka (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) ilkelerini açıkladı ve parti içinde onaylanmasını sağladı. Perestroyka, SSCB'de sanayi ve tarımdan, tiyatro ve çevre sorunları­na bakışa kadar yaşamın tüm alanlarının yeni­den biçimlendirilmesi anlamını taşıyordu. Glasnost ise, SSCB'de sistemin aksayan yön­lerini göstermeyi amaçlıyordu.

Gorbaçov aynı zamanda, SSCB'de sistemin demokratikleştirilmesinden yanaydı. Sıradan insanların siyasal yaşama daha fazla katılma­sını ve görevlileri rahatlıkla eleştirebilmesini istiyordu. Komünist Parti'nin ekonominin günlük işleyişine daha az karışmasını, devlet aygıtındaki rolünün azaltılmasını, yerel mec­lislere (sovyetler) daha fazla yetki verilmesini ve güçlendirilmesini, Komünist Parti' nin yerel düzeydeki etkisinin azaltılmasını da savunuyordu. Bu görüşleri Komünist Parti içinde de destek buldu ve ülkede yeni bir dö­neme girildi.

1989'da Yüksek Sovyet Prezidyumu baş­kanlığına getirilen Gorbaçov, 1990'da daha geniş yetkiler tanınarak aynı göreve seçildi. Gorbaçov yönetimi, ABD ve öbür batılı ülke­lerle ilişkilerin yumuşatılması ve Çin'le ilişki­lerin düzeltilmesi konularında önemli adımlar attı. Özellikle silahlanma yarışını durdurma ve ABD ile orta menzilli nükleer füzelerin kal­dırılmasına ilişkin görüşmelerde önemli geliş­meler oldu. Merkezi otoritenin daha demokra­tik bir yapıya kavuşturulmasıyla birlikte, SSCB'de yaşayan çeşitli halkların merkezi yö­netimle ve birbiriyle olan çelişkileri de su yüzü­ne çıktı. Kafkasya'daki olaylar ile Baltık cumhuriyetleri olan Letonya, Estonya ve Lit-vanya'nın bağımsızlık kararları birbirini izle­di. Haziran 1990'da Rus Sovyet Federe Sos­yalist Cumhuriyeti de aldığı egemenlik kararı ile SSCB'den ayrılma hakkını saklı tutarak merkezi hükümetle olan bağlarını gevşetti. Bu olaylar sonunda SSCB'de yapısal değişikliklerin hangi düzeyde gerçekleşeceği henüz belirginlik kazanmadı.
Gorbaçov öbür Doğu Avrupa ülkelerinin komünist partileri ve yönetimleri üzerindeki SSCB denetimini kaldırınca, 1989'dan başla­yarak bu ülkelerde de önemli siyasal ve top­lumsal değişimler yaşandı.


MsXLabs.org & Temel Britannica
Son düzenleyen Safi; 29 Aralık 2016 18:35
SİLENTİUM EST AURUM