Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
28 Aralık 2016       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Savaş sonrası yılları (1946-1953).


Savaş sırasında 13 milyonu asker olmak üzere, 20 milyon insan kaybeden SSCB, IV. beş yıllık planda (1946-1950) hedef alınan kalkınmayı gerçekleştirmeye koyuldu. Bu planın sonunda, sanayi üretimi, 1940'takini % 73 aştı, ama tarım üretimi ancak 1940'takinin % 99'u düzeyindeydi. Tarımdaki durgunluk, kolhoz üyelerinin savaş sırasında ele geçirdikleri toprakların bir bölümünü kolektiviteye geri vermelerini öngören eylül 1946 kararnamesinden sonra, tarım üreticileri ile yönetim arasında ortaya çıkan gerginlikten ve 1947 para reformlarından kaynaklanıyordu. Tarım sorumlusu olan Hruşçev 1950'de kolhozların bir araya toplanmasına ilişkin bir planı kabul ettirdi ve 1951'de, tarımkentleri kurulmasını önerdi. V. plan (1951-1955) da, tüketim mallarının aleyhine olarak ağır sanayiye öncelik tanıyor ve geçim koşullarında gerçek bir iyileşme sağlamıyordu.
Savaş sonrası yıllarının bir başka ayırdedici özelliği de, rus milliyetçiliğinin körüklenmesi ve çeşitli milliyetler üzerinde giderek daha sıkı bir denetim kurulması yoluyla ideolojik baskıların güçlendirilmesiydi. 1946 yılında çıkarılan bir kararname, Kafkas halklarından Inguşlar ve Çeçenler ile Kırım Tatarları'nın yurtlarından sürüldüklerini (sürgün işlemi 1943 - 1946 başında gerçekleştirildi) ve bunların özerk cumhuriyetlerinin lağvedildiğini bildiriyordu. 1950 yılına kadar, baltık ülkelerinde ve Batı Ukrayna'da Sovyetleştirmeye ve kolektifleştirmeye karşı çıkanların sürgüne gönderilmesi uygulaması devam etti. Polis baskısı Voznesenskiy'in başkanlığındaki Leningrad parti örgütü (1949-1950) ve kozmopolit ve Siyonist olduğu iddia edilen Gürcistan mingrelya parti kadroları üzerinde de etkisini gösterdi (1948-1952).
iktidarını giderek daha kişisel biçimde sürdüren Stalin, hayranlık ve baba saygısıyla tapınılan bir şahıs haline geldi; oysa, kendisi sürekli komplo korkusu içinde yaşıyordu ve 5 mart 1953‘te öldü.

Soğuk savaş


ikinci Dünya savaşı'nın galipleri, gerek Almanya'nın gerekse Kore'nin statüsü üzerinde herhangi bir anlaşmaya varamadılar. Sosyalist kamp ülkelerinin komünist partilerinin eylemleri arasında koordinasyon sağlamak amacıyla 1947'de Kominform kuruldu. Kızıl Ordu'nun desteği ya da Moskova'nın siyasal baskısıyla, meydana gelen devrimler sonucunda Bulgaristan, Romanya, Polonya ve Çekoslovakya'da 1947-1949 arasında, SSCB'yi örnek alan siyasi rejimler kuruldu. Sovyetler Batı Berlin'i, temmuz 1948'den mayıs I949'a kadar ablukaya aldılar ve ekim 1949'da Yugoslavya ile diplomatik ilişkilerini kestiler. Öte yandan SSCB, şubat 1950'de, Çin Halk Cumhuriyeti'yle bir dostluk ve karşılıklı yardım antlaşması imzaladı. Böylece Sovyetler, iyice büyümüş olan sosyalist kampta, hâkim bir rol oynamaya başladı.

Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyasını ele geçirmeyi amaçlamasının kendisi için bir tehdit oluşturduğunu düşünen SSCB, 1949'da kurulan Kuzey Atlantik paktı'nın saldırgan bir nitelik taşıdığını ileri sürdü. Soğuk savaş gerginliği, Kore çatışmasının (1950-1953) seyri ve Yunanistan ile Türkiye'nin NATO'ya girmeleriyle (1952) daha da arttı.

Hruşçev'in getirdiği yenilikler (1953- 1964).


Stalin öldükten sonra başlıca çalışma arkadaşları onun görevlerini üstlenip yürüttüler. Bakanlar kurulu'na başkanlık eden Malenkov'un dört başkan yardımcısı vardı: Beria (1953'te tasfiye edildi) Molotov, Bulganin ve Kaganoviç. Hruşçev ise, parti sekreterliğine getirilmişti. Yeni yönetim, sosyalist yasallığı sağlamak ve Sovyet yurttaşlarının yaşam koşullarını iyileştirmek istiyordu. Nitekim, kampların yönetimi, İçişleri bakanlığından alınarak önce Adalet bakanlığına bağlandı, daha sonra da lağvedildi (1956); devlet güvenliği de İçişlerimden alınarak 1954'te kurulan KGB'ye verildi. Çeşitli aflar ve birçok mahkeme kararının yeniden gözden geçirilmesi sonunda, çok sayıda Gulag tutuklusu serbest bırakıldı. Nihayet, tüketim mallarının üretimi için daha önce görülmemiş çabalar harcandı. Hruşçev, tarımdaki durumu düzeltmek için partiye bir dizi önlemler kabul ettirdi; bakir toprakların tarıma açılması konusunda bir kampanya başlattı (1954) Ve artık yönetim kadrolarında parti üyelerinin de yer aldığı kolhozlara daha büyük özerklik tanıdı (1955-1956).

Uluslararası ilişkilerin yumuşatılması girişimine de Stalin'in ölümünden hemen sonra el atıldı: Kore'de ateşkes (temmuz 1953). Yugoslavya ile uzlaşma (1954- 55), Cenevre zirve toplantısı (temmuz 1955) ve Almanya Federal Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkilerin kurulması. Öte yandan, sovyet yöneticileri, Afganistan ve Hindistan gibi bağlantısız ülkelerin tarafsızlığını yeni baştan değerlendirdiler ve 1954-1955'ten sonra bunlara ekonomik yardım yaptılar. Fakat Almanya Federal Cumhuriyeti NATO'ya girince, SSCB, buna karşılık olarak yedi halk demokrasisiyle Varşova paktı nı imzaladı (mayıs 1955). Yumuşama, partinin XX. Kongre'si gündeminde yer aldı ve kongre, barış içinde yan yana yaşamayı, Sovyetler Birliğı'nin dış siyasetinin genel çizgisi olarak tanımladı.

Aynı kongre, tüketim malları üretiminde ve inşaatta güçlü bir gelişmeyi öngören VI. beş yıllık planı (1956-1960) onayladı; sosyalist yasallığın, "kişiye tapınma" yüzünden uğradığı ihlalleri açıkça kınadı. Hruşçev, gizli bir raporda, Stalin'in cürümlerini açıkladı. Stalinciliğin böyle açıkça suçlanması, Stalin'e muhalefet edenlerin tasfiyesi sorununa ve onun gerçekleştirdiği ekonomik işlere dokunmadığı halde, sosyalist kampta bir şok etkisi yarattı. Kominform'un lağvedilmesinden (nisan 1956) sonra, PolonyalIlar sosyalizme kendi yollarından ulaşmaya yöneldiler; ayaklanan Macarlar ise, Sovyet ordusuna şiddetli bir direniş gösterdiler (kasım 1956).

XX. Kongre, ülkede, hissedilebilir bir yumuşamaya yol açtı. Tasfiyelere kurban giden birçok kimsenin ve Sibirya ile Orta Asya'ya sürülmüş halkların (Kırım Tatarları ve Volga Almanları dışında) itibarı iade edildi. Ne var ki, stalincilikten arındırma politikasının sonuçları, parti Prezidyu- mu üyelerinin çoğunu tedirgin ediyordu; nitekim, bunlar, haziran 1957'de Hruşçev'in istifasını istediler. Hruşçev, durumunu korumayı başardı ve Molotov, Kaganoviç ve Malenkov'u Prezidyum'dan uzaklaştırdı; 1958'de de Bulganin'in yerine Konsey başkanı oldu.

Büyük bir dinamizm gösteren Hruşçev yönetim (1958-1964), bazıları çelişik ve aceleye getirilmiş çeşitli reformların doğurduğu tehlikeli engellerle karşılaşmaktan geri kalmadı. Bu reformlar, ekonomik etkinliklerin konsantrasyondan ve merkeziyetçilikten kurtarılmasını amaçlıyordu 1959'un başında toplanan XXI. Kongre, yedi yıllık planı (1959-1965) onayladı ve sosyalizmin SSCB’de kurulmuş olduğunu kabul ederek, komünist toplumun gerçekleştirilmesine yönelme kararı aldı Planın ilk sonuçları cesaret vericiydi ve göz kamaştırıcı teknik başarılar (1953’te hidrojen bombasının yapılması, 1961'de Gagarin’in uzay uçuşu) iyimserlik yarattı Partinin XXII. Kongre'sinde (ekim 1961) 1919 programının yerine yeni bir program benimsendi ve Stalin'e karşı yem suçlamalar yapıldı. SSCB'nin 1970'te ABD’yi geçmesini öngören Kongre, kül tür alanında da yeni bir "buzların erimesi" dönemini başlattı. Bu dönem, aydınların hizaya gelmeye çağırılmasına kadar (1963) sürdü. 1959'da dine karşı mücadele, kısıtlayıcı yasalar ve baskı uygulamalarıyla yeniden başladı.

SSCB, dış ilişkilerde, sömürge durumundan yeni kurtulmuş Üçüncü dünya ülkelerini destekleyerek uluslararası nüfuzunu güçlendirdi. Süveyş bunalımına (1956) müdahalesinden sonra, Nasır'ın öncülüğünde gelişen arap milliyetçiliğinden ve Irak devrimi'nden (1958) yararlandı. 1960'ta, Kongo'da P. Lumumba'yı destekledi. Ama SSCB'nin Çin'le ilişkileri, 1955'ten sonra bozuldu ve çin-sovyet anlaşmazlığı 1961'de iyice açığa çıktı. Buna paralel olarak SSCB, 1958 yılının sonundan başlayarak Batılılar'ın Alman Demokratik Cumhuriyeti'ni tanımalarını ve Berlin'in statüsünü gözden geçirmeyi kabul etmelerini sağlamaya çalıştı. Hruşçev bu amaçla, bir zirve konferansı yapılmasını istedi. Sovyet toprakları üzerinde amerikan casus uçağı U-2'nin düşürülmesinden kısa bir süre sonra yapılan bu toplantı, başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine SSCB, Küba'yı açıkça desteklemeye karar verdi. Doğu-Batı ilişkilerinin kötüleşmesi, Berlin duvarının inşaasına (ağustos 1961) ve Küba'ya sovyet füzelerinin yerleştirilmesinden doğan bunalıma (ekim 1962) yol açtı. Saldırı siyasetinin başarısızlığa uğraması, Hruş- çev’i, ABD ile yeniden sürekli bir yumuşama ilişkisine girmeye yöneltti. Kremlin ile Beyaz Saray'ı doğrudan bağlayan bir "kırmızı telefon" kuruldu (haziran 1963) ve nükleer denemelerin kısmen yasaklanmasına ilişkin bir antlaşma imzalandı (ağustos 1963).
Ama, tarım alanındaki güçlükler 1958’den sonra da varlığını sürdürdü, hatta daha da şiddetlendi; ekonominin yönetimi konusunda 1962-63'te alınan yeni önlemler, çeşitli sektörler arasındaki koordinasyonun daha da güçlenmesine yol açtı; bu da kargaşa ve israf doğurdu. Halkın sevgisini gittikçe kaybeden ve parti Prezidyumu tarafından keyfi iradecilik ve serüvencilikle suçlanan Hruşçev, ekim 1964'te görevlerinden istifa etmek zorunda kaldı.

ileri sosyalist toplum (1964-1985).


Brejnev, parti birinci sekreterliğine, Kosigin Bakanlar kurulu başkanlığına getirileli Mikoyan Yüksek sovyet başkanı oldu, ama 1965'te yerini Podgornıy’a bıraktı. Gromiko Dışişleri bakanı, Suslov da ideolojik işler sorumlusu olarak kaldılar. Yeni yönetim, gerçekçi bir siyaset gütmek ve Hruşçev'in devrimci ütopyalarını bir yana bırakmak istiyordu. 1964 sonundan başlayarak tarım ve iaşe koşullarını iyileştirmek amacıyla önlemler aldı ve 1965'te sanayi işletmelerinin yönetiminde reform yapılmasını kararlaştırdı. Böy- lece işletmeler daha büyük bir mali özerkliğe kavuşturuldu. Partinin XXIII. Kongresi (1966), Hruşçev'in kasım 1962'de kararlaştırdığı parti örgütü reformlarını bir yana bıraktı ve leninci ortodoks görüşe bağlı kalmak azminde oldu Ardında Lenin Mozolesi, ğunu belirtti. İdeolojinin saptanması, ifa önünde Kızılmeydan’la bu balkon, de ve haberleşme araçlarının denetlen Moskova'daki iktidar sahiplerinin mesi ve resmi görüşten sapan hareketle boy sırasını göstermeye yarardı rin baskı altına alınması konularında sert bir tutum benimsedi. VII. beş yıllık planda (1966-1970), gelişmenin bilimsel temellerinin kurulmasına büyük önem verildi. Ama gelişme hızının yavaşlaması, sovyet yöneticilerini, devlet dairelerinde ve ekonomide yönetim maliyetini düşürmek, çalışma disiplinini pekiştirmek ve ülkedeki işgücünün aşırı seyyaliyetini önlemek amacıyla önlemler almaya sevk etti (1970).

Hruşçev döneminde belli bir hoşgörüye alışmış olan aydınların hepsi, yeni ideolojik tutuma boyun eğmediler. SSCB'de inakomıyslyaşçiye yani "başka türlü düşünenler" diye adlandırılan "ayrılıkçılar" eleştirilerini samizdat' kanalıyla, yani yapıtlarını yabancı ülkelerde yayımlamak yoluyla açıklamaya yöneldiler.

1970'te bir insan haklarını savunma komitesi kurdular. Ama hükümet, marjinal olmalarına rağmen, bu kişilerin muhalefetini kırmak için önlemler aldı: A. D. Sinyavskiy ve i. M. Daniel (1966), V. Bu- kovskiy (1967), E. Ginzburg (1968), general P. Grigorenko (1969) mahkûm edildiler. Bazı ulusal grupların isteklerini belirtmek için başvurdukları gösteriler, merkezi iktidar için daha da kaygı verici oldu: örneğin, Kırım Tatarları, 1967'de itibarlarını yeniden elde etmeyi başardılar.

1971'den sonra Yahudiler, SSCB'yi terk ederek İsrail'e gitmek hakkını elde ettiler (bu hak, o zamana kadar ancak istisnai olarak tanınıyordu). Hruşçev yönetiminin verdiği ödünler sayesinde yeniden ortaya çıkan, çeşitli uluslardan seçkin kişiler, bazı özlemlerini dile getirebilmek olanağını elde ettiler: Enternasyonalcilik ya da Ruslaştırma (1965) adil memorandumun yazarı UkraynalI ivan Dzyuba gibi.

Brejnev yönetiminin (1964-1982) ayırtedici özelliği, kadroların büyük bir istikrar kazanmasıdır. Terfiler, her kademede düzenli bir şemayı izledi. Parti ve yönetim sorumlularına sağlanan önemli maddi avantajlar genelleştirildi. Buna paralel olarak, devlete ya da kooperatiflere ait malzeme ve hammaddelerin hileli yollardan ele geçirilmesine dayanan yasadışı ekonomik etkinlikler arttı. IX, X. ve XI. beş yıllık planlar (1971-1975, 1976-1980, 1981-1985), halka yüksek bir refah düzeyi sağlamayı, çalışma etkinliğinin artırılmasını ve bilimsel ve teknik ilerlemeler sayesinde, niteliğinin iyileştirilmesini amaçlıyordu. Kurulan 'yeni iktisadi mekanizma'nın (1979) amacı ise, işletmelerdeki iktisadi suiistimalleri önlemek ve onların planlama ile ilişkilerini normalleştirmekti.

1961 yılında başlatılan Anayasa'yı gözden geçirme süreci, 1977 Anayasasının kabul edilmesiyle sonuçlandı. Bu Anayasa, işçi ve köylülerin sosyalist devletinin "tüm halkın sosyalist devle- ti'ne dönüştüğünü gösteriyor ve Sovyet toplumunun 'ileri sosyalist toplum" olduğunu belirtiyordu.

Brejnev, 1977'de Podgornıy'ı görevden uzaklaştırarak, parti başkanlığı ile devlet başkanlığı görevlerini kendinde topladı. Bu arada, Politbüro içinde, 1976'dan 1984'te ölümüne kadar Savunma bakanı olan Ustinov'un, Gromiko'nun ve 1967'den 1982'ye kadar KGB başkanlığı yapan Andropov'un durumu güçlendi. Brejnev ölünce (kasım 1982), parti genel sekreteri olarak yerine Andropov geçti, 1983'te de Yüksek sovyet başkanlığına getirildi. 1980'den beri Bakanlar kurulu başkanı olan Tihonov mevkiini korudu. Andropov yönetimi (kasım 1982- şubat 1984), "sosyalist çalışma disiplini'ni pekiştirerek (ağustofe 1983 kararnamesi) ve "kişisel zenginleşmece karşı mücadele ederek, iç durumu iyileştirmeye çalıştı. Andropov'un ölümünden sonra, onun yerine, partinin (şubat 1984) ve devletin (nisan) başına Çernenko geçti. Fakat, Çernenko da mart 1985'te ölünce partinin başına Mihail Gorbaçov getirildi.

Gorbaçov dönemi (1985-1991)


Genel sekreter Gorbaçov parti içinde yeterli desteği sağladıktan sonra reform girişimlerine başladı. Partinin XXVII. kongresine sunduğu raporda sosyo-ekonomik kalkınmanın hızlandırılması gerektiğini, yönetimde demokratikleşmeye ve yerinden yönetime ağırlık verilmesini önerdi. Ocak 1987'deki parti merkez komitesi toplantısında da yaygın reformları, demokratikleşmeyi savundu. Perestroyka (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) ilkeleriyle özetlediği reform paketi komite tarafından desteklendi. 1941'den beri ilk kez toplanan Komünist parti kon- feransı'nda da (temmuz 1988) yeniden yapılanma görüşüldü. Gorbaçov, reformlardan dönüşün mümkün olmadığını, siyasal düzenin de, yapılanmaya koşut olarak, değişmesi gerektiğini vurguladı; köktenci ekonomik reformların gerekliliğini, özgürlüklerin genişletileceğini belirtti. Parti içinde seçim düzeninin tabandan yukarıya işleyeceğini, delegelerin merkezden seçiminden vazgeçildiğini açıkladı.

Demokratikleşme sürecinde Stalin ve Brejnev dönemleri eleştirildi. Stalin döneminde sözde yargılamalarla ölüme mahkûm edilen Buharin, Rıykov, Lev Ka- menev gibi parti önderleri Yüksek mahkemede aklandılar. Basın "açıklık" ilkesini uygulayarak yönetsel, toplumsal, ekonomik sorunlara, eleştirilere yer vermeye başladı. Moskova'da bir kamuoyu araştırma merkezi kuruldu (mart 1988). Dev- let-Kilise ilişkileri de yumuşadı. Rus halkının Ortodoksluğu kabulünün 1 000. yıldönümü, yetkililerin de katıldığı törenlerle kutlandı (1988).

Demokratikleşme hareketi milliyetçilik özlemlerinin açığa vurulmasına yol açtı. Kazakistan parti genel sekreterinin değiştirilmesine karşı Alma-ata'da milliyetçi gösteriler yapıldı (aralık 1986). İkinci Dünya savaşı sırasında Özbekistan'a sürülen Tatarlar Kırım'a dönmek için girişimlerini yoğunlaştırdılar. Baltık cumhuriyetleri Estonya, Letonya, Litvanya'da milliyetçi istemler parlamentolarda tartışılmaya başladı. Ermeniler, Dağlık Karabağ yöresinin Ermenistan'a bağlanması için gösteriler yaptılar. Azerbaycan'da Sumgait kentindeki gösterilerde Azerilerle Ermeniler arasında çıkan çatışmada 32 kişi öldü (şubat 1988). Gürcistan'da da şiddetle bastırılan gösterilerde ölenler oldu (nisan 1989).

Mart 1989'da yeni oluşturulan Halk temsilciler meclisi için seçimler yapıldı. İlk kez gizli oyla ve birden çok aday gösterilerek yapılan seçimlerde parti üyesi olmayan pek çok kişi seçildi. Merkez komitesi kadrosunda da gençleştirilmeye gidildi; bu amaçla 110 kişi görevden ayrıldı (nisan 1989).

Gorbaçov büyük önem verdiği reformların gerçekleşmesi için dış politikada barışa ve silahsızlanmaya ağırlık verdi ABD'yle Cenevre'de yapılmakta olan ve ara verilen nükleer silahların sınırlandırılması görüşmelerine yeniden başlandı. ABD Başkanı Reagan ile gerçekleştirilen zirve görüşmeleriyle (kasım 1985, ekim 1986, aralık 1987, mayıs-haziran 1988) iki blok arasındaki gerginlik büyük ölçüde azaltıldı. VVashington'da ABD'yle orta menzilli nükleer füzelerin (İNF) kaldırılması için anlaşma imzalandı (aralık 1987). Kısa menzilli nükleer füzelerin de kaldırılması için girişimler başlatıldı. Sovyet birlikleri 15 şubat 1989'da Afganistan'ı tamamen boşalttı. Varşova paktı ülkerindeki Kızıl ordu birliklerinin büyük bölümünün çekilmesine başlandı (1989). Viyana'da sürdürülen, konvansiyonel silahların azaltılarak dengelenmesi görüşmelerinde de uzlaşmacı bir politika izlendi. Gorbaçov Birleşmiş milletler genel kurulu'nda yaptığı konuşmada (aralık 1988) sovyet birliklerinin sayısının iki yıl içinde 500 000 azaltılacağını açıkladı Çin ile ilişkilerin düzeltilmesine de önem verildi. Gorbaçov'un öngörülen Çin gezisi (mayıs 1989), bütün dünyada izlenen yeni dış politikanın doğal bir sonucu olarak değerlendirildi.

SSCB'yi oluşturan federe cumhuriyetlerdeki milliyetler arasında başlayan gerginlik ve çatışmalar, 1989 yılından itibaren şiddetlendi ve ulusal istekler özellikle baltık ve kafkas ülkelerinde hızlandı. Kafkasya'da, Azerilerle Ermeniler arasındaki çatışmalarda pek çok insan öldü. 1990 yılında Komünist partisinin yönetici rolü kaldırılarak bir başkanlık sistemi rejimi kuruldu. Mart 1990'da Gorbaçov, Halk temsilcileri kongresi tarafından SSCB devlet başkanlığına seçildi. SSCB Moskova anlaşmasıyla iki Almanya'nın birleşmesini kabul etti. Pazar ekonomisinin kurulmasını öngören reformların yarattığı kargaşa nedeniyle meydana gelen ekonomik düzensizlik ve merkezi hükümetle federe cumhuriyetler arasındaki gerginlikler, Sovyetler Birliği'ni kökünden sarsmaya başladı. Ağustos 1991'de muhafazakâr komünist yöneticilerin, Gorbaçov Kırım'da tatildeyken ona karşı giriştikleri hükümet darbesi, Rusya Federasyonu başkanı Boris Yeltsin'in yönettiği direniş sayesinde başarısızlığa uğradı. Baltık ülkelerinin (Estonya, Letonya ve Litvanya) bağımsızlığının eylül 1991'de Uluslararası toplulukça tanınmasından kısa süre sonra SSCB dağılma sürecine girdi ve Gorbaçov 25 aralık 1991'de devlet başkanlığından çekildiğini televizyonda ilan etti. O gün gece yarısı Kremlin'de SSCB bayrağı indirilerek yerine Rus bayrağı çekildi. Böylece Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği 1991 yılı sonunda tarihe karışmış oldu.

ASKERİ TARİH


SSCB'nin askeri sorunsalı.


Bolşevikler, 28 şubat 1918'de, bir "köylü ve proletarya ordusu" olan Kızıl Ordu'yu kurdular Başlangıçta, bu ordu, devrimi iç ve dış düşmanlarına karşı savunacaktı, ama devrimci olmak isterken bir yandan da rus tarihinin sürekliliğinde bütünleşmek gereksinimini duyduğu için çok geçmeden ulusal bir orduya dönüştü. Devrimci dogmalar ve coğrafi-tarihi gerçekler birbirinden ayrılamazdı, ama bunları uyumlu hale getirmek önemli sorunlar yaratıyordu. Lenin, Clausewitz'i okumuş ve üzerinde düşünmüştü ve onun "savaş, politikanın başka yollarla sürdürülmesidir" görüşünü paylaşıyordu. "Marxçılar bu beliti, daima, her türlü savaşı açıklayabilecek başlıca kuramsal ilke saymışlardır" diyordu. Bir yandan devletin yapısı ile hükümet sistemi, öte yandan askeri örgütlenme ile savaşın yönetilmesi arasında sıkı ilişki olduğuna inanıyordu ve Marx'a sadık kalarak, savaşın devrimi doğurmaya yardım edebileceğini düşünüyordu. Bu politik kaygı, asker olmayanların işiydi. Orduyu kuranlar ve bir strateji belirleyenler Troçki, Lenin, Frun- ze, Timoşenko, Voroşilov, Stalin gibi siviller oldu. Ama imparatorluk ordusunun eski subaylarından ikisi, Tuhaçevskiy ve Şapoşnikov da onlara katıldılar. Hepsi de Kızıl Ordu'nun "silahlı bir kalabalık" olması ve anarşinin karşı devrimi kolaylaştırmaması için, özellikle disiplin konusunda klasik ilkelere başvurdular. Bir iç savaşa karşı koymak zorunda olan SSCB, "kapitalist kuşatma'nın tehdidi altında olduğundan kendisini savaşta sayıyordu. Troçki, sabık imparatorluk ordusundan birçok subay ve astsubayı Kızıl Ordu'ya kabul etmek zorunda kaldı ve onları ideolojik bir kalıpta bütünleştirmeye önem verdi. Ama marxçı bir askeri öğreti var mıdır? önemli bir tartışmanın kökeninde bu soru yatar. Sivillere ve Tuhaçevskiy'e göre iç savaştan edinilen bilgilere bakarak, önceki askeri öğretiler artık geçer-


sizdi ve ideolojiden esinlenen yenilerini tasarlamak gerekiyordu. Troçki'ye göre, savaş pratik bir sanattan başka bir şey olmayacak kadar çok fazla politik ve maddi güçlerin kavşak noktasında bulunduğundan, marxçı olsun ya da olmasın bir 'savaş bilimi' yoktu. Troçki hem başka ülkelerin, hem eski rus rejiminin deneyimini göz önünde bulundurmayı gerekli görüyordu. Sovyet askeri politikasının değişmez sorunlarından biri ta o zaman ortaya çıktı: ideolojik gereklerle askeri gerekleri nasıl uzlaştırmak? İkinci Dünya savaşı soyunca, Stalin, alman istilası karşısında sovyet birliklerinin davranışını açıklamak için "Kutsal Rusya ana" çağrışımına başvurdu. İdeoloji saldırıyı, rus gerçeği savunmayı gerektiriyordu. Askeri bir zafer, yeni bir politik rejimin kurulması için gerekli koşulları yaratabileceğinden Tuhaçevskiy, bütün alanlarda saldırıya geçmeyi salık vermişti: bu görüş, 1945'te Doğu Avrupa'da doğrulandı ve mareşal Yakuboskiy, Varşova paktı'nın başkomutanı olunca Tuhaçevs- kiy'in görüşlerini ilke edindi. Ama askeri yenilgi politik yenilgi demektir: dünya devriminin kalbi olmak isteyen bir devlet için, prolitik amaçlarıyla orantılı askeri bir sisteme, dolayısıyla basit savunma zorunluluklarının gerektirdiğinin üstünde askeri bir potansiyele sahip olma gerekliliği bundan doğmaktadır. Bu askeri sistemin güçlü olması, ekonominin ordunun gereksinmelerine bağlı olmasını zorunlu kılıyordu. Bu sorun, sovyet askeri politikasına hep egemen oldu. Bu politika, hem rejimin devrimci istemlerine sadık kalmak, hem coğrafi konumdan ve ekonomik olanaklardan doğan zorunluluklara uymak zorundaydı.
• 1918'den 50'// yıllara kadar Kızıl ordu. Bolşevikler, çarı terk eden impartorluk ordusundan bazı unsurlara yaslanmasa- lardı 1917 ekiminde kendilerini kabul ettiremezlerdi. Yeni hükümet, onu onaylayan işçileri ve ayaklanan birlikleri bir araya toplamakla yetinemezdi. Ama devrimci bir rejimin ordusunun da devrimci olması gerekiyordu. Kızıl Ordu'nun siyasallaşması, onun doğuşunu sağlayan koşulların ürünüdür. Ta başlangıçta, Lenin ve yoldaşlarının, devrime karşı savaşan Ruslar'ın saldırılarını karşılamak için askeri harekâta başvurmak zorunda kalmalarıyla bu siyasallaşma daha da belirginleşti: 1922'ye kadar, Ukrayna'da, Don bölgesinde, Kafkasya'da ve Uzakdoğu'da general Kolçak, Denikin ve Vran- gel'in 'beyaz' ordularına karşı savaşmak zorunda kaldılar ve 1920'de, Polonya'ya girdiler. Bu siyasallaşma, komünist liderlerin ilerde birçok kez birbirlerine karşı giriştikleri mücadeleler için bir çeşit alıştırma oldu. O sırada askeri politika ancak Almanya'nın desteğiyle temellerini pekiştirebilirdi. Almanya ise Versailles antlaşması'nın sonuçlarını ancak Sovyet- ler'in desteğiyle değiştirebilirdi. 1923'te, Junkers, Moskova yakınındaki Fili'de uçak yapma izni aldı. 1924'te, alman pilotlar için Lipetsk'te bir eğitim merkezi açıldı. Krupp, Orta Asya'da bir top fabrikası kurdu. General von Seeckt, SSCB’nin yardımı sayesinde Versailles anlaşması'nı 'atlatarak' Reichsvvehr'i kurabildi ve modem silahlarla donattı. Kızıl ordu da bundan yararlandı: subaylar Almanya'da staj gördüler, fabrikaları modern bir teknoloji ile donatıldı. Havacılığın ve zırhlı araçların gelişmesiyle açılan olanakların bilincinde olan Tuhaçevskiy Almanlar'ın benimseyecekleri bu silahların topluca kullanımını öngören öğretiyi tasarladı.
Ama Stalin bir süre Almanya'da kalmış olan, hatta alman subaylarla sadece karşılaşmış olan bütün subayları öldürttü. 11 haziran 1937'de Pravda, ordunun yüksek rütbeli komutanlarından bir grubun ölüm haberini verdi. Bunların arasında o zaman Savunma bakanı yardımcısı olan Tuhaçevskiy de vardı: Stalin, o za

manlar Sicherheitsdienst'in şefi olan R. Heydrich'in katkısı ve Edvard Benes'in yardımıyla Tuhaçevskiy'e karşı bir komplo düzenleyerek onu tasfiye etti. Haziran 1937'den eylül 1938'e kadar, 'temizlik' bütün birliklerde, her kademede yapıldı. Kızıl Ordu'nun başı kesildi: ancak iki albaydan biri kaldı. Direktif, parti yönetimince, özellikle teknik ve taktik konusunda iç savaşta deneyim geçirmiş olan Stalin ve Jdanov tarafından verildiğinden, bu operasyon, bazı tip silahların, özellikle uçakların, tankların ve topların seri halinde üretiminde önemli bir gecikmeye yol açtı. Yöneticiler 1939'da girişilen Finlandiya* seferlerinin yarattığı uyarıyı dikkate almadılar; bu savaşta Kızıl ordu çetin bir direnmeyle karşılaşmış ve zayıf noktaları ortaya çıkmıştır: birliklerin kış savaşı koşullarına uyarlanamaması, kayakçı birliklerin olmayışı, taşıma araçlarının yetersizliği, otomatik silahlardan yoksunluk vb. Ancak 1940 şubatında, 27 tümeni, binlerce top ve tankı harekete geçirdikten sonra, mareşal Timoşen- ko'nun birlikleri 'Mannerheim hattı'nı yarmayı ve Finlandiya'yı ateşkese zorlamayı başarabildi. Stalin'in askeri politikası, politik nedenlerden dolayı başarısızlığa uğradı. 1941 haziranında alman saldırısı sırasında, son derece ağır koşullar altında bu politika neredeyse iflas edecekti. Almanlar cepheye 17'si tank ve 13'ü motorize olmak üzere 190 tümen (5 milyondan fazla asker), yaklaşık 5 000 uçak, 3 700‘den fazla tank sürdüler. Sovyet kuvvetlerinin sayısı 3 milyon askerden azdı; ellerinde 1 500 yeni tank, 1 500 yeni uçak, önemli miktarda zırhlı ve eski araç vardı; 170 tümen batı sınır bölgelerinde toplanmıştı. Alman saldırısı, bazı bölgelerde kurtarıcı olarak karşılanmakla birlikte, her türlü ideolojiden bağımsız olarak klasik halk duygularının, özellikle yurtseverliğin uyanmasına yol açtı. Kayıplar çok büyüktü: 13 milyon asker ve 7 700 000 sivil. Bu sonuç, savaşa hazırlıksız yakalanıldığını ve Almanya ile anlaşma politikasının kötülüğünü açıkça göstermektedir. Özellikle, 301u yıllarda askeri komutanların hemen hepsinin elenmesi, Kızıl Ordu'yu, bilgileri ve askeri deneyimleri Birinci Dünya savaşı'na ve iç savaşa dayanan subayların ve alelacele yetiştirilmiş komutanların ellerine bıraktı. Ju- kov, Vasilevskiy, Kirponos, Timoşenko ya da Meretskov gibi subaylar bile, Sta

lin'in maceracı emirlerine karşı çıkmayı cesaret edemediler. Zafer, önemli kayıplar pahasına ve Anglosaksonlar'ın katkısıyla kazanıldı. 1945'te Kızıl Ordu'nun Avrupa'da elde ettiği üstünlük, onun kendi potansiyel gücünden değil, III. Reich düştükten sonra Müttefiklerin kuvvetlerini terhis etmelerinden dolayıdır. Kızıl ordu, şimdi Avrupa'nın göbeğindedir ve SSCB'nin askeri politikasına yeni boyutlar kazandıracak politik bir operasyon aracıdır.
• SSCB Dünya çapında askeri güç. Askeri politika, 'sosyalist kale'nin sınırlarını Avrupa'nın göbeğine kadar yayma istemiyle birleşti, ama dünyada devrim hayalleri başarısızlığa uğradıktan sonra kale olarak bir tek SSCB'nin kendisi kaldı. Güçlü komünist partilere dayanan Sov- yetler Birliği, Marshall planı'nın uygulanmasına karşı çıkmaya çalıştı ve 1948 şubatının sonunda, Prag'a komünist bir hükümeti kabul ettirdi. Batı'nın tepkisi, özellikle 4 nisan 1949'da Atlantik paktı'nın kurulması oldu; SSCB, buna 25 haziran 1950'de çıkan Kore savaşı sırasında gücünü Uzakdoğu'ya kaydırarak, diplomasisinin sarkaç ritmi geleneğine sadık kalarak cevap verdi. SSCB ilk nükleer bombasını 29 ağustos 1949'da patlattı. Amerika Birleşik Devletleri'nin bu alandaki tekeli ortadan kalktı. Amerikan termonükleer bombasının patlatılmasının üzerinden (31 ekim 1952) daha bir yıl geçmeden, SSCB de kendininkini gerçekleştirdi (12 ağustos 1953). Rusya-Amerika eşitliğinin yolu açıldı. Ama bu silahlara sahip olmak yetmez, onları taşıyabilmek de gereklidir: SSCB, bir yandan nükleer gücünü geliştirirken (hem topyekün güç alanında, hem çeşitlendirme alanında) bir yandan da kendisini büyük bir deniz gücü haline getirecek bir politikaya yöneldi. İkinci Dünya savaşı'nın ertesinde, Stalin'in gözü Kızıl Ordu'dan ve partizanlardan, yani kara kuvvetlerinden başkasını görmüyordu. Piyade ve zırhlı birlik uzmanlarının yönettiği genelkurmayda sadece birkaç havacı vardı. Güvenlik, topraklarının uçsuz bucaksızlığına dayanıyordu ve gerektiğinde 'general kış', Na- polâon'un ve Hitler'in yenilgilerini unutup bozkırda maceraya atılmaya kalkışacak düşmanlarına bir kez daha yasasını kabul ettirecekti. Böylece, 1945'te Ruslar, savaşta deniz kuvvetlerinin oynadığı rolden hiç ders almış görünmüyorlardı: as-



keri bir güç, aynı zamanda okyanuslarda da gelişirse, tam etkili olabilir. O sıralar, Sovyetler kıyılardan uzak operasyonlara katılma olanağı bulunmayan orta menzilli denizaltı yapımına önem verdiler. Bu deniz politikası, özellikle anakara- sal bir strateji anlayışına bağlıdır. Buna göre, deniz kuvvetlerinin tek görevi, yenilmezliğiyle ünlü Kızıl Ordu'nun her türlü düşmanı püskürteceği anakaranın kıyılarını savunmaktır. Ancak 1950'ye doğru, SSCB gerçekten denize yönelmeye başladı: kendisinin henüz sahip olmadığı ve daha üzerinde çalıştığı nükleer silahlara sahip bir düşmanı mümkün olduğu kadar uzakta tutmak için çaba harcadı. Sonra, bu nükleer silahı düşman topraklarına ulaştırabilecek duruma gelmek istedi. Böylece nükleer gücünün gelişmesine paralel olarak, nükleer silahları rus kıyılarından uzaklara taşıyabilecek bir deniz gücü kuruldu. 23 eylül 1957'de ilk kıtalararası füzenin ve 4 ekimde ilk yapay uydunun fırlatılmasından başlayarak, uzay araçları konusunda yürütülen önemli çabalar, aynı stratejik görüşe dayanmaktaydı. Deniz gücü, SSCB'ye Akdeniz’de askeri bir güç olma (böylece Montreux sözleşmesi'ni geçersiz kıldı) ve Atlas okyanusu'nda, Karayibler'de, Büyük Okyanus'ta ve Hint okyanusu'nda bulunma olanağını sağladı. İskandinavya'nın kuzeyindeki Kola yarımadası ve Vladivostok bölgesi, sembolik gösteriler ve Üçüncü dünya'nın duyarlı bölgelerinde somut operasyonlar yapan bu deniz gücünün iki kalbi oldu. Aynı zamanda, ve Amerika Birleşik Devleti'nden önce SSCB, savunmanın saldırıya oranla zayıf olduğu görüşüne dayalı caydırma kurallarını altüst eden füzesavar füzeler geliştirdi. Daha 1964'te, Moskova'nın çevresinde ilk füzesavar ağı-Galosh füzeleri- kuruldu. SSCB, askeri politikasını, ideolojiye indirgenemeyen etmenleri göz önünde tutan teknik devrimlere güçlükle uyarladı. İdeoloji hep saldırıyı gerektirir, caydırma ise amaçların belirlenmesinde değil, araçların seçiminde ılımlılığı gerektirir düşüncesi egemen oldu. SSCB, dolaylı stratejilerin (coğrafi yer belirlemeleri ve taktikler için) sunduğu bütün olanaklara sahip olduğundan, bu stratejiler ordunun sadece politikanın hizmetinde bir araç olduğu inancına dayalı askeri politikayı etkilememekteydi. 1983 sonbaharında geçen "avrupa füzeler savaşı" - Sovyetler'in SS-20 füzelerini hizmete koymasıyla bozulan dengeyi sağlamak için NATO üyesi devletlerin Pershing II amerikan füzelerini ve Cruise füzelerini yerleştirmeye karar vermeleri- bu bakımdan çok etkili oldu. SSCB, her zaman kendisini "kuşatılmış" olarak görmekteydi. Bu boyutlarda bir ülke, kendi güvenliği için bu kadar geniş kapsamlı bir projeyi savunurken, gerçekte, bunu açık açık söylemese de, en azından bütün hasım ve komşularınınkine eşit askeri bir güce sahip olmak istiyor demekti: bu koşullarda ona göre güvenlik, yerkürenin başka herhangi bir devleti için, -bu Amerika Birleşik Devletleri gibi süper bir güç bile olsa-, güvensizlik demekti. Sovyet askeri politikasının özü, SSCB'nin güvenliğinden çok, ona yakın komşuları (özellikle Varşova paktı üyesi ülkeler), komünizme kazanılmış ya da kendisi tarafından kışkırtılan uzak ülkeler ve bu ideolojiyi kabul etmeyenler üzerinde sağladığı etki olanaklarıyla doğrudan ilgiliydi. Bu askeri politikanın böylece iki büyük hedefi vardı: bir yandan Batı Avrupa, öte yandan denizler; çünkü denizler artık bir kıta-ülkenin stratejik alanında yer almaktaydı.
KURUMLAR
SSCB, önceki anayasalarında olduğu gibi, 7 ekim 1977 Anayasası'na göre de üç temele dayanıyordu: "siyasal sistemin çekirdeği" olan Komünist parti'nin ege

men rolü (md. 6), demokratik merkeziyetçilik ilkesi (bu ilkeye göre güven aşağıdan, otorite de yukarıdan gelir) ve federalizm.
SSCB 15 federe cumhuriyetten meydana geliyordu. Bu federe cumhuriyetlerin de kendi içlerinde özerk bölgeleri vardı. Ancak, uygulamada başlıca yetkiler federasyona ait olduğundan özerklik çok sınırlı bir düzeyde kalıyordu. Kendi başlarına özerk varlıkları elan bu yönetim birimleri federal yönetimdeki Uluslar sov- yeti'nde temsil ediliyorlardı (her federe cumhuriyet 32, her özerk cumhuriyet 11, her özerk bölge 5, her özerk yönetim çevresi 1 milletvekili). Bunun yanında tüm sovyet halkını temsil eden Birlik sov- yeti yer alıyordu (350 000 kişi için bir milletvekili). Bu iki meclis Yüksek Sovyet'i oluşturuyordu. Yüksek sovyet, halkın temsilcilerinden meydana gelen ve kuramsal olarak tüm yetkileri elinde bulunduran yüksek bir organdı. Uygulamada ise art arda yapılan yetki devirleriyle, iktidar gerçekte Yüksek sovyet prezidyu- mu'nda ve onun aracılığıyla partinin elindeydi. Gerçekten, Sovyet'in kısa ve az olan toplantı dönemleri arasında, yetkilerini kendi içinden seçtiği 39 üyeden oluşan Prezidyum kullanıyordu. Prezidyum kendi içinden başkanını seçiyordu. Prezidyum başkanı yürütme kuvvetinin gerçek lideriydi. Prezidyumun yanında ona ve Yüksek Sovyet'e karşı sorumlu olan Bakanlar kurulu vardı. Yüksek sovyet prezidyumu başkanı, 1977 yılından sonra aynı zamanda parti merkez komitesinin de genel sekreteriydi. Merkez komitesi tüm devlet organlarına egemendi ve bölge düzeyinde olduğu kadar tüm ülke düzeyinde (federal düzeyde) fiilen iktidarı elinde tutan organdı. Ekim 1988’de yapılan Anayasa değişikliğiyle 2 250 kişilik bir Halk temsilcileri meclisi kuruldu. Bu meclisin kendi üyeleri arasından, beş yıl için, seçeceği ve Batı'daki parlamentolar gibi sürekli çalışacak 420 kişilik bir Yüksek sovyet öngörüldü. Yüksek sovyet başkanının (aynı zamanda Cumhurbaşkanı sayılır) da beş yıl için ve en çok iki kez seçilmesi kuralı kabul edildi.
SAVUNMA
Sovyet savunma bütçesinin resmi tutarı 1979 yılında 18 milyar rubleyi geçmiyordu (1982'de 17 milyar). Bununla birlikte, batılı uzmanlara göre, SSCB'nin toplam savunma giderleri bunun çok üstündeydi, çünkü bu bütçe salt askeri harcamaları kapsamakta, sivil savunma gibi daha pek çok alan bunun dışında tutulmaktaydı. Sovyet silahlı kuvvetlerinin toplam asker sayısı 1984'te 5 050 000 dolayındaydı (1 500 000'i genelkurmay emrinde ve lojistik destek kuvvetlerinde). Bunlara 300 000 kişilik sınır koruma birli- kerini ve 260 000 kişilik iç güvenlik birliklerini eklemek gerekir. (Öte yandan, gençliğin askeri eğitimine katılan 5 milyon eğiticiyi, sivil savunmada görevli 150 000 insanı ve savaşa sokulabilir 16 milyon kişiyi kapsayan DOSAAF'ın [kara, hava ve deniz kuvvetleriyle işbirliği yapan gönüllüler topluluğu] 25 milyon üyesi yukarıda sözü edilen sayıların dışındadır.) Zorunlu askerlik hizmeti, 1967 yılından sonra kara ve hava kuvvetlerinde 2 yıl, deniz kuvvetleri ile sınır koruma birliklerinde 2,5 yıl olarak saptanmıştı. İhtiyatların sayısı 25 milyon kadardı. Komünist partisi'nin etkisi, her birlikte, sözkonusu birliğin ''.omutan yardımcısının başkan olduğu siyasi bir bölümün bulundurulmasıyla sağlanmış durumdaydı. Bu paralel hiyerarşinin en yüksek noktasında, Savunma bakanlığı’na değil, partinin merkez komitesine bağlı, ordular merkez siyasi yönetimi bulunuyordu.
• Stratejik nükleer kuvvetler, 1984 yılında elde bulunan 3 000'den fazla balistik füzeyle SSCB, bu alanda ABD ile eşitliği sağlamış durumdaydı.


Gene aynı tarihte bu kuvvetlerin durumu ise şöyleydi:
—toplam olarak 989 balistik füze taşıyan, 62'si nükleer güçle çalışan ve hepsi güdümlü mermi atabilen 83 denizaltıdan oluşan deniz gücü. Typhon sınıfının ilk birliği 1980'de hizmete girmiş olup 8 300 km menzilli ve çok başlıklı 16 adet SSNX-20 füzesiyle donatılmıştı;
—stratejik füze birlikleri (325 000 kişi), 6 ordu halinde düzenlenmişti; kıtalararası (İCBM) 1 400 füzeye sahipti; en yenileri, her biri 550 kt’luk 6 nükleer başlıkla donatılmış SS-19'lardı; onlardan başka orta menzilli 600 füze (İRBM ve MRBM) bulunuyordu. İRBM'ler arasında bulunan SS- 20, 150-500 kt'luk nükleer 3 başlıkla donatılmıştı ve 5 000 km uzaklıkta bulunan bir hedefi 200 m'lik bir sapmayla vurabilen devingen bir füzeydi. SS-20'lerin vuruş alanı tüm Batı Avrupa'yı kapsıyordu; —stratejik hava kuvvetleri (68 000 kişi), 3 ordu halinde düzenlenmişti, uzun menzilli 100 bombardıman uçağı (Backfire TU-22) ve orta menzilli 300 bombardıman uçağı (Badger TU-16) vardı.
• Hava savunma kuvvetleri (630 000 kişi), kara ve hava ordularının katkılarıyla kurulmuş olup özerk bir komutanlık oluşturuyor ve şu kuvvetleri kapsıyordu: —gözetleme uydu şebekeleri ve çeşitli tipte yaklaşık 7 000 radarı kapsayan modern bir uzaktan arama, alarm ve güdüm sistemi;
—2 250 uçaktan oluşan ve yapılmakta olan yenileştirme nedeniyle uçak sayısı azalan hava filosu (Mig 25, Mig 29, Yak 28P vb.);
—1 400 ayrı noktaya yerleştirilmiş 10 000 uçaksavar füze. En önemlileri, SA-2 "Guideline", geniş etki alanlı SA-5 ve amerikan Cruise füzelerine karşı etkili olabilen SA-10 füzeleridir. Bunlara, Moskova çevresinde bulunan 32 fırlatma rampasını donatan Galosh tipi füzesavar füzeler (ABM) eklenmişti.
• Kara kuvvetleri (1,4 milyonu silah altında olmak üzere 1,8 milyon asker): 126 mekanize ya da motorlu tümen, 46 zırhlı ve 8 hava indirme tümeni; 110 000 zırhlı araç (bunlar arasında 50 000 tank ve 1 500 taktik nükleer füze). Bu kuvvetlerin bulundukları yerler 1984'te şöyleydi:
—Batı'ya karşı: esas savaş birliği olarak, birinci kademede, 20'si eski Doğu Almanya'da, diğerleri uydu ülkelerde bulunan ve 10 000'den fazla tankı olan 30 tümen. Sovyet savaş birliklerinin gerçek vurucu gücü olan bu kuvvetler savaşa hazır durumdaydı. Tümüyle mekanize olup Frog, Scud ve Scaleboard tipi taktik nükleer füzeler, en modern tanklar (T-64 ve T-72) ve yeterli sayıda uçaksavar füzelerle (SAM 6, 7, 8 ve 9) donatılmışlardı. Bu birinci kademe, SSCB'nin Avrupa kısmında bulunan ve 69 tümeni içeren ikinci bir kademeyle destekleniyordu.
—Basra körfezi bölgesine karşı: Kafkasya ve Türkistan'da 24 tümen;
—Çin'e karşı: 49 tümen. Batı'ya karşı düzene sokulmuş birinci kademe dışında, hiçbir tümenin barış zamanında asker ve gereç bakımından tam olmadığını belirtmekte yarar var.
• Deniz kuvvetleri (15 000'i deniz piyadesi olmak üzere 450 000 kişi), yirmi yılı aşkın süre komutanlığını yapan amiral Gorşkov tarafından büyük çapta geliştirildi. Dünyanın bütün denizlerinde var olmak üzere dört büyük donanma (Kuzey, Büyük Okyanus, Karadeniz ve Baltık) ile iki filodan (Akdeniz ve Hint okyanusu) oluşuyordu. Gemilerin, özellikle denizaltı- ların sayısı her yıl artmakta ve sovyet tersaneleri ara vermeden çalışmalarını sürdürmekteydi. 1984 yılında, deniz kuvvetlerinin elinde, 300 büyük savaş gemisi ve 119'u nükleer olmak üzere 276 denizaltı bulunuyordu. Savaş donanmasında ilki 1973'te denize indirilen Kiev tipi (37 000 t) 3 uçak gemisi, Moskova tipi (20 000 t) 2 helikopter gemisi, nükleer güçle çalışan bir kruvazör, yirmi kadar Kara ve


Kresta tipi denizaltısavar kruvazör, 15 kadar Sverdlov tipi kruvazör, yaklaşık 70 kadar destroyer, 180 firkateyn ve 800 kadar çeşitli tipte gemi (korvet, hidropler, lojistik amfibi gemileri vb.) yer alıyordu. —Karada bulunan, fakat kısa sûre önce bir bölümü denize açılan hava-deniz kuvvetleri, yaklaşık 750 savaş uçağına ve 300 helikoptere sahipti ve 4 hava ordusundan oluşuyordu.
• Hava kuvvetleri (365 000 kişi), 6 000 kadar savaş uçağına ve 3 500 kadar helikoptere sahipti. Aslında bu kuvvetler 'kullanılmak üzere' diğer kuvvet tiplerine dağıtılmış durumdaydı; stratejik nükleer kuvvetler, hava savunma birlikleri, kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri (hava-deniz). En büyük komutanlığı, 4 500 savaş uçağına ve 2 300 silahlı helikoptere sahip olan taktik hava kuvvetleriydi (195 000 kişi). Taktik hava kuvvetleri, 4'ü 2 000 uçağıyla Avrupa'da bulunan değişik güçlerde 16 hava ordusundan oluşuyordu. Karaya karşı başlıca saldırı uçakları Mig 25, Mig 27 ve SU 24 avcı uçaklarıydı. En modern takip uçakları ise Mig 23 ve Mig 27 avcı uçaklarıydı. 1982'de havadan havaya 4 füze ve 2 döner güdüm-


lü mermiyle donanmış Mig 29 ortaya çıktı. Bu uçak amerikan F-18 avcı uçağının karşılığıydı. Silahlandırılmış helikopterler, Mİ 8 ve Mİ 24'lerdi. Zırh, roket ve topla donatılrrUş olan bu sonuncusu Afganistan'da sık sık kullanılmıştı.
—Nakliye uçakları, son on yıl içinde büyük ölçüde gelişmişti; çoğunluğu Anto- nov 12 ve llyuşin 76 olmak üzere 600 uçağı kapsıyordu. Bir kerede iki tümeni taşıyabilecek güçteydi. Gerektiğinde, Aeroflot'un (Sovyet havayolları) kısa sürede serferber edilebilecek 1 100 yolcu uçağıyla desteklenebiliyordu.
DİLLER
SSCB'de, ulusal durumunun yansıması olan dil durumu, çar imparatorluğunun oluşturduğu "halklar hapishanesinin bir


mirası olarak son derece karmaşıktı. Belli başlıları ülkenin siyasal ve yönetimsel bölünmesinin de temelini oluşturan 180 dolayında değişik dil belirlenmişti.
• Hint-avrupa dilleri. Slav dalı, 129 milyon Rus ile 13 milyon başka halk kökenliler tarafından anadili olarak konuşulan rusçayla ilk sırada yer alıyordu. Tüm SSCB'de ikinci dil olarak öğretilen ve konuşulan rusça, ülkenin dilsel hiyerarşisinin en üst noktasında yer alıyordu. Ukrayna (34 milyon kişi) ve Beyaz Rusya (7 200 000) dilleri Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın resmi dilleriydi. Lehçe (400 000 kişi) ve bulgarcanın (270 000) konuşulduğu resmi bir alan yoktu. Slav diline yakın Battık dalını temsil eden diller litvanya dili (2 600 000 kişi) ve let dili (1 400 000) Litvanya ve Letonya'nın resmi dilleriydi. Iran dalının temsilcisi, tüm Orta Asya'da 2 100 000 kişi tarafından konuşulan, farsçaya çok yakın olan tacikçe Tacikistan'ın resmi diliydi. Oset dili (Kafkasya'da 440 000 kişi) bir özerk cumhuriyetle Gürcistan'a bağlı özerk bir bölgenin diliydi. Kürtçenin (Kafkasardı'nda ve Türkmenistan’da 90 000 kişi), talişin (Azerbaycan'da 100 000 kişi) ve beluçi-


nin (Türkmenistan'da birkaç bin kişi) konuşulduğu resmi bir bölge yoktu. Hint- avrupa dilinin yalıtılmış bir dalı olan er- menice, özellikle resmi dil olduğu Ermenistan Cumhuriyetinde ve tüm SSCB'ye dağıtılmış 3 200 000 kişi tarafından konuşuluyordu. Bir roman dili olan moldav (gerçekte rumencedir) Moldavya Cumhuriyetinin resmi diliydi (2 600 000 kişi). Almanca (eskiden Volga kıyılarında yoğunlaşmış sonra ülkeye dağılmış 1 800 000 kişi) ve SSCB Yahudilerinin geleneksel dili yiddiş (2 milyon kişi) germence dalını temsil ediyorlardı. Ülkenin batısına dağılmış 120 000 Çingene ve uzun bir süreden beri Karadeniz bölgesine yerleşmiş 340 000 Yunanlinın dilleri resmi bir nitelik taşımıyordu.
• Altay dilleri. Özellikle türk dilleriyle kalabalık ve devingen bir bütün oluşturu-



yordu (yaklaşık 50 milyon kişi türkçe konuşuyordu). Türk dilleri, çuvaşça (özerk cumhuriyette 1 500 000) ve yakutça (özerk cumhuriyette 290 000 kişi) dışında birbirlerine çok yakındır: Özbekçe (12 500 000 kişiyle Sovyetler Birliği’nin üçüncü dili), kazakça (6 600 000), azerice (5 500 000), türkmence (2 000 000), kırgız- ca (1 900 000) federe cumhuriyetlerin resmi dilleriydi. Bunların dışında kalan diğer türk dilleri de özerk cumhuriyetlerde konuşuluyordu; Özbekistan'da tatarca (çok dağınık durumda 5 300 000 kişi), başkırtça (1 370 000), kumukça (269 000), karaçayca (110 000), balkarca (60 000), nogayca (180 000), karakalpakça (250 000); Orta Asya'da konuşulan Uygurca (170 000) ve Moldavya'da konuşulan gagavuzcanın (173 000) resmi kullanım alanı yoktu. Moğol dilleri olan ve özerk cumhuriyetlerde kullanılan kalmuk- çayla (315 000 kişi) buryatça ve birkaç bin kişinin konuştuğu kimi tunguz dilleri de (evenki, lamut, nanay) Altay ailesinde yer alırlar.
• Ural ailesi. Çok sayıda, ama dağılmış durumdaki dillerle temsil ediliyordu. Es- tonya dilinin (1 milyon kişi, Estonya'nın


resmi dili) varlığını sürdürmesine karşın, ESKİ SSCB'DE KONUŞULAN karelce (100 000), vepsçe, livce ve vot BAŞLICA DİLLER gerilemekteydi; Murmansk bölgesinde laponca konuşan 2 000 kişi yaşıyordu.
Mordvin dili, 340 000'i özerk bir cumhuriyette yaşayan 1 300 000 kişi tarafından konuşuluyordu. Çeremisçeyi konuşan 540 000 kişinin de yarısı özerk bir cumhuriyette yaşamaktaydı. Votyak (özerk cumhuriyette 600 000 kişi konuşur) ve komi (özerk cumhuriyette 260 000 kişi konuşur) perm öbeğinde yer alırlar Uğur dilleri öbeğindeyse, yok olmak üzere bulunan vogulca, ostyak (21 000 kişi) ve Karpatardı Ukrayna'da 85 000 kişi tarafından konuşulan, ama resmi dil sayılmayan macarca bulunuyordu. Kuzey Sibirya'da, birkaç bin kişinin konuştuğu sa- moyed dillerini de saymak gerekir.
• Kafkas dilleri. Kafkas dilleri arasında,


bölgenin yalnızca güney kesiminde konuşulan gürcüce, bu dili konuşanların sayısı (3 200 000 kişi) ve resmi dil sayılması nedeniyle (federe cumhuriyet) önemliydi. Kuzey-batı ailesi, bir yandan birbirlerine çok yakın abhazca (özerk cumhuriyette 80 000 kişi) ve abazacayı (23 000 kişi), öte yandan da adigey (özerk bölgede 95 000 kişi), kabartay dili (türkçe konuşan Balkarlar ile paylaştıkları özerk bölgede 280 000 kişi) ve çer- kesçeyi (türkçe konuşan Karaçaylar ile paylaştıkları özerk bölgede 37 000 kişi) içeriyordu. Gerçekte bu üç dil, bir tek dilin lehçesel değişkeleridir. Orta-Kuzey bölgenin dilleri çeçence (750 OOO kişi) ve inguşça (150 000 kişi) özerk bir cumhuriyette toplanmıştı. Kuzey-doğu dillerine gelince, yirmi altı tane olan bu diller çokhalklı Dağıstan Cumhuriyeti'nde konuşuluyordu (Dağıstan'da, türkçe ve hint-avrupa dilleri konuşan küçük topluluklar da vardı). Bu yirmi altı dil içinden beşinin resmi bir konumu vardı: avar (440 000 kişi), lezgi dili (300 000 kişi), dargua (230 000 kişi), lakça (80 000 kişi), tabasaranca (55 000 kişi).
• Öteki diller. Paleosibirya dilleri denen diller (bir aile oluşturmazlar) çok az sayıda insan tarafından konuşuluyordu; çuk- çi dili (12 000 kişi), nivhe ya da gilyak (2 000 kişi), yukagirce (200 kişi). Kafkasar- dında 16 000 kişi tarafından konuşulan ve aramcanın değişik bir biçimi olan ay- sor (ya da asur dili) sami ailesinin temsilcisidir; standart çinceye yakın dungan da, Orta Asya'da 35 000 kişi tarafından konuşuluyordu.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 28 Aralık 2016 06:53
SİLENTİUM EST AURUM