Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
3 Ocak 2017       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM

BABIÂLİ

Ad:  Bâb-ı Âli (Babıali)3.jpg
Gösterim: 1859
Boyut:  48.3 KB

1. OsmanlI devletinde sadrazamlık makamına verilen ad. (Bk. ansikl. böl.)
2. OsmanlI devlet dairelerinin bulunduğu bina. (Bk. ansikl. böl. Kur. tar.)
3. OsmanlI hükümeti.

—ANSİKL. XVIII. yy. sonlarına kadar Paşa sarayı, Babı asafi, Vezir kapısı, Paşa kapısı diye anılan sadrazamlık dairesine Abdülhamit I döneminde (1774-1789) BabIâli denmeye başlandı. Zamanla ötekileri unutturan bu terim, yabancılar tarafından "Sublime Porte" biçiminde çevrilerek osmanlı hükümeti anlamında kullanıldı.

XVII. yy. ortalarına kadar sadrazamların resmi bir makamı yoktu. Bu konuma yükselenler, genellikle saray yakınlarında bir konak kiralayıp bunun selamlık bölümünü Paşa kapısı olarak kullanırlardı. Devlet işleri Topkapı sarayı'nda Divanı hümayun'da görülürdü. Mehmet IV, 1654’ te sadrazam olan Derviş Mehmet Paşa’ya Alay köşkü'nün karşı sırasında bulunan ve eski sadrazamlardan Halil Paşa' nın olan konağı verdikten sonra, onun da burasını döşetip Paşa kapısı yapması sonucu ardılı sadrazamlar bu binayı artık resmi makamları olarak kullandılar. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ nın, eşi Fatma Sultanin (Ahmet lll'ün kızı) bugünkü Cağaloğlu hamamının yerinde bulunan sarayının bir bölümünü yeniden düzenleyip Paşa kapısı olarak kullanması üzerine Halil Paşa sarayı "eski Paşa kapısı" ve Fatma Sultan sarayı da "yeni Paşa kapısı" diye anıldı. Patrona Halil ayaklanmasından ve Damat İbrahim Paşa’nın öldürülüp Ahmet lll’ün tahttan indirilmesiyle Mahmut l’in cülusundan sonra (1730) Fatma Sultan sarayı terk edilerek Halil Paşa sarayı, yine Paşa kapısı olarak kullanıldı. 1739’da yine Paşa kapısı yapılan Fatma Sultan sarayı, kısa süre sonra yandığından, bir kez daha eskisine taşınıldı.

BabIâli’nin ilk çalışanları sayılan tevkii (reisülküttap), kethüdayı sadrıâli ve çavuşların çalıştığı daireleri kapsayan yapı 1755’te, daha sonra da çeşitli tarihlerde yandı; bina yeniden yapılıp zamanla son şeklini alana kadar şu konaklar geçici bir süre sadrazamlık makamı olarak kullanıldı: 1755 yangınından sonra Kadırga’daki Esma Sultan sarayı; 1808 yangınından sonra Beyazıt'ta Haşan Paşa hanı yakınındaki Reis Mahmut Efendi konağı; 1810 Alemdar Mustafa Paşa olayından sonra Beyazıt'ta Mürekkepçiler kapısıyla Haşan Paşa hanı arasındaki valide kethüdası Yusuf Ağa konağı; 1826 büyük Hoca Paşa yangınından sonra Beyazıt’ta Ağa kapısı; 1838 yangınından sonra Beyazıt'ta bugün Edebiyat ve Fen fakültelerinin bulunduğu yerdeki Necip Efendi ve ardından Zeynep Hanım konağı, 1911 de Dahiliye nezareti bölümü yandıktan sonra, orta yeri yapılmayan bina iki bölüğe ayrıldı. Bugün bir bölüğünde İstanbul Vilayeti, ötekindeyse İstanbul Defterdarlığı Babıâli tercümanı (solda) bulunur.

Atatürk kitaplığı.


İstanbul Yeniçeri ocağı'nın kaldırılmasından sonra devletin yönetim merkezi durumuna gelen BabIâli'de işler içerde ve dışarda olmak üzere iki yönlü yürütülür ve bu görüşmelere sadrazamın başkanlığında şeyhülislam, kaptanıderya, kethüda, defterdar, reisülküttap efendi ve yüksek rütbeli öteki görevliler katılırdı. Bu arada nazırlıkların kurulmasıyla yeni bir kimlik kazanan Babıâli (1826) ayrıca hükümete yardımcı olarak Meclisi vâlâyı ahkâmı adliye ve Dârı şûrayı babıâli gibi iki büyük kurum daha oluşturdu (1830). Abdülmecit döneminde (1839-1861) özellikle Âli ve Fuat paşaların sadrazamlıkları sırasında padişahın otoritesinin de üstünde bir güç kazanan Babıâli, tüm yönetim yetkisini ve siyasal etkinliği elinde toplayarak içerde ve dışarda Osmanlı İmparatorluğumu tam anlamıyla temsil etmeye başladı. 1835’te devleti yönetecek olanlara ayrıntılı bilgi verilmesi için Mahmut ll'nin bu binada kurduğu Babıâli hocalığı'nda Mustafa Reşit ve Mithat paşalar gibi ünlü devlet adamları yetişti.

Abdülhamit II döneminde (1876-1909) yeniden saraya geçen yönetim yetkileri, II. Meşrutiyet duyurulup da bu padişah tahttan indirilene kadar böyle kaldı. Balkan savaşı sırasında BabIâli’yi basan ittihat ve Terakki cemiyeti üyeleri, harbiye nazırı Nazım Paşa ile Kıbrıslı Tevfik Bey'i öldürüp Kâmil Paşa başkanlığındaki hükümeti düşürdüler, (BABIÂLİ BASKINI) Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte tarihe karışan BabIâli’nin bulunduğu bina, önce Büyük millet meclisi hükümetinin İstanbul temsilciliğine verildi, sonra da İstanbul vilayet konağı oldu.

—Basın. İstanbul da basın ve basım yaşamının merkezi. Sirkeci’den Cağaloğlu’ na kadar uzanan; yayınevlerinin, gazete yönetim yerlerinin, basımevlerinin, kitabevlerinin sıralandığı cadde (şimdiki Ankara caddesi). Osmanlı imparatorluğu'nda hükümet ve sadaretin bulunduğu yapı anlamına kullanılan sözcük, XIX. yy.’ın sonlarına doğru, İstanbul basını için de kullanılan bir terim oldu. Türk basını, 1862’de Şinasi’nin Giritli Cemali Efendi’nin evinde küçük bir basımevi kurarak Tasviri efkâr ı çıkartmasıyla BabIâli'ye yerleşmeye başladı. Bu basımevini öteki basımevleri izledi. Bu dönemden sonra basın ve basım kavramları Babıâli adıyla özdeşleşti. Bu durum, Cumhuriyet’ten sonra da sürdü.

Babıâli ile ilgili basın ve edebiyat anıları birçok yapıta konu oldu. Ahmet Rasim (Muharrir, şair, edip), Hüseyin Cahit Yalçın (Edebi hatıralar), Halit Ziya Uşaklıgil (Kırk yıl), Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Gençlik ve edebiyat hatıraları), Necip Fazıl Kısakürek (Babıâli), Haşan izzettin Dinamo (Edebiyat anıları), Yusuf Ziya Ortaç Bizim yokuş), Rıfat İlgaz (Yokuş yukarı), Zekeriya Sertel (Hatırladıklarım), Sabiha Zekeriya Sertel (Roman gibi), Demirtaş Ceyhun (BabIâli’nin şu son kırk yılı) vb. yapıtlarında BabIâli’deki basın yaşamını dile getirdiler. 1970’lerden başlayarak birçok basımevi, yayınevi ve kitapçı, kentin başka bölgelerine kaydı.

—Kur. tar.

Babıâli hademesi


Divanı hümayun'da görülen işlerin BabIâli’ye taşınarak bütün devlet hizmetlerinin oradan yönetilmeye başlanması üzerine görevlilerden sadaret kethüdası, reisülküttap, çavuşbaşı, mektupçu, teşrifatçı, büyük ve küçük tezkireciler, beylikçi, ametçi, divit- tar, telhisçi, kethüda kâtibi, çavuşlar kâtibi, gedikli kâtibi gibi sadrazam dışında kalan büyük memurlara “Hademe-i Babıâli" ya da "Hademe-i Babıasafi”dendi.

Babıâli hocası


kalemlerde çalışan genç kâtiplere, özellikle dil, okuma ve yazı dersleri veren düzenli öğretmenlerin unvanı. XIX. yy.’ın ilk yarısına kadar devlet memurları yalnız arapça ile farsça'yı öğrenmek zorundayken, XIX. yy.’ın ikinci yarısından sonra Avrupa dilleri bilen ünlü müderrisler ve bilim adamları da bu göreve atandı.

Babıâli kalemleri


Babıâli ricalinin başkanlığında çalışan daireler. İlk Babıâli kalemleri Tuğrai tevkii, reisülküttap ve daha sonra da sadaret kethüdası dairelerinden oluşurken, Mahmut II döneminde Dârı şûrayı Babıâli, Meclisi valayı ahkâmı adliye ve ardından Tanzimat döneminde kurulan Meclisi âli de bunlara katıldı.

Babıâli kâtipleri


çeşitli kalemlerde çalışan görevliler. Bu dairelerin devlet memurları kendi kuruluş yapıları içinde özel olarak yetiştirildiklerinden önce, kâtip adayı adı altında uzun süre çalışırlar ve ancak iyice deneyim kazandıktan sonra kâtipliğe atanırlardı. Memurlar her gün, hatta bayramlarda bile BabIâli'ye gelmek zorundaydılar. Sadrazamın izniyle nöbetleşe ya da dönüşmeli olarak dışarı çıkabilirlerdi.

Babıâli ricali


buraya bağlı kalem başkalarının ortak adı. Nişancı, reisülküttap, daha sonra sadaret kethüdası ve çavuş ilk Babıâli ricalini oluştururken, Mahmut II döneminde Dârı şûrayı Babıâli ile Meclisi valayı ahkâmı adliye, ardından da Tanzimat döneminde kurulan Meclisi âli’nin Babıâli kalemlerine katılmaları üzerine bu dairelerin başkanları da Babıâli ricalinden sayıldı.

Babıâli tercümanı


kalemin yüksek memurlarından biri olarak görevi, reisülküttap yabancı devlet elçileriyle görüşürken çevirmenlik yapmaktı. Bu arada, ametçi de tercümanın anlatımını denetlerdi.

Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM