Arama

Tunus ve Tunus Tarihi - Tek Mesaj #6

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
19 Mart 2017       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
TUNUS
COĞRAFYA
Doğal çevre
Üç Magrib ülkesinin en doğuda olanı. Topraklarının dörtte üçü çorak (100 mm'den az yağış alan güney kesimi) ya da yarı çoraktır (orta kesim). Yalnızca kuzeydeki dörtte birlik bölümü, özellikle de denize yakın dağlar (buralara 500 -1 500 mm yağmur düşer) daha yağışlıdır. Ülkede, kurak ve sıcak mevsimle (yaz) serin ve nemli bir mevsimin almaşık olarak birbirini izlediği bir akdeniz iklimi görülür: yağmurlar eylülde başlar, haziranda sona erer ve ülkeye serinlik getirir.
iklim rejimi su rejimini de etkiler; en yağışlı yer olan Tel bölgesinde akarsular nemli mevsimde (özellikle sonbahar) kabarır, bazen taşkınlar yapar; yazınsa suları çekilir, hatta kurur. Ülkenin orta kesiminde, yüzde akan sular çok ender olarak denize kadar ulaşır; burası içakışlılık alanıdır. Güney kesimiyse akışsızlık bölgesidir: yüzeysel akışlara çok ender rastlanır; buna karşılık Cerid’de yüzey sularının cılızlığı, vahaları ve şotları besleyen yeraltı kopma örtülerinin oldukça zengin olması sayesinde dengelenir.

Tunus toprakları, aynı zamanda, Cezayir'de ayrı olmalarına karşın Orta Mecerda boyunca birleşen Tel ve Atlas dağlarının doğu ucunu oluşturur. Tel ve Atlas dağları güney-batı'dan kuzey-doğu'ya doğru alçalarak çıkıntılar (Bizerte bölgesindeki burunlar ve Bon burnu) oluşturdukları kuzey kıyısı yakınlarında iyice yok olurlar; en yüksek doruğu cebel Şambi'dir (1 544 m); bu dağlar genç, kıvrımlanmış ve kırıklıdır; Krumirye'deki bol yağış alan, flyschlı, kumtaşlı ve marnlı kesimler güzel mantar meşesi başka kesimlerde dağlar, tepelerden, küçük sıralardan, aşındırma (marnlı ve killi alanlar) sonucu gelişmiş'çöküntü alanlarıyla birbirinden ayrılan kireçtaşlı platolardan ya da Dördüncü Zaman çökelleriyle dolmuş alçalma alanlarından oluşur. Seyrek yeşil meşe ve Halep çamı ormanları yörenin batı bölümünü, sakızağacı ve kermes meşesi doğu bölümünü kaplar.

Ovalar ve platolar, ülkenin doğu ve güneydeki geri kalan bölümlerine yayılır; bu nedenle Bon burnundan başlayarak kıyı çoğunlukla alçaktır: kuzeyden güneye doğru güzel kumsallar birbirini izler; kumsalların ve Dördüncü Zaman'da oluşmuş fosil kumulların eteğinde yer alan acısulu denizkulaklarının denizle bağlantıları çoğunlukla kesilmiştir; güneyde, arka yüzü yavaş yavaş Sahra'ya doğru alçalan sarp bir yamaç (Matmata ve cebel Nefusa) kı yı ovasının ağzını kapatır, iç kesimde, zeytin "ormanları"nın bulunduğu yerler (Sahil ve Sfaks bölgesi) dışında, bozkır ağır basmaya başlar; büyük şotların güneyinde, yer yer hamadalara, reglere ve iyice güneyde Büyük Doğu erginin ucuyla yer yer kesilen gerçek çöle geçilir.

Nüfus


Ortalama yoğunluk düşüktür (1990’da km2’ye 53 kişi); ancak nüfus ülke düzeyinde çok eşitsiz bir biçimde dağılmış olduğundan, bu düşüklük büyük bir anlam taşımaz: Tunusluların büyük bölümü Bizerte ve Sfaks arasında uzanan kıyı bölgelerinde yaşar ve buralarda nüfus yoğunluğu çoğu kez km2'de 100 kişinin üstündedir (özellikle Bizerte, Tunus, Nebil ve Sfaks kentlerinde). Orta Mecerda, iç kesimde nüfusun yoğun olduğu tek merkezdir (Kayrevan’la birlikte). Bunun dışındaki yerlerde, K. ve G. kıyılarında ve ülkenin içlerinde yoğunluk düşüktür; hatta dağlık bölgelerde km2’ye 50, güneyde ise 10 kişiden az düşer.
Nüfus, kültür bakımından homojendir; Sünni müslümandı); ve arapça konuşur (fransızca ortak yabancı dil olma niteliğini sürdürmektedir), çünkü berberice konuşan bir azınlık olmadığı gibi, ülkede yabancı da pek kalmamıştır (1980'de % 0,2'si transız olmak üzere toplam nüfusun % 0,6'sı; oysa 1956'da bu oran % 10 idi). Doğum oranının dünya ortalamasının altına düşmesine rağmen (1989’da %„ 25) ölüm oranının da hızla düşmesi (1989’da 4,4) nedeniyle, nüfus artışı devam etmektedir.
Ad:  Tunus ve Tunus Tarihi5.jpg
Gösterim: 857
Boyut:  70.5 KB
Bu aşırı yüksek doğal nüfus artışı karşısında, Tunus’un demografik geçiş dönemine yeni girmekte olduğu söylenebilir. Bu yüzden nüfus çok gençtir; Tunuslular’ın % 40'ının yaşı 15’in altında, % 52,5’inin yaşı 15 ile 64 arasında ve ancak % 4’ünün yaşı 65'in üstündedir. Bu durum, emek piyasasında önemli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Üstelik, ülkede toplumsal eşitsizlikler çok büyüktür; iktidarı büyük ölçüde elinde bulunduran varlıklı bir azınlığın yanı sıra kalabalık bir orta sınıf ve özellikle iş peşinde koşan niteliksiz yoksul kitleler bulunmaktadır. Ülkenin çeşitli bölümlerinin eşitsiz gelişmişliği, toplumsal eşitsizlik ve demografik büyüme hep birlikte göç hareketlerine neden olmaktadır iç kesimde kırsal göç, nüfusun özellikle gençlerden oluşan bir bölümünün iş bulmak için kentlere akmasına yol açarken, Libya ve Fransa yönündeki başka bir göç şıkımı da (iktisadi bunalım yüzünden yavaşladı) nüfusun bir başka bölümünü alıp götürmektedir. Bütünüyle ele alındığında ekonomi, iş talebini karşılamakta güçlük çekmektedir.

Ekonomi


Kırsal bölgelerde tarım hâlâ egemen iktisadi etkinliği oluşturmaktadır. Ancak, birinci kesim çok küçülmüştür: 1956’da etkin nüfusun % 56'sını kendinde toplarken, bugün ancak % 32'sini toplamaktadır. Tarım, en iyi toprakların 800 000 ha'ını işgal eden kolonızasyondan etkilenmiştir. Bağımsızlıktan sonra elkonulan bu topraklar, bir kooperatifçilik denemesinin çekirdeğini oluşturdu. 1960’tan 1970’e kadar süren bu deneme sırasında, ekilen arazinin hemen tümü (1969'da 4 700 000 ha), üretim kooperatifleri birlikleri içinde toplandı. 1970'te bu denemeden vazgeçildi ve kooperatiflere katılan özel topraklar, sahiplerine geri verildi; devlete ait olanlarsa ya kiraya verildi, ya satıldı ya da üretim kooperatifleri birlikleri halinde korundu (230 000 ha). 1970'ten sonra, devletin müdahaleci tutumundan vazgeçmesi özel girişimi özendirdi; böylece, yeniden 1960 öncesindeki ikili sürece dönülmüş oldu: bir yanda, yatırım yapabilen, makineler satın alan, varlığını büyüten ve göreli olarak az sayıda işgücüyle piyasa için üretim yapan işletmeciler, öte yanda üretim araçlarından yoksun, genellikle verimsiz topraklar üzerinde toplanmış ve ancak sefalet düzeyinde bir tarım ya da hayvancılıkla yaşamını sürdürebilen ya da göç eden köylüler. Kentlilerin (özellikle Tunusluların) de yıkıma uğrayan köylülerin mülklerini satın alarak toprak sahibi olmaya başlamaları, kırsal alandaki bu eşitsizliği büsbütün artırdı. Bu yüzden, tarım alanında istihdam azaldı.

Üretimdeki yönelişler, piyasa yasasına göre şekillendi: gelişme, yerel tüketime dönük tarımın aleyhine, dışsatıma dönük sınai ve ticari tarımın lehine oldu. Bağcılık geriledi (1989'da 133 000 t üzüm). Buna karşılık, turunçgiller (1989’da 144 000 t portakal), turfanda meyve ve sebze, fındık, tütün, şekerpancarı ve zeytin üretimi gelişti. Bazı zeytinlikler yeniden düzenlendi ya da modernleştirildi, gençleştirildi ve genişletildi (Sahil'de ve Sfaks'ta). Tahıl tarımı (1989'da 420 000 t buğday) ve hayvancılık (tavukçuluk dışında) nüfusa oranla daha yavaş gelişti. Bu durumda, gittikçe daha çok temel besin maddesinin (yumuşak buğday ve süt ürünleri) dışalımına gerek duyuldu; dışsatım ise, bunalım yüzünden zorlaştı.

Kent, göç yeri haline geldi. Kentsel yaşam Tunus’ta köklü bir geçmişe sahip olmakla birlikte, XX. yy.'da görülmedik bir gelişme gösterdi: 1956’da 1 430 000 olan kentli sayısı (nüfusun % 41,5’i), 1990’da 4 240 000’e yükseldi (% 52,5). Bu nüfusun 1/7'si, her bakımdan diğerlerinden üstün bir kent olan Tunus'ta toplanmıştır. Bununla birlikte, özellikle kıyıda yer alan orta büyüklükte birkaç kent daha vardır: Bizerte, Nebil, Sus, Monastir, Gabes ve özellikle, ülkenin ikinci büyük kenti olan Sfaks. Buna karşılık, iç kesim kent bakımından yoksuldur.

1960’tan sonra çok gelişen sanayi, dış ülkelerden alınan hammadelerden başka toprak altı kaynaklarını (El-Borma hidrokarbonları [1988’de 37,7 milyon varil petrol; ülkenin başlıca dışsatım ürünü], Gafsa fosfatları [1989'da 6,6 Mt] vb.) ve tarım ürünlerini kullanır. Maksatlı olarak iç kesimde kurulan birkaç fabrikanın dışında (Kasserine’deki alfa kâğıt hamuru fabrikası, Beca’daki şeker fabrikası), sanayi genellikle deniz kıyısında gelişmiştir. Bizerte (petrol rafinerisi ve demir çelik fabrikası), Tunus (kurşun), Sfaks (süperfosfat) ve Gabes’te kurulmuş olan bazı fabrikalar maden ürünlerini işler (Gabes'te son zamanlarda yeni bir kimya kompleksi kuruldu). Ancak, hafif sanayi (Bizerte ve Sfaks arasında) egemen durumdadır: tekstil (Sahil, Tunus, Sfaks ve Bizerte'de), tarım-besin (dağınık), deri, makine vb. Pek çok yatırım yapılmış olmasına rağmen balıkçılık (Sfaks ve Mehdiye'de) ikincil bir etkinlik olarak kalmaktadır (1988'de 102 6001).
Nihayet, zanaatların gerilemesine karşılık turizm, Hammamet, Sus-Monastir ve Cerbe'den oluşan üç merkez çevresinde gerçek bir patlama yaptı. Turistler çok döviz getirmekle birlikte (1991'de turizm gelirleri 0,6 milyar dolar) fiyatların yükselmesine neden olmakta, tarımı ve yaşam biçimini olumsuz yönde etkilemektedir Kaldı ki turizm gelirleri (ve hatta göçmenlerin gönderdikleri dövizler) ticaret dengesindeki büyük açığı kapatmaya yetmemektedir. Tunus’un dış ticaretindeki payı hissedilir ölçüde gerilemiş olmasına rağmen Fransa, yine de onun başlıca ticaret ortağıdır.

TARİH


islamdan önceki Tunus


Akdeniz'in doğu havzasıyla batı havzasının birleştiği yerde bulunan ve Sicilya boğazıyla Avrupa'ya yaklaşan (140 km) Tunus, aynı zamanda Mısır'ı Batı Magrib'e bağlayan tek karayolunun ve Sahra dan Kanem ve Bornu’ya gitme olanağı sağlayan kervan yollarının kavşak noktasıdır.

Böylece Tunus'taki ilk berberi göçebelere, genellikle denizden gelen çeşitli etnik öğeler eklenebilmişlerdir. I. binyıl'dan başlayarak Fenikeliler, bugünkü Tunus’un güneyinde ticaret kolonileri kurdular. İ.Û. 820'ye doğru kurulan Tir kolonisi Kartaca", yavaş yavaş bağımsızlaşarak Sicilya boğazındaki ve Küçük Sirte körfezindeki öteki fenike kolonileri üzerinde hegemonya kurdu. Bunun sonucunda, Kuzey Batı Afrika'nın yerleşikleşmiş bölgelerinde oldukça derin bir doğululaşma başlarken, göçebe Berberiler Güney ve Batı bölgelerine doğru püskürtüldüler. Bu Berberiler'in bazıları, hiç değilse kısmen yerleşikleşerek Masinissa ve Jugurtha’nın Numidialılar krallığı’nı kurdular. Kartaca’nın yıkılmasından (I.Ö. 146) sonra Jugurtha, İ.Ö. 105’e kadar roma istilasına karşı koydu Prokonsül Afrika’nın (ROMA AFRİKA- EYALETİ) merkezi olan gelecekteki Tunus, anonanın denetimi altında, Roma’nın tahıl, zeytinyağı ve hatta şarap ambarlarından biri durumuna gelirken ekin tarlaları G.'e doğru durmadan genişledi. Romalılaşan ve kentleşen ülke, lll.-V. yy.’lar arasında hıristiyanlığın Batı’daki kalelerinden birini oluşturdu (Tertullianus, aziz Cyprianus, aziz Augustinus). Ancak ariusçu Mandallar, batıdan saldırarak (429-533) bu kaleyi yıktılar. BizanslIlar (533-698), ülkeyi eski zenginliğine tümüyle kavuşturamadılar; çünkü durmadan ayaklanan Berberiler, ülkenin iç kesimlerini ellerinde tutuyorlardı.

Müslüman ifrikiye (647/698-1228)


647’de başlayan arap istilası sonucu Ukba bin Nafi, islamın Batı'dakı kutsal kenti ve savunma merkezi olan Kayrevan'ı kurdu (670). Kartaca'nın yıkılışından (698) sonra bu kent, müslüman ifrikiye’nin başkenti olarak tanındı. Kırsal ve özellikle bozkırsal bölgelerde romalılaştırma ve hıristiyanlaştırma yüzeysel kaldığı için, İslâmlaştırma ve hatta araplaştırma hızlı ve derin bir nitelik kazandı. Müslüman dünyayla karışıp bütünleşmekle birlikte Berberiler, hariciliği benimseyerek kendi özgünlüklerini korudular. Hariciliği benimseyenler uzun zaman, varlıklarını bazı cebellerde ve Cerbe’de sürdürdü.

Sırasıyla Şam'daki emevi ve Bağdat'taki abbasi halifelere bağımlı bir duruma gelen ifrikiye, yerel olarak Aglebiler, ardından Kayrevan’da şii bir halifelik kuran (910) Fatımiler tarafından yönetildi. 972'de Fatımiler, başkentlerini Kahire'ye taşıdıkları zaman İfrikiye, onlar tarafından berberi Ziriler hanedanının buyruğuna verildi ve 1048'de bu hanedan, Fatımiler’in süzerenliğini reddetti. Öçlerini almak için Fatımiler, Beni Hilal göçebelerini bu ülke üzerine saldırttılar. Sürüleri için yeniden bir bozkır yaratmak ereğiyle bu göçebeler, kentleri (Kayrevan, 1057) ve ekin tarlalarını sistemli bir biçimde ortadan kaldırdılar. ifrikiye'yi sekiz yüzyılı aşkın bir süre yıkıma uğratan bu istila, ülkenin Beni Hilal tarafından yasallaştırılan sayısız prenslikler biçiminde parçalanmasına yol açtı ve Sicilya kralı Ruggero ll'nın müdahalesini kamçıladı. Ruggero II Cerbe'yi (1134), Mehdiye'yi (1148) vb. ele geçirdi. Hıristiyanlığın bu gelişmesini önlemek amacıyla muvahhit Fas halifesi Abdülmümin, Normanlar'ı kovdu (1159-60) ve ifrikiye'yi Tunus'ta oturan bir vali tarafından yönetilen bir eyalet durumuna getirdi, ifrikiye, Tunus oldu.

Tunus Hafsi krallığı (1228/29-1574)


Muvahhitler'in Tunus'un başına getirdikleri Ebu Muhammet adlı bir genel vali, Hafsi hanedanını kurdu. Bu hanedan Tunus’u, bağımsız bir krallık (1228/29-1574) durumuna getirdi. Muvahhıtler'in ortadan kalk malarına (1269) kadar Hafsiler, bir yandan onlara vergi ödemeyi sürdürmekle birlikte, bir yandan da başında özellikle dönek hıristiyanlar ya da tunus burjuvaları bulunan bir yönetim ve endülüs ve arap paralı askerlerden oluşan bir ordu kurdular. Bu askerlerle Ebu Zekerıya (1229-1249), Cezayir (1235) ve Tlemsen'i (1242) işgal ederek, devletine en geniş sınırlarını kazandırdı. Oğlu el-Mustansır, onun hıristiyanlığı benimseme olasılığına inanan Saint Louis'yı püskürttüyse de (1270) ar dılları, bir ıç ayaklanma sonucu yitirdikleri (1279-1284) iktidara ancak Ebu Hafs (1284-1295) sayesinde kavuşabildiler. Beni Süleym göçebelerinin saldırılarıyla ve Fas'taki Meriniler’in müdahalesini kolaylaştıran veraset bunalımlarıyla (1347-1350 ve 1357-58) sarsılan Tunus, Beni Süleymler’i uzaklaştıran ve 1391'de ispanya’dan kovulan Yahudiler’e kucak açan Ebülab- bas (1370-1394) ve Ebu Faris (1394-1434) döneminde birlik ve iktisadi gelişmesini yeniden sağladı.

XVI. yy.'da ispanya ve OsmanlI imparatorluğu'nun Sicilya boğazı için gösterdikleri eşit ancak karşıt ilgi, Hafsiler'in çökmesine yol açtı. Tunus’un Barbaros Hayrettin tarafından alınması (1534) üzerine Hafsi Haşan (1526-1542), Kari V'in yardımını sağladı. Kari V, Hasan'ın başkentini işgal ettiyse de (1535) onu süzerenlığı altına aldı. Bu durum Turgut Reis ve Cezayir paşası Kılıç Ali Raşa'nın müdahalesine yol açtı ve Turgut Reis, Gafsa (1556) ve Kayrevan'ı (1558) ele geçirirken, Kılıç Ali-Paşa da Tunus'u aldı (1569). Don Juan de Austria'nın bir süre için yeniden işgal ettiği (1573) bu kent, Türkler tarafından geri alındı (1574) ve Tunus bir osmanlı eyaleti durumuna geldi.

Fransız müdahalesine kadar Tunus naipliği (1574-1881)


Osmanlı yönetiminde geçen birkaç yıldan sonra yeniçeriler, iktidarı dayı denilen bir ast subaya bıraktılar (1590). Yönetim ve mâliyeyi denetleyen bey, dayıya yardımcılık ediyordu. Çok geçmeden dayı, beyin vesayeti altına girdi. Murat I (1612-1631), ilk beylik hanedanı olan Muradiler hanedanını kurdu. Murat II (1659-1675), dayıyı hapse attı (1671). 1705'te ikinci beylik hanedanının kurucusu Hüseyn bin Ali (1705-1740), dayılık görevine son verdi. Osmanlı egemenliği varsayımı sürdürülmekle birlikte, Hüseyn bin Ali’nin başa geçmesi türk öğeyi tunus milletine dönüştürdü.

Hükümdarın despotluğuna rağmen, 1710'dan başlayarak babadan oğla geçen hükümdarlık otoritesi, başlangıçta Tunus ve büyük kentleri pek aşmıyordu; çünkü iç kesimlerdeki rakip klanların söz dinlemezliği Cezayir, İstanbul ve AvrupalIlar tarafından destekleniyordu. Hatta Cezayir, Tunus'a bir vergi bile yükledi (1756) ve Tunus bu vergiden ancak İstanbul tarafından kurtarıldı (1821). Bu yüzden iç kesimlerin gerçekten fethi, ancak Ali Bey (1759-1782) ve Hammude Bey(1782-1814) dönemlerinde tamamlandı. Kent pazarları canlandı (XVIII.yy.’da Kayrevan’ın yeniden kuruluşu), limanlar yapıldı; 1609'da ispanya’dan kovulan Moriskolar, Mecerda ovasının ve Bon burnunun değerlendirilmesine girişti. Gerçekte en kârlı etkinlik, korsanlıktı, ingilizler'in karşı koydukları bu etkinlik, Fransızlar’ın limanlarda kapitülasyonlar rejimine bağlı (bir konsolosun varlığı) funduklar kurmasını engellemedi. Kurulan ilk funduk, Tunus'taki Marsilyalılar' ın funduğuydu (1577). Ayrıca Cezayir'e karşı Naiplikle bağlaşan (1685) Fransa, onun ticaretini de denetliyordu. XVI. yy.' dan başlayarak Cezayir-Tunus sınırında işletilen mercan avı alanlarını eline geçiren (1700) Afrika şirketi, Bon burnunda sömürgeler kurdu (1781).

Fransızlar'ın Cezayir'i işgali (1830) ve Fransızlarla ingilizler’in kölelik (1819) ve korsanlığı (1824) yasaklamaları, Ingiliz ticaret ve sanayi işletmeleriyle İtalyan tarım ve ticaret kolonilerinin gelişmesine ve ordu, demiryolları ve yönetimde etkinlik gösteren transız öğenin artmasına yol açtı. Borçlanma, iflaslar ve uluslararası bir ingiliz-fransız-italyan mali komisyonunun kurulmasıyla (1869) sonuçlandı. Berlin kongresi'nde (1878), Fransa'nın Tunus'taki özel çıkarları kabul edildi. Ardından Bardo antlaşması (1881) ve el Marsa sözleşmesiyle (1883), transız protektorası kuruldu.

Fransız protektorası (1881/1883-1956)


1885'te Paul Cambon, genel valiliğe getirildi ve Kayidler’in yerine sivil denetmenler yerleştirdi. Siyasal yaşam, kentsel "Genç Tunus" partisinin kurulması (1907), 1911 ayaklanmaları ve 1911-1921 arasında süren uzun bastırma dönemiyle belirginleşti. 1920'de Destur, 1933'te Habib Burgiba'nın laik ve tunus milliyetçisi Yeni Destur partileri kuruldu. 1934'te Yeni Destur, Eski Destur’un islanf reformculuğu geleneğinden koptu. Yem Destur yöneticileri sürgüne gönderildi. Löon Blum hükümetinin giriştiği görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine kanlı olaylar patlak verdi (1937) ve sıkıyönetim ilan edildi. Kasım 1942-mayıs 1943 arasında Almanlar tarafından işgal edilen ülke, Tunus savaşı'yla kurtarıldı. 1950’de, Burgiba’dan daha radikal bir siyasetçi olan Yeni Destur genel sekreteri Salah bin Yusuf, genel valinin izniyle Lemin Bey tarafından kurulan hükümete katıldı. Bununla birlikte fransız uzlaşmazlığı, Yeni Destur'da bir katılaşmaya (1952-1954) ve terörizme yönelişe yol açtı. R Menös France’ın vaat ettiği iç özerklik (1954), Burgiba tarafından kabul edildi (1955). 20 mart 1956'da tam bağımsızlık ilan edildi.

Bağımsız Tunus


Hükümet başkanı Burgiba, Salah bin Yusuf’un muhalefetini bastırdı (1956-57), laik eğilimli kişisel haklar yasasını yürürlüğe soktu (1956), Lemin Bey’i iş başından uzaklaştırdı ve Cumhuriyeti ilan etti. Cezayir savaşı sırasında, Fransa ile Tunus arasındaki ilişkiler bozuldu (Şizerte sorunu, 1961), ardından kolonların topraklarına yönelik ulusallaştırmaların yol açtığı sorunlar daha da ağırlaştı (1964). 1947'de kurulan Tunuslu işçiler genel birliği ile başkanın 1964'te Sosyalist Destur partisi adını alan partisi arasında gelişen gerginlik, siyasal yaşama egemen oldu. Hatta Sosyalist Destur partisi içinde bile, radikal bir toprak reformu yanlılarıyla ılımlılar çatışıyorlardı. Rejimin liberalleştirilmesi için 1975'li yıllarda üniversite ve sendikalarda girişilen hareketlere rağmen Burgiba ve Başbakan H.Nüveyre (1970 -1980), ardından Başbakan M.Mzali (1980 -1986), çokpartili düzene ancak 1983 yılında resmen geçebildiler. 1986 yılında M. Mzali başbakanlık görevinden alındı ve yerine Raşit Sfar geçirildi.

Dış siyaset alanında, Tunus'un İsrail karşısındaki ılımlı tutumu, Nasır'ın yönlendirdiği Arap Birliği ile gerginliklere ve Mısırla diplomatik ilişkilerin kesilmesine yol açtı (1966-1967). Cezayir ve Tunus arasındaki sınır sorunları 1968 ve 1983'te çözüme bağlandı, Libya ile bir birleşme tasarısı (1974) başarısızlığa uğradı. 1979'da Tunus, Mısır'ın çıkarıldığı Arap Birliği merkezine ve FKÖ yönetim organlarına kucak açınca 1985 yılında İsrail’in baskınına uğradı. Petrol fiyatlarının düşmesi ve üretiminin azaltılması tunus ekonomisini olumsuz etkiledi. Dışalımlar azaltıldı, besin maddelerinden devlet sübvansiyonu kaldırıldı; tahıl ürünlerinin fiyatları yükseldi. Tunus ve diğer büyük kentlerde gösteriler başladı (aralık 1983). Olağanüstü durum ilan edildi. Burgiba zamların ertelendiğini açıklayınca çatışmalar durdu, ama grevler sürdü. Ekim 1985'te Tunus'ta bulunan FKÖ karargâhı İsrail uçakları tarafından bombalandı ve 20 tunuslu öldü. Saldırı İslam ülkelerinin yanı sıra AT ve Birleşmiş millerler'ce de kınandı. Temmuz 1986’da liberal siyaset yanlısı muhalefete, sınırlı da olsa birtakım özgürlükler tanımaktan yana olan Başbakan Mzali, yeterli ekonomik önlemler almadığı gerekçesiyle görevden uzaklaştırıldı.
Ad:  Tunus ve Tunus Tarihi6.jpg
Gösterim: 1015
Boyut:  78.1 KB
Libya ile ilişkiler, 25 000 tunuslu işçinin geri gönderilmesi üzerine, eylül 1985'te kesildi. Tutucu İslamcı örgütlere karşı mücadele sürdürüldü; örgütlerin üyeleri çeşitli cezalara çarptırıldı. Nisan 1987’de İçişleri bakanı general Zeynelabidin bin Ali, Başbakanlığa getirildi. 7 kasım 1987'de yaşam boyu Cumhurbaşkanı seçilmiş olan Burgiba, bozulan sağlığı ileri sürülerek ve doktorların verdikleri rapora dayanılarak Başbakan tarafından görevden alındı. Anayasa gereği, Başbakan Zeynelabidin Cumhurbaşkanı oldu. İktidardaki Sosyalist Destur partisi’nin adı, nisan 1988'de Anayasal demokratik ittifak olarak değiştirildi Temmuz 1988'de Anayasa’da yapılan değişiklikle yaşam boyu Cumhurbaşkanlığı ve cumhurbaşkanı çekildiğinde başbakanın onun yerini alması kuralı kaldırıldı; Cumhurbaşkanı için 70 yaş sınırı kondu. Libya lideri Kaddafi 1989 başında Tunus'u ziyaret etti. Kıyıda petrol arama çalışmaları ve Cezayir'den Libya'ya uzanan petrol boruhattının yapımı gibi Libya-Tunus ortak projelerinde önemli ilerlemeler sağlandı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde tek aday Zeynelabidin, oyların % 99'unu topladı. 7 partinin katılmasına izin verilen meclis seçiminde de iktidardaki Anayasal demokratik ittifak oyların % 80’ini aldı.

Eylülde Zeynelabidin, ekonomik reformlara karşı çıkan Bakuş'u görevden alarak, yerine Hamed Karui'yi atadı. Hükümet işçi çıkarmaların halk arasında yol açtığı tepkinin büyümesini önlemek için özelleştirme programını yavaşlatma kararı aldı (1991). Körfez savaşı sırasında, Birleşmiş milletler'in verdiği yetki çerçevesinde Irak'la savaşan güçlere duyulan tepki, hükümeti önemli sorunlarla karşı karşıya getirdi. Zeynelabidin bir yandan Irak'ı bombalayan kuvvetlere karşı çıkarken, bir yandan da Batılı devletlere Tunus'un savaşta tarafsız kalacağını anlatmaya çalıştı. ABD ve Kuveyt, Tunus'a yapmayı kararlaştırmış oldukları yardım ve yatırımları durdurdular, ancak cumhurbaşkanı halkın desteğini kazandı. Şeriatçı hareket 1991 yılı boyunca da ciddi bir sorun olarak gündemdeydi. Arkasında resmen tanınmayan Nahda partisi’nin bulunduğu sanılan olaylar, yaygın tutuklamalara yol açtı; hükümet şeriatçı akımlarla mücadeleyi sürdürdü.

EDEBİYAT
fransızca edebiyat
Jaffar, 1924) ve J. Vignaud'nun yapıtlarında da belli bir tunus imgesi vardır. Bas- makalıplıklar sürmekle birlikte, tunus gerçekliğine sevgiyle bakan yapıtlar da yazılabilmiştir. Marius Scalösi, çok derin bir şiir bırakmış (Podmes d'un maudit, 1923) ve Tunus, romancıları her zaman kendine çekmiştir.

Tunuslu yazarlar Tunus edebiyatı ilkin ve özellikle arap dilinde yazılmış bir edebiyattır. Bununla birlikte, 1920'li yıllardan başlayarak, özellikle tunuslu yahudi cemaat içinde, Vitalis Danon, Ryvel, Cösar Benattar ve Claude Bönady gibi bazı yazarlar fransızca masal, hikâye ve romanlar yayımladı. Paris'te yaşayan Albert Memmi (doğm. 1920), la Statue de sel adlı özyaşamöyküsel esinli romanıyla 1953'te parlak bir giriş yaptı ve bu romanı, egemenlik altına alınmış ve sömürgeleştirilmiş insan ve Yahudiler'in toplumsal durumu üzerine yazılmış öteki roman ve denemeler izledi. Müslüman Tunuslular birçok şiir (Mustafa Kurda, Ahmet Şergi, Salah Ferhaj) ve roman (Mahmut Aslan) yazdılarsa da, asıl önemli yapıtlar son yıllarda yazıldı. Mustafa Tlili (doğm. 1937), la Rage aux Iripes (1975) adlı romanında kahramanın "soysuzluk" karşısında duyduğu öfkeyi dile getirdi ve eski sömürge halkını kurtuluş mücadelesine teşvik etti. Le bruit dört (1978) adlı romanıyla, gene kendilerini arayan dış ve iç sürgündeki insanları ortaya koydu. Abdülvahab Meddeb (doğm. 1946), Talismano (1979) adlı yapıtında her yana eğilip bûkülebilen bir dil kullanarak bellek-kent, geçmiş, özdeşlik ve ayrım üzerine bir roman yazdı. Suat Gelluz, Cehle Hafsiye, Ayşe Şaibi ve Suat Hedri gibi tunuslu kadınlar, duygu ve düşüncelerini yazıyla açıkladılar. Salah Germedi (Avec ou sans. 1970), Münsif Gaşim (Car vivre est un pays. 1978), Mustafa Şelbi (la Chute vers le sommet, 1978), Lerbi bin Ali, Mecid el-Hussi (Imagivresse, ,1973; iris Ilriçiya. 1981), Hödi Buravi (Eclate modüle, 1972; Vdsuviade, 1976) ve Muhammet Azize gibi bazı yetenekli şairler seslerini duyurdular. Hişem Ceyt, Muhammet Talbi, Abdülcelil Temimi, Beşir Tlili, Selahattin Tletli, Abdülvahab Buhdiba ve Hele Beci gibi tarihçi ve denemeciler, yapıtlarını fransızca yayımladılar.

arapça edebiyat
XIX. yy. sonunda tunus toplumu üzerindeki batı etkisini izleyen düşünce akımına genellikle "Rönesans" adı verilir. Rönesans’ın etkisi, arapçada batı dillerindekinden daha geniş bir anlam (edeb) taşıyan “edebiyat" üzerinde de kendini duyurdu. Reformcu metinler Ortadoğu'daki düşünce akımlarına yaklaşarak özellikle Cezayir’deki fransız sömürgeleştirmeye karşı bir tepki uyandırdı. Ahmet Bey'in girişimlerine bağlı olarak basımcılığın da gelişmesi, bu metinlerin yayılmasını kolaylaştırdı.

Klasik türler arasında makame, kendini yenilemek olanağını pek bulamazken şiir. Mahmut Kabadu’nun (1812-1871) yapıtlarıyla ileriye dönük bir düşüncenin iletim aracı durumuna geldi. Ancak yazı alanında ortaya çıkan değişikliği en iyi gösteren yapıtlar, liberallerin temsilcisi bakan Hayrettin'in (Heredin) [1820'ye doğr. - 1889], gelenekçilerin temsilcisi Zeytune şeyhi Bayram V'in (1840-1889) yazıları ve Bin Ziyaf'ın (1804-1874) kronikleri gibi kroniklerdi. Uyaklı ve ritimli düzyazının kullanılmasıyla bu yapıtlar, el-Baci el-Mes'udi' nin (1810-1880) yapıtları gibi sipariş şiirle övgü ürünü destekleyen dönemlerin özelliğini yansıtıyorlardı.
Toplumsal reform isteği, aydınların bilinçlenmesiyle birlikte XX. yy. başında kendini gösterdi. Beşır Sfar (1863-1917), dersler, konferanslar ve bir de kitaplıkla bilgi açlığı çeken insanları besleyen Halduniyye'nin başına geçti. Milliyetçiliğin ilk bigileri buradan kaynaklandı. Salih es -Sviri'nin (1874-1940) yapıtlarıyla roman türü ortaya çıkarken, seyirciler Tunuslular' ın yazdığı ilk tiyatro oyunlarını alkışladılar.

30'lu yıllar yöresinde, birçok arapça süreli yayın aracılığıyla, görülmemiş bir edebiyat ve kültür etkinliği başladı. Yazarlar, gazetecilikle sanatçılık arasında bocalıyordu. 1931-1936 arasında Zin (Zeyn) elabıdin es-Sanusi'nin yayımladığı Edebiyat dünyası adlı dergi, Zituna Üniversitesi dergisiyle birlikte, bunların çoğunu yönlendirdi.

Tahtus-Sur ("Surlar altında") grubunun, bir okul oluşturduğu söylenebilir. Çeviri ve uyarlama çalışmalarından sonra bu grup, tunus hikâyesinin ortaya çıkmasını sağladı. Edebiyat daha halkçı bir renklilik kazandı. Zarif bir güldürücü olan Ali ed -Duacı (1909-1949), tam bir gelişme içindeki toplumsal sınıfların yaşadıkları dramın algılanmasına yol açtı. Anlatım yolları, Mahmut Bayram et-Tunusi’nin (1893 -1961) anlatım yollarını andırıyordu.

Ebülkasım eş-Şabbı (1909-1934), şiir üzerine konferanslar verdi (l'imagination poötique chez les Arabes [fr. çev.], Araplar’da şiirsel imgelem), şiir kitapları yayımladı. Bununla birlikte şair, kadını ve emekçiyi savunan militan et-Tahir el-Haddad (1899-1935) gibi, "değeri bilinmemiş bir peygamber" olarak kaldı. Abdurrezzak Karabake (1901-1945) ve Said Ebubekir (1899-1948), bu şairlere benzemeyen iki ahlakçıydı. Mebahit'in başyazarı Mahmut el-Mesedi'nin (doğm. 1911) Barage (fr. çev.) adlı yapıtı, 1955'te yayımlandı.

Bağımsızlığın başlangıcında, edebiyat yaşamı yönetim çalışmalarının gölgesinde kaldı. Yayıncılıkta ilk kıpırdanmalar, ancak birkaç yıl sonra ortaya çıkabildi. Bu nun üzerine edebiyatçılar, el-Fikr (Fikir) ve et-Tecdid (Yenilik) dergileriyle el-Amel (Eylem) gazetesinin ekinde yazmaya başladılar. Yazıların yarısı süreli yayınlarda yayımlanıyordu.

Bazı yapıtlar, geçmişe yöneldi. Herhangi bir düzeydeki hiçbir şey, tartışma konusu yapılmadı. Klasik bir dil ve geleneksel bir prozodiyle şiir, dinsel özdeyişlerin ve ahlakçı düşüncelerin şiiri durumuna geldi. Öğretici tiyatro, tumturaklı bir tiyatro olarak kaldı. Hikâyelerde ya aile konuları ele alındı ya da gerçekliği kabaca yansıtmakla yetinildi.

Yurtsever hareket, bir başka eğilimin verilerini sağladı Muhammet el-Marzuki (1916-1981), halk efsanelerini topladı Münevver Samadih (doğm. 1931) ve halkı kendi kahramanı durumuna getiren güdümlü yazar Midani bin Salah (doğm. 1929), esin ufuklarını genişletti. Ahmet el -Kadidi’yi de (doğm. 1946) bunlar arasına sokabiliriz.

iki dilli bağımsızlık kuşağının yeniklasik edebiyatına böyle geçildi. Tahir Giga'nın (doğm. 1922) hikâyelerinde siyasal durumun felsefi bir düşünceye dayanan çözümlemesi önerilirken, bu türün ustası olan Haşan Nasr'ın (doğm. 1937) hikâyelerinde değişim içindeki toplumun sorunları geride bırakıldı. Şiirlerinde Cafer Macıd (doğm. 1940), çağdaş insanın kazanımları karşısında duraksarken, Mustafa el-Farisi (doğm. 1931) çağdaş insanın tüm anlaşılmazlığını ortaya koydu.
Romandaki gerçekçi eğilimin öncüsü el-Beşir Hrayif (doğm, 1917), diyaloglarda konuşma dilini kullandı ve kadına önemli bir yer verdi. Başlıca izleyicileri:

Muhammet el-Arusi el-Metvi (doğm. 1920; les Mûres ameres [fr. çev] de olağanüstüye yöneldi); Reşat el-Hamzavi (doğm. 1934; yapıtlarında fantastik [Tarnanno] ve toplumsal esin (Boudouda est mort [fr. çev] yan yana gider); Muhammet Salih el-Cabiri (doğm. 1940); işçi ve burjuvazinin savaşımı üzerine tarihsel freksler (Un jour a Zamra [fr çev.]; La mer rejette ses epaves [fr. çev] yarattı) ve masalcı Abdülaziz el-Arvi (1898-1971).

Yeni kuşak, gençlerin içinde yerleri olacak bir dünya yaratmaya girişti. Sözcülüklerini izzettin el-Medeni (doğm. 1938) yapıyordu. L'Homme zero'nun (fr. çev.) duygu ve düşüncelerini, düşsellik kaynağından yararlanarak dile getirmeye çalıştı. Toplumsal ve dinsel tabulara var gücüyle karşı çıktı. Halk ve iktidar arasındaki ilişkiler sorununu ele aldı ve deneysel edebiyatın ideolojik temellerini attı. Semir el-Ayyadi’nin (doğm. 1947) öfkeli hikâyelerinde, bu uğraşların dolaysız bir yansıması vardı. Le Vacarme du silence (fr. çev.) adlı bir kitapta toplanan bu hikâyelerde, ses tonu öncelik kazanıyordu. Bu yolda daha ileri giden Arusiyye en-Naluti (doğm. 1950), la Cinçuieme Dimension (fr. çev) adlı yapıtında, erkek ve kadının acı çektikleri kötülüklere çare olarak ortaklaşa eylemi önerdi. Et-Tahir el-Hammami'nin (doğm. 1947) şiirinde halk, hak ettiği yere kavuştu. Fadıl Ceybı (doğm. 1945) yönetimindeki “Yeni Tiyatro’'da sahnelenen beş oyun gibi bu şiirler de, genellikle lehçesel arapçayla yazılmışlardı.

GÜZEL SANATLAR
• Roma dönemi - AFRİKA eyaleti. (Roma)
• İslam sanalı Kayrevan'daki görkemli Sidi Ukba Ulu camisi (800-909), Sus ve Monastir'deki çok güzel ribatlar (IX. yy ), Tunus'taki el-Zeytune camisi (732'de yapıldı) ve Gafsa, Beca ve Sus camileri gibi Tunus'ta, islamın ilk yüzyıllarından kalma birçok dikkat çekici anıt vardır. Marangozluk (Sidi Ukba Ulu camisi'nin minber ve maksuresi) ve deri işi başyapıtları da bu dönemden kalmadır. Fatımiler’in, sonradan mısır sanatını gözle görülür bir biçimde etkileyen ilk yapıtlarını da Tunus'ta aramak gerekir (Sfaks ve Mehdiye Ulu camileri). Bu yüzden daha sonraki yapıtlar daha az ilgi çekmiş ve genellikle de bu eski yapıtlar kadar beğenilmemışlerdır. Önemli olmayan gelişme, özellikle bir zariflik ve hafiflik arayışına yönelmiştir (aralarında XV. yy.’da Kayrevan’da yapılan ve Berber camisi denen Sidi Sahib medresesi'nin de olduğu birçok medrese ve Tunus'taki kasaba camisinin de bulunduğu camiler). Osmanlı egemenliği döneminde ülkede, genellikle hypostylos üslubuna ve kare minareye bağlı kalındı Bununla birlikte, bazen bir İtalyan etkisiyle de karışan türk etkisi seramik, halıcılık gibi küçük sanatları derinden derine etkiledi ve büyük kubbe (Tunus'taki Sidi Mahriz camisi, 1675'e doğr), almaşan renkli kemertaşları, çokgen ya da yuvarlak minareler gibi bazı mimarlık örneklerinin benimsenmesine yol açtı.
Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 19 Mart 2017 22:35
SİLENTİUM EST AURUM