KÜLTÜREL YAŞAM
Eski Yunan döneminden kalma yapı, heykel ve eşyalar ülkenin zengin klasik mirasını yansıtır. Ülkenin her yanındaki sit alanlarında görülebilen bu mirasın önemli bir bölümü de yaygın bir ağ oluşturan müzelerde korunur. Ülkenin en önemli müzeleri Atina’daki Akropolis Müzesi ile Bizans kalıntılarının yer aldığı Mistras’taki müzedir. Ortaçağ ikonları ile 14. yüzyıla ait Bizans mozaik ve fresklerinde ifadesini bulan köklü Hıristiyan gelenekleri, günümüzde de özellikle uzak kırsal yörelerde varlığını sürdüren çeşitli dinsel şenliklere ve halk sanatı gösterilerine kaynaklık etmiştir. Eski kültür mirasının bir başka önemli kaynağı, Girit’in sanat alanında parlak bir gelişmeye sahne olduğu 1560- 1660 arasındaki dönemdir. Bu dönemin edebiyat ürünleri arasında yer alan Erotökritos adlı romantik destan ulusal bir şiir niteliği kazanmıştır. İspanyol resminin en büyük ustalarından sayılan Girit asıllı El Greco’nun yetişmesi de bu döneme rastlar.
Geleneklere uygun biçimde kutlanan yortu ve dinsel törenler kültürel yaşamın önemli bir parçasını oluşturur. Genellikle yaz aylarında antik yapılarda düzenlenen uluslararası müzik ve tiyatro festivalleri de geniş bir ilgi toplar. Bizans ikonografisinin izleri Photos Kontoglu ve Stathis Trahanatzis gibi ressamların yapıtlarında kolaylıkla görülebilir. Anadolu’dan Yunanistan’a geçen Karagöz gölge oyunu Panayioti Mikhopulos gibi ustalar aracılığıyla günümüzde de korunmuştur.
Çağdaş Yunan şiirinin uluslararası çapta ün yapmış temsilcileri arasında Konştantinos Kavâfis, 1963 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Georgios Seferis, Angelos Sikelianos, 1979 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Odisseus Elitis ve Yannis Ritsos sayılabilir. Bir başka önemli yazar edebiyatın çeşitli dallarında ürünler veren Giritli Nıkos Kazancakıs’tir. Yunan müziğinin uluslararası alanda tanınan temsilcilerinin başında ise Manos Hacidakis ve Mikis Theodorakis gelir. Askeri rejim sonrası dönemde tiyatro ve sinema büyük bir canlanma göstermiştir.
Yunanistan’da basın oldukça geniş bir özgürlükten yararlanmaktadır. Günlük gazetelerin sayısı 100’ün üzerindedir. Radyo ve televizyon yayınları devletin denetimin- dedir; programlar genellikle hükümetin tutumu doğrultusunda bir yaklaşımı yansıtır.
TARİH
İlk kültürler
Birçok bakımdan Batı dünyasının beslendiği ana tarihsel kaynak sayılan ve özellikle güzel sanatlar ile bilim alanındaki birikimiyle geride zengin bir miras bırakan Yunan uygarlığmın kökleri, büyük altüst oluşlar ve ağır bir gelişme çizgisiyle belirlenen oldukça uzun bir sürece dayanır. Eski Yunan topraklarında toplu insan yerleşiminin Paleolitik Çağda başladığı sanılır; ama günümüze ulaşan kapsamlı arkeolojik kalıntılar Neolitik Çağdan kalmadır. İlk örnekleri İÖ 6000 öncesine tarihlenen bu kalıntılardan ilkel tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları belirlenen bu toplulukların Akdeniz’e özgü bereket tanrıçalarına tapındıkları ve dış istila korkusundan uzak bir yaşam sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Eski Yunan efsanelerinde barışçıl ve eşitlikçi ortamdan dolayı “Altın Çağ” olarak geçen bu dönemin, maddi gelişmişlik düzeyi açısından Doğu ve Mısır uygarlıklarını çok geriden izlediği söylenebilir.
Bölgenin Tunç Çağma henüz yeni girdiği İÖ 2600’den başlayarak Anadolu’dan ve kuzeyden gelen Hint-Avrupa kavimleri, metal
işleme, tarım teknikleri ve denizcilik alanındaki üstünlüklerine dayanarak yerel toplulukları egemenlikleri altına aldılar. Böylece basit ve kapalı bir örgütlenmeye dayanan eski siyasal yapının yerini birbiriyle sürekli çatışan savaşçı kabile reislerinin yönettiği küçük devletler aldı. Bu devletlerin gücü kölelerin çalıştırıldığı verimli toprakların yanı sıra Doğu Akdeniz’deki canlı deniz ticaretinden geliyordu. Aynı dönemde Girit Adasında gelişen Minos uygarlığı^) metal kullanımı ve yazı alanında yeniliklere öncülük ettiği gibi görkemli saraylarda ifadesini bulan yüksek bir sanatsal yaratımla öne çıktı. Yarımadada başlıca üç odağı durumuna gelen Mykenai (Mien), doğal felaketler ve fetihler sonucunda sarsılan Minos uygarlığının gerilemeye başladığı İÖ 1400’lerde Ege Denizinde üstünlüğü ele geçirerek Mısır ve Anadolu kıyılarına çeşitli akınlar düzenledi. Bu arada Minos sanatının özellikleri, Mykenai aracılığıyla anakaraya taşınarak yeni üslupların biçimlenmesinde önemli rol oynadı.
Tunç Çağının sonlarına rastlayan IO 1100 dolaylarında Dorlann istilası yarımadada yeni bir karışıklığa yol açtı. Özellikle kentlerde büyük bir yıkım yaratan istila dalgasını yaklaşık 300 yıl süren ve “Karanlık Çağ” olarak bilinen bir dönem izledi. Homeros’ un tlyada ve Odysseia destanlarına konu olan bu dönemde yerleşik toplulukların çoğu sonradan İonya adı verilen Ege Adalarına ve Batı Anadolu kıyılarına sığındı. Yarımadada karışıklıkların sona ermesiyle birlikte başlayan özümleme süreci, ortak bir dilin yanı sıra Olympos’taki tanrı ve tanrıçalar topluluğuna dayanan yeni bir din ortaya çıkardı.
Arkaik dönem
Dor istilasının getirdiği önemli bir sonuç da çözülen kabile yapısından kopan küçük toplulukların polis denen bağımsız kent devletlerinin çekirdeklerini oluşturmasıydı. İÖ 750’lerden sonra Yunan siyasal yaşamında ağırlıklı bir konum kazanan kent devletlerinden en önemlileri Atina, Sparta, Thebai, Korinthos ve Argos’tu. Zamanla ortaya çıkan nüfus artışı ve gelişen ticari etkinlikler, kent devletlerini uzak bölgelere göçmen topluluklar göndermeye yöneltti. Böylece Anadolu ve Karadeniz kıyılarından Kuzey Afrika ve İspanya kıyılarına kadar uzanan yaygın bir Yunan kolonileri zinciri doğdu. Ana kentlerle bağlarını koruyan bu koloniler Yunan deniz ticaretinin ileri karakolları durumuna geldi.
İlk Yunan alfabesinin ortaya çıktığı Batı Anadolu kıyılarındaki İon kentleri başta olmak üzere bütün Yunan kentleri edebiyat, sanat ve felsefe alanında canlı bir gelişme sürecine girdi. Çeşitli siyasal yönetim biçimlerini uygulayan kent devletleri arasındaki ilişkiler zengin bir birikim yarattı. Anadolu ve Mısır’ın etkisi altında yeni kalıplara yönelen Yunan sanatında stilize ve geometrik desenler yerini insan figürlerine bıraktı.
Klasik dönem
Yunan devletleri tÖ 6. yüzyıl ortalarında Doğu’da yeni bir güç olarak yükselen Ahameniş hanedanının yönetimindeki Perslerin yarattığı tehditle karşı karşıya geldi. Pers Savaşları olarak bilinen bu uzun süreli çatışma, İon devletlerinin İÖ 499’da Pers yönetimine karşı giriştiği ayaklanmaya Atina’nın destek vermesiyle Yunan anakarasına sıçradı. Atina’ya bağlı kuvvetler Marathon Savaşı’nda (IÖ 490) büyük bir zafer kazanarak istilacı Pers ordusunu püskürtmeyi başardılar. On yıl kadar sonra yeniden Yunan anakarasına geçen Pers orduları karşısında Atina ve Sparta’nm öncülüğünde bir kent devletleri konfederasyonu oluşturuldu. Başlangıçta alman bazı yenilgilere ve Atina’nın yakılmasına karşın, Pers ordusu bir kez daha geri çekilmek zorunda bırakıldı. Ardından Atina’nın girişimiyle kurulan Delos Birliği, adım adım Persleri gerileterek Doğu Akdeniz’de üstün duruma geçti. Giderek yıpratıcı bir niteliğe bürünen savaş, belirli bir güç dengesinin kurulmasını sağlayan Kallias Barışı’yla (İÖ 449-448) sona erdi.
Bu arada Yunan siyasal yaşamında Atina ile Sparta arasındaki çekişme daha da keskinleşerek ön plana çıktı. Sparta sözlü geleneklere göre Lykurgos’a dayandırılan kurumlarıyla otoriter bir askeri rejimle yönetilirken, Atina büyük ölçüde Solon’un yasa ve reformlarının biçimlendirdiği demokratik bir rejim altında bulunuyordu. Delos Birliği’ne dayanarak Ege Adalarını ve İonya’yı Pers yönetiminden kurtaran Atina’nın izlediği yayılmacı ve hegemonyacı politika, özellikle Perikles’in yönetimi sırasında en uç noktaya vardı. Sparta’nm bu gelişme üzerine Korinthos ve Thebai’yle işbirliği yaparak karşıt bir ittifak kurması çok geçmeden Peloponnesos Savaşı’na (İÖ 431-404) yol açtı. Savaş sürecinde safları giderek zayıflayan Atina hem karada, hem denizde aldığı yenilgilerle sonunda teslim olmak zorunda kaldı.
Yunanistan’da üstünlüğü ele geçiren Sparta’nm baskıları, Atina’ya art arda ayaklanan kentlerin başına geçme olanağını verdi. Karadaki askeri başarılarla konumunu bir süre daha koruyabilen Sparta, deniz savaşlarında düşmanları karşısında tutunamadı. Thebai önderliğindeki kuvvetlerin İÖ 371’de Sparta ordusunu bozguna uğratmasıyla güç dengesi yeniden değişti. Sparta korkusuyla birçok kenti çevresinde toplamış olan Atina, bu tehdidin ortadan kalkmasından sonra Delos Birliği’ni sürdürmede güçlüklerle karşılaştı.
Bu sırada Yunanistan’ın kuzeyinde II. Philippos’un yönetiminde yeni güç odağı durumuna gelen Makedonya Krallığı, kent devletleri arasındaki çekişmelerden de yararlanarak Yunanistan’da söz sahibi olmaya başladı. İzleyen dönemde diplomatik manevralar ve savaşlar yoluyla Yunan kentleri adım adım Makedonya’nın denetimine girdi. Thebai ve Atina’nın örgütlemeye çalıştığı direniş İÖ 338’deki kesin yenilgiyle kırıldı. Ertesi yıl Sparta dışındaki bütün Yunan devletleri Makedonya’nın güdümündeki Korinthos Birliği’ne katıldı. Philippos’un ölümünden (IÖ 336) sonra Korinthos Birliği’nin başına geçen oğlu Büyük İskender, Makedonya yönetimine başkaldıran kentleri acımasızca sindirdi. Ardından İÖ 334’te Yunan ordularının başında Asya’ya geçerek Mezopotamya’ya, oradan da Nil ve Indus vadilerine kadar uzanan geniş çaplı fetihlere girişti. Yunan dünyasına Doğu uygarlıklarının kapılarını açan bu fetihlerle ortaya çıkan büyük imparatorluk, İskender’in ölümünü (İÖ 323) izleyen iç çekişmelerle kısa sürede parçalandı.
Makedonya yönetimi
İskender’in komutanları arasındaki paylaşım mücadelesinin yol açtığı boşluktan yararlanmak isteyen Atina, Makedonya’ya boyun eğmemiş olan Aitolia Birliği’yle ittifaka girerek Yunanistan’ın bağımsızlığı için bir ayaklanma başlattı. Atina’ya karşı güvensizlik nedeniyle Yunan kentlerinden çoğunun destek vermediği ayaklanma, üstün Makedonya kuvvetlerince bir yıl içinde bastırıldı. Koşulsuz teslim olmak zorunda kalan Atina’da ve öteki kentlerde Makedonya yanlısı oligarşiler başa geçti. Aitolia Birliği ise pek ağır koşullar içermeyen bir antlaşmayla varlığını korumayı başardı.
Helen monarşileri arasında savaşların sürdüğü dönemde, Antigonos hanedanından gelen Makedonya kralları ılımlı politikalarla Yunan kentlerini yanlannda tutmaya özen gösterdiler. Bunun bir sonucu olarak İÖ 302’de Korinthos Birliği’ne benzer bir düzenlemeyle Yunan kent devletlerinin Makedonya tahtıyla ilişkileri pekiştirildi. Sparta’nın IÖ 280’de bazı kentleri yanma çekerek Makedonya yönetimine karşı giriştiği ayaklanma, Aitolia Birliği’ne yönelik saldırılara dönüşünce boşa çıktı. Daha sonra Mısır’daki Ptolemaios hanedanının verdiği destekle Atina ve Sparta öncülüğünde yeni bir bağımsızlık mücadelesi başladı. Khremonides Savaşı (İÖ 267-261) olarak bilinen bu direnişe pek az Yunan kenti katıldı. Sparta’ nın saf dışı kalmasından sonra kuşatılan Atina da düştü.
Bu sırada Peloponnesos’un kuzeyindeki kentlerin İÖ 280’de canlandırdığı Akhaia Birliği, Makedonya egemenliğine karşı yeni bir güç odağı durumuna geldi. Sikyonlu Aratos’un önderliğinde Akhaia Birliği’nin nüfuz alanı daha da genişlerken, Aitolia Birliği de Orta Yunanistan’ın büyük bölümüne egemen olarak Makedonya’ya kafa tutmaya başladı. İki birlik arasındaki ittifakı izleyen savaşlar (İÖ 239-229) sonunda Yunanistan’daki Makedonya egemenliği önemli ölçüde sarsıldı.
III. Kleomenes’in yönetimi altında toparlanan Sparta’nın İÖ 227’de Akhaia Birliği’ ni yıkma çabasına girmesi, Makedonya’nın Yunan siyasal yaşamına yeniden ağırlığını koymasına olanak verdi. Güç duruma düşen Aratos’un yardım başvurusu üzerine İÖ 224’te harekete geçen Makedonya kralı III. Antigonos Doson, yeni bir Helen Birliği yaratmayı başararak İÖ 222’de Sparta’yı yenilgiye uğrattı. Ardından Makedonya desteğindeki Helen Birliği ile Aitolia Birliği, Elis ve Sparta arasında başlayan savaşta (İÖ 220-217) iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamadı.
Yeni Makedonya kralı V. Philippos’un Illyria kıyılarını Roma’dan almak için Kartaca’yla ittifaka girmesi üzerine çıkan I. Makedonya Savaşı’nda (İÖ 214-205) başta Aitolia Birliği olmak üzere bazı Yunan kentleri zaman zaman Roma’nın yanında yer aldı. Elverişli koşullarla bir barış antlaşması imzalayan Makedonya’nın bölgede üstünlük sağlamaya çalışması çok geçmeden Roma’yla II. Makedonya Savaşı’na (İÖ 200-196) yol açtı. Philippos’un yenilgisiyle sonuçlanan bu savaşta Aitolia ve Akhaia birlikleri ile Atina, Rodos ve Pergamon (Bergama) Roma’yı etkin olarak destekledi. Savaştan beklediği ölçüde kazançlı çıkamayan Aitolia Birliği İO 194’te Selevkos ordularını çağırarak yayılmacı hedeflerini gerçekleştirmek istedi. Bir kez daha Yunanistan’a giren Roma kuvvetleri birkaç yıl içinde Selevkos ordularını Anadolu’ya ve ardından Toroslar’ın doğusuna kadar püskürttüler. Sınırlan daraltılan Aitolia Birliği’nin gücü kınlırken, Roma egemenliğini tanıyan Yunan kentleri birer özerk birime dönüştürüldü. Bu arada Roma’yla ittifakını koruyan Akhaia Birliği başlıca rakibi Sparta’ya da boyun eğdirerek Peloponnesos’ta belirli bir üstünlük kurdu.
Makedonya’nın gücünü sınırlamaya yönelik çabaların yol açtığı III. Makedonya Savaşı (İÖ 171-168) sonunda Roma’ya bağlanan Makedonya dört özerk cumhuriyete aynldı. Öte yandan Roma karşıtı bir tutuma giren Yunan kentlerine karşı geniş çaplı bir sindirme hareketine girişildi. Bir süre sonra da Makedonya bir Roma eyaleti olarak düzenlendi (İÖ 148) ve Akhaia Birliği’nin varlığına son verildi (İÖ 146).
Roma yönetimi
Yunanistan’daki bütün birlik ve federasyonları ortadan kaldırarak kentler arasındaki ticari ilişkileri sınırlayan ve demokratik kurumlan yıkarak varlıklı sınıflara dayalı yönetimleri başa geçiren Romalılar, Atina ve Sparta gibi birkaç kent dışında, özerkliğin bedeli olarak kentlerden vergi almaya dayanan bir sistem kurdular. Tarihçi Polybios’un aracılığıyla iç çekişmelerin durdurulmasından sonra, Yunan kentlerinin denetimi Makedonya valisine bırakıldı.
Yunan kentlerinden çoğunun Roma’ya karşı Pontus kralı VI. Mithradates’i desteklediği İÖ 88-85 arasındaki savaşın ardından, Roma komutanı Süha’nın giriştiği acımasız baskılar özellikle iç kesimlerde geniş çaplı bir yıkım yarattı, izleyen yıllarda vergiler daha da ağırlaştırılırken, Roma tüccarlarının sömürüsü de büyük boyutlara ulaştı. İtalya ve Ortadoğu arasında doğrudan bağların kurulmasıyla eski önemini yitiren Yunan kıyı şeridi sık sık korsan baskınlarına uğramaya başladı.
Julius Caesar’a karşı mücadelesinde Pomeius’un donanmasına önemli katkılarda ulunan Yunanistan, İÖ 48’deki belirleyici kara çarpışmalarına da sahne oldu. Üstünlüğü ele geçiren Caesar, Yunan kentlerine karşı yumuşak bir tutum izledi. Caesar’ın öldürülmesinden sonra Yunan kentleri Brutus’un yanında yer aldı. Denetimi sağlayan Marcus Antonius, Octavianus’a (sonradan İmparator Augustus) karşı yürüttüğü savaşta Yunan kaynaklarını sonuna kadar zorladı. Sürekli savaşlar ekonomik sarsıntının yanı sıra büyük bir nüfus azalmasına yol açtı.
Augustus imparatorluk topraklarını yeniden düzenlerken Tesalya’yı Makedonya’yla birleştirdi ve geri kalan Yunan topraklarını Achaea (Akhaia) adlı bir eyalet olarak doğrudan Roma Senatosu’na bağladı. Ama Atina ve Sparta ile öteki bazı kentlerin özerkliğine dokunmadı ve yerel işlerin ortak meclislerde görüşülmesine izin verdi. Bu dönemde yeni el sanatlarının gelişmesine karşın, ticari canlanma İtalyan göçmenlerin yerleştiği Korinthos ve Pâtrai ile sınırlı kaldı. Ekonomik alanda tarım ve hayvancılık öne çıkarken, geniş arazi ve otlaklar küçük bir kesimin elinde toplandı. Genel gerileme ortamı içinde bile gelişmesini sürdüren Yunan edebiyatı ve sanatı ise Roma üzerinde derin bir etki bıraktı. Görkemli yapı ve tapmaklar inşa eden Romalılar, Klasik Yunan heykel sanatını kendilerine örnek aldılar.
Tiberius ve Neron dönemlerindeki geçici değişiklikler dışında Roma Senatosu’na bağlı bir eyalet olarak kalan Yunan topraklan, Hadrianus’un yönetimi (117-138) sırasında vergi ve baskılardan bir ölçüde kurtulduğu gibi daha bayındır bir görünüm kazanmaya başladı. Ama 3.yüzyıl ortalarında Tuna’yı aşan barbar kabilelerin akınları yeni bir dış tehlike doğurdu ve bazı kentler saldırılara uğradı. Roma imparatorlarının düzenlediği askeri harekâtlar 269’da bu akınların kesilmesini sağladı. Diocletianus ve I. Constantinus dönemlerindeki yönetsel düzenlemelerle Moesia, Makedonya ve Asya eyaletleri içinde çeşitli birimlere ayrılan Yunan toprakları, zamanla doğrudan merkeze bağlı ve karmaşık bir hiyerarşinin belirlediği bir bürokratik yönetim altına girdi. Eski kurumlarm ortadan kalkmasıyla kentlerin çoğunda Roma örneğine dayalı bir yönetim biçimi ağırlık kazandı. Constantinus’un 330’da eski bir Yunan kenti olan Byzantion’u Konstantinopolis adıyla imparatorluğun doğu başkenti durumuna getirmesi, ticaret yollarını yeniden Ege Denizine kaydırarak Yunanistan’daki ekonomik durgunluğa önemli ölçüde son verdi. Aynı dönemde tarımın geri yapısını korumasına ve küçük köylülerin giderek serf konumuna düşmesine karşın, refah düzeyinde genel bir yükselme görüldü.

Bizans yönetimi
I. Theodosius’un ölümüyle (395) imparatorluk kesin olarak ikiye ayrılınca, Yunan toprakları Doğu Roma’nın (Bizans) yönetiminde kaldı. Daha önceki imparatorların sert önlemlerine karşın paganlığın hâlâ yaygın olduğu Yunanistan’da Hıristiyanlık daha çok halk arasına karışan din adamlarının çabalarıyla güçlendi. Bu süreçte Yunan kültür kaynakları, Helenistik mirasın Hıristiyanlıkla kaynaşmasında belirleyici bir rol oynadı. 5. yüzyılla birlikte yeniden hızlanan barbar akınlarının yarımadaya getirdiği Got, Avar ve Slav öğeleri bu güçlü gelenek içinde kısa sürede eridi.
Bizans imparatorlarının 7. yüzyıldan başlayarak yönetim alanında uygulamaya koyduğu düzenlemeler zamanla Yunanistan’daki yapıyı da değiştirdi. 10. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Yunan toprakları Hellas, Peloponnesos, Nikopolis, Dyrrhachium (Dıraç), Kephalonia (Kefalonya), Selanik (Thessalonike), Samos ve Ege themalarına ayrılmış bulunuyordu. Aynı dönemde imparatorluk genelindeki ekonomik canlanma özellikle Korinthos ve Thebai’deki ipek dokumacılığı aracılığıyla Yunanistan’a da yansımaya başladı. Kırsal kesimde ise geniş toprakları ellerinde toplayan aileler büyük bir güç kazandı. Buna karşılık genel istikrar ortamı bazı bölgelerin zaman zaman Bulgar, Ulah (Valah) ve Norman saldırılarına uğramasını önleyemedi. Batı sınırlarının saldırıya açık bir konuma gelmesinin başlıca nedenlerinden biri imparatorluğun sivil ve asker yöneticileri arasındaki çatışmaydı. Thema’ lara dayalı yönetim biçiminin bir sonucu olarak güçlenen strategos’lar (komutan) giderek geniş topraklara sahip olmuşlardı. Bu süreç 11. yüzyıl ortalarında benimsenen pronoia sistemiyle birlikte Bizans’a özgü bir tür feodalizmin doğuşuna zemin hazırladı.
Haçlı birliklerinin 1204’te Konstantinopolis’i ele geçirerek Latin İmparatorluğu’nu kurmasından sonra, Yunanistan Latin fatihler ile Bizans yanlısı güçler arasında bölündü. Başlıca Bizans direniş merkezlerinden olan Epeiros Despotluğu zamanla topraklarını genişleterek bağımsız bir devlete dönüştü. Ama çeşitli saldırılar sonunda sınırları giderek daraldı ve uzun bir özerklik döneminin ardından 1337’de yeniden Bizans’a katıldı. Selanik ve Tesalya bölgelerinde oluşturulan Frank prenslikleri Epeiros karşısında tutunamayarak yıkıldı ve 13. yüzyıl ortalarında Bizans yönetimine girdi. Attika ve Boiotia bölgelerini içine alan Atina Düklüğü, çeşitli soylu aileler arasında el değiştirmekle birlikte Bizans’ın denetim alanı dışında kaldı. Akhaia adıyla bilinen en güçlü Frank prensliği ise Peloponnesos’ta ortaya çıktı. Pronoia sistemini koruyarak sağlam bir destek edinen bu prenslik, 13. yüzyıl sonlarına değin Bizans baskılarına karşı koydu. İzleyen dönemde Bizanslılarca adım adım ele geçirilen bölge, 14. yüzyıl ortalarında Mora Despotluğu olarak anılan özerk bir prenslik biçiminde düzenlendi. Son Latin toprakları da 15. yüzyıl ortalarında Mora Despotluğu’na bağlandı.
Yunanistan’ın parçalanma sürecinde Venedik de değişik tarihlerde bazı İon ve Ege adalarıyla anakaradaki stratejik noktalara egemen oldu. Doğrudan ya da dolaylı, çeşitli yönetim biçimlerinin uygulandığı bu dağınık topraklar, OsmanlIların Balkanlar’ daki yayılması sırasında bile uzun süre Venedik’in elinde kaldı.
Bizans imparatorlarının Yunanistan’da denetimi yeniden sağlama girişimleri, 14. yüzyılda başlayan Sırp yayılması nedeniyle giderek etkisizleşti. Bu sırada Bizans’a yönelik Osmanlı tehdidi de güçlenmeye başladı. Balkanlar’a geçtikten sonra Meriç ve Aksiös vadilerini izleyerek ilerleyen OsmanlI kuvvetleri, 14. yüzyıl sonlarına doğru Sırp ve Bulgar direnişini büyük ölçüde kırdılar. Bu arada Makedonya’dan açılan kapıyla Peloponnesos dışındaki Yunan topraklan da Osmanlı yönetimine girdi. Timur istilası ve Anadolu’daki çekişmeler nedeniyle 15. yüzyıl başlarında duran Osmanlı ilerlemesi, 1421’de II. Murad’ın başa geçmesiyle yeniden başladı. Bizans’ın Yunanistan’da ele geçirmiş olduğu topraklar kısa sürede geri alındı. Konstantinopolis’in düşüşünden (1453) sonra Atina (1456) ve Mora’nın (1460) teslim olmasıyla Osmanlı egemenliğine geçiş süreci tamamlandı.
kaynak: Ana Britannica