Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Ekim 2006       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  Yunanistan4.jpg
Gösterim: 822
Boyut:  95.9 KB

Osmanlı yönetimi


Büyük bölümü 15. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı yönetimine girmiş olan Yunan topraklarına, sonraki yıllarda Rodos (1522), Kıbrıs (1571) ve Girit (1669) gibi adalar da katıldı. Buna karşılık Ion Adalarının çoğu Venedik’in elinde kaldı.

Yunanlıların Osmanlı egemenliğini pek bir direniş göstermeden benimsemesinin temelinde bazı etkenler yatıyordu. Bu etkenlerin başında Frankların baskıcı ve keyfi yönetimine duyulan güçlü tepki, OsmanlIların Rum Ortodoks Kilisesi’ne tanıdığı ayrıcalıklı konum, Hıristiyan uyruklar için ticaret serbestliği ve Yunanca eğitim izni geliyordu. Millet sistemi çerçevesinde Yunanlılara da kilisenin denetiminde, iç güvenlik, yargı ve yerel işler gibi alanlarda belirli bir özerklik tanıyan OsmanlIlar, Yunan topraklarını Rumeli Eyaleti içinde çeşitli sancaklara ayırdılar. Daha sonra 1650’deki düzenlemeyle güneydeki topraklar Mora Eyaleti olarak ayrı bir birime dönüştürüldü.

Osmanlı tımar sistemine göre işledikleri mirî araziler için belirli bir vergi ödeyen çiftçiler, bu sistemin çözülmesinden sonra gelişen iltizam ve mukataa gibi vergi toplama yöntemlerine bağlı olarak daha ağır bir yük altına girdiler. Genelde bütün Yunanlıların ödemekle yükümlü oldukları haraç dışında bazı özel vergi türleri de vardı. Bir başka önemli yükümlülük ise Osmanlı kapıkulu ocaklarına asker ve saraya hizmetli yetiştirmeye yönelik devşirme yöntemi uyarınca devlete belirli sayıda gencin verilmesiydi. Bütün bu uygulamalar Yunan topluluklarını rahiplerin ve prokritos adı verilen yerel önderlerin çevresinde kenetlenmeye yöneltirken, birçok yerde de klephtes denen haydut çetelerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Osmanlı yönetiminin bu çeteleri sindirmek için kullandığı armatolos adlı yerel jandarmaların başıbozukluğu genel asayişi daha da bozmaya başladı. Ote yandan ticaret ve bürokraside önemli mevkiler ele geçiren küçük bir Yunanlı (Rum) azınlık Osmanlı sistemi içinde belirli bir güç kazanma sürecine girdi. Bu alanda en çok sivrilen kesim tercümanlık ve voyvodalık görevlerini ellerinde tutan Fenerlilerdi.

Osmanlı yönetimine karşı ilk düzensiz başkaldırılar daha çok Avrupa devletleriyle savaş dönemlerinde ortaya çıktı. Ama bu savaşlarda özellikle Venedik kuvvetlerinin Yunanistan’a müdahaleleri yerel halkın iki taraftan da baskı görmesine yol açtı. Bu nedenle 17. yüzyıldaki dış kışkırtmalar Yunanlılar arasında pek yankı bulmadı. OsmanlI Devleti’yle çeşitli cephelerde savaşa giren Rusya’nın 18. yüzyılda Balkanlar’da nüfuz kazanma girişimleri çok geçmeden yeni bir güç dengesi yaratarak Yunanlıları hareketlenmeye yöneltti.

Milliyetçiliğin yükselmesi ve bağımsızlık. Rusya’nın daha çok geleneksel din bağlarını kullanarak yürüttüğü propagandalar özellikle yoksulluk ve topraksızlığın ciddi boyutlara ulaştığı Mora’da geniş destek buldu. Osmanlı karşıtı varlıklı Yunanlıların yönlendirmesi altında 1770’te başlayan ayaklanma, Rusya’dan yeterli yardım göremeyince Müslüman Arnavut birliklerince kısa sürede bastırıldı. Ama başka cephelerde Rus orduları karşısında güç duruma düşen Osmanlı Devleti’nin 1774’te imzaladığı Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya’ya Rum Ortodokslarının koruyuculuğunu vererek yeni müdahalelere açık bir kapı bıraktı.

Rusya’nın 1786’daki ayaklanma çağrılan, Mora’da gelişmiş olan güvensizlik nedeniyle yandaş bulamadı ama başka bölgelerde sınırlı ve etkisiz hareketler doğurdu. Bununla birlikte Fransız Devrimi’nin ardından Avrupa’da başlayan çatışmaların Balkanlar’a yansıması, Yunanlılar arasında milliyetçiliğin canlanmasına elverişli bir ortam yarattı. Avrupa’daki liberal çevrelerin Yunan bağımsızlığına gösterdiği sempati ve güçlü bir Yunan orta sınıfının ortaya çıkışı milliyetçi harekete geniş bir temel kazandırırken, Osmanlı merkezî yönetiminin giderek zayıflaması Yunan siyasal çevrelerine belirli bir hareket serbestliği sağladı.

Aynı dönemde Yunan milliyetçi hareketi içinde sınıflara ve bölgelere dayalı farklı eğilimler de belirmeye başladı. Fenerliler gibi soylular ve Rusya’ya bağlı güç odaklarının dışında, din adamlarının etkin olarak katıldığı köylü hareketi ve adalardaki varlıklı tüccarların desteklediği bağımsızlık hareketi de siyasal sahneye çıktı. Bu farklı eğilimleri biçimlendiren bir etken de büyük devletlerin Yunan milliyetçilerini yanlarına çekme girişimleriydi. Rusya’daki tüccarlarca 1814’te kurulan Philikı Hetaireıa adlı örgüt, Rus ordusunda subay olan Aleksandr İpsilanti’nin önderliğinde silahlı bir ayaklanma hazırlığına yöneldi. Venedik yönetiminin ardından birkaç kez el değiştirdikten sonra İngiliz korumasına girmiş olan İon Adaları da anakaradaki siyasal örgütlenmelerin bir sığmağı durumuna geldi. Balkanlar’daki Rus nüfuzundan rahatsızlık duyan Avusturya doğuya yayılma politikasının bir parçası olarak Yunan milliyetçiliğine destek veren bir başka güç konumuna girdi. Yunanlıların bağımsız bir devlet kurma hedefiyle ayaklanmasını sağlayan asıl etken ise, bölgede fiili bir özerklik elde etmiş olan Tepedelenli Ali Paşa ile Osmanlı kuvvetleri arasında Mart 1820’de başlayan çatışma oldu.

Bu çatışma sürerken 1821 ilkbaharında Mora’da patlak veren Yunan ayaklanması kısa sürede Orta Yunanistan ve Girit’e de sıçradı. Ayaklanmacıların önemli mevziler elde ederek sağladığı ilerleme, 1822 yazında Osmanlı kuvvetlerinin karşı saldırısıyla durdu. Tesalya ve Makedonya Osmanlı denetimine girerken, Yunanlılar arasında baş gösteren iç çekişmelerle başını Theodöros Kolokotrönis ile Geörgios (Yorgo) Kunturiötis ve Aleksandros Mavrokordâtos’un çektiği iki ayrı merkez ortaya çıktı. Bu çatışmaya karşın Osmanlı Devleti’ne karşı sürdürülen direniş, Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın komutasındaki ordunun Mora’ya çıkmasıyla kırılmaya yüz tuttu.

Ama duruma müdahale eden Ingiltere, Fransa ve Rusya Ekim 1827’de Navarin Deniz Savaşı’nda Osmanlı-Mısır donanmasını yok edince denge yeniden Yunan ayaklanmacıların lehine döndü. Yunan kuvvetleri İngiliz ve Fransız askeri desteğiyle anakaranın iki yanında kuzeye doğru yayılmaya başladı. Bu sırada Osmanlı Devleti’ne savaş açan Rusya’nın baskısıyla Eylül 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması, Yunanistan’ın bağımsızlığının resmen tanınmasını getirdi.

Geçmişte Rusya’nın dışişlerinde önemli rol oynamış ve Avrupa’da tanınmış bir kişi olarak Nisan 1827’de Yunanistan’ın geçici devlet başkanlığına seçilmiş olan Kont Ioannis Kapodıstrias, Ocak 1828’de Yunanistan’a geçtikten sonra Rusya’ya yakın güçlü bir merkezî yönetim kurmaya yöneldi. Bağımsızlık mücadelesinde öne çıkmış ailelerin düşmanlığını çeken Kapodıstrias’ın Ekim 1831’de öldürülmesini izleyen karışıklıklar ancak büyük devletlerin müdahalesiyle sona erdirilebildi. Mayıs 1832’de Londra’da varılan anlaşma uyarınca İngiltere, Fransa ve Rusya’nın koruması altında, kuzey sınırı Ârta-Völos hattını izleyen ve Girit ile Sâmos dışında bazı Ege Adalarını da içine alan bağımsız bir krallık oluşturulması benimsendi. Aynı anlaşmayla Bavyera kralı I. Ludwig’in oğlu Otto’nun I. Otho adıyla Yunan tahtına geçmesi kararlaştırıldı.

Krallık yönetimi ve genişleme. Korumacı devletlerden geniş mali destek gören Otho, ülkenin başkentini Nauplia’dan Atina’ya taşıdıktan (1834) sonra yeni yasalar çıkardı ve zorunlu askerliğe dayalı düzenli bir ordu kurdu. Ama çevresinde topladığı Bavyeralı soylu ve askerlerden oluşan dar hizbin baskıcı yönetimi ve ağır vergiler ülke çapında hoşnutsuzluklara yol açtı. Mısır’dan alınarak yeniden Osmanlı yönetimine verilen Girit’i ilhak etme girişiminin (1841) boşa çıkmasından iki yıl sonra eski bağımsızlık savaşçılarının önderliğindeki bir ayaklanmayla Otho’nun otokratik yetkilerini sınırlayan bir anayasanın çıkarılması sağlandı. Böylece Bavyeralı hizbin yerini bir Yunan oligarşisi aldı.

Mali anlaşmazlıklar nedeniyle İngiltere’yle ilişkilerin bozulduğu bir ortamda Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmaya yönelik Megali İdea (Büyük Düşünce) politikasına yönelen Otho, Kırım Savaşı’ndan (1853-56) yararlanarak OsmanlIların elindeki Tesalya ve Epir bölgelerine karşı bir saldırı başlattı. Ama Pire’ye çıkan İngiliz ve Fransız askerlerin baskısıyla Yunan birlikleri eski sınırların gerisine çekilmek zorunda bırakıldı. Aynı dönemde İngiliz koruması altındaki İon Adalarının statüsüne ilişkin tartışmalar İngiltere’yle yeni bir gerginlik doğurdu. Boş yere yayılma umutları uyandıran Otho’nun durumu da sarsıldı. Çeşitli bağımsızlık kahramanlarını art arda başbakanlığa getirmekle birlikte keyfi bir yönetim sürdürmeye çalışan Otho, sonunda Ekim 1862’de patlak veren ayaklanmayla tahttan uzaklaştırıldı. Bir yıl kadar süren görüşmelerin ardından İngiltere, Fransa ve Rusya’nın ortak adayı Danimarka prensi Vilhelm Ekim 1863’te I. Georgios olarak Yunan tahtına çıktı. Bu düzenlemeyle birlikte İngiliz askerlerinin çekildiği İon Adaları da Yunanistan’a geçti.

Yeni kralın başa geçmesinden sonra çıkarılan anayasa ülkeye gerçek anlamda bir meşruti monarşi getirdi. Böylece Ulusal Meclis ülke yönetiminde önemli bir ağırlık kazanırken, içeride görece bir siyasal istikrar sağlandı. Ama yeni dönemin hemen başında Girit’te Osmanlı yönetimine karşı başlayan ayaklanma (1866), Girit Sorunu’nu bir kez daha gündemin ilk sırasına çıkardı. Ayaklanmacıların Yunanistan’a katılma karan resmen benimsenmediyse de birçok Yunanlı gönüllü olarak çarpışmak üzere adaya geçti. Büyük devletlerin müdahalesinden çekinen OsmanlIlar, bir dizi yönetsel reformla olayları yatıştırma yoluna gittiler.

Dış politikada ikinci önemli bunalım 1877- 78 Osmanlı-Rus Savaşı’yla ortaya çıktı. Bunu yayılma yönünde bir fırsat olarak kullanma eğilimini yatıştırmaya çalışan koalisyon hükümeti baskılara dayanamayarak düştü. Yeni hükümetin savaşa girme çabası ise Rusya’ya karşı Osmanlı direnişinin kırılması ve İngiltere’nin arabuluculuğa girişmesi nedeniyle boşa çıktı. Rusya ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması uyarınca Yunanistan’ın üzerinde hak iddia ettiği toprakların büyük bölümü Bulgaristan’a bırakıldı.

Büyük devletlerin müdahalesiyle Berlin Kongresi’nde benimsenen yeni düzenlemede de yalnızca Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’yle sınırlarını gözden geçirmeye yönelik bir hükme yer verildi. Buna dayanarak yürütülen görüşmeler sonunda 1881’de belirlenen yeni sınırlarla Tesalya’nın büyük bölümü ve Epir’in küçük bir parçası Yunanistan’a geçti.

İzleyen dönemde bazı kısa aralıklar dışında uzun süre başbakanlık görevini elinde tutan Harflos Triküpis, yönetim yapısını sağlam temellere oturtma, ulaşım ağı ve deniz ticareti filosunu genişletme, Korinthos Kanalını tamamlama, kırsal kesimde asayişi sağlama, mali sistemi düzeltme ve ülkeye yabancı yatırımları çekme gibi önemli adımlar attı. Ocak 1895’te istifa eden Trikûpis’ten sonra başbakanlığı üstlenen ve daha önceki kısa hükümet dönemlerinde militan bir dış politika izleyen Theodoros Diliyiannis, Mayıs 1896’da Girit’te başlayan etnik çatışmaların tırmanması üzerine Şubat 1897’de adaya bir Yunan tümeni gönderdi. Büyük devletlerin çatışmaya son vermek için adayı abluka altına almasına karşın, çok geçmeden Osmanlı-Yunan Savaşı patlak verdi. Kısa süreli bir harekât sonunda yenilgiye uğrayan Yunanistan, bazı küçük toprak kayıpları ve savaş tazminatı karşılığında barış yapmak zorunda kaldı.

OsmanlIların elinde kalan Girit’te ise büyük devletlerin koruması altında özerk bir yönetim kuruldu. Eylül 1898’deki olayların ardından Osmanlı kuvvetleri adadan çekilirken, Yunan prensi Georgios komiserliğe getirildi. Bu sırada Girit’in siyaset sahnesinde öne çıkan Eleutherios Venizelos, eski Yunan başbakanlarından Aleksandros Zaimis’in Prens Georgios’un yerine geçtiği 1906’dan sonra düzeni sağlayarak Temmuz 1908’de son Avrupa birliklerinin de adadan çekilmesi için elverişli bir ortam yarattı.

Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet’in ilanını (1908) izleyen gelişmeler, öteden beri Yunan, Bulgar ve Sırp örgütlerinin etkinliklerine sahne olan Makedonya’yı Osmanlı egemenliğinden çıkarma girişimlerine yeni bir hız verdi. Bu arada Girit Meclisi Ekim 1908’de Yunanistan’a katılma kararını aldı. Yunan hükümetinin Avrupa’daki güç dengesini göz önüne alarak birleşmeden kaçınmasına karşın, Yunanistan Genç Subaylar Birliği adı altında örgütlenen subayların baskısı Venizelos’un Atina’da güçlü bir konum kazanmasına zemin hazırladı. Başbakanlık görevini üstlendikten sonra Haziran 1911’de yeni bir anayasa çerçevesinde siyasal karışıklıklara son veren ve güçlü bir meclis desteğini arkasına alan Venizelos, Makedonya sorununu çözmek üzere Balkan devletleri arasında birlik sağlama girişimlerine etkin biçimde katıldı.

Ekim 1912’de başlayan I. Balkan Savaşı, Osmanlı kuvvetlerinin Batı Trakya’nın büyük bölümünden çekilmesiyle sonuçlandı. Savaştan büyük kazançla çıkan Yunanistan, aynı zamanda Girit ve öteki bazı adaları topraklarına bağlama olanağını buldu. Londra Antlaşması’yla beklediği sonucu alamayan Bulgaristan’ın eski müttefiklerine saldırmasıyla Haziran 1913’te çıkan II. Balkan Savaşı’nı sona erdiren Bükreş Antlaşması, Yunanistan’a daha önce ele geçirdiği topraklar ve Makedonya’nın güney kesimi üzerinde kesin bir egemenlik kazandırdı. Ama Balkanlar’daki yeni sınırlar kalıcı bir barış getirmediğinden, Yunanistan’ın Bulgaristan ve Osmanlı Devleti’yle ilişkilerindeki gerginlik sürdü.

Georgios’un ardından Mart 1913’te tahta çıkmış olan I. Konstantinos, I. Dünya Savaşı başladığında Almanya lehine bir tarafsızlık politikasını benimsedi. Bu durum çok geçmeden İtilaf Devletleri’nin yanında yer almayı savunan Venizelos’la bir çatışmanın doğmasına yol açtı. Venizelos’un tutumu büyük ölçüde Bulgaristan tehlikesinden ve itilaf desteğiyle Batı Anadolu’yu ele geçirme umudundan kaynaklanıyordu. Kralı destekleyen Albay İoannis Metaksas başkanlığındaki Yunan genelkurmayının baskısıyla istifa etmek zorunda kalan Venizelos, Sırbistan’a yönelik Bulgar saldırısı üzerine Ekim 1915’te İtilaf kuvvetlerini yardıma çağırdı. Bir yıl kadar süren çekişmelerden sonra da ayrı bir hükümet kurarak Haziran 1917’de Konstantinos’u oğlu Aleksandros lehine tahttan çekilmeye zorladı.

Ardından resmen başbakanlığa dönerek Yunanistan’ı İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa soktu. Yunan birlikleri ancak Mayıs 1918’den sonra Makedonya cephesindeki çarpışmalara katıldı. Bununla birlikte Venizelos’un Paris Barış Konferansındaki ustaca manevraları, Yunanistan’a diplomatik alanda çok daha büyük zaferler sağladı. Uzun süre Paris’te kalarak Oniki Adanın İtalya’dan alınması ve Anadolu’daki Yunan işgal bölgesinin genişletilmesi gibi önemli başarılar elde eden Venizelos, Kasım 1920’deki seçimlerde yenilgiye uğradığı gibi Aleksandros’un ölümünden sonra Konstantinos’un kral olarak yeniden ülkeye dönmesini önleyemedi. Bu sırada İzmir’e çıkmış olan Yunan ordusu Anadolu’daki güçlü direnişi kıramayarak Eylül 1921’de savunma konumuna geçti. Yeni başbakan Dimitros Gunaris’in Ingiliz müdahalesi yönündeki girişimlerine karşın, Yunan ordusu 1922 sonbaharına doğru bozgun içinde Anadolu’dan çekildi.

Kaçan Yunan askerlerinin başına geçen General Nikolaos Plastiras’ın başlattığı ayaklanma üzerine, Konstantinos bir kez daha tahttan vazgeçerek yerini oğlu II. Georgios’a bıraktı. Türkiye’yle savaşa resmen son veren Lozan Antlaşmasının (Temmuz 1923) öngördüğü Ahali Mübadelesi, ülkeye çok sayıda Yunan göçmeninin akmasına yol açtı. Bu göç dalgası ciddi bir işsizlik ve toprak sorunu doğurmanın ötesinde siyasal karışıklıklara da zemin hazırladı. Bu arada Yunanistan-Arnavutluk sınırındaki bir çatışma nedeniyle İtalya’nın giriştiği bombardıman ve Makedonya’da kral yanlılarının düzenlediği başarısız ayaklanma, askeri rejimi sivil yönetime dönüş için köklü önlemler almaya yöneltti. Georgios’un ülkeden ayrılmasından sonra Aralık 1923’te yapılan seçimleri Liberal Parti kazandı. Venizelos’un kısa süreli hükümetinin ardından Ulusal Meclis Mart 1924’te monarşiye son vererek cumhuriyet ilan etti. Halkın bir plebisitle bu kararı onaylamasından sonra Amiral Paulos Kunduriotis cumhurbaşkanlığına seçildi.

Cumhuriyet dönemi


Daha yeni cumhuriyetin anayasası hazırlanmadan Haziran 1925’te bir darbeyle başbakanlık görevini üstlenen General Theodoros Pangalos, bir süre sonra parlamentoyu dağıtarak diktatörlüğe yöneldi ve Nisan 1926’da Kunduriotis’in yerine kendini cumhurbaşkanı seçtirdi. İzlediği politikalarla ülkeyi Bulgaristan’la savaşın eşiğine kadar getiren Pangalos’u Ağustos 1926’da kansız biçimde deviren Genaral Georgios Kondılis, eski cumhurbaşkanının görevine dönmesini ve serbest seçimlerin yapılmasını sağladıktan sonra iktidarı Zaimis’in başbakanlığı altındaki koalisyon hükümetine bıraktı. Haziran 1927’de yeni bir anayasayı yürürlüğe koyan koalisyon hükümeti, Venizelos’un ülkeye dönüşünün hemen ardından Mayıs 1928’de düştü. Geçici olarak başbakanlığa getirilen Venizelos, Ağustos 1928’deki genel seçimleri büyük bir çoğunlukla kazanan Liberal Parti’ye dayanarak dört yıl içinde ülkeye siyasal istikrarı getirmeyi başardı. Ayrıca Balkanlar’daki komşu ülkelerle ilişkileri düzelterek barışçı bir dış politikanın temellerini attı. Aynı dönemde Zaimis’in cumhurbaşkanlığına seçilmesi (Aralık 1929) rejimin oturmasında önemli bir adım oldu.

1932’de mali bunalımla konumu sarsılmaya başlayan Venizelos hükümetinin nispi temsile dayalı bir seçim sistemi getirmesi ve basın özgürlüğünü kısması yaygın bir tepki doğurarak siyasal bunalıma yol açtı. Bu ortamda Panayiotis Tsaldaris başkanlığındaki Halkçı Parti’nin temsil ettiği kralcı muhalefet güçlenmeye başladı. Kısa süreli iki hükümetin ardından Eylül 1932’de nispi temsile göre yapılan genel seçimlerde hiçbir parti çoğunluk elde edemediği gibi parlamentoya aralarında komünistlerin de bulunduğu birçok küçük grup girdi. Kurduğu koalisyon hükümetinin kısa sürede düşmesinden sonra Mart 1933’te çoğunluk sistemiyle yeni seçimlerden galip çıkan Tsaldaris, Şubat 1934’te Balkan Antantı’yla Venizelos’un barışçı dış politikasına yeni bir halka ekledi. Zaimis’in Nisan 1934’te ikinci kez cumhurbaşkanlığına seçilmesinden önce ortaya çıkan siyasal tartışmalar, Halkçı Parti’nin monarşiyi geri getirme eğilimini açığa vurdu.

Monarşiye dönüş ve II. Dünya Savaşı


Venizelos’un Mart 1935’teki başarısız darbe girişimi, kralcıların harekete geçmesine yol açtı. Venizelos yanlılarını bastırdıktan sonra hükümete giren ve ardından başbakanlığı üstlenerek güçlü bir konum kazanan Kondılis, Kasım 1935’teki plebisitle II. Georgios’un kral olarak ülkeye dönmesini ve 1911 tarihli anayasanın yeniden yürürlüğe konmasını sağladı. Ocak 1936’da yapılan seçimlerden Themistoklis Sophulis önderliğindeki Liberal-Cumhuriyetçi blok ile başını Tsaldaris, Kondılis ve Metaksas’m çektiği sağcı partiler koalisyonu birbirine yakın bir güçle çıktı. Komünistler ise küçük bir grup olarak iki taraf arasında kilit bir konum elde etti. Başbakanlığa getirilen Metaksas, Ağustos 1936’da Georgios’un da desteğiyle parlamentoyu dağıttı; bütün siyasal partileri kapatarak ve anayasal hakları askıya alarak bir dikta yönetimi kurdu.

Komünistlere karşı sert bir politika izlemekle birlikte idari, mali ve askeri alanlarda önemli reformlar gerçekleştiren Metaksas, Avrupa’da gelişen savaş tehlikesi karşısında İngiltere’ye yakınlaşma yolunu seçti. Arnavutluk’u ilhak eden Mussolini’nin tehditlerine kararlılıkla direndi. Bunun üzerine Ekim 1940’ta Yunanistan’a saldıran İtalyan birlikleri General Aleksandros Papagos komutasındaki Yunan ordusu tarafından kısa sürede püskürtüldü. Ama Nisan 1941’de Bulgaristan ve Yugoslavya üzerinden saldırıya geçen Alman birlikleri hızla bütün ülkeyi işgal etti. Kral Georgios ve Metaksas’ın ölümünden sonra kurulmuş olan yeni hükümet ülke dışına kaçtı.
Almanların dayanmaya çalıştığı bir dizi kukla hükümete karşın halk arasında gelişen pasif direniş, çok geçmeden gerilla eylemleriyle etkili bir mücadeleye dönüştü. Bu mücadelede öne çıkan başlıca örgütler komünistlerin önderliğindeki EAM- ELAS ile General Napoleon Zervas’ın kurduğu milliyetçi eğilimli EDES’ti. İki örgüt arasındaki çatışma özellikle İtalya’nın Eylül 1943’te Müttefiklere teslim olmasından sonra daha da tırmandı. Bu süreçte gittikçe güç kazanan EAM-ELAS denetimi altındaki bölgelerde geçici bir hükümet oluşturdu. Böylece ortaya çıkan açık cepheleşme Nisan 1944’te eski Venizelos yanlılarından Georgios Papandreu’nun başkanlığında kurulan koalisyon hükümetiyle bir ölçüde yumuşadı. Ama Alman birliklerinin çekildiği Ekim 1944’ten sonra ülkenin büyük bölümünü elinde tutan EAM-ELAS hükümetin silahları bırakma emrine uymayı reddetti. Bunu izleyen Yunanistan İç Savaşı’iîin ilk evresinde EDES’i ortadan kaldıran EAM-ELAS gerillaları ancak İngiliz birliklerinin doğrudan müdahalesiyle bastıniabildi.
EAM-ELAS’ın Şubat 1945’teki Varkiza Barış Antlaşmasıyla çatışmadan vazgeçmeyi kabul etmesinden sonra Mart 1946’da ^çime gidildi. Komünistlerce boykot edilen seçimler sonunda kralcılar parlamentoda çoğunluğu ele geçirdi. Ardından yapılan bir plebisitle Georgios’un ülkeye dönmesi sağlandı. Ertesi yıl Georgios ölünce yerine kardeşi Paulos geçti.

Bu arada komünistlerin yeniden silaha sarılmasıyla Yunanistan İç Savaşı’nın ikinci evresi başladı. İlk çatışmalarda büyük bir ilerleme gösteren komünistler, Aralık 1947 de ülkenin kuzeyinde Markos Vafiades önderliğinde bir geçici hükümet ilan edecek güce ulaştılar. Ama İngiltere’nin boşluğunu dolduran ABD’nin geniş çaplı . trdımları ve SSCB’nin Yunan komünistlerle cephe alması, savaşın seyrini değiştirdi. Komünist gerillaların umutsuz direnişi Ekim İ949’da sona erdi.

Toparlanma dönemi


Mart 1950’de yapılan seçimlerden sonra Plastiras’m kurduğu islikrarsız koalisyon hükümeti, Eylül 1951’de yeniden seçime gitmek zorunda kaldı. Bu seçimden bhinci parti olarak çıkmakla birlikte koalisyona girmekten kaçman Papagos önderliğindeki Yunan Canlanışı adlı parti, yeni bir istikrarsızlık döneminin ardından Kasım 1952’deki seçimlerde büyük bir çöğürdük elde etmeyi başardı.

Savaş sonrasında İtalya’dan Oniki Adayı alan (1948) ve Avrupa Konseyi (1949) ile Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’na (NATO) giren (1951) Yunanistan, Papagos’un dört yıl süren başbakanlık döneminde ABD'nin de yardımlarıyla ekonomik kalkınma yönünde önemli adımlar attı. Papagos’tan sonra Ekim 1955’te başbakanlığı üstlenen Konstantinos Karamanlis, kadınların ilk kez oy kullandığı Şubat 1956’daki seçimlerde yeni kurduğu Radikal Ulusal Birlik’le (ERE) iktidarda kalmayı başardı. İzleyen dönemde komünistlerin desteğindeki Birleşik Demokratik Sol (EDA) ile Georgios Papandreu’nun kurduğu Merkez Birliği’nin etkili muhalefetine karşın, ERE 1958 ve 1961 seçimlerinde de parlamentodaki çoğunluğunu korudu. Başbakanlığı boyunca Avrupa’ya yakınlaşma politikasını izleyen ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusunda bulunan Karamanlis, Kıbrıs sorunu nedeniyle ortaya çıkan gerginlikleri çözme yönünde bir tutum takınarak, 1960’ta Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’nin garantörlüğü altında adada bağımsız bir cumhuriyet kurulmasına yardımcı oldu. Kral Paulos’la çeşitli konularda anlaşmazlığa düşen Karamanlis’in Haziran I963’te istifa ederek ülkeden ayrılmasından sonra yeni bir siyasal dönem başladı.

Kasım 1963’teki seçimlerin ardından kurduğu hükümetle güvenoyu alamayan Georgıos Papandreu, Şubat 1964’te yeterli bir çoğunluk elde ederek hükümetin başına geçti. Yeni hükümetin giriştiği reformlar çok geçmeden tutucu çevrelerin tepkisine yol açtı. Paulos’un ölümüyle Mart 1964’te tahta çıkmış olan oğlu II. Konstantinos, orduya solcuların sızmasına göz yumduğu gerekçesiyle Temmuz 1965'te Georgios Papandreu’yu görevden aldı. Kralın bu tutumu büyük ölçüde Merkez Birliği’nin sol kanadına dayanarak önemli görevlere yükselen Georgios Papandreu’nun oğlu Andreas Papandreu’nun girişimlerinden kaynaklanıyordu. Birbirini izleyen kararsız hükümetler dönemi ülkedeki siyasal bunalımı daha da derinleştirdi. Sonunda seçime gitmek üzere oluşturulan geçici hükümet Nisan 1967’de bir askeri darbeyle devrildi.

Askeri rejim


Darbeden sonra kralın ısrarıyla Yüksek Mahkeme başsavcısı Konstantinos Kollias’ın başbakan olarak yer aldığı hükümette kilit mevkiler darbeci komutanların eline geçti. İzleyen dönemde geniş çaplı siyasal tutuklamalara gidilerek katı bir sansür kondu ve anayasal haklar askıya alındı. Rejimi yıkmaya çalışmaktan yargılanan Andreas Papandreu 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1967 sonbaharında ordu, bürokrasi ve eğitim kurumlarında büyük çaplı bir tasfiye hareketi başladı. Aralık ayında silahlı kuvvetleri ve halkı cuntayı devirmeye çağıran kral, girişiminin boşa çıkması üzerine Roma’ya kaçmak zorunda kaldı. Cuntanın buna gösterdiği tepki General Georgios Zoitakis’i naipliğe, Albay Georgios Papadopulos’u da başbakanlığa getirmek oldu. Bu arada siyasal tutuklular için çıkarılan afla serbest bırakılan Andreas Papandreu ülkeden ayrıldı. Göz hapsine alınan babası ise Kasım 1968’de öldü.

Güdümlü bir halkoylaması sonunda Eylül 1968’de yürürlüğe koyduğu göstermelik anayasayı bile uygulamayan cunta, özellikle Avrupa’da yaygın bir diplomatik baskıyla karşı karşıya geldi. Öte yandan yurtdışmdaki siyasal sürgünlerin örgütlediği güçlü bir muhalefet ortaya çıktı. Mart 1972’de Zoita- kis’in yerine geçen Papadopulos, cuntanın Haziran 1973’te monarşiye son vermesinden sonra cumhurbaşkanlığı görevini üstlendi ve sivil yönetime dönüş hazırlıklarını başlattı. Halk arasında desteği zayıflamış olan rejime prestij kazandırmak isteyen cuntanın girişimleriyle 1974’te Kıbrıs’ta enosis’e yönelik bir darbe düzenlendi. Ama darbenin ardından Türk birliklerinin Kıbrıs’a çıkmasıyla doğan bunalım cuntanın hızla çökmesine yol açtı.

Parlamenter rejime dönüş


Sürgünden dönerek sivil bir hükümetin başına geçen Karamanlis, krallık makamının yerini cumhurbaşkanlığının alması koşuluyla 1952 tarihli anayasayı yeniden yürürlüğe koydu. Cunta dönemindeki baskı ve kısıtlamaların büyük ölçüde kaldırılmasından sonra Kasım 1974’te yapılan genel seçimleri Karamanlis’ in kurduğu Yeni Demokrasi Partisi büyük bir çoğunlukla kazandı. Seçimlerden ana muhalefet olarak Merkez Birliği-Yeni Güçler Partisi çıktı. Hükümetçe hazırlanan yeni anayasanın Haziran 1975’te yürürlüğe girmesinden sonra cumhurbaşkanlığına Konstantinos Tsatsos seçildi.

İktidardaki Yeni Demokrasi Partisi 1970’lerin ikinci yarısında gittikçe güç kaybederken, Andreas Papandreu’nun kurduğu Panhelenik Sosyalist Hareket (PASOK) geniş bir destek bulmaya başladı. Mayıs 1980’de başbakanlık görevini bırakarak cumhurbaşkanlığına seçilen Karamanlis’ten sonra hükümetin başına Georgios Rallis geçti. Ertesi yıl PASOK’un seçim zaferiyle başbakanlık görevini Papandreu üstlendi ve sol eğilimli yeni iktidar altında ülke önemli bir değişim sürecine girdi.

İkinci dönem cumhurbaşkanlığı için Papandreu’dan destek alamayan Karamanlis’ in Mart 1985’te istifa etmesinden sonra bu göreve Hristos Sartzetakis seçildi. Bunu izleyen genel seçimler de PASOK’un kesin bir çoğunluk elde etmesiyle sonuçlandı. Ama derinleşen ekonomik bunalım ve Ege Sorunu’yla bağlantılı olarak ABD ile ortaya çıkan gerginlik, PASOK hükümetinin giderek yıpranmasını getirdi. Ekim 1986’daki yerel seçimlerde uğranan büyük oy kaybı bu gelişmeyi açık biçimde ortaya çıkardı. Hem sağ, hem de sol muhalefetin sert eleştirilerine hedef olan PASOK, Haziran 1989’da ikinci parti durumuna düştü. Ama ortaya çıkan tablo, hiçbir partiye hükümet kurma olanağını vermedi. Geçici bir hükümet altında Kasım 1989’da yapılan erken seçimde de bu kilitlenme çözüleme- yince, Nisan 1990’da bir kez daha seçime gidildi. Yeni Demokrasi Partisi’nin sandalyelerin yarıdan bir fazlasını elde etmesiyle Konstantinos Mitsotakis başbakan oldu. Ertesi ay da Karamanlis ikinci kez cumhurbaşkanlığına seçildi. Bu arada geçmiş sol hükümet dönemindeki yolsuzluklarla ilgili olarak açılan davalar hız kazandı. Bu davalar arasında parlamentonun kurduğu özel bir mahkemede Girit Bankası’na ait 200 milyon ABD Doları’nı zimmetine geçirme ve telefon dinlettirme suçlarından Papandreu hakkında açılan dava da bulunuyordu.

1990’ların başlarında Balkanlar’daki sosyalist yönetimlerin çözülmesiyle etnik düşmanlıkların şiddetlenmesi Yunanistan’ın komşu Arnavutluk, Yugoslavya ve Türkiye ile olan ilişkilerini gerginleştirdi. Batı Trakya’daki Müslüman Türklere yönelik baskılar sonunda bölgede çatışmalara yol açtı. Türkiye’yi sürtüşmeleri kışkırtmakla suçlayan Yunanistan Komotinfdeki (Gümülcine) Türkiye başkonsolosunu sınır dışı etti; Türkiye de buna İstanbul’daki Yunan başkonsolosunu sınır dışı ederek cevap verdi. 1991’de İstanbul’da, içinde Yunanlı turistlerin bulunduğu bir otobüsün bir akıl hastası tarafından yakılması ve bir Türk diplomatın Atina’da 17 Kasım adlı terörist örgüt tarafından öldürülmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gerginleşmesine neden oldu.

Aynı yıl Yunan hükümetinin kitleler halinde Yunanistan’a göç eden Arnavut mültecileri sınır dışı etmesi bu ülkeyle olan ilişkilerde gerginliğe yol açtı. Eylülde Yugoslavya’nın Makedonya cumhuriyetinde bağımsızlık için yapılan referandum Yunanistan’da kaygıyla karşılandı. Kuzey sınırlarında yeni bir devletin kurulmasıyla ülkedeki Makedon azınlığın eski iddialarının canlanacağından korkan Yunan hükümeti, yeni cumhuriyetin Eski Yunan uygarlığının mirası olan “Makedonya” adını kullanmasına karşı çıktı ve ancak Yunanistan’ın kabul edeceği bir ad benimsendikten sonra bu yeni devleti tanıyabileceğini açıkladı. 1992’de Türkiye ile bir dostluk antlaşmasının metni üzerinde görüşmelere başlandıysa da Kıbrıs sorununun çözümünü engelleyen güçlüklerin sürmesi görüşmelerin tıkanmasına yol açtı.

Öte yandan Yunan Parlamentosunun Temmuz 1992’de onayladığı Maastricht Antlaşması’nın öngördüğü ölçütlere yaklaşarak Yunanistan’ı öteki Avrupa Topluluğu ülkelerinin ekonomik düzeyine çıkarmak için yürürlüğe konan istikrar paketi yaygın protesto gösterilerine yol açtı. Eylül 1993’te ise Mitsotakis hükümeti parlamentodaki çoğunluğunu yitirdi. Ekimde yapılan seçimler sonucunda PASOK yeniden iktidara döndü ve Papandreu başbakan oldu.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 24 Mart 2017 23:09
SİLENTİUM EST AURUM