Arama

Destan Nedir? - Tek Mesaj #8

perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
4 Nisan 2017       Mesaj #8
perlina - avatarı
Ziyaretçi

Destan

, kahramanların olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan uzun manzum yapıt. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Batı dillerindeki karşılığı, Yunanca epos sözcüğünden gelmektedir. Bütün büyük destanlar, bir kavmin ya da ulusun dünyada kendine bir yurt bulma, kimlik edinme çabalarını dile getirir. Mitoloji, efsane, folklor ve tarih öğeleri içeren destan türü, uzunluğu, kapsamının genişliği ve üslubunun yüceliği ile daha kısa kahramanlık şiirlerinden, daha iddiasız halk öyküleri ve baladlardan ve daha süslü ortaçağ romanslarından ayrılır.

Destanlar iki öbekte toplanabilir: Birincil ya da sözlü destanlar ile ikincil ya da edebi destanlar. Birinci öbekte, yazının henüz bulunmadığı ya da yaygınlaşmadığı bir kültürde doğan ve ancak kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarıldıktan sonra yazıya geçirilen Gılgamış ve İlyada gibi temelde anonim destanlar yer alır. Vergilius’un Aeneis'i ya da Milton’ın Paradise Losfu (Kaybedilmiş Cennet) gibi, belirli bir yazar tarafından eski örneklere uygun olarak kaleme alınmış yapıtlar ise edebi destan olarak nitelendirilir.

KÖKENLER VE ORTAK ÖZELLİKLER
Destanlar ve destansı öyküler, ilkçağdan beri dünyanın hemen her yerinde, geleneklerini sonraki kuşaklara aktarmak için kolektif olarak yaratılmış edebi biçimlerdir. Kökenleri, savaşçı bir aristokrasinin egemen olduğu “kahramanlık çağlarında” yatar. Elemen her kavim ya da ulusun tarihinde, bir kimlik edinmek için mücadele ettiği, büyük savaşlarla dolu böyle bir dönem vardır. Destanların saraylarda ve şölenlerde bazen profesyonel şarkıcıların, bazen de savaşçıların kendilerinin söylediği şiir ve şarkıların gelişmesiyle ortaya çıktığı sanılmaktadır. Bu şarkılarda eski ve yeni kahramanların eylemleri övülür, onları tanrısal atalara bağlayan soykütüğü oluşturulur ve çeşitli mitolojilerin ilk öğeleri belirir. Bugün de bazı Afrika kabilelerinde savaşlardan önce kabile üyelerini yüreklendirmek için ataların kahramanlıklarından söz eden şiirlerin okunması bu geleneğin bir izdüşümüdür. Ama sözlü destan geleneği kahramanlık çağlarından sonra da etkisini sürdürmüştür. Hatta destanların asıl bu dönemde işlendiği, olgunlaştırıldığı söylenebilir. Bir halkın kahramanlarının efsaneleşmesi, genellikle savaşların bittiği ya da yenilgiyle sonuçlandığı görece durgun dönemlerde olur.

Ad:  Destanlarin_Ozellikleri.jpg
Gösterim: 8379
Boyut:  65.3 KB
Destanların ortak özellikleri vardır. Hepsinde yarıtanrısal nitelikler taşıyan bir ya da birçok kahramandan söz edilir. Destan bu kahramanın eylemleri üzerine kurulmuştur. Çoğu zaman eylemin fiziksel boyutu ön plandadır. Olaylar çok geniş bir kozmik coğrafya üzerinde geçer. Odysseia gibi bir destanın dünyası, o zaman için düşünülebilecek her şeyi barındıran bütünsel, çok yönlü bir dünyadır. Hemen bütün destanlarda uzun yolculuklar anlatılır. Kahramanlar bu yolculuklarda zorlu sınavlardan geçerler. Yolculuğun kendisi bir sınav, bir arayıştır. Ama olayların temposu hızlı ve dramatik değildir; destan coşkulu bile olsa geriye dönüşlere, anımsamalara, yan konulara atlamalara izin veren, ağır, sakin, huzurlu bir tempoyla gelişir.

Çoğu destanda olaylara doğaüstü varlıklar da karışır. İnsan, doğa ve doğaüstü arasında katı ve geçilmez sınırlar yoktur. Kişiler, olaylar, doğal varlıklar hep gerçek yaşamdaki boyutlarından daha büyük, daha zengindir. Ama bu, daha sonra ortaya çıkan fantastik romanslarda olduğu gibi bir “gerçek dişilik” duygusuna yol açmaz.

Bütün destanlarda, ama özellikle sözlü destanlarda uzun anlatı, betimleme ve konuşma bölümleri bulunur. Olayların akışı sık sık konu dışı bölümlerle, geriye dönüşlerle kesilir. Öykü içinde öyküye yer verilir. Betimlemeler, özellikle Homeros destanlarında sert, canlı ve dolaysızdır. Lirizm ve bireysellik yerine törensel söyleyiş ve kamusal duyarlık baskındır. Konuşmalarda, daha sonra klasik tragedyanın da benimseyeceği “yüce” bir üslup vardır.

SÖZLÜ DESTANLAR
Bunlar ozan ve şarkıcıların değişik zamanlarda söylediği şarkı ve şiirlerin bütünleştirilmesi ve işlenmesiyle ortaya çıkar.İÖ 3000’lerde Mezopotamya’da doğmuş olan Gügamış bilinen en eski destandır. Babil ve Akad toplumlarının da benimsediği Gılgamış'm bugüne kalan en eksiksiz biçimi Sümer toplumunda ortaya çıkmıştır. Uzun arayışlardan sonra ölümsüzlük otunu bulup da bir yılana kaptıran zalim Uruk kralı Gılgamış ile arkadaşı Enkidu’nun öyküsünü anlatır.

Homeros destanları olarak da bilinen İlyada ve Odysseia'da Yunan Yarımadasındaki Akhaların Anadolu’daki İon krallıklarına saldırısı ve Akha prenslerinin daha sonraki serüvenleri anlatılır. Bu olayların İÖ 12-11. yüzyıllarda geçtiği, Homeros’un ise İÖ 9. ya da 8. yüzyılda yaşadığı sanılmaktadır. Aradaki dönemde aynı konular çeşitli Yunan ozanlarınca (aoidoi) işlenmiş olmalıdır. Homeros diye birinin gerçekten yaşayıp yaşamadığı konusunda da değişik görüşler vardır.
Bu iki destan, özellikle de Odysseia, daha sonraki Yunan tragedyasının ve Batı edebiyatının önemli bir kaynağı sayılır. Bütün Hint-Avrupa kültürlerinde rastlanan “üçlü sistem” burada da görülür. Buna göre evren, üç insan grubunun temsil ettiği üç ilkeye dayanmaktadır: Krallar din ve yönetimden, savaşçılar fiziksel güçten, üreticiler de bereket, zenginlik ve üretimden sorumludur. Homeros destanlarında bu üç grup arasında bozulmaması gereken hiyerarşik bir dengenin gözetildiği görülebilir.

Homeros destanları, Fenikeliler aracılığıyla Ortadoğu kaynaklarından da beslenmiştir. Örneğin, Odysseus’un bilge Teiresias’ın kehanetini dinlemek için ölüler dünyasına gitmesiyle Gılgamış’ın ölümsüzlük sırrını öğrenmek için Utnapiştim’i araması arasında bir koşutluk vardır. Ama dünya görüşleri oldukça farklıdır. Gılgamış'ta ne pahasına olursa olsun ölümsüzlük isteği ağır basar. Yunan mitolojisinde ise, insanın yazgısına (moira) razı olması düşüncesi egemendir.
Germen kavimlerinin İS 3. yüzyıldan 6. yüzyıla değin süren göçleri sırasında bir kahramanlık çağı yaşanmış ve gelişen sözlü gelenek birçok ortaçağ destanına kaynaklık etmiştir. Bu çağın en önemli ürünlerinden biri, 8. yüzyılda yazıya geçirildiği sanılan Eski İngilizce halk destanı Beowulftur. Eski Yüksek Almanca dönemine ait Heldenlieder'den (kahramanlık şarkıları) ise yalnızca Hildebrandslied'in (800; Hilde- brand’ın Şarkısı) bir bölümü günümüze ulaşmıştır. Ama kökleri en eski Toton inançlarına giden efsaneler, mitler ve masallar ortaçağ ile sonrasında çok zengin bir edebi destan geleneğini hazırlamıştır.

Roma imparatorluğunun Germen kavim- lerince yıkılmasından sonra Batı Avrupa’da sözlü gelenek uzun süre canlılığını korumuş, kahramanlık öykülerine dayanan birincil destanlar çeşitli Avrupa dillerinde yazıya geçirilmiştir. 11-12. yüzyıllarda Fransa’da ortaya çıkan chanson de geste (kahramanlık şarkısı) türü ve özellikle Frank kralı Charlemagne’ın savaşlarım konu alan Chanson de Roland (Roland’ın Şarkısı), İspanyolcadaki El Cantar de M io Cid (12. yy; Cid’in Şarkısı) ile Almancadaki Nibelungenlied (y. 1200; Nibelungların Şarkısı) ve Kudrunlied (Kudrun’un Şarkısı) bunlara örnektir.

Asya toplumlarmda oldukça geniş bir destan edebiyatı vardır. Ârilerin Hindistan’ı istilasından sonra, İÖ 1000’lerde oluştuğu sanılan ve İS y. 300-400 arasında yazıya geçirilen Mahabharata'nın (Bharata Hanedanının Büyük Destanı) kahramanları, Hint-Avrupa düşünce sistemlerinde üçlü ilkeyi temsil eden tanrılardır. Mahabharata İÖ y. 300’de oluşan Ramayana (Rama’nın Aşk Öyküsü) ile birlikte, Hindistan’ın iki büyük destanından biridir. Japon edebiyatında da çeşitli hanedanlar arasındaki savaşları konu alan destansı öyküler Çin karakterlerinin benimsenmesinden sonra (İS 4. yy) yazıya geçirilmiştir. İmparatorluğu ele geçirmek için çekişen Genci ve Heike aileleri arasındaki savaşları (1180-85) konu alan Heike monogatari (Heike’nin Öyküsü), Budacı felsefenin de ağırlığının duyulduğu en büyük Japon destanıdır.

EDEBİ DESTANLAR

Bir topluluk önünde genellikle ezgili olarak ve ezbere söylenen birincil destanın tersine, okunmak amacıyla kaleme alınmış destanlara edebi ya da ikincil destan adı verilir. Bu türün bilinen ilk örneği, Latin şairi Vergilius’un Aeneis'idir (İÖ y. 29-19). Yapıtta Troyalı Aineias’ın uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Latin ülkesine gelerek Lavinium’u (sonraki Alba Longa ve Roma kentlerinin yerinde ilk kurulan kent) kurması anlatılır. Vergilius Homeros destanlarının yapısını ve dilini örnek almışsa da, bir kahramanlık çağının ürünü olmayan Aeneis bunlardan çok farklı bir ruh halini yansıtır. İlyada'da ve Odysseia' daki taşkın ve dışa dönük bireysellik Aeneis'te yoktur. Kent kuruculuğu ve yurttaşlık gibi daha yerleşik bir uygarlığın değerleri ön plandadır. Dil, üslup ve yapısıyla da Homeros destanlarından çok daha ince işlenmiş bir yapıttır.
Edebi destanlarda sözlü destanların malzemesinin daha bilinçli, daha eleştirel, ironik bir biçimde kullanıldığı görülür. Hatta bazı edebi destanlar, birincil destanların diliyle, üslubuyla alay etmek için yazılmış gibidir.

Dante’nin başyapıtı La divina commedia dan (y. 1310-21; ilahi Komedya, 1956-64, 3 cilt) sonra Avrupa’da Vergilius’un yapıtını örnek alan bir dizi destan yazılmıştır. Ariosto’nun Orlando furioso (1532; Çılgın Orlando) adlı yapıtı aşkı konu alması, ayrıca şövalyelik ve kahramanlık değerlerini yermesiyle ötekilerden ayrılır. Vergilius’tan esinlenen Camöes’in Os Lusiadas'ı (1572; Lusitania’lılar) Portekiz’in başlıca ulusal destanıdır. Torquato Tasso’nun Kudüs’ü geri almak isteyen Hıristiyan şövalyelerinin savaşlarını anlatan Gerusalemme liberata'sı da (1581; Kurtarılmış Kudüs) dil ve yapı açısından Aeneis örneğine bağlı kalır. Pierre de Ronsard’ın Fransa’nın efsanevi Troyalı kahraman Frâncus tarafından kuruluşunu konu alan La Franciade (1572) adlı yapıtı, bu türün daha zayıf örneklerinden biridir. İngiliz edebiyatının başyapıtlarından sayılan Edmund Spencer’ın The Faerie Çueene (1590-96; Periler Kraliçesi) adlı alegorik şiiri de, epik özellikler taşır. Destan edebiyatının son büyük yapıtları, Milton’ın Paradise Lost (1667) ve Paradise Regained (1671; Yeniden Bulunan Cennet) adlı uzun epik şiirleridir. İnsanın Cennet’ten kovuluşu ve Tann’nın şeytanla mücadelesi gibi iddialı konuları ele alan bu yapıtların Latinceyi andıran İngilizcesi Batı edebiyatını uzun süre etkilemiştir.
19.yüzyılda destan alanında en önemli ürün, Elias Lönnrot’un Fin halk şarkı ve masallarından derleyip yeniden yazdığı Kalevala'dır (1835; Kalevala, 1965). Yapıt bütünüyle sözlü gelenekten kaynaklanması açısından birincil destan sayılabilirse de, Lönnrot’un malzemeyi kurgulamakta gösterdiği başarıyla temelde edebi destan sınıfına girer.
20.yüzyılda çeşitli türlerde epik özellikler gösteren yapıtlar verilmekle birlikte, edebi destan önceki yüzyıllardaki önemini yitirmiştir.

Kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.