Erken İmparatorluk
Senato'nun Augustus unvanını verdiği (İ.Ö. 27) Octavianus, devleti yeniden örgütledi. Eski magistratusların temel yetkilerini (tribunus gücü, imperium proconsulare majus, büyük pontifexin dinsel yetkisi) kendi eline aldı, imparator unvanı, onu öteki generallerin üzerine çıkarıyordu. Roma’nın yönetimini kendi eline aldı ve eyaletlerin yönetimini Senato’yla paylaştı. Eski cumhuriyet kurumlan içinde, yalnız Senato önemini biraz korudu; çok geçmeden halk meclisleri, hukuken olmasa da fiilen ortadan kalkı ve magistratuslar, imparator tarafından atanan memurlar (praefectus ve legatuslar) yararına yetkilerini yitirdiler. Cumhuriyetin yerini, Roma’nın bir numaralı yurttaşının yönetimi olan principatus aldı. Augustus topluma yeni bir düzen vermek, ahlak ve din reformları yoluyla eski töreleri yeniden canlandırmak da istedi. Döneminde sanatlar ve edebiyat büyük bir gelişme gösterdi (Vergilius, Horatius, Titus Livius).
Yaklaşık iki yüzyıl boyunca Roma imparatorluğu, Augustus tarafından konulan ilkelere göre yönetildi. İ.S. 68'e kadar, doğal zinciri ya da evlat edinme yoluyla Augustus ailesine bağlı olan Julia-Claudialar (Tiberius, Caligula, Claudius ve Neron) Senato'yu sık sık karşılarında buldular. Bununla birlikte eyaletleri yönetmesini de biliyorlardı. 69-96 arasında onları Flavianuslar izledi (Vespasianus, Titus, Domitianus). Julia-Claudialar'ın kıyımlarıyla Senato'da açılan boşlukları doldurmak için Flavianuslar, italyanlar ve eyaletliler arasındaki en saygın kimseleri Senato'ya soktular. Yahudiler'in ayaklanmasını bastırmak, Tuna (Sarmatlar, Süevler vb.) ve Ren (catti halkı) üzerindeki kavimlerin baskısına karşı koymak zorunda kaldılar. 70'te Kudüs, Titus tarafından alındı; yukarda değinilen kavimler Vespasianus ve Domitianus tarafından yenildiler ve Domitianus, onları Ren ve Tuna'nın ötesine sürdükten sonra, Decumates Agri’yi imparatorluğa katarak tahkim etti. Domitianus saltanatının son dönemine karşı bir tepki olarak ilk beş Antoninus (Nerva, Traianus, Hadrianus, Antoninus ve Marcus Aurelius), otoritelerini dış biçimlere saygı üzerine kurdular. Yoksullara yardım alabildiğine gelişti (yiyecek dağıtan kurumlar). Adalet daha insanca bir görünüm kazandı.
Sürekli ordu durumuna gelen ordu, eyaletlerdeki roma yurttaşlarından oluşan lejyonerleri ve yurttaş olmayanlar arasından toplanan yardımcı birlikleri kapsamaktaydı. Bu birlikler genellikle sınır boylarında, çok esnek bir savunma sistemiyle (limes) birbirine bağlanan sabit ordugâhlarda konaklıyorlardı. Kentin disiplini ve imparatorun korunması (praetorianuslar) için Roma kentinde konaklayan birlikler dışında, İmparatorluk içinde hemen hemen askeri birlik yoktu.
Akıllıca savunulan eyaletler sükûna kavuştu. imparatorlar eyaletlerin refahına da büyük bir özen gösteriyorlardı; çünkü Julia-Claudialar gibi roma aristokrasisinden ya da Flavianuslar gibi İtalyan burjuvazisinden değil, eyalet burjuvazisinden geldiklerini unutmuyorlardı (Nerva ve Traianus ispanya, Hadrianus ve Antoninus Galya kökenliydiler). Valilerini genellikle isabetli bir biçimde seçiyorlardı; Traianus dönemindeki Bithynia valisi Genç Plinius, bunun iyi bir örneğiydi. Son olarak eyalet çerçevesindeki kentler, kendi belediye kurumlarını geliştirmekteydiler. Buralarda yaşayanların en zenginleri, yerel senatolara ya da curialara girmek için yarışıyorlardı. Roma örnek alınarak örgütlenen kentler, güçlü birer romalılaştırma ocağıydılar. Eyaletlerin iktisadi yaşamı gelişirken, İtalya'nın önemi azalıyordu. Roma, annona servisleri tarafından toplanan Mısır, Kuzey Afrika ve Sicilya buğdayıyla besleniyordu. Galya çanak çömlekleri, İtalyan çanak çömlek üretimini bastırıyordu. Son derece etkin ve sınırları aşarak Uzakdoğu’ya ve Baltık kıyılarına kadar yayılan bir ticaret yaşamı vardı. Zenginliklerin büyük bir bölümü Roma’ya Akdeniz’den ve imparatorların birçok kez genişlettikleri Ostia limanından geliyordu.
Roma, zengin semtleriyle yoksul semtleri arasında toplumsal karşıtlıklar ortaya çıkmakla birlikte, yenileşen anıtsal çerçevesi imparatorluğa özgü bir yücelik duygusu uyandıran çok büyük bir kent durumuna gelmişti. Roma toplumunun tersine, eyalet toplumu son derece canlıydı; her toplumsal sınıf yükselmek istiyordu. Emekçilerden oluşan bir orta sınıf, romalılaşmış kent burjuvazisine temel hizmeti görüyordu. Bu burjuvalar kentleri yönetiyor ve güzelleştirilmeleri hçin gerekli parayı sağlıyorlardı. Geç Roma İmparatorluğu, gerçekte en çok kentin yapıldığı dönemdi Bütün bu kentler, elden geldlğlnce düzenli bir plana göre yapılmıştı ve her kentte en az bir lorum bulunuyordu. Romalın olduğu gibi, İmparatorluk kentlerinin de kendi zafer taklan, kamu hamamları ve amfitiyatroları vardı Su kemerleri, bazen çok uzaklardan su getiriyordu.
Eski resmi roma dini, Geç imparatorluk döneminde çökmeye başladı. Gerçi törenler gene geleneteel ayin usullerine uygunluklarını sürdürüyorlardı, ancak kendinden geçmeksizin yapılan hareketler bir inanca bağlılıktan çok, bir yurtseverlik belirtisini simgeliyorlardı. Roma tanrıçasına (Dea Roma) ve imparatorlara gösterilen saygı daha sürekliydi ve hiç değilse eyaletlerde gerçek bir minnet duygusunu dile getiriyordu. Bunun üzerine kültürlü kişiler, genellikle Yunanlılardan alınan felsefe sistemlerine yöneldi Özellikle epikurosçuluk, pythagorasçılık ve stoacılık büyük bir başarı kazandı Son olarak Kybele, Attis, Osiris Mithra vb tapmalar gibi doğu tapmaları yaygınlık kazandı Hıristiyanlığa gelince, toplumun bütün sınıfları üzerinde etkisini gösteren bu din, II yy sûresinde örgütlendi; ancak bu dini benimseyenler resmi tanrılara kurban sunmayı kabul etmedikleri ve böylece roma cemaatinden ayrıldıkları için hırıs(iyanlık, çok geçmeden imparatorluk iktidarı nın düşmanlığına uğradı Bununla birlikte imparatorlukta, özellikle dış siyaset alanında güçsüzlük belirtileri ortaya çıktı Augustus döneminde Germanya yı işgal girişimi başarısızlıkla sonuçlandı (Varus'un yenilgisi). I, yy.'da Britanya'nın (Büyük Britanya'nın güneyinin) işgali ve Tralanus döneminde Daçya, Asur ve Mezopotamya’nın işgali bir yana bırakılırsa, imparatorluğun büyümesi durdu. Sonunda imparatorluk kendi sınırlarını bile güçlükle savunabilir duruma düştü. Marcus Aurelius döneminde Barbarlar, limes'i parçalayarak İtalya’ya girdiler ve Commodus, geri çekilmeleri İçin onlara para ödemek zorunda kaldı.
Geç imparatorluk
Geç İmparatorluk dönemi, Commodus'un ölümünden (192) Diocletianus un tahta çıkışına (284) kadar süren bir bunalımla başladı, imparatorluk, Ren üzerinde Germen Barbarlar’ın (Alamanlar, Franklar, Saksonlar, Burgundlar ve Vandallar), Fırat üzerinde de Parthlar'ın yerini alan Pers krallığı’nın baskısı altında kaldı. Roma orduları ve birçok eyalet, başlanncıa kendi imparatorlarını görmek istiyorlardı Bu durum iç savaşlara ve genellikle de anarşiye yol açtı. Gene de III. yy.'ın bu İlk imparatorları, içten ve dıştan gelen bu ikili tehlikeyi bir süre için önleyebildiler. "Severuslar" denen hanedanın (193-235) kurucusu olan Septimius Severus (193 -211), kendisini iktidara getiren illyria ordusunun desteğini koruyarak ve öteki imparatorluk ordularının desteğini de kazanarak (yüksek bir donatlvum dağıtımı, lejyonların ganimet payının artırılması) bu ikili sonuca erişti; ayaklanmalar bastırıldı, imparatorun Doğu’yu yeniden ele geçirmesini (199-200) sağlayan bir sefer sırasında, Parthlar Mezopotamya'dan uzaklaştırıldı (197 - 199).
Septimius Severus'un hükümdarlığı, imparatorluğun yönelimini hızlandırmaya katkıda bulundu. Purpura'ya erişen ilk Afrikalı olarak, Emesus'taki büyük Güneş rahibinin kızı Julla Domna ile evlendi. Ölümünden sonra, İktidara geçemeyecek kadar genç olan çocukları adına imparatorluğu yöneten karısının, baldızı Julia Maesa'nın ve Suriyeli prenses yeğenleri Julia Soaemias Bassiana ile Julia Mamaea'nın etkileriyle, doğu dinlerinin yayılması hızlandı, İmparatorluğun refahı çünkü İmparatorlar, kendilerinin de çıktıkları eyaletler arasındaki iktisadi ilişkilerin korunmasına büyük bir özen gösteriyorlardı. imparatorların eyaletlerden çıkmalarının da etkisiyle Caracalla (211-217), imparatorluğun bütün uyruklarına roma yurttaşlığı hakkı tanıyarak, Roma Imparatorluğu’nun tüm özgür insanlarını bütün haklarına sahip yurttaşlar durumuna getirdi (212).
235’te Severus Alexander'in öldürülmesiyle, Severuslar hanedanı son buldu. Bunun üzerine anarşi yeniden başladı (235 -284). Hatta geçici bir Galyalılar imparatorluğu (Postumus ve Tetricus'un İmparatorluğu, 258-273) ve parlak dönemini kraliçe Zenobia zamanında yaşayan bir Palmira krallığı (260-273) bile kuruldu. Romalılar'ın uğradıkları askeri yenilgiler sayesinde, bu ayrı devletler varlıklarını yıllarca sürdürdüler. Romalılar, özellikle Sasani Persler karşısında yenilgiye uğradı ve imparator Valerianus, Sasani Persler'in kralı Şapur l'e tutsak düştü (260). Gallianus, imparatorluğun sınırlarını akınlara karşı güçlükle korumaya çalıştı (260-268). Gerçekte imparatorluğun birliği, Aurelianus döneminde yeniden kuruldu (274 zaferi). Kuşkusuz bu koşullar, İktisadi yaşamı pek de olumlu etkilemedi, Köylüler topraklarını bırakarak haydutlukla yaşamaya başladılar; yollarda güvenlik kalmadı. Devlet ve yurttaşlar yoksullaştı, III. yy, sonunda, Diocletianus döneminde (284-305) bir düzelme başladı.
Diocletianus, kendisi gibi "Augustus" unvanı taşıyan İkinci bir İmparatoru kendine ortak etti (287), Augustusların her biri, kendine "Sezar" adını alan bir vâris saçtı (293). Böylece tetrarşi sistemi kuruldu. Buna göre, Augustuslar ölünce Sezarlar, kendiliklerinden onların yerini alacaklardı. Böylece, Antoninuslar döneminde olduğu gibi en değerliler iktidara çağrılacak, eskı hükümdarların yerini yeni hükümdarlar aldığı sırada ortaya çıkan karışıklıklar son bulacaktı. Özellikle tetrarkheslerden her biri, kendini tamamen imparatorluğun dört parçasından birinin savunmasına verebilecekti. Bu arada hıristiyanlara karşı kıyıma girişildi (303-304 yıllarındaki Niko- medeia fermanları). İktisadi yaşamı düzene sokmak amacıyla Diocletianus, 301'de yiyecek maddeleri fiyatlarıyla ücretleri sabit tutan bir maximum fermanı yayınladı. 305'te yapması gereken her şeyi yaptığı kanısına vararak hükümdarlıktan ayrıldı ve Maximianus'u kendi örneğini izlemeye zorladı. Ancak yeni Augustuslar ile yeni Sezarlar, çok geçmeden rekabete giriştiler. İmparatorluk başkentlerinin çoğalması, eyaletlerin özerklik eğilimlerinin yeniden canlanmasına yol açtı ve böylece tet- rarşi sistemi başarısızlıkla sonuçlandı.
Yeni iç savaşlardan sonra, Maxentius'u Milvius köprüsü'nde yenen (312) Cons- tantinus üstün geldi. Hıristiyanlara dinlerinin gereklerini yerine getirmek hakkını verdi (Milano fermanı, 313) ve onlara karşı gitgide daha iyi davranarak İznik'te (Nikaia) ilk Kilise konsillerini toplamalarına bile izin verdi (325). Bu konsillik kararlarını uygulatacağına da söz veren Constantinus, kendini kilise dışından piskopos olarak ilan etti. Ayrıca antik Bizans'ın yerinde yeni bir başkent kurmayı da kararlaştırdı. Roma'nın rakibi durumuna gelen İstanbul bu karar üzerine kuruldu.
337'de ölen Constantinus'tan sonra imparatorluk, yeniden iç savaşlarla parçalanmaya başlarken akıncı toplulukların baskısı da arttı. Julianus'un (361-363) pagancılığı canlandırma girişimine ve Constantinus'un ardıllarının (Constantius II, 337-361; Valens, 364-378, vb.) ariusçu sapkınlıktan yararlanarak hıristiyanlığı bir yönetme aracı ve imparatoru da Tanrı baba ile insanlar arasında zorunlu bir aracı durumuna getirmek isteklerine rağmen ortodoks hıristiyanlık gitgide daha çok kendini gösterdi. Eski bir imparatorluk memuru olan Milanolu Ambrosius, en büyük kilise bilginlerinden biri durumuna gelerek, Selanik halkını kılıçtan geçirtmekle suçladığı imparator Theodosius'un (379 -395) herkes önünde günah çıkarmasını bile sağladı. En sonunda Theodosius, 394'te pagan tapınaklarının kapatılmasına karar verdi. Ölümü üzerine iki oğlu, Arcadıus ve Honorius, imparatorluğu paylaştılar. Artık biri Doğu'da, öteki de Batı’ da olmak üzere iki imparatorluk vardı. Bu iki imparatorluğun yazgısı birbirinden ayrıldı.
Doğu imparatorluğu ya da Bizans imparatorluğu, Ortaçağ sonuna kadar sürdü. 402'de başkentini Ravenna'ya taşıyan Batı Roma imparatorluğu ise akıncı toplulukların zorlamasıyla battı. Alarik komutasındaki Vizigottar Illyria'ya yerleştiler (397), ardından İtalya'ya geçtiler (410) ve önderlerinin ölümünden sonra da Güney Galya’da bir krallık kurdular. Franklar, Ren cephesinin bozulmasından sonra Kuzey Galya'yı işgal ettiler (406); Burgundlar Savoia'ya yerleştiler (443). Vandallar, Galya ve ispanya'yı kırıp geçirdikten sonra Afrika’ya çıktılar ve aziz Augustinus’un ölene kadar savunduğu Hippo Regius’un bile direncini kırdılar Oradan yola çıkan kralları Geiserıch, 455'te Roma'yı yağma etti. 451'de Campi Catalaunicı'de Aetius tarafından durdurulan Hunlar, derinlemesine İtalya'ya girdiler ve papa Leo I, gitmeleri için para ödemek zorunda kaldı (452).
Bundan sonra imparatorluk, aşiret krallıklarına bölündü. Roma imparatorlarının hiçbir gücü kalmadı. 476‘da Odoaker adlı bir aşiret reisi tarafından tahttan indirilen son imparator Romulus Augustulus ortadan kayboldu Askerleri tarafından kral ilan edilen Odoaker, İstanbul imparatoru Zenon'un Batı'daki temsilcisinden başka bir şey değilmiş gibi davranarak, patricius unvanı karşılığında imparatorluk simgelerini ona gönderdi Artık Batı Roma İmparatorluğu yoktu.
Bu imparatorluğun son yıllarında, onun principatustan dominatusa doğru evrimi yoğunluk kazanıyor, mutlak kudret durumuna gelen imparator, kendisine hizmet edenlere seçkin bir yer sağlıyordu. Erken imparatorlumun etkin öğelerini oluşturan kent burjuvaları ve zanaatçılar, vergiler altında eziliyor, durumları ve işlevleri devlet tarafından saptanıyordu. Çünkü devlet, gitgide ağırlaşmakla birlikte imparatorluğun yaşaması için de zorunlu olan vergileri yurttaşlara ödetmenin başka bir yolunu bulamıyordu. Büyük mülk sahiplerinin elinde olan toprak, toprağa bağlı kolonlar tarafından işleniyordu. Devlet tarafından ve devlet yararına kolektif baskı ve kolektif sorumluluk yükümlerinden kurtulmak için, kaçmaktan (anakhoresıs) başka bir yol kalmıyordu. Daha IV, yy.'da decuriolar (belediye meclisleri üyeleri), kaçmaya ve kendilerini hâzineye karşı korumaya hazır güçlü bir kişinin yanında sığınak ve himaye aramaya başladılar. İmparatorluğun sonunu belirginleştiren yıkım içinde, yalnız hıristiyan kilisesi ayakta kaldı. Bazı sapkınlıklara (ariusçuluk) rağmen Kilise, Roma'nın eşsiz bir ocağı olduğu antik kültür meşalesini ortaçağ dünyasına taşıyan, geleceği parlak bir güç oluşturuyordu.
roma sanatı
Roma sanatının ortaya çıkışı
Roma'ya özgü bir sanatın varlığı sık sık tartışma konusu olmuştur. Romalılar'ın kendileri de, Vergilius gibi, siyasetle uğraştıklarını, sanatı Yunanlılar'a bıraktıklarını açıklamışlardır Ancak siyaset, Romalılar'ın usta oldukları psikolojik etkinliği gerektirir ki, bunun doğal uzantısı da sanattır. Üstelik sanat, kültürün bütün biçimleri gibi, Romalılar'ın aşırılığa kaçmamak koşuluyla kabul ettikleri ottum'un, yani dinlenip gevşemenin öğelerinden biridir Demek ki Roma'da sanatçılar hiç eksik olmamıştır; bunlar, genellikle (ancak tümüyle değil) yabancı kökenliydi ve toplum içinde imrenilir bir mevkiye ulaşabiliyorlardı. Buna karşılık her zaman, genellikle siyasetçi olan auctor'un yardımcısı sayılıyorlardı. Ender olsa da gerektiğinde auctor da sanatla uğraşırdı. İ.Ö. III. yy.’da savaş resimleri yapan Fabius Pictor küçümsenmediyse de, Neron, her şeyden önce bir sanatçı olduğunu savunduğu ve ahlak kurallarının yerine estetik kurallarını getirmek istediği için rezil biri sayıldı.
Tarih döneminin başından itibaren, hellenizm İtalya'ya girerek burada oturan halkları değişik düzeylerde etkiledi; Etrüskler, hellenizmi öteki halklara göre daha iyi özümsediler ve ikinci elden yaydılar Örta İtalya halkları, yunan sanatının etkisiyle bir orta İtalyan sanatı yarattılar. R. Bianchi-Bandinellı’ye göre, gerçek roma sanatını besleyen işte bu sanattır Fetihlerle birlikte Roma'ya getirilen çalıntı sanat eserleri ve kente köle ya da paralı asker olarak gelen sanatçılar, İ.Ö. II. yy.'ın başından itibaren, italyanlar’ın arta colta adını verdikleri ve Augustus döneminde doruğuna ulaşan bir akım doğurdu. Bianchi Bandinelli bu akımın, tek gerçek roma sanatı olan pleb sanatını, bu sanatın Traianus döneminde soylular sınıfının yok olmasıyla ağır basmasına kadar yozlaştırdığını savunur Bu eğilim batı eyaletlerine yayıldı ve burada karşılaştığı yerel geleneklerden güç alarak, avrupa roma sanatını doğurdu. Bu kuram, özellikle portre sanatı için geçerlidir; atalarının kişiliğini olduğu gibi koruma kaygısıyla Romalılar, İ.Ö. Ill-I. yy.'lar arasında, şaşırtıcı bir güce ve gerçekçiliğe sahip tasvirler yarattılar. Augustus döneminde, bunlar yerlerini, soğuk bir ağırbaşlılık ve kişiliksiz bir güzellikte yapıtlara bıraktı. Flaviuslar'la birlikte gerçekçilik yeniden ortaya çıktıysa da, Antikçağ'ın sonuna dek dönem dönem klasikçiliğe geri dönüşler oldu.
Mimarlık alanında
İ.Ö. II. yy.'da yaşanan teknolojik devrim, çimentoyla bağlanmış dolgu taşın kullanıldığı dinamik bir mimarlığın benimsenmesine yol açtı. Bu yem yapılar göze hoş görünmediğinden, yunan mimarlığından alınma biçimlerin ardında gizlendi; bu biçimler artık etkin bir rol oynamıyorlardı: bir roma yapısındaki sütun ve sapaklıklar taşıyıcı değildir; bunların tek işlevi tonozları gizlemektir Palestrina'daki İ.Ö. II. yy.'a ait büyük tapınakta, Roma'daki Tabularium'da, daha geç dönemde en küçük yerleşimlerde bile yapılmaya başlanan tiyatro, amfitiyatro ve hamamlarda da aynı durum gözlenir. Taşıyıcı öğeler, oymalı, boyalı ya da çeşitli öğelerden oluşan (mozaik) kaplamaların ardına gizlenebilir. Tamoyma da bu amaçla kullanılmıştır; nişlerin içine yerleştirilen heykeller yapıyla bütünleşerek sonunda kabartılarını yitirmişlerdir.
Dekoratif simgecilik
Arte colta ile arte plebeia arasındaki karşıtlık, böylece büyük ölçüde anlamını yitirdi. Zaten, imparatorluk Roması’ndaki estetik eğilimler basit bir ikili karşıtlığa indirgenemezdi. Yapılan son araştırmalar (G. Sauron), şimdiye dek basit birer süs olarak kabul edilen öğelerin, aslında, derin bir anlam taşıyan simgesel bir dil oluşturduklarını ortaya koydu: Ara Pacis'in çevre duvarının alt bölümündeki kıvrıkdallı frizin, gerçek bir hiyeroglif diliyle, Augustus düzeninin ilkelerini anlattığı ortaya çıktı; bitkisel motiflerle insan ya da hayvan figürlerinin bir arada kullanıldığı groteskler için de aynı şey söz konusudur; bir tür tümtanrıcılığı simgeledikleri Anadolu'dan alınmış olan groteskler, İ.Ö. 40'a doğru Roma'da, Divus Julius tapınağı frizinde ve konutları süsleyen II. üsluptaki resimlerde görülmeye başlandı. Vitruvius akıldışı olduklarını söyleyerek bunları şiddetle eleştirdi. Groteskler, klasiğe öykünen bir karşı tepki sonucunda III. üsluptan ayıklandılar; ancak, IV. üslupta yeniden yaygın bir biçimde kullanıldılar ve Hadrianus döneminde tümüyle yok oldular Gerçek anlamda süslemenin mimarlıktaki önemini göz ardı etmemek gerekir; Augustus döneminde oluşan roma korinthos düzeni, yunan düzenlerinden tümüyle farklıdır ve imparatorluğun sonuna dek mimarlık dilinin temel öğelerinden biri olmuştur; Ortaçağ'da, İslam ve hıristiyan mimarlığındaki düzenlerin doğuşuna katkıda bulunduktan sonra, Rönesans’ tan XIX. yy.'ın sonuna kadar yeniden önem kazanmıştır. Boyalı ve mozaik dekorlar büyük ölçüde soyut sanata bağlanır. Mozaik sanatçıları, son derece karmaşık yüzlerce geometrik motif yaratmışlardır.
Roma sanatını, yunan sanatının yaratıcılıktan yoksun, yozlaşmış bir devamı olarak görmenin anlamsızlığı böylece anlaşılmaktadır. Taşra sanatı ise kendini, yunan geleneğinin boyunduruğundan, başkent sanatından daha iyi korumuştur Ancak, Roma’yı ve düzenini yüceltmeye yönelik olan, bunu gerçekleştirmek için de zafer sütunu (bunları süsleyen frizlerde sinema ve çizgiroman dilinin nüveleri bulunur) gibi formüller yaratan resmi sanatın gücünü, canlılığını ve özgünlüğünü de küçümsememek gerekir. III. yy. boyunca ortaya bunalımların roma sanatına pek etkisi olmamıştır. Portre ve mozaik sanatları en parlak günlerini asker imparatorlar döneminde yaşamıştır. Hıristiyan sanatı da, kimi yönleriyle Augustus dönemi sanatına çok benzeyen Constantinus dönemi saray sanatından beslenmiştir.
Kaynak: Büyük Larousse