Arama

Mısır Sanatı - Tek Mesaj #3

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
14 Temmuz 2017       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  3.jpg
Gösterim: 896
Boyut:  10.7 KB

MÜZİK


Mısır müziğine ilişkin bilgilerimiz, birçok arkeolojik kalıntı sayesinde, Tarihöncesi döneme değin uzanmaktadır. Dans konusunda da durum aynıdır. Ne var ki, günümüze ulaşan müzikle ilgili kalıntılar hemen hemen yalnızca çalgılar üzerine bilgi vermektedir ve bugüne değin hiçbir kuramsal yazı ya da nota bulunamamıştır. Belki de eski Mısırlılar hiç nota kullanmamış, melodiler kulaktan kulağa aktarılmıştır. En eski çalgılar idyofonlar sınıfındandır: birbirine vurulan değnekler, çalparalar, çıngıraklar, simballer, XII. hanedandan (I.Ö. 2000-1085) başlayarak Orta ve Yeni imparatorluk dönemine ilişkin kabartmalarda ya da resimlerde görülen ve bir tür simballi ilkel krotalon olan menat. Kabartmalarda ya da resimlerde, XII. hanedan döneminde kullanılmaya başladığı sanılan derili çalgılara ender rastlanmaktadır. Kimileri tek, kimileri de çift derili olan bu çalgıların ya silindirik bir gövdesi ya da bir kasnağı vardır.

Bu sınıftan çalgılar arasında pişmiş toprak gövdeli dümbelekler de vardır. Üflemeli (ya da havalı) çalgılar, daha hanedanlar öncesi dönemin kalıntılarında bile görülmektedir. Bunlar dilsiz ve tek ya da çift dilli kavallardır. Çift dilli olanların bazıları, paralel olarak birbirine bağlı ya da bir açı oluşturacak biçimde ayrık iki borudan yapılmıştır. Lagoslar hanedanı döneminin (I.Ö. 305-30) kalıntılarındâ yan aulos, syrinks ve orgun atası olan Ktesibios'un hydraulis'i betimlenmiştir. Ağızlıktı çalgılardan, yalnızca trompet (askeri müzikte) ve boynuzun kullanıldığı anlaşılıyor. Çeşitli türleriyle arp, en sevilen telli çalgı konumundadır (IV. hanedandan başlayarak). İ.Ö. XIX. yy’da (XII. hanedan) kithara ve İ.Ö. 1490’a doğru lavta türü çalgılar kullanılmaya başladı. Ölülere ve tanrılara ilişkin inançlarla ya da toplumsal işlevlerle birleşen müzik uygulamalarının başlıcaları, çalgı ve dans eşliğinde solo ya da koro halinde ilahilerin ve yalın ya da süslü ezgilerle kutsal metinlerin okunmasıydı.

1930’da Kahire’de bir Doğu müziği enstitüsünün kurulması, Kahire ve İskenderiye konservatuvarlarının etkinlikleri ve radyo yayınları sonucu Batı müziğinden etkilenen ve geleneksel melismalarla armoni ya da kontrapuntoyu birleştirmeye çalışan bir besteciler kuşağının yetişmesi bakımından büyük önem taşır.

SİNEMA


ilk film gösterimi İskenderiye'nin kibar bir kahvesinde 1896'da yapıldı. Bu, bir Lumiâre filmiydi. Ama seyirciler, çok geçmeden, yerel aktüalite filmleri görmek istediler. İskenderiye'nin kozmopolit toplumundan yetişen yapımcılar, belli bir sinemanın temellerini (aktüaliteler ve dramlar) attılar. 1927'de, Azize Emir’in gerçekleştirdiği ve oynadığı Leyla filmi, Yakındoğu'nun en önemli ve en eski sineması olan mısır sinemasının gerçek başlangıcı oldu. Azize Emir, daha sonra, Bint ûn-Nil'in (1929) yönetmenliğini, lübnanlı Bedr ve İbrahim Lama, Togo Mizrahi ve İtalyan Alvise Orfanelli'nin yanı sıra en verimli öncülerden biri olan Ahmet Celal'e verdi. 1930'a doğru, film üretimi Kahire'de, İskenderiye stüdyolarının aleyhine büyük bir gelişme gösterdi. Mısır bankası, kendi şirketini, platolarını ve laboratuvarlarını kurdu.

Ama ilk mısır "sesli film”i, Paris’te Eclair stüdyolarında çevrildi ve 14 Nisan 1932'de Kahire'de gösterildi ama başarısızlığa uğradı. Filmde söylenilen şarkılar seyirci tarafından benimsenmedi. Bununla birlikte, dans ve şarkı, genel olarak niteliksiz denebilecek, ama halkın eri hoşuna giden türden yapıtlar veren bu sinemanın büyük kazançlar sağlamasına yol açtı. Sevilen aktörler (Yusuf Vehbi) ve şarkıcılar (Abdulvahhab) daha o zaman star sistemi’ni kabul ettirdiler ve yapımcı olarak önemli bir rol oynadılar. Alman Fritz Kramp ve Cemal Medhur'un yönettiği ilk Ümmü Gülsüm filmi Vedat (1936), çarpıcı görüntüsel nitelikleriyle dikkati çekti. Muhammet Kerim (Zeynep, 1929) gibi yönetmenler, müzikal ve melodram gibi türlerde belli bir üslup yarattılar. Ahmet Bedrehan (Neşid ül-amel, 1936), Niyazi Mustafa baş oyuncusu Kuka İbrahim, mısır filmlerinin yaygınlaşmasına bugün de katkıda bulunan "sentetik" arapçanın yaratıcısıdır ve irade (1939) adlı filmiyle gerçekçiliğe yol açmış olan Kemal Selim, 1930’ların önemli yönetmenleri oldu.
Ad:  7.jpg
Gösterim: 1339
Boyut:  20.2 KB

Plak yapımcılarının desteklediği müzikal ve komedi türü filmler (Fatin Abdülvah- hab, 1913-1972) karşısında Salah Ebuseyf'in (doğm. 1915) yapıtları, gerçekçilik alanında dikkate değer denemelerdir: Babayiğit (1957), ikinci zevce (1967). Bu yöneliş, Nasır'ın sinemayı kalkındırmak için yapmaya çalıştığı reformlar dönemine rastlar. Tarım, politika sorunlarıyla, kadınların sosyal durumuyla yakından ilgilenen birçolf sinemacı (Henry Bereket'in el-Haram'ı [doğm. 1964]), ülkelerinin gerçeklerini yansıtmakla biüikte seyircilerin diyalog (genellikle güldürücü) ve şarkı merakını tatmin etmek için çeşitli ödünler vermek zorunda kaldılar, ya da ister istemez yıldızların kaprislerine boyun eğdiler Ama oyuncular, hem sette hem de prodüksiyonda, neyin kazanılacağının ya da yitirileceğinin bilincindedirler: Emine Rızk, Fatin Hammame, Şükri Zehran... Çoğunlukla yabancı ya da yerli roman ve dram yapıtlarına (Taha Hüseyin, Necip Mahfuz) bağımlı kalsalar da senaryolar, 1960'lı yılların en iyi filmlerinin ayırtedici yanlarıdır.

Bu yapıtlar arasında şunları sayabiliriz: Ebu Seyf'in ilginç melodramı Başlangıç ve son (1960), Kemal eş-Şeyh’in siyasal parabolü Gölgesini kaybeden adam (er-Reculu'llezi gaha zillahu) ve Tevfik Salah’ın Başkaldıranlar (el-Mütemerridin) [1966] ile Yevmiyyat u na'ib fi'l-eryai (1968). 1926'da doğmuş olan Tevfik Salah, ödünsüz bir kurguya dayanan tedirgin edici bir toplumsal ve eleştirel bakış getirdi ama 1969'da ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Ömer Şerifi Sire fi'l-vadi (1954) ile keşfedip tanıtan Yusuf Şahin (doğm. 1926) ise yeni bir tarz getirdi ve yapıtlarında gerçeğin görünmeyen yanlarını dile getirmeye yöneldi (önemli bir film olan BabCılhadid'den [1957] sonra, el-Ard [1969], el-Usfur [1973] ve Niçin İskenderiye? [İskenderiye liz, 1978] gibi yapıtlarında yoğun bir lirizm görüldü). Deneysel film merkezi, 1968'den sonra, önemli bir yapıt olan Mumya'yı çeviren Şadi Abdusselam tarafından yönetildi.

Son filmler arasında, Ebu Seyf’in Saka öldü'sünü (1977) saymak gerekir.
Mısır'da, arap dünyasının en iyi sinema eğitimi verilmekle birlikte Başkan Sedat’ın hükümeti tarafından kamu sektörünün bir yana bırakılmasından sonra film üretim koşulları, genç yönetmenlerin ya televizyona ya da Niyazi Mustafa ve Haşan el-imam gibi kazanç getiren çalışmalara yönelmelerine neden oldu. Unutulmaz bir filmin (Postacı, 1968) yönetmeni olan Hüseyin Kemal’in bu tutumu benimseyerek kaybolup gittiğim söyleyebiliriz. En ilginç yeni yönetmenler arasında, kişisel bir üslubu olan Sait Mazuk'u (Hayatii-hasa, 1974) saymak gerekir. Siyasal olaylar, son yıllarda, dış ülkelere satımında düşüş görülen film üretiminin azalmasına yol açtı. (Oysa, bu dışsatımın sağladığı dövizler, devlet gelirlerinin başlıca kaynaklarından biriydi.)

ESKİ MISIR'DA BİLİM


gökbilim


Tapınakların ve mezarların tavanlarına çizilmiş gök haritaları, gökbilim incelemeleri, gece takımyıldızlarının dizilişim belirten tarıhlendirilmiş çizelgeler bulundu.
Mısırlılar ın takvimi, gökcisimlerinin devinimlerini bildiklerini göstermektedir. 365 günden oluşan bir yıl 30 günlük 12 aya bölünmüştü (bunlara, 5 artık gün ekleniyordu) ve her gün, 12 saat gündüz 12 saat gece olarak hesap ediliyordu.
Mısırlılar, “durup dinlenmek bilmeyen" 5 gezegeni biliyorlardı; yıldızlar için yaptıkları gruplamalar (bunu Babil den almışlardı), kimi kez bizimkilerden farklıdır: bu nunla birlikte Büyük Ayı’yı, Kuğu'yu, Orion’u ve özellikle takvimlerinde önemli bir rol oynayan ve Sothis dedikleri Sirius'u biliyorlardı. Tutulmaları (onlara göre Güneş'in Ay ile karşılaşmasının sonucuydu), göktaşlarının geçişini saptıyorlardı.
Ad:  11.jpg
Gösterim: 919
Boyut:  20.6 KB

matematik


Eski Mısır'da matematik konusundaki bilgilerimizi, yazıcı Ahmes'ın hyeratikos yazısıyla İ.Ö. 1650'de kaleme aldığı. 85 problemi kapsayan ve bugün British Mu- seum'da bulunan Rhind papirüsünden, Moskova papirüsünden, özellikle aritmetiğin yapısını aydınlatan ve Mısır'da matematiğin durumu üstüne bilgiler içeren deri rulodan ediniyoruz.
Daha tarih döneminin başlangıcında (İ.Ö. III. binyıl) Mısır'da, onlu bir sayı sistemi (hiyeroglif) vardı, ilk dokuz sayı, her birim için bir tane olmak üzere, düşey çizgilerle belirtiliyordu; onun kuvvetlerinden her birinin (onluk, yüzlük, binlik, vb.) farklı bir simgesi vardı. Örneğin mısır dilinde bine, ka deniyordu ve bu lotus anlamına geliyordu. Böylece lotus resmi bini gösteriyordu. Simgeler, toplama ilkesine göre sıralanıyordu. yanı her simge, gerektiği ka dar tekrarlanıyor ve bütünün değerini bulmak için bu simgelerin değerleri toplanıyordu.

Hiyeroglif sisteminin yanı sıra Mısırlılar, daha başlangıçta, sayıları kendine özgü bir biçimde gösteren ve işlek bir yazı olan hieratikos sistemini kullandılar. Bu sistem de onluydu, ama hiyeroglif sistemdeki aşırı tekrarlardan kaçınmak için özel işaretler kullanıyordu.

Firavunlar krallığı'nda örgütlenmenin oldukça merkezileşmiş olması, ülke kaynaklarının kralın ve din adamlarının elinde toplanmış olması ve para kullanılmadığı için ekonominin değiş tokuşa dayanması, geniş kapsamlı bir muhasebeyi gerektiriyordu; bu işi de yazıcılar üstlenmişti. Mısır aritmetiği, bu maddi gereksinimlere sıkı sıkıya bağlıydı. Toplamaya dayandığından, bellek çabası gereksizdi. Çarpma ve bölme, iki katını almaya ve toplama serilerine indirgenmişti.

Papirüslerde, bugün birinci ve hatta ikinci dereceden denklemlerle ifade edilebilecek problemler vardır, ancak eğreti çözüm kuralından yararlanan çözüm yöntemlerinin, aritmetik yöntemler olduğu anlaşılmaktadır.
Mısır geometrisinin kökeni de. tıpkı aritmetiğin kökeni gibi maddi gereksinimlere dayanır. Heredotos bu geometrinin, Nil ırmağının her taşkınından sonra toprağı, topluluk üyelerine hakça dağıtma zorunluluğundan kaynaklandığını ileri sürer. Mısırlılar karenin, dikdörtgenin, üçgenin, yamuğun alanını doğru olarak hesaplayabiliyorlardı ve dairenin alanını da görece iyi bir yaklaşıklıkla bulmuşlardı.

Tarihçilernin bu değerinin kökenini açıklamakta güçlük çekiyorlar ve çeşitli yorumlar ileri sürüyorlar. Yapıların inşasında kullanılan malzemenin hacmini hesaplamak, ambarlarda bulunan ürünü belirlemek, küpün, prizmanın, silindirin, vb., hacmini veren formüllerin ortaya konmasını gerektiyordu. Yazıcılar, bir piramidin hacmini ve kenarlarının eğimini, yatay tabanın yüksekliğe oranını (seki) hesaplamayı biliyorlardı. Moskova papirüsünde, tabanı kare olan bir kesik piramidin hacmi somut sayılarla veriliyor, ancak hiçbir açıklama yapılmıyordu [V = A(3ü+bü+ab)].
Ramses li nin babasının mezar odasında bulunan tamamlanmamış dekorlar Mısırlıların benzerlik ve orantılığın temel özelliklerini çok iyi kavradıklarını ortaya koymaktadır.

tıp ve cerrahlık


Bazı papirüs belgelerde, anatomi ve fizyoloji konularının incelendiği (Ebers Kalp incelemesi papirüsü gibi), bazılarında da hastalıklar için reçeteler verildiği görülür: özellikle solunum yolları hastalıkları (bal, kaymak, süt, buğular ve çok iyi beslenmeyle tedavi ediliyordu), sindirim sistemi hastalıkları (lavmanlarla, bitkisel tamponlarla, keneotu ile tedavi ediliyordu), idrar yolu enfeksiyonları, baş (özellikle migrenler) ve göz hastalıkları. Metinler ve mumyalar incelendiğinde Mısır'da dış hekimliğinin düzeyi üstüne bilgi edinilebilmektedir; Mısırlılar, dolgu yapıyor (mineral bir dolgu maddesiyle), sallanan dişleri altın bir telle birbirine tutturuyor çene kemiğini delerek abseyi çekiyorlardı. Edwin Smith papirüsündeki inceleme, Mısırlılar'ın kemik cerrahlığı üstüne yarı bilimsel çalışmalarına (omurga kayması, çeşitli kırıklar, çene kemiği çıkıkları) tanıklık etmektedir; bu papirüste belirtilen 48 olayın hepsinde sağlam bir yöntemin kullanıldığı ve hekimin ad, inceleme, teşhis ve tedaviyi sırasıyla açıkladığı görülmektedir.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 20 Temmuz 2017 01:34
SİLENTİUM EST AURUM