Arama

Balıkçılık - Tek Mesaj #4

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
3 Ağustos 2017       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Balıkçılık bölgelerinin dağılımı.


İç sularda tutulan balıkların miktarı su alanlarının genişliğine, ekonomik, kültürel ve toplumsal etmenlere bağlıdır. Asya'daki nüfusça kalabalık ülkeler (Çin, Hindistan) iç sulardan en çok yararlanan ülkelerdir, ama Rusya da göllerini, göletlerini ve akarsularını, özellikle de değerli türlerin bulunduğu Hazar denizi'ni bu bakımdan çok iyi değerlendirmektedir. Afrika'daki büyük göller ve ırmaklar birkaç ayrıcalıklı ülkeye oldukça büyük miktarda balık sağlar: Uganda, Tanzaniya, Nijerya, Çad ve Zaire gibi.

Okyanuslarda balıkçılık bölgelerinin yeri, hem kaynakların bolluğu ve niteliği gibi doğal etmenlere hem de teknik ve ekonomik zorunluluklara bağlıdır; çünkü hem 1 500 m’den derinlerde balık tutma olanağı yoktur, hem de bu işi en az masrafla yapmak gerekir. Bu nedenlerle balıkçılık bölgelerinin dağılımı, derinlik, kıyıya uzaklık ve enlem gibi üç etkene bağlıdır.

Biyolojik koşulların ve derinlik koşullarının gereği olarak balıkçılık çoğunlukla karaların yakınlarında yapılmaktadır; kıta sahanlığı denen bu bölgeler dünyada avlanan balığın % 90’ını sağlar. Kıyı suları ve onlara bitişik sulardan toplam avcılık üretiminin % 65’i elde edilir. Bu alanlar okyanus yüzeyinin ancak % 7,5'i dolayındadır; bu nedenle km2 başına verim 1-1,2 t gibi yüksek bir düzeydedir, oysa enginlerin, yani okyanus kesiminin verimi km2 başına ancak 9 kg dolayındadır.

Balıkçılığı sıcak bölgeye (toplam üretimdeki payı % 21) ve Güney yarıküre'deki ılıman ve soğuk bölgelere (% 12) kaydırma eğilimine rağmen, dünya balıkçılık üretiminin % 67'sini sağlamakta olan Kuzey yarıküre’deki soğuk ve ılıman alanları kapsayan bölge, anakaralar çevresindeki bu dağılımla çakışmaktadır. Yüksek kuzey enlemlerinde hep daha çok balık avlanması, bu suların verimli ve yararlanılabilecek diplerin geniş (buralar özellikle Doğu Asya ve Batı Avrupa kıyı sularıdır) ve sık nüfuslu ve sanayileşmiş ülkelere yakın olmasının sonucudur İki büyük okyanusun doğu cephesinde, dört yerde, yüzey sularına bol balık gelmesine ve böylece engin deniz balıklarının kütle halinde tutulmasına olanak sağlayan sürekli dikey akıntılar ve soğuk suların yukarı çıkışı (up wellings) gibi özel avantajları bulunmasına karşın, tropikal kuşak ve güney Suları genellikle yukarıda anlatılan kozlardan yoksundur. Her enlem kuşağı üretim hacmiyle olduğu kadar balıkçılık biyocoğrafyasının oluşturduğu ticari balık türlerinin çeşitliliğiyle de birbirinden ayrılır. Her bölgesel bütünün fauna çeşitliliği yüksek enlemden sıcak kuşağa doğru gittikçe artar.

Balıkçılığın üç büyük okyanus arasında dağılımı da eşit değildir. Hint okyanusu % 5 (3,7 Mt), Büyük okyanus ile Atlas okyanusu, sırasıyla % 62 ve 33 (49,4 Mt ve 26 Mt). Yüzölçümü farkları dikkate alındığı zaman bile, balıkçılığı çoğunlukla tropikal olan Hint okyanusu'nun, öbür ikisine göre ortalama üç-dört kat az ürün sağladığı görülür.

Büyük balıkçı ülkeler


Sekiz ülke: Japonya (11,8 Mt), Rusya (11,1 Mt), Çin (9,3 Mt), ABD (5,7 Mt), Şili (4,8 Mt), Peru (4,5 Mt), Hintistan (2,8 Mt), Güney Kore (2,8 Mt) dünyada tutulan balıkların yarıdan çoğunu avlar ve dünya nüfusunun üçte ikisinden azını kapsayan on beş devlet toplam su ürünleri üretiminin dörtte üçünden fazlasını elde eder. Türkiye’nin yıllık üretimi bu devletlerin yanında önemsiz kalır (0,5 Mt). Japonya ile Rusya, dünyanın her yanında yaptıkları balıkçılık sayesinde toplam üretimin % 25’ini elde ederler.

Japonya, bol balıklı sularla çevrili bir takımada üzerinde bulunmanın sağladığı avantaja, tekniklerindeki yaratıcılığa, yüksek verime, karma şirketlerle yabancı acentelere dayalı tam bir balıkçılık imparatorluğu kurmuş olmasına bağlı olarak 1955-1960 yıllarından beri güçlü ve etkili bir balıkçılık sanayisi geliştirmişti. Japonlar bütün okyanuslarda tonbalığı avcılığında başta geldikleri gibi, tuttukları balıkların büyük bir bölümü de Batı Büyük okyanus’tan gelir (sardalya, uskumru, Alaska berlamı). En büyük balıkçı limanları ülkenin kuzeyindedir: Kuşiro (Hokkaido) ve Haçinohe (Honşu), ama değer olarak, güney limanları da önemlidir.

Rusya (11,1 Mt, bunun 0,74’ü iç sulardan) kara devleti olmasına ve Kuzey Buz denizi kıyısında yer almasına karşın, dünyanın en güçlü balıkçı filosunu kurarak ikinci sıraya yükseldi. Büyük tonajlı gemileri hangi okyanusta olursa olsun balıkçılık yapabilirler; ne var ki soyvet balıkçıları gelenek ve deneyimlerine dayanarak daha çok soğuk ve ılıman suları tercih etmektedir. Büyük Vladivostok-Nahodka ve Murmansk limanları yılda birer milyon ton balık aktarmaktadır.

Dar anlamda balıkçılığın yan ürünleri


Kıyı şeridinde ya da yakınında yapılan çeşitli etkinlikler arasında, deniz ürünlerim yetiştirme ve üretme işlerinin yanı sıra, suyosunu da toplanır; bunların birincisinden yılda 3 Mt, İkincisinden 4 Mt ürün elde edilmektedir ve her ikisi de genişleme ve gelişme eğilimindedir.

Denizde yaşayan memeli hayvanların avlanması balıkçılıkta önemli yer tutar (kuş avcılığı önemsizdir), yüzgeçayaklılarjfok, deniz aslanı, deniz ayısı) denizden çok karada avlanır; balina ve benzerleriyse denizde tutulur. Balına ve benzerleri, ya kıyıdaki istasyonlarda (Norveç, İzlanda, Güney Afrika, Şili) ya da avcı gemilerin ortasında is gören fabrika-gemilerde işlenir. Şimdi balina avını yalnızca Japonya ile Rusya yapmaktadır; bu ülkeler, söz konusu hayvanları Antarktika çevresinde ve Kuzey Büyük okyanus bölgesinde avlarlar, ancak balinaların korunmaya alınması nedeniyle avlanan hayvan sayısı giderek azalmaktadır Yılda yaklaşik olarak 10 000 baş hayvan avlanır, bunun üçte biri Güney Buz denızi'nden gelir ve bunun da % 80'ini yalnızca kaşalot oluşturur.

Balıkçılık tipleri


Esnaflık ve sanayi olarak iki çeşit balıkçılık yapılır. Kıyılarda ve iç sularda balıkçı esnafı avlanır. Batılı ülkelerde bunu patronla tayfanın ortaklaşa sahip oldukları büyücek motorlar ya da küçük balıkçı gemileri yapar: elde edilen ürün patronla tayfa arasında yarı yarıya pay edilir. Seferler genellikle bir haftadan fazla sürmez. Türkiye’de balıkçı motorları patronundur, tayfa ücretle çalışır. Ama Batıda da sanayi donanımını gerektiren büyük tekneler bir patronun ya da şirketlerindir; bunlar daha uzağa gidebilir ve haf talarca kalabilir, tayfaları da ücretle çalışır. Bu gibi seferlerde balığın buz içinde ya da dondurularak, hatta konserve ya da başka mamul haline konarak korunması gerekir. Bu ekonomik farKİılığa bir de ba lıkçılığın yapıldığı alanla teknenin bağlı bulunduğu liman arasındaki uzaklığa dayanan yönetim çeşitliliği eklenir (kıyı balıkçılığı, açık deniz balıkçılığı, uzak deniz balıkçılığı).

Yakalama yöntemleri bakımından yüzey balıkçılığı dip balıkçılığından çok farklıdır. Yüzey balıkçılığı, denizin neresinde olursa olsun, yüzen araçlarla, hareketli olarak ve belli mevsimlerde yapılır. (Çünkü balıkların göçlerine bağlı kalınarak yapılmak zorundadır.) Oysa dip-balıkçılığı düzenli, ama şansa bağlıdır ve ancak kıta ve ada sahanlıklarında yapılabilir.

Bu farklılığa, balıkların kullanım yerine bağlı bir başka fark daha eklenir Gerçekten de, ton ve hamsi avcılığı gibi birkaç istisna dışında, yüzey balıkçılığında tutulan balıklar daha çok sanayide kullanılan (kapelan vb.) ya da karma amaçla kullanılan balıklardır (ringa, uskumru, sardalya vb.), oysa dip balıkçılığı genellikle insanların yiyeceği balıkları tutmak amacıyla yapılır. Sanayi balığının artışı bir bakıma 1956-1970 arasında dünyada balıkçılık alanında elde edilen ilerlemelerin ürünüdür. Ayrıca tropikal büyük upvvellling’ lerde tutulan balıkların artması da bunda rol oynamıştır.

Günümüzde balıkçılık


Sanayi balığı istemindeki yüksekliğe ve balıklavaların ve yeni balık türlerinin değerlendirilmesine dayanan hızlı bir genişleme evresinden sonra balıkçılıktaki büyük gelişme, 1970’li yılların başlangıcında iki büyük güçlükle karşılaştı: bazı balık rezervlerinin erimesi ve buna bağlı olarak getirilen yasal düzenlemeler. Balığın azalması olavı her zaman görülebilir: örneğin Peru hamsisinde üretim 12 Mt iken (Peru bu bakımdan bir süre dünya birincisi oldu) 1 Mt'a düştü; aynı şekilde Atlas okyanusu’nda ringa bunalımı oldu, tutulan ringa miktarı, 3,5 Mt iken 0,6 Mt'a düştü, ister doğal olaylardan, ister aşırı avlanmadan kaynaklansın bu azalma iki sonuç doğurdu Birincisi, hemen hemen bütün devletler balık avcılığı bakımından karasularının sınırını 12 milden 200 mile çıkardılar, böylece zengin kaynakları mülkiyetlerine aldılar; İkincisi, uluslararası örgütler, birtakım sınırlayıcı önlemler getirerek (balıkçılık izni, avlanma yasağı dönemleri, belli yerlerde avlanma ve kotalar), balık topluluğu dinamiğinin matematik modellerine uygun olarak rezervlerin verimli bir şekilde işletilmesi için bir düzen kurmaya yöneldiler.

Eskiden serbestçe girilen balıklavaların milliyetçilik gayretiyle bölüşülmesi ve kıran kırana bir avcılığın hüküm sürdüğü balıkçılığın sıkı kurallara bağlanması devletleri kendi sularına dönmek zorunda bıraktı ve böylece denizlerde çeşitli deniz ürünlerinin üretilmesine ve iç suların kullanılmasına karşı ilgiyi artırdı. Nitekim 1983'te, on Ortak Pazar ülkesi arasında bir Mavi Avrupa yaratmak için sözleşme imzalandı; bu sözleşmeyle balıkçılık bölgelerine giriş, balık rezervlerinin işletilmesi, tutulacak balık miktarının kotalara ve pazarların düzene bağlanması, balıkçı filolarının modernleştirilmesi, üçüncü ülkelerle ilişkiler kesin kurallarla belirlendi.

Türkiye'de balıkçılık


Türkiye, 8 000 km’yi aşan kıyı kuşağı, zengin akarsu, göl ve göletleri ile doğal koşulları bakımından olduğu kadar, miktar ve çeşit bakımından da zengin bir su ürünleri potansiyeline sahiptir. Türkiye denizlerindeki balık türlerinin sayısı Karadeniz'de 149, Marmara’da 203, Ege’de 300, Akdeniz’de 471 olarak bilinmekte, ancak, balık stokları Karadeniz'den Akdeniz'e doğru azalmaktadır. Deniz ürünleri üretimindeki en yüksek payı Karadeniz (% 75-85), en düşük payı Akdeniz (% 3 dolayında) almaktadır. Türkiye'de avlanan deniz balıkları yerli ve göçmen balıklar olarak ikiye ayrılır: bütün bir yıl boyunca ülke karasularında kalan yerli balıkların başlıcaları barbunya, kırlangıç, mezgit, tekir, mercandır.

Göçmen balıklar ise, Karadeniz-Ege arasında göç eden ve mevsimine göre Türk karasularına giren balıklardır. Bunlardan hamsi, istavrit, palamut, lüfer, orkinos ve kılıç ekonomik bakımdan önem taşır. Balık göçleri, ilkbaharda Boğazlar yoluyla Ege’den Karadeniz'e, sonbaharda ise tersine bir yol izler. Sürüler halinde olan göç dönemlerinde balık avı yoğunlaşır, üretim artar, Balık üretimi planlı döneme geçişten sonra artmaya başlamakla birlikte, asıl gelişme 1970'lerde görülmüş, 1980'den sonra hız kazanmıştır, 1950'li yıllarda 110-115 bin ton olan Türkiye balık üretimi, 1960 lı yılların sonlarında 200 bin tona yaklaşmış. 1980'de 392 bin tona, 1984'te yaklaşık 509 bin tona, 1987'de 604 457 tona ulaşmıştır.

Ancak, üretim artarken balık türlerinin toplam üretim içindeki paylarında önemli değişiklikler olmuştur. Lüfer, palamut, orkinos, uskumru, torik gibi löp etli ve ekonomik bakımdan daha değerli balık stoklarının azalmasıyla bunların üretimleri gerilemiş ve toplam üretim içindeki payları düşmüş, buna karşılık hamsi ve istavrit gibi daha az değerli balık türlerinin payları ise önemli artış göstermiştir.

Türkiye de açık deniz balıkçılığına geçilememiş olması, kıyılardaki balık stoklarının azalmasına yol açmakta, kıyı balıkçılığında üretimin sınırları zorlanmaktadır. Öte yandan, avlanma tekniği ve donanımındaki yetersizlikler, pazarlamada görülen darboğazlar, balıkçı liman ve barınaklarının yeterli sayıda olmayışı gibi altyapı eksiklikleri, çevre kirliliği, halkın balık tüketimi alışkanlığının yaygın olmayışı gibi nedenler de balıkçılığın gelişmesini sınırlamaktadır.

Türkiye'de göl, akarsu ve sayıları giderek artan göletlerde avlanan tatlı su ürünleri üretimi, dışsatım olanaklarının gelişmesiyle düzenli bir artış göstermiş, 1970'te 13 249 ton iken, 1980'de 32 255 ton’a, 1987’de 41 760 tona yükselmiştir. Bu ürünler sazan, yayın, kefal, alabalık gibi balıklarla, kerevit (tatlı su İstakozu) gibi su ürünlerinden oluşur. Tatlı su ürünleri üretiminde ilk sırayı 17 584 tonla sazan alır (1987).

Balıkçılık konusunda bilimsel, araştırmalar. Türkiye'de denizlerin ve göllerin biyolojik ortam olarak özellikleri, balık biyolojisi, türleri, zenginliği ve balıkçılık konusunda yapılan ilk sistemli bilimsel araştırmalar, İstanbul Üniversitesi fen fakültesi’ ne bağlı olarak uzun yıllar hizmet veren Hidrobiyoloji enstitüsü tarafından yürütülen çalışmalardır. Söz konusu enstitüce Et ve balık kurumu'ndan devralınan gemilerle bir yandan denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik oşinografya koşulları araştırılırken, bir yandan da çalışmalar iç sulara kaydırılmış ve göllerin biyolojik özellikleri, balıklandırması ve balık üretilmesi gibi konularda çalışmalar yapılmıştır.

Gene aynı dönemde, İzmir Üniversitesi deniz biyolojisi laboratuvarı da benzer konularda araştırmalar yapmakta idi. 1982'de YÖK yasası'nın yürürlüğe girmesi, üniversiteler düzeyinde deniz ve balıkçılıkla ilgili kuruluşlar bakımından .yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. YÖK teşkilat kanunu ile Hidrobiyoloji enstitüsü kaldırılırken, üniversitelerde deniz bilimleri ve balıkçılık konularında öğretim ve araştırma yapmakla görevli birçok yeni kuruluş açılmıştır. Günümüzde bunlardan enstitü düzeyinde örgütlenmiş olanlar ODTÜ’ye bağlı Erdemli deniz bilimleri enstitüsü (araştırma gemisi: Bilim), İstanbul Üniver sitesi deniz bilimleri ve coğrafya enstitüsü (araştırma gemisi: Arar), Dokuz eylül üniversitesi deniz bilimleri ve teknoloji enstitüsü (araştırma gemisi: Piri Reis), Karadeniz üniversitesi Sürmene deniz bilimleri ve teknoloji enstitüsü'dür.

Yüksekokul olarak kurulanlar ise İstanbul, Ege, Çukurova ve Fırat üniversitelerine bağlı su ürünleri yüksekokullarıdır. Adı geçen yüksekokullar deniz biyolojisi, balıkçılık ve su ürünlerim değerlendirme gibi konularda uzmanlaşmış meslek adamı yetiştirmeye yönelik dört yıllık lisans öğretimi yapmaktadır. Ayrıca bunlardan Ege üniversitesinin Urla'da, İstanbul Üniversitesi'nin Sapanca gölü ve Gökçeada’da çeşitli projeler yürütebilecek biçimde donatılmış birer araştırma merkezi vardır. Deniz bilimleri enstitülerinin çalışmaları daha kapsamlıdır: yüksek lisans ve doktora öğretimi yanında, ilk aşamada denizlerin kirlenme sorunları da içinde olmak üzere, tüm oşinografik koşulları belirlemeyi amaçlayan bir "ulusal deniz araştırma programı" çerçevesinde yürütülen çeşitli ölçüm ve incelemeleri de kapsamaktadır. İlgili birçok kuruluşun katılmasıyla belirlenen bu araştırma programının koordinatörlüğü 1738 sayılı yasayla Seyir, hidrografi ve oşinografi dairesi başkanlığı' na verilmiştir (araştırma gemisi: Çubuklu). Bu çalışmalara sözkonusu bakanlıktan başka, özellikle Tarım, orman ve köy işleri bakanlığı'nın üç genel müdürlüğü de (koruma ve kontrol, proje ve uygulama: teşkilatlanma ve destekleme genel müdürlükleri) gerek doğrudan, gerek projeler vermek ve desteklemek suretiyle katılmaktadır.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2017 20:41
SİLENTİUM EST AURUM