Arama

Bilgi Nedir? - Tek Mesaj #3

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
6 Ağustos 2017       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
bilgi
doğruluğu, verili nesnel ve öznel koşullarda gerekli ve yeterli sayılan kanıtlarla temellendirilmiş, önermeler biçiminde dile getirilebilen bilinç içeriği.

İnsan bilgisinin yapısının ve geçerliliğinin incelenmesi, bilgi felsefesinin konusunu oluşturur. Ayırdında olma ve yargı yetilerini de içine alan bilme edimi olarak biliş sürecinin yapısı ve mekanizmaları ise, özne ile nesne arasındaki genel ilişkileri inceleyen psikolojinin alanına girer.

“Bilme” ve “bilgi” sözcüklerinin pek çok kullanım biçiminin tümünü kapsayacak tek bir tanım vermek olanaksızdır. “Bilmek” sözcüğü, bilincin bir nesneye yönelik kavrama edimi olarak taşıdığı anlamın dışında, bir inancı belirtmek (örn. “Tann’nın inananları yalnız bırakmayacağını biliyorum”), bir görüşü vurgulamak (örn. “sözünde durmayacağını biliyorum”), bir dilekte bulunmak (örn. “beni kırmayacağını biliyorum”) vb gibi amaçlarla da kullanılır. Bazı düşünürler, bilgi kavramının ilksel ve tanımlanmaz bir kavram olduğunu, çünkü bilgi olmayan bir şeyden bilginin türetilemeyeceğini savunurlar.

Felsefenin ve psikolojinin ilgilendiği anlamıyla bilgi, ağırlıklı olarak, önermeler biçiminde dile getirilebilen bilgi, yani bir önermenin doğru olduğunu ya da olabileceğini bilme olgusudur. Bu biçimiyle bilgi, dilin varlığını gerektirir; ama bilginin, ancak sözel bir önermeyle dile getirildiği sürece bilgi olduğu da söylenemez. Öte yandan, kişinin herhangi bir şeyi bildiğini öne sürmesi, her zaman gerçekten o şeyi biliyor olduğu anlamına gelmez; gerçekte yanlış olduğunu bildiği bir önermeyi dile getiriyor ya da yanılıyor da olabilir. Dolayısıyla ancak doğruluğu, yani nesnesine uygunluğu da olumlanan ve yeterince temellendirilmiş önermeler bilgi sayılabilir. Bunun gibi, yalnızca rastlantı sonucu doğru çıkan bir önerme ya da yanlış öncüllerden yola çıkarak geçersiz bir usavurmayla ulaşılan doğru bir vargı da bilgi sayılamaz. İngiliz filozofu Alfred J. Ayer’e göre, bilgiden söz edilebilmesi için, bilindiği öne sürülen şeyin doğru olması, öne süren kişinin önermesinin doğruluğundan kuşku duymaması ve kuşku duymamakta da haklı olması gerekli ve yeterlidir. Buna karşılık, yanlış bir önermenin bilgi sayılamayacağı açıktır ama, yanlışsız olmanın ötesinde yanlışlık olasılığını da bütünüyle dışarda bırakan bir bilgi tanımı, bilgiyi pek az sayıda önermeyle sınırlı duruma getirir. Ludwig Wittgenstein gibi bazı filozoflar, yanlışlık olasılığı hiçbir anlam taşımadığı sürece bilgiden söz edilemeyeceği görüşündedir; insanın, örneğin acı duyduğunu, bilmesinden de bilmemesinden de söz edilemez.

Bir önermenin doğru olduğunu bilmek ile bir edimi, bir davranışı yerine getirmeyi bilmek arasında genellikle ayırım gözetilir. Örneğin “Almanca biliyorum” ya da “yüzme biliyorum” cümlelerinin dile getirdiği ikinci anlamda “bilme”, ilke olarak bir beceriyi ya da yeteneği belirtir. Birinci anlamdaki “bilme”nin ayırt edici özelliği ise, ilgili önermenin bir doğruluk değeri taşımasıdır. Ama ikinci anlamıyla “bilme”, birinci anlamıyla “bilme”yi de içerebilir. Örneğin Almanca bilmek, Almancada fiillerin genellikle cümle sonuna geldiğini de bilmek demektir. Gene önermelere dayalı bilme (örn. Ankara’nın Türkiye’nin başkenti olduğunu bilme) ile nesneleri tanıma anlamında bilme (örn. Ankara’yı bilme) de birbirinden ayırt edilmelidir. Bireysel deneyim aracılığıyla edinilmiş davranış örüntüleri ve görece kalıcı davranış değişmeleri ile biliş süreci arasındaki ilişki psikolojinin değişik dallarının inceleme konusudur.

Bilginin türleri arasında gözetilen bir başka ayırım, Platon ve Aristoteles’e değin uzanır. Platon, değişmez ve evrensel gerçekliğin kavranmasını sağlayan kuramsal, soyut bilgi (episteme) ile insan etkinliğinin tanımlanmasını ve yönlendirilmesini amaçlayan, somut görevlerin çözümüne yönelmiş kılgısal (pratik) bilgi anlamında tekline’yi (sanat, zanaat, ustalık) ayırt etmiştir. Aristoteles, Platon’un kullandığı biçimiyle ahlaki davranış kurallarının da bilgisini içeren tekhne’yi, bir nesnenin üretimi sırasında izlenen kuralların bilgisiyle, yani genel olarak beceriyle sınırlamış, insan etkinliğini yönlendiren ahlaki ilkelerin bilgisini phro- nesis (basiret, sağgörü) terimiyle karşılamayı yeğlemiştir. Günümüzde phronesis, insanın ahlaki yargılarının yapısını ve değerini inceleyen felsefe dalı etiğin alanı içinde değerlendirilir; tekhne ise güzel sanatlardan teknolojiye kadar çok geniş bir alan içinde insanın üretici ve yaratıcı etkinliğinin dayandığı bilinçli örüntüleri araştıran disiplin- lerce irdelenmektedir. Aristoteles’in episteme, tekhne ve phronesis başlıkları altında sınıflandırdığı bütün “bilgi” türlerinin yeni kuşaklara aktarılması ve sürekliliğinin sağlanması, genel olarak eğitim etkinliğinin konusunu oluşturur.

Doğruluk değeri taşıyan önermeler, bir önermenin hangi biçimde doğru olduğu bakımından birbirinden ayrılır. Örneğin “kurşun ağırdır” önermesi, “bir şeyin belirli bir niteliği varsa, o şeyin bu niteliği hem taşıması hem de taşımaması olanaksızdır” önermesinden bu bakımdan farklıdır. Birincisi, duyusal deneyime dayalı olgusal bir önermedir; İkincisi ise mantık gereği doğrudur ve deneyimle ilgili değildir. Birincisi olumsaldır; kurşun pekâlâ ağır olmayabilirdi ama ağırdır. İkinci önerme ise zorunlu olarak doğrudur {bak. analitik önerme). Bu ayırımı kabul etmek, “bilgi”nin ve “bilme” nin iki türü arasında bir ayırımda daha bulunmayı olanaklı kılar:
1) “Olgusal bilgi”, yani dış dünyaya ve zihin ya da tin dünyasına ilişkin bilgi,
2) “mantıksal bilgi”. (Deneyimden kaynaklanan bilgi ile tüm tikel deneyimlerden bağımsız bilgi arasındaki ayırım için bak. a priori bilgi.)

Doğruluk savı taşıyan bilgi kavramı iç'nde gözetilen bir başka ayırım da dolaysız ve dolaylı bilgi arasındadır. Bu ayırımın, kökeni gene ilkçağ düşünürlerine değin uzanan bir biçimi, belirli öncüllerden çıkarsanmış bilgi ile hiçbir öncülden çıkarsanmamış bilgi arasındaki farkı vurgular. Bazı çağdaş düşünürler, aynı ayırımı, tanımaya dayalı bilgi ile betimlemeye dayalı bilgi arasında gözetirler. Gene bu ayırımın bir başka türü, bir duyu verisini ya da olguyu doğrudan bilmele şeyin kendisini, ardındaki gerçekliği dolaylı olarak bilme arasında yapılan ayırımdır.

Bilginin toplumsal etkileşiminin bir ürünü ya da öğesi olarak kavranması, 19. yüzyıl sonrasında toplum bilimlerinde düşünce ve inanç sistemlerini toplumsal bir bilinçlilik biçimi olarak ele alan bir çizginin gelişmesine yol açmıştır. Genellikle “bilgi sosyolojisi” olarak adlandırılan bu araştırma dalının kökleri, Marksizmin tarihsel maddecilik öğretisinin, “üstyapı” ile toplum biçimi arasındaki belirlenim ilişkisi üzerine geliştirdiği kurama dayanır. Max Weber’in, değişik dinlerin belirli toplumsal gruplarca nasıl yaratıldığını çözümleyen araştırmalarının ardından, bilgi sosyolojisinin alanı bütün düşünce biçimlerini kapsayacak biçimde genişletilmeye çalışılmıştır. Bilgi sosyolojisine Yöneltilen eleştiriler, bu yaklaşımın bilginin içeriğine, önermelerin doğruluk değerine önem vermediği, bilinçlilik biçimlerinin bir kez doğduktan sonra insanlığın kalıcı kültür birikimine katıldığını göz ardı ettiği, bilincin ve imgelemin bütün ürünlerini belirli toplumsal ve siyasal yapılara indirgediği yönündedir.

kaynak: Ana Britannica
SİLENTİUM EST AURUM