Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Ocak 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

okulöncesi eğitim

Ad:  okul1.JPG
Gösterim: 1251
Boyut:  33.5 KB

çocuğun ilk aylarından ilkokul çağına değin süren eğitim.

İlgili kurumsal düzenlemeler gibi ilkokula başlama yaşı da ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Bu tür kurumlar Türkiye’de yuva, anaokulu ve kreş gibi adlarla anılır: Bazı ülkelerde (örn. ABD) okulöncesi eğitimin ikinci aşaması (genellikle 3-6 ya da 4-6 yaş arası) ilköğretimin parçası sayılırken, bazısında (örn. Almanya) ilkokul çağına gelmekle birlikte yeterince olgunlaşmamış çocuklar için bir ara aşamayla (Schulkindergarten) yer verilir.

Tarihi


Çağdaş okulöncesi eğitimde ilk girişimlerden biri Johann Friedrich Oberlin’in ana babalan tarlada çalışan küçük çocukların bakım ve eğitimi için 1767’de açtığı salle d’asile (Fransızcada “sığınma evi”) oldu. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde benzerleri açılan bu kurumlar Fransa’da 1833’te devlet destekli ulusal eğitim sistemi kapsamına alındı; daha sonra da resmen ecole maternelle (anaokulu) adını aldı.

Robert Owen’ın 1816’da New Lanark’ta (İskoçya) kurduğu Karakter Oluşumu Enstitüsü 1,5-10 yaş arasındaki yaklaşık 100 işçi çocuğuna hizmet veriyordu. 2-5 yaş grubu için ayn sınıflar düşünülmüştü. Bu enstitünün yöneticisi James Buchanan 1818’de Londra’nın ilk anaokulunu (1-6 yaş) açtı ve New Lanark’ta geliştirdiği yöntemleri uyguladı. Buchanan’ın okulunu örnek alan eğitimcilerden Samuel Wilderspin okulöncesi eğitim konusunda ilk monografilerden bazısını yazdı. Wilderspin’in çok okunan bu yazılarından birinin İtalyanca çevirisinden etkilenen Katolik din adamı Ferrante Aporti 1829’da Cremona’da İtalya’nın ilk anaokulunu kurdu ve ahlaki, zihinsel ve fiziksel eğitimi birleştirmeyi amaçlayan bir program geliştirdi.

Almanya’da 1837’de Kındergarten adıyla ilk anaokulunu kuran Friedrich Froebel aynı zamanda çocukluk döneminin başlangıç evresine ilişkin ilk sistematik pedagoji kuramını geliştirdi. Çocuk eğitiminde oyun ve etkin katılımın önemini vurgulayarak “armağan” adını verdiği bir dizi oyuncak ve öğrenme aracı tasarladı. Onun ölümünü (1852) izleyen 25 yıl içinde Avusturya, Belçika, Kanada, Almanya, Macaristan, Japonya, Hollanda, İsviçre, ve ABD’nin başlıca kentlerinde Kindergarten’lar açıldı.

1892’de İtalya’da Rosa ve Carolina Agazzi adlı iki kız kardeş Aporti’nin anaokulu ile Froebel’in Kindergarten anlayışını birleştirerek İtalyan anaokulunun (scuola materna) ilk örneğini oluşturdular. Çocukların kendi eğitim araçlannı bulma etkinliğine katıldığı bu okulda günlük yaşamda kullanılanların yanı sıra Froebel’in simgesel nesnelerinden de yararlanılıyordu.

Okulöncesi eğitimde kendi adıyla anılan bir sistem geliştiren Maria Montessori de çocuğun kendi kendini yönlendirmesine ve bireysel inisiyatif kullanmasına büyük önem verdi. Bu sistemde öğretmen özel “eğitici aygıtları” sağlayıp ne yapılacağını gösterdikten sonra çekilerek çocuğu eğitim araçlarıyla baş başa bırakıyordu. Çocuklar genellikle yalnız çalışmakla birlikte grup etkinliklerine de yer veriliyordu. Montessori gibi bir tıp doktoru olan Ovide Decroly ise Belçika’da öncü çalışmalarda bulundu, ama ondan farklı olarak çocukların grup halinde Okuma Şigenobu 160 çalışmasını temel aldı ve eğitimde Agazzi kardeşler gibi günlük yaşamda kullanılan nesnelerden yararlandı.

İngiltere’de Grace Owen ve Margaret McMillan küçük çocukların sağlık ve çevre koşullarının iyileştirilmesi hareketine öncülük ettiler. Owen her konut bölgesi için bir anaokulu isterken McMillan da anaokullarına öğretmen yetiştirilmesi için üç yıllık bir kurs programı hazırladı. Owen’ın yönetiminde Manchester’da, McMillan’ın yönetiminde Deptford’da ve ayrıca Londra’da açılan merkezlerde yetişen anaokulu öğretmenleri İngiliz Uluslar Topluluğu’nun her yanında, ABD’de de ilk anaokullannda görev aldı.

20. yüzyılın ilk 10 yılında “kolektif” denebilecek bir yetiştirme biçiminin başlangıcına tanık olundu. Filistin’e yerleşen Yahudilerin kurduğu kibutzlarda çalışan annelerin çocukları için de yuvalar oluşturuldu. Günümüzdeki biçimiyle bu sistemde kibutzda ki bütün çocukların bir yaşma değin kaldığı ve annelerin emzirmek için geldiği bebek-evleri, 1-3 (ya da 1-4) yaş grubu için çocukevleri ve 7 yaşa kadar çocuklar için anaokulları vardır. 1-3 yaşındaki çocuklar günde birkaç saat kendi evlerine gönderilir. Anaokulu ise çocuğu ilkokula hazırlamayı amaçlar.

Kolektif okulöncesi eğitimin bir başka türünü oluşturan eski Sovyet cumhuriyetlerindeki kreşler («detskiye sady) ve Kindergarten’ler (yasli) 1919’da kuruldu. Bu kurumların oluşmasında N. K. Krupskaya’nın da katkıları oldu. SSCB’nin dağıldığı dönemde 2 aylık-3 yaş arası çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak alındığı kreşler Sağlık Bakanlığı’na bağlıydı. Eğitim Bakanlığı’na bağlı Kinder gar teri' lerse 3-7 yaş grubundaki çocukları kabul ediyordu.

Türkiye’de ilk anaokulları ve anasınıfları uygulaması Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkatı’na (1913) bağlı Ana Mektepler Nizamnamesi’yle (1915) başladı. Gene 1915’te okulöncesi eğitim kurumlarına öğretmen yetiştirmek için İstanbul’da bir okul açıldı. 1919’da kapanan bu okul Cumhu- riyet’in ilanından sonra Ankara’da yeniden açıldı (1927). 1952 ve 1954’te yayımlanan yönetmeliklerde okulöncesi eğitimin önemi vurgulandıysa da bu tür kurumların yaygınlaşması sağlanamadı. 1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda okulöncesi eğitimin isteğe bağlı olduğu belirtildi. 1973’te yürürlüğe giren Milli Eğitim Temel Kanunu’nda ise okulöncesi eğitim kurumlannın bağımsız anaokulları olarak kurulabileceği, ayrıca anasınıflar olarak ya da ilgili öbür eğitim kurumlarına bağlı uygulama sınıfları olarak açılabileceği öngörüldü.

Son yıllarda özellikle büyük kentlerde yaygınlaşan okulöncesi eğitim kurumlarından 3-6 yaş grubu için olanlar anaokulu adıyla illerdeki Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlıdır. 0-3 yaş grubu için açılan çocukevlerinin denetiminden ise Sağlık ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğü sorumludur. Yuva ve kreş olarak da adlandırılan bu kurumlar özel olarak ya da kamu kuruluşlarınca işletilmektedir. Çocuk Esirgeme Kurumu yuvalan ile yetiştirme yurtları da 0-6 yaş arası çocuklar için okulöncesi eğitim hizmeti verir. 1990-91 öğretim yılında 171 anaokulu ile 3.454 anasmıfında toplam 113.388 öğrenci okulöncesi eğitim görmekteydi.

Çağdaş kuramlar


Anaokullarının ve öbür okulöncesi eğitim kurumlarının 20. yüzyılda yaygınlaşması çeşitli nedenlere bağlanabilir.

Bunlardan birincisi psikoloji, tıp, psikiyatri ve eğitim alanlarındaki uygulamalar sonucunda çocukluğun ilk dönemiyle bilimsel açıdan ilgilenilmeye başlamasıdır, ikinci bir gelişme çocuk bakımı ve anne baba eğitiminin öneminin kavranmasıdır. Çalışan annelerin çocuklan için daha önce kurulmuş bulunan kreş ve anaokullarının eğitim programlarını iyileştirme çabaları da bu gelişmeye katkıda bulunmuştur.

Okulöncesi eğitime ilişkin çeşitli çağdaş yaklaşımlardan söz edilebilir. Bunlardan bilinçsiz güdülere, libido gelişiminin ilk aşamalarına, kişiliğin temel öğeleri olarak ilkel benlik, benlik ve üst benlik kavramlarına yer veren psikanaliz kuramı Anna Freud ve izleyicileri tarafından okulöncesi eğitime uygulanmıştır. Anna Freud’un öğrencisi olan psikanalist Erik Erikson 1950’lerde çocuğun gelişiminde birbirini izleyen sekiz evre belirlemiş, her evrenin kendine özgü bunalımları olduğunu ileri sürmüştür. Bu bunalımlar güven-güvensizlik, özerklik-utanma ve kuşku, inisiyatif-suçluluk gibi iç çatışmalardan kaynaklanır. Normal gelişme bu aşamalardan geçilerek bunalımların atlatılmasıyla sağlanır. Bunalımların başarıyla atlatılması ise yalnızca çocuğun kendine değil içinde bulunduğu toplumsal ortama da bağlıdır. Bu nedenle okulöncesi eğitimde öğretmenlerin titizlikle yetiştirilmesi büyük önem taşır.

Okulöncesi eğitime önemli bir katkı da Jean Piaget ve izleyicilerinin geliştirdikleri gelişme psikolojisidir. Bu yaklaşıma göre çocuklar oldukça düzenli bir sıra izleyen zihinsel gelişim basamaklarından geçer. Bunların ilk ikisini oluşturan duyusal-devimsel zekâ (0-2 yaş) ile önişlemsel ya da temsili zekâ (2-7 yaş) basamakları çocukluğun ilk dönemine bağlanır. Duyusal-devimsel zekâ evresinde çocuk bir yandan dış dünyadaki nesne ve olayları kavrayabilmek için kaslarıyla duyu organlarını kullanmasını öğrenirken bir yandan da konuşma dili biçimlenmeye başlar. Görüp dokunamadığı bazı nesnelerin var olduğunu anlamaya, nesneler için sözcük ya da jest kullanmaya (simgeleştirmeye) başlar.

Önişlemsel evrede çocuğun dilinde en hızlı gelişme gerçekleşir. Çocuk hem dış dünyadaki nesneleri, hem de duygularını sözcükler ya da başka simgelerle dile getirir. Simetri duygusu edinmeye, sınama yanılma yoluyla çevreye uyum sağlamaya, sezgileri aracılığıyla nesneleri kullanmaya başlar. Piaget çocuklukta bilişsel öğrenme süreci ile kavram oluşumunun önemini ortaya koymuş, öğrenmede çevresel koşulların etkisini vurgulamıştır.

Son yıllarda beslenme bozukluklarının da çocuk gelişiminde önemli rol oynadığı anlaşılmıştır. Çeşitli ülkelerden elde edilen veriler özellikle 0-1 yaş arasında kötü beslenmenin (daha çok da protein ve demir eksikliğinin) zihinsel özürlülüğe yol açabileceğini göstermektedir. Bazı araştırmalar beslenme bozukluğunun beyinde kalıcı etkiler yarattığını, bazıları da erken yaşlardaki beslenme bozukluğunun yol açtığı ruhsal değişikliklerin ileri yaşlarda da sürebileceğini ortaya koymaktadır.
kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 2 Ocak 2019 00:22