Ghost in the Shell - Kokaku Kidotai
Eğer animelerin keşfedilmemiş hazineler olduğunu ispatlamak istiyorsanız karşınızdakine Ghost in the Shell'i izletmelisiniz. Anime dünyasının Stanley Kubrick'i olarak görebileceğimiz Mamoru Oshii'nin bu başyapıtı, animelere artan ilginin en büyük mimarı ve kanımca yapılmış en başarılı anime. Ancak Ghost in the Shell'in yani orjinal adı ile Kokaku Kidotai'nin başarısını sadece animeler içinde değerlendirmek çok büyük haksızlık olur. Nede olsa bu film hemen tüm otoriteler tarafından bilimkurgu başyapıtları arasında sayılıyor. Ghost in the Shell'in önemini kavramak için tüm başyapıtların en önemli özelliklerinden birini hatırlamakta fayda var: Kendisinden sonra gelen yapıtları etkileme hatta değiştirme başarısı. Yani Ghost in the Shell, bir süre önce Kutlukhan Kutlu'nun "Sinema" dergisindeki köşesindede tanıttığı gibi "Sinemayı Değiştiren Modern Klasikler"den biri. Bir çizgi film için önyargıları aşıp ciddiye alınmanın ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz. Bu tahminde sizi bir fenomeni ele aldığımız sonucuna ulaştırır. Sanırım artık anime izleyen izlemeyen her sinema ve bilim kurgu takipçisi Ghost in the Shell-Matrix benzerliğinden az çok haberdar. Zira Matrix'in esin kaynaklarından en önemlisinin yaratıcısı olan Oshii'ye Wachowski Biraderlerin (Matrix'in yazarları ve yönetmenleri) hayranlığı bir sır değil. Zaten Matrix'in çıkış noktası da "gerçek bir anime çekmek". Sadece bir başka başyapıtın ortaya çıkışındaki kilit noktası olması dahi önünde saygıyla eğilinmesi gereken bir eser yapıyor Ghost in the Shell'i. 
Elbette Ghost in the Shell'in de dayandığı bazı temeller ve esin kaynakları mevcut. Öncelikle filmimiz animelerin oldukça haşır neşir olduğu cyberpunk öykülerinden. Mekanımız teknoloji ve kokuşmuş metropol yaşantısının içiçe geçtiği bir gelecek... Film bu geleceği yansıtırken bence en önemli yardımı yine bir bilimkurgu klasiği olan ve kendisinden sonrasını devrimsel olarak değiştirmeyi başarmış Ridley Scott'ın Blade Runner'ından alıyor. Öyle ki Ghost in the Shell'in kurulduğu geleceğin HongKong'u bana fazlasıyla Blade Runner'ı anımsatan sahnelerle doluydu. Tabi Blade Runner'da yaratılan gelecek fikrinin esin kaynağınında "kötü bir günde HongKong" olduğunu belirtmeliyiz. Bu da bizi hafif paradoksik bir duruma sürüklüyor. Neyse takılıp kalmamak lazım.. Filmin oldukça karmaşık bir yapıya sahip olduğunu söylemek çok yerinde bir tespit olur. Filmi bir kerede anlamak neredeyse imkansız. İkinci izleyişinizde bile parçaların yeni yeni yerine oturmaya başladığını görüyorsunuz. Sonraki izleyişlerde birde filmin size sunduğu felsefenin içine dalıyor ve adeta kayboluyorsunuz. Öylesine derin bir senaryosu var ki filmin her izleyişininzde yeni bir şey farkediyor, üzerine düşünülecek yeni replik ve sahneler buluyorsunuz. Tıpkı Matrix'te olduğu gibi... Şahsen takip etme imkanım olmadı ancak filmin uyarlandığı aynı adlı manganın çok daha karmaşık ve felsefi olduğunu birçok kişiden duydum. Hatta manga'nın hayranlarının filme oldukça mesafeli yaklaştığı söylenebilir. Ancak bu çoğu uyarlama için geçerlidir zaten. Fanlar nefret eder, seyirci ise çılgına döner. Buna en son örnekte Yüzüklerin Efendisi olsa gerek. Mangadaki ve animedeki karakterlerin görünüş ve çiziliş teknikleride birbirinden çok farklı. Sonuçta uzun bir eseri sinemaya uyarlamak ve onu iki saat gibi bir zamana sığdırmak için o eserden bazı fedakarlıklar yapmak zorundasınız. Ayrıca birde "yönetmenin seçimi" söz konusu. Bir sinema eseri (bu bir uyarlama olsa bile) yönetmen tarafından yaratılır. Dolayısı ile yönetmen filmi yaratırken hikayeyi yeniden yorumlamak zorundadır. Kendi bakış açısına, görüşlerine, seyircisine, hayallerine ve isteklerine göre... Bu nedenle bence anime ve mangayı birbirinden mümkün olduğunca bağımsız görüp ona göre ele almakta, özetle bu yazıda mangaya fazla bulaşmamakta fayda var.
Öyle yapalım ve filmin içine dalalım Ghost in the Shell, polis departmanının 9. Bölüğünde (Section 9) görev yapan Binbaşı (Major) Kusunagi ve O'nun birkaç arkadaşı etrafında gelişiyor. Film, boyna bağlanan dört kablo ile zihinlerin internete sokulabildiği ve uçsuz bucaksız ağda yalnızca sanal olarak yer almaktan öte geçilebildiği bir dünyada geçiyor. Hatta bu şekilde bir zihin-vücut ayrılması ile zihinler başka bir vücuda konulabiliyor ki bu da Binbaşı Kusunagi başta olmak üzere 9. Bölükteki pekçok kişiyide kapsayan cyborg bedenleri çok önemli olmaktan çıkarıyor. Önemli olan zihin, ruh. Yani filmin adındaki gibi Hayalet (Ghost in the Shell, Kabuktaki Hayalet demek). Ghost in the Shell ismide buradan geliyor. Vücutlar yalnızca zihnin içinde yer aldığı önemsiz birer kabuk gelecekte. Mühim olan hayaletinizi korumak. Zaten film içinde geçen bir replikte bize bu durumu çok net anlatıyor: "Hayaletine inanmıyor musun?". Bu filmin temellerinin kurulu olduğu düşünce. Öyle bir dünyadayız ki kişilerin hack edilip hafızalarının yalan anılarla doldurulması, onlara istenilenlerin yaptırılması mümkün. Filmimiz beklendiği üzere karizmatik, aksiyon yüklü, seyirciyi dolduruşa getiren bir açılış sahnesi ile başlıyor. Daha bu ilk sahnede filme damgasını vuracak 9. Bölük-6. Bölük rekabeti ve aradaki entrikalar adına birşeyler işitiyoruz. Bu kısa açılış sahnesinin hemen ardından bir cyborgun (ki bu cyborg Binbaşı Kusunagi'nin ta kendisi) yapımı eşliğinde ilerleyen jeneriğe adım atıyoruz. Burada ister istemez birkez daha Matrix'i hatırlıyoruz. Üstelik jenerik biter bitmez film bir uyanış sahnesi sunuyor bize. Tıpkı Matrix'te olduğu gibi! Jenerik müziğini oldukça rahatsız edici bulduğumu söylemeden edemeyeceğim. Ancak bu müzik filmin soğuk ve tedirgin edici yanına cuk oturmuş buda bir gerçek. Ghost in the Shell 9. ve 6. Bölükler arasında tanık olduğumuz bir rekabetin ardından filmimiz, üzerine kurulu olduğu sıradışı hacker Kuklacı (PuppetMaster) ile tanıştırıyor bizi. O'nun tarafından hacklenmiş bir vücut 9. bölükte inceleniyor ve bu hackerın bazı yöntemleri bizimle paylaşılıyor. Bunlardan bazıları oldukça merak uyandırıcı. Örneğin tarihin en önemli hackerının sistemlere sızmak için neden eski tip bir virüs kullanması... Elbette bu küçük merakları filmin gidermesi gerekiyor. O nedenle içine hiç girmeden yönetmenin bizi başrol ekibi ile tanıştırdığı sahneye geçelim. Uzun bir aksiyon yolculuğuna çıktığımız bu sekans kanımca filmin doruk noktalarından. 9. Bölük polislerinden oluşan iki grup (Binbaşı Kusunagi ve Togusa ile Batou ve Ishikawa çeşitli noktalardan sistemleri kıran çöpçülerin peşine düşerler. Elbette bunlar gelecekte çöpçülük yapmak için olağanüstü bilgisayar bilgisi ile donatılmış işçiler değil, Kuklacı tarafından yönlendirilen "kabuk"lardır. Aslında tek bir çöpçüden bahsediyoruz çünkü tüm işi karısına ve çocuğuna yeniden kavuşmak adına çöpçülerden biri yapıyor. Diğeri hayatından bezmiş, hiçbirşeyi umursamıyor.. Bir çöp kamyonunun ardında başlayıp bir su birikintisinde sona eren bu sahne bizi hacklenmiş ruhların dünyasına götürüyor. Aksiyon dolu sekansta karşılaştığımız iki adamında hafızaları silinmiş ve yerlerine bazı sahte anılar konmuş. İsimlerini bile bilmiyorlar. Batou bu anı "Hayaleti (Ghost-Ruh manasında kullanılıyor) olmayan bir kukladan daha üzücüsü yok. Özelliklede içinde kırmızı kan akanlardan." yorumuyla vurguluyor. Sonraki sahnede de yakalananların sorgulanmalarını izleyen Kusunagi'nin düşünceli halini görüyoruz. Bu andan itibaren Binbaşı'nın davranışlarının garipleşmeye başladığını söyleyebiliriz. Zaten hemen akabinde izleyeceğimiz sahnede Kusunagi'nin varlığını sorgulamaya başladığını, vücudunu umursamadığını ve insan olmanın, hatta varolmanın anlamını sorgulamaya başladığını görüyoruz. Kuklacı'nın bir şekilde bir kez daha karşımıza çıkması kafamızdaki soruları daha da arttırıyor. Kim bu gizemli hacker? Amacı ne? Neden 6. Bölük peşinde? Özetle işler iyice karışıyor. Ancak sonrasını filmin anlatmasına izin verelim. Çünkü şimdiden bir çok şeyi açık etmeye başladık bile. Ghost in the Shell'in en ilgi çekici yanı bu tür filmlerden beklenebileceğinden çok daha fazla derinliğe sahip olması. Film insan olmak adına cidden düşündürücü diyaloglara yer veriyor, sizide düşünmeye sevk ediyor ve sanırım ciddiye alınmayıda en çok bu sayede hakediyor.Yani filmin bir felsefesi var. Nitekim yönetmende bu felsefeyi vermeyi başarılı bir anlatımla başarıyor. Bunun en bariz örneğide müzik eşliğinde şehirde hava kararıncaya kadar süren bir gezintiye çıktığımız sahne. Bu bölümde Oshii sayısız nesneye anlamlar yüklüyor, bize sorular sorduruyor. Enformasyonla şekillenmiş bir çağda, teknoloji ile gelişmiş bir şehri ve o şehrin umut kırıcı, kötü yanlarını gösteriyor bize. Ve Kusunagi'nin sorularını destekler tarzda vitrin mankenleri ve yürüyen insanların camlardaki yansımaları arasında geziyoruz. Son karede gördüğümüz mankenler ise diğerleri gibi giyinik değil, hatta bir kısmı kollar ve bacaklardan bile yoksunlar. İşte bu tek kare ile Oshii bize hem filmin "kabuk" kavramını olabilecek en net şekilde anlatıyor, hemde Kusunagi'nin içindeki duyguları paylaşmamızı, O'nunla birlikte sorgulamamızı sağlıyor. Bu bir iki dakikalık sahne bile yönetmen Mamoru Oshii'nin dehasını ispatlıyor.
E bu deha hakkında birkaç söz etmeliyiz elbette 1951 doğumlu olan yönetmen 1976 yılında Tokyo'da bir sanat okulundan mezun oldu ki ilk bağımsız filmlerini çektiği dönemde bu öğrencilik yılları. 80'li yılları oldukça üretken geçiren Oshii, bu yıllarda pekçok film ve diziye imza attı. Ancak en önemli çıkışları sinemasının olgunlaştığı 90'larda yaptı. Bunların arasında 90'ların ilk yarısında çekilen Patlabor 1-2 ve 1995 tarihli Ghost in the Shell en önemli olanları olarak sayılabilir. Özellikle Ghost in the Shell yönetmenin dünya çapında bir ün kazanmasına ve bir dahi olarak öne çıkmasına vesile oldu. Bu film ile 1997 tarihti Dünya Animasyon Kutlamaları Ödüllerinde (World Animation Celebration Awards) En İyi Film ve En İyi Film yönetmeni ödüllerini kazanan yönetmenin sonrasında kendini biraz dinlendirdiğini söyleyebiliriz. Bu sırada senaryosunu yazdığı Jin-Roh: The Wolf Brigade sinemaya uyarlandı. Bir diğer anime klasiği olarak görebileceğimiz Jin-Roh'u neden kendisinin yönetmediği sorusuna iki yanıtı var: birincisi kendi çekeceği bir filme hazırlandığı ve ikincisi ise yapımcı firma Bandai Visual'in filmi Oshii'nin çekmesi durumunda aşırı komplike ve izlenmesi zor bir iş çıkacağı düşüncesi. Mamoru Oshii'nin bundan sonraki işi "gelecekte animeler böyle olacak" dedirten Blood: The Last Vampire'da denetleyici yapımcılıktı. 2001 yılında tekrar yönetmenlik koltuğunda gördük O'nu. Ancak bu kez gerçek bir film çekiyordu. Avalon eleştirmenlerdende geçer not alarak birkez daha Oshii'nin yeteneğini kanıtlamış oldu. Şu an anime dünyasının en saygı duyulan isimlerinden bir konumundaki Mamoru Oshii'nin yeni projelerini de dört gözle bekliyoruz tabi.. Durumu çöyle bir toparlarsak Ghost in the Shell'in çekilmiş en iyi bilim-kurgulardan olduğunu ve böyle bi yapıtı hala izlememiş bir sinema izleyicisinin çok şey kaçırdığını söyleyebiliriz. Çünkü Sinema dergisinde bir zamanlar yazıldığı gibi: "Çizgifilm hiç bu denli sinemasal olmamıştı."