Fransız Devrimini Aydınlanmacılar mı gerçekleştirdi?
XVIII. yüzyıl sonunda hızlanmaya başlayan tarihte, Hegel’in “güneşin muhteşem doğuşu” olarak nitelendirdiği Fransa devrimi Aydınlanma dönemi düşünürlerinin gerçekleştirdiği reformların vardığı nokta ve felsefenin onyıllardır hazırladığı ekin ve siyaset değerlerinin benimsenmesi olarak değerlendirilebilir. Oysa burada çok daha karmaşık olgular söz konusudur, çünkü devrim ve reform karşıt hareketlerdir. Kant bu karşıtlığı şöyle anlatır: Reform “tepeden”, devrim ise “aşağıdan” gelir. Halktan gelen bu hareketle Aydınlanma düşüncesinin belirsizlikleri en üst düzeye ulaşmıştır.
Devrim kavramı genellikle Fransa’daki Aydınlanma çağını ve düşüncesini çağrıştırır. Ger çekte bu son derece indirgemeci ve yüzeysel bir yalınlaştırımdır. “Devrimci” diye anılan birçok düşüncenin bilinçli ya da bilinçsiz olarak Aydınlanmacılardan alındığı doğrudur. Bu düşünceler her şeyden önce Aydınlanmacıların hümanizmalarıyla beslenir. Söz konusu hümanizma dönemin monarşisinin hukuksal - kurumsal gerçekligi ile insan düşüncesinin özlemleri ve olanakları arasındaki kopukluğun bilincine varıldığı zaman somutlaşmıştır ve umuda dönüşmüştür: devrim görmüş bir çağın karanlıklarını yok edebilmeye ilişkin felsefi bir umut, insanın özgürleşmesine ve kendi bilincine ulaşmasına olanak tanıyan eskatolojik umut, gizilliklerin bulunmadığı yeni bir yasa düzeni kurmaya yönelik siyasal umut. Kuşkusuz hem Devrimciler, hem de Aydınlanma dönemi düşünürleri usun ölgünlüğüne son vermek istediler.
Uzun süre den beri mutlakçı dogmalar söz konusu uyuşukluğun süregelmesine olanak tanıyan bir or tam yaratıyorlardı. Mirabeau’dan Sieyés’e tüm düşünürler için her tür kargaşanın ağırlığı altında ezilen düşünceyi uyandırmak bir zorunluluk, bir göreydi. Düşünürler bu uyanışın bir diriliş olacağına inanıyorlardı. Bu durumda, yeni den başlayabilmek için yıkmak gerekiyordu.
Yapacakları iş çok büyüktü ve bunu gerçekleştirirken Aydınlanmacıların felsefe devrimiyle siyasal devrimin eklemlenmesi gerektiğine, us dışı inançlar örgüsünün yok edilmesi gerekliliğine inanıyorlardı. Bu inançlar örgüsünde us - üstü (dinsel-siyasal Tanrı esini, kralların tanrı sal hukuku) ile us - ötesi (batıl inanç, büyü, ki lise büyüsü) birbirine karışmıştı. Bu engeller kaldırılınca, Aydınlanmacıların düşüncesindeki başlangıç miti (dünyanın arı kaynaklarına dönme) devrimin başlangıcına ışık tutar. Gerçekte, Devrimciler için ilkelerin arılığı güçlerine koşuttur. Kurucu ilkelerin eskatolojik vaadi Aydınlanmacı düşünürlerin önerdiği siyasal ve hukuksal usçuluk düzleminde konumlanabilir. Insan kendini tutsak eden zincirlerden kurtulmuş, ayrıcalıkların kaldırılmasıyla geçmiş simgesel olarak öldürülmüştür, devrimci iyimserlik ise ırabilimsel ve insansever düşlerle dolu parlak söylemlerde yer alsa bile, duraksamaksızın özgürlüğü ve mutluluğu yaratmak zorunda olan yarınlara yönelir. 26 Ağustos 1789 tarihli Insan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi ve ard arda gelen meclislerin yönetsel çılgınlıkları, düşünürlerin savunduğu sözleşme, yasa, eşitlik, vatandaşlık, adalet... gibi kavramlar çerçevesinde yeni kurulmuş kamu düzenine olan inançları açığa çıkarır. Chateaubriand, “Devrim kısmen yazın ve düşün insanlarınca gerçekleştirilmiştir der; Hegel’in bu konudaki değerlendirmesi de şöyledir: “Fransız Devriminin kaynağında felsefe vardır.”
Oysa, us ışıklarının girdiği devrim dönemi kilisesini yoğun bir sis kaplar. Aydınlanmacıların idealizm paradigmaları aslında devrim insanlarına insancı izlekler sunmuştur; ancak bunların kavramsal esnekliği sakıncalı olabilir. Aydınlanmacılardan gelen felsefi ve duşünsel kalıt karmaşık, yüklü, dahası, bularak ve anlaşılmazdı. Üstelik, devrimciler ilerleme, Özgürlük, yurtseverlik ülküselliğini duygusal mantığın alışılmadık tacıyla çevrelediler. Felsefecilerin kendi içlerinde karşıtlıklar içeren düşüncelerinin alışılmadık bireşiminin gerçekleşebilmesi için koşullar işte böyle biraraya gelmişti. Hegel’e göre Devrim çerçevesinde özgürlük “yıkım düşkünlüğüne” dönüşmüştü
Kant’ı düşünerek bunu, kuramda iyi olanın uygulama düzleminde kötüleştiği biçiminde algılamayalım; çünkü devrim usunun uygulamadaki tutkusal enejisi aydınlıklarla karanlıkların felsefecilerin düşüncesinde gizlice anlaşmasına olanak tanıdı. Bu durumda “çiçekler soldu”.
Aydınlanma döneminin sonundaki Devrimin belirgin özelliği aydınlanmacıların gizli eğilimlerini yoğunlaştırmasıdır. Bu ortamda olay her zaman simgesel değeriyle ve bir coşku çemberinde gerçekleşir. Meclis’de yapılan konuşmalarda, sokaklarda söylenen şarkılarda, gazetelerin karikatürlerinde, özgürlük ortamında ortaya çıkan us her zaman tutkuyla ve doğurduğu inançla çevrilidir.
Mirabeau’dan Danton’a, Robespierrc’e uzanan düşünürler dizelgesinde ideolojik ve sözel coşku şiddetlenir ve hitabet giderek ateşli bir boyut kazanır. Krallığın kaldırılmasıyla, halk şenliklerinde düşüncelerin gücünü tutkuya dönüştüren bir enerji aktarımı gerçekleşir. Aydınlanmacı düşünürlerin mantığına göre felsefe yapan usun idealizmiyle coşkunun duygusallığı içiçe girmiştir. Devrimci olgunun merkezinde, bu eğilim yoğunlaşır ve “aydın” düşüncenin derinliklerinde yer alan karşıtlar bütününü doruk noktasına ulaştırır. B. Constant Devrimin gerilimlerinde ve ikizanlamlılıklarında bir “parodi” keşfeder, Fransız devrimi Aydınlanma felsefesinin bir karikatürü olmaktan çok onunla birlikte gelişen çıkmaz açınlayıcısı olmuştur.
Gerçekte, Aydınlanma düşüncesi Devrimin ne başlamasını ne de yönünü öngörebilirdi. Ancak, bu düşünce daha derinden, daha ustaca Devrimi olanaklı kıldı. Aydınlanmacılar siyasal yapıların yeni anlayışının gireceği anlıksal bir uzam açtılar. Ancak, Devrim hareketi hızla ilerlerken Aydınlanmacıların usçuluğunu gözden kaçırdı, bunun sonucunda da içinde barındırdığı belirsizlikler ve çelişkiler tohumlarını attı. Bir başka deyişle, Aydınlanmacıların idealist ve iyimser düşünceleri gerçekleştirilecek ideallerin saydam arılığına sahip değillerdi.
Aydınlanmacılar Devrime uygulanabilecek siyasal bir izlence de sunmadılar. Devrim kimi temel düşünceleri Aydınlanmacıların parlak umutlarının düğüm noktasından almaya başladıktan sonra, onlara ancak tarihin çürümüş toprağında eğretilemeli bir değer verebiliyordu. Bu, devrim mitolojisinin Aydınlanmacıların mitolojisine bir tür yanıtıydı. Bir yandan, düşüncenin çoksesliliği özgürlük isteminde doruk noktasına ulaşıyor, ancak bu usçul ışıltılar işlerlik kazanamıyor, diğer yandan devrim çabaları giderek alev alıyor, ancak egretilemeli aktarımda çabalar bağlılıktan uzaklaşıyor. Bu durumda kopukluk kaçınılmazdı. Aydınlanmacıların siyasal çıkmazları devrim olgusunun başlangıcını hazırladı.
Yaşlanmış Kant Fransız Devriminde Aydınlanmacıların simgeleri altında dünyayı yerinden oynatan görkemli olayın “çılgın mantığını” sezinlemekte haksız değildi. “Usun gereksinimi” olarak öz gürlük düşüncesi tarihten olgusal bir figür alarak numenli aydınlığını yitirmekten başka bir şey yapamazdı. Aydınlanmacılardan miras alan 1. Napolyon bile onların karşıtlıklar örgüsünü ortadan kaldıramadı. Tarih, ayrıca usun kendisiyle olan çelişkilerine de tanık olmuştur.
Kuşkusuz Aydınlanmacılar başlattıkları yeni çağda öngörülenden çok daha az ışık verdiler. Siyaset alanında, kuşkusuz aydınlanma felsefecilerinin yadsınmaz bir tarihsel önemleri var; çünkü çağdaş düşünür-krallara esin kaynağı oldular. Avrupa’daki aydın despotların örnek aldıkları hep aydınlanma dönemi düşünürleriydi. Benzeri görülmemiş toplumsal olay niteliğinde ki Fransız Devrimi de Aydınlanmacıların önemini kanıtlayan bir nedendir. Bununla birlikte aydın zorbalığın aşırıya kaçtığı, Devrimin saptırılarak örnek alındığı durumlar da olmuştur; öyleki, bunların karşısında Raynal (abb de) gibi tüm felsefeciler şöyle derdi: “Ben bunu istememiştim”. Aslında, tarihi suçlamak hiçbir şeye yaramaz: tarih olduğu gibi görünür. Bununla birlikte, Aydınlanmacılarınki gibi siyasal hırslar tarih çerçevesinde sorgulanabilir.
Günümüzde Frankfurt Okulu izlenerek, XVIII. yüzyıl felsefesinde “çağcıllığın”eksiklikleri olarak adlandırılan olguların bulunduğu hoşlukla belirtiliyor: bu felsefenin usçuluğu, soyutlaması, evrenselciliği, bireyselciliği, metafizik anlayışı, söylemselliği, idealizmi, ya da daha yerinde bir anlatımla, ütopik gerçekdışıcılığı sayılan kavramları başlıcalarıdır. Söylenilenlere kulak verilirse söz konusu kusurların ya da eksikliklerin önemi o denli büyük ki, toplumda çöküşün başlamasına yol açmışlar, “ekinsel bunalıma” neden olmuşlar ve kısa bir süre sonra “düş kırıklığına uğramış” dünyamızda, Aydınlanmacıların uyandırmak istedikleri insanın yok olmasına yol açacaklar. Bu durumda Aydınlanmacıların başarısızlığı gibi bir sonuca ulaşılıyor. Bu düşünsel serüvende us,”olumsuz diyalektik” çerçevesinde utkularıyla kendi ölümünü hazırladı.
Bu kökten eleştirilerin genel ve yorumsal bir okumadan kaynaklanan belirleyiciliği son derece sınırlıdır. Aydınlanma düşüncesi ve Çağcıllık aynı şey değildir. Kaldı ki, çokboyutlu yüzyıllarında söz konusu kavramlar tam bir birlik için de olmadılar. Aydınlanma felsefesinin yanında, hiçbir şeyin küçümsenmesine izin vermeyeceği bir yazın gelişti. Çağın felsefesi de antik düşüncenin kimi değerlerini hor görmedi. Romantizm öncesi bu dönemin ve gelenekçiliğin siyaset ve hukuk alanına yeterince yansımadığı söylenebilir. Bu gerçekten doğrudur. Ancak, siyaset ve hukuk alanında, Aydınlanmacıların felsefe uzamı arı bir usçulluk uzamı değildir. Bunun nedeni, güvencenin yanında kaygının da yer alması, iyimserlikle güvenin parçalanma ve diyalektik tohumlan içermesidir. Aydınlanmacıların uygunculuğu ya da gelenekselciliğinin önemli bir bölümünde karşıtlıklar kıpırdaşır; tarihsel ve siyasal misyonları bu içkin uyuşmazlıkların gücül anlaşmazlık nedeni olduğunu göstermiştir.
Aydınlanmacılardan esinlenen aydın zorbalığın ve Fransız Devriminin batıl inançlar karanlığını ve mutlakiyetin körlüğünü önlediği doğruysa, onları olanaklı kılan felsefe gibi, insanın özerkleşmesi için uğraşarak “özgürlüğü icat ettikleri” doğruysa, tarih gerçekliği içinde siyasetin başından sonuna usçullaştırılmasının olanaksızlığını da göstermişlerdir. Us güçleri siyasetin düşünceden gerçekliğe tümüyle saydam olmasını sağlayacak denli aydınlık değildir. Kimileyin usun üstünlüğü usa karşı olarak gelişmiştir ve olayları usa uygun kılan neredeyse hiçbir zaman us değildir. Düzlük olmadan dağ olmayacağı gibi, karanlık olmadan ışık da olmaz.
Kuşkusuz bunlar Aydınlanma Çağı hümanizmasının aşılmış bir geçmişin gerçeklerini içeren ve artık benimsenmeyen bir düşünce olarak değerlendirilmesine olanak tanımaz. Düşünce tarihçisinin hiç değilse Aydınlanmacıların düşüncesinde yer alan anlaşılmazları bilmesi gerekir. Siyaset felsefecisinin de, siyaset insanlarının us ülkülerini benimsediklerinde bile gerçekliğin zorunlu olarak kabul ettirdiği gizli uzlaşmaları bilmemezlikten gelmelerine olanak olmadığını itiraf etmesi gerekir.
Son düzenleyen Baturalp; 27 Ocak 2017 23:27