Arama


nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
28 Eylül 2007       Mesaj #5
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Yollardan Biri


“Bütün yollar Roma’ya çıkar” diye eski bir söz vardır. Diyelim ki bir zamanlar bütün yollar Roma’ya çıkardı. Ama, acaba, Roma’ya çıkan bütün bu yollarda yürüyenler ya da bütün yolların çıktığı Roma’da oturanlar mutlu insanlar mıydı? Mutluluk olan yerde yıkıntı olmaz. Oysa Roma yıkılmıştı.

Gerçek şu ki, yollar hiç bir zaman aynı yere çıkmaz, çıkmamıştır ve çıkmayacaktır da. Uygarlık herkesin yürüdüğü yoldan çıkmakta direnen, inat eden, ama bilerek inat eden insanların geride bıraktıkları izlerdir. Ne gariptir ki, önceleri lanetlenen ya da en azından hor görülen, bu yoldan çıkan insanların arkasına, onları hor gören insanlar da takılmaktan geri kalmazlar. Ama er, ama geç...

Türk ulusunu mutluluğa çıkaracak yolların aranmasına başlanalı çok yıllar oldu. Ama bu arayış hiçbir zaman 27 Mayıs devriminin getirdiği ortamdan güçlü, bilinçli ve yaygın bir istek halini almamıştır. Hiç bir zaman mutluluğun aranmasına bu kadar fazla kimse çıkmamıştır. Türkiye bir çok yeni doğumlara gebedir. Türk ulusunu mutluluğa götürecek doğumlar olacak bunlar. Doğumları kolaylaştırmak için bir çok yollar aranmaktadır. Şimdilik engellerle dolu yollar.

İşte, aranan bu yollardan biri de, Türk ulusunu, ses sanatı estetiğine ulaştıracak yollardan biri olacaktır. Fakat... yola çıkış ve varış noktası iyi hesaplanmazsa, bu iki nokta arasında aşılması gereken engeller göz önüne alınmazsa, özlenen mutluluğa hiç olmazsa bir süre için ulaşılamayacaktır.

Bu yola çıkış noktası hemen hemen aydınlığa çıkmış durumdadır. Türk ulusunun büyük çoğunluğuna dünya sanat müziğini tanıtmak, sevdirmek, benimsetmek, bu müziği dinleyebilmesini sağlamaktır. Şüphesiz ki, ses eğitimi almış olan, en ileri ulusların insanları bile, sanat müziğini yüzde yüz anlamaz ve sevmez. Ne var ki, anlayan ve sevenlerle, anlamayan ve sevmeyenlerin oranında bizdeki kadar büyük fark yoktur. Bizde, halka güzel müzik aşılayalım dendiğinde, sanat müziğini sevenlerle sevmeyenler arasındaki oranı tartıya vurduğumuzda, hiç olmazsa kantarın iki kefesindeki ağırlığı denkleştirelim manası çıkar. Peki, bu nasıl sağlanacaktır? Kanaatimce bugünkü tutumumuzda hatalar var. Şöyle ki, biz Hakkari’ye gidiyoruz, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı sahneye çıkartıyoruz, gelen dinleyicilere de: “Bakın şimdi sizlere ne güzel, ne cici şeyler çalacağız. İşte asıl müzik budur, dinleyin” diyoruz. Sonra, gelen dinleyicilerin belki de ömürlerinde dinlemedikleri ve belki de o konserden sonra da hiç dinlemeyecekleri Beethoven, Mozart, Haydn müziği çalıyoruz. Yersiz bir davranış mı bu? Belki de değil. Ama ben bunu körlerin, fili yokladıktan sonra, onu tanıtlamalarına benzetirim.

Oysa, Türkiye’deki gerçek bu değildir. Zira, Türk halkı, müziği, sözün dışında hemen hemen düşünememektedir. Yani bizim halkımız, sözü melodinin değil de, melodiyi sözün yardımcısı, tamamlayıcısı olarak görür. Bu yüzden olacak, folklorumuzda, oyun havalarımızın bile çoğu sözlü ezgilerdir. Çalgı müziği, sözün dışında hemen hemen düşünülmemektedir. Örneğin, sözlü bir parçayı sözsüz olarak çaldırınız, dinleyicilerin ilgisi yarı yarıya azalmaktadır. Nitekim saz şairi çalan değil, söyleyendir. O’nun çalgısı, sesine eşlik eden bir araçtan başka bir değer taşımaz. Halk çalgılarımızdan çoğunun eşlikçi çalgılar oluşu da bunu ispatlar.

Öyle ise, halka gerçek müziği sevdireceksek, onları, bu müziği dinler hale getireceksek, mutlaka halkın tutkun olduğu vokal müzikten yola çıkılmalıdır. Bunu yaparken de temel, dünya sanat müziğinin vokal yapıtları değil, çokseslendirilmiş folklor müziği olmalıdır. İnsan sesinin etkileyici ve büyüleyici gücünden elverdiği kadar yararlanmak lazım. Büyük ustaların yapıtları bir kenara atılsın demiyorum ama, düzenlenecek programlarda bunlar garnitür olmaktan ileri götürülmemelidir. Yıllar sonra ancak, karma programlar düzenlenebilir. Bu yol, belki de bizleri hedefe ulaştıracak yollardan en önemlisi olmayabilir. Ama Türkiye’nin gerçekleri düşünülürse bu yol çıkar yollardan biri olabilir. Ya çalgı müziği ne olacak denecek. O, şimdikinden daha “accelerando” bir tempo ile elbet ki yolunda yürütülecektir. Peki, bunun uygulanması nasıl olacak? Ortada, bu işi yürütecek vokal topluluklar yok. Kurulmaları yolunda da herhangi bir kıpırdanma görülmüyor. İş dönüp dolaşıp devlet babanın para desteğine dayandırılacak, devlet korolarının kurulması düşüncesine götürüyor insanı... Bunu, çeşitli derneklerin vokal birlikleri izleyebilir. Fakat illa da devlet koroları. Masrafı az, zahmeti az kuruluşlar bunlar. Ondan sonra ver elini Anadolu’ya...

Veysel Arseven
Şubat 1965 tarihli “Ankara Filarmoni Aylık Müzik Dergisi”nde yayınlanmıştır.