Arama

Müzik Platformu (Müzik Hakkında Makaleler)

Güncelleme: 27 Aralık 2018 Gösterim: 35.028 Cevap: 7
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Müzik Hakkında Makaleler
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar
Müzikle ilgili yazılar, söyleşiler, makaleler, uzmanların görüşleri...

Sokağın Müziği
"Her zaman için özle bir yeri olan, aslında herkesin kulak vermesi gereken sokaklara açılan başka bir kapı da "Müzik"tir. Sözleri özgür bırakan melodilere kendimizi kaptırırsak, dışarıda ne olduğunu ve bizlere sunulmuş sahte dünyanın köklerinin nasıl çürüdüğünü anlayabiliriz.
Kültürün yozlaştığı ve topluma dayatılmış etiğin etimizi dişlemeye başladığı günümüzde; popüler, tekdüze, değersiz, az emekle oluşturulmuş işlerle halkın beğenisini kazanan ve belki de halka sunulan tek şeyin bu olması karşılığında, beğenilmesi gereken işlerle herhangi biri "Sanatçı" sıfatını kazanabilir. Ancak, sanata olan katkının, topluma gösterilen yeni yolların ve öğrenilen bir şeyin olup olmadığı tartışma konusudur.
Sokağın, başından beri kötü ve tehlikeli görülmesi, müziğini de kötü nitelendirmiştir. Açıkça hayatı anlayan, gerçekle gerçek olmayanın, yaşamın kurgusunun ne olduğunu çözenlerin sözleri, huzur bozuyor ve inkar ediliyor... Oysa gerçekliği kadar, daha çok deneysel çalışmalarla sanat eserine dönüşen "Sokağın Müziği", gerek enstrümanlarla, gerek vokallerle zengin bir altyapı ve özgünlüğe sahiptir. Belirli bir tarza sığdırılamayacak örnekleriyle, sokak her zaman bir ritm tutturup müziğe kavuşmuştur. Çoğu popülerlikten uzak ve bunu isteyerek uygulayan gruplar, kişiler oldukça çok. Aklıma gelen ilk isimler: Siyasiyabend, Yaşar Kurt, Umay Umay, Babazula, Rashit vs. Ayrıca belirtilmesi gereken ve aslında ortalarda olmayan daha birçok grup var. Onlara amatör deniyor veya yolun başındakiler; ama sokağın amatör olan ayrıcalık tanıdığı falan yoktur!
Hayatın trajedisi:
İnsanların onu olduğu gibi değil, kendi istedikleri gibi göstermesidir. Sokakta, müziğin keşfedildiği yerde her şey olduğu gibidir."


Alıntıdır (rockinrock.net).


maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #2
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
İnsanoğlu, Müziğin Büyüsüyle İnsanlaştı

Sponsorlu Bağlantılar
Bazı şarkılar hüzün, bazıları mutluluk verir. Peki ama bu nasıl oluyor? Fiziksel titreşimlerin ne şekilde duygulara dönüştüklerini çözen araştırmacılar, en gizemli sanatın nasıl geliştiğini de buldular. Yoksa insanı sosyal bir varlık haline getiren müzik miydi?

Johann Sebastian Bach hep ölümsüz kalacak. Hatta dünya sonsuz bir buz tabakasıyla örtüldüğünde ya da Güneş, gezenini kavuracak olsa bile ustanın “Ayarlı Piyano”eserinin ikinci bölümündeki fa-majör prelüdü hep varolacak.
Bach’ın prelüdü, dünyanın sonu geldikten sonra, “Voyager” uzay sondasında uzak dünyalara doğru yol alıyor olacak çünkü. Altın kaplama bakır bir plak üzerine kaydedilen prelüt, şu sıralar dakika da bin kilometrelik bir hızla uzaklaşıyor.
Uzayda milyarlarca yıl dayanacak kayıt cihazı üzerinde, Bach besteleri dışında, 26 müzik eseriyle birlikte 55 dilde “merhaba” da bulunuyor. Hatta uzay sondasında bir de kullanım tarifiyle birlikte 16 2/3 devirli alüminyum bir pikap da var.
Peki ama uzaylılar bu sesli mesajlardan ne anlayacaklar ki? Voyager uydusundaki dünya ve insan resimleri, gizemli mesajı gönderenlerin ne tür yaratıklar oldukları ve nereden geldikleri hakkında bilgi verebilirler. Gerekli şifre çözüldüğünde sözcükler ve matematik formüllerinden de bir anlam çıkarılabilir. Ama bir prelüt, dünya dışı varlıklar tarafından sadece kuru gürültü olarak algılanmaz mı?

Kuşkusuz müzik, insanoğlunun geliştirmiş olduğu sanatların en ilgincidir. Resim, şiir ya da heykeltıraşlığın aksine dünyayı temsil etmez. Bir akort hiçbir şey ifade etmediği gibi bir melodinin de hiçbir anlamı yoktur.

Müzik, özünde sadece matematiktir – yani, frekansları fiziksel kurallara göre üst üste binen, hesaplanabilir hava titreşimleri. Ve buna rağmen matematiğin duygulara dönüşmesi gibi bir mucize gerçekleşir!

Müzik derinden etkileyebilir. Hiçbir insan müziğin büyüsüne karşı bağışık değildir. Seslerin birbirini izlemesi ne kadar anlamsız olursa olsun hiçbir kültür müzikten yoksun değildir. Endonezyalıların Gamelan müziği olsun, Sibirya’daki Tuva göçerlerinin çift tonlu nakaratları ya da Maria Callas’ın sopranosu olsun: Müzik ahenkli, kışkırtıcı ve büyüleyicidir.

Peki ama bu nasıl mümkün oluyor? Etkili bir ritim niçin insanın tüm bedenine işliyor? Nasıl oluyor da bir akort, hüznü ve özlemi uyandırırken diğer bir akort insanı neşelendirebiliyor? Üflemeler, vurmalar ve öttürmeler ne işe yarıyor?
Ve müzik gerçekte ne kadar düzenli? Rakamlar ve sesler neden ilişkili? Ve insanoğlu ne zamandan beri müzik yapıyor?

Modern bilimlerin yöntemleriyle psikologlar, beyin araştırmacıları, matematikçiler ve müzik araştırmacıları şimdi bu fenomenin sebebini çözdüler. Görülen o ki müzik amaçsız bir boş zaman uğraşından öte bir çaba. Yeni bulgular müziğin, insan ve insanın yaşam biçimiyle ne kadar içi içe olduğunu göstermekte.

- Müzik, doğanın kültüre dönüşmüş hali. İçi boş bir kütüğün sesi, rüzgârın ıslığı, hatta düşen bir taşın çıkardığı ses bile insanoğlunun müziği ne şeklide algıladığını ve yorumladığını açıklıyor.

- Melodiler ve ritimler, üzüntü, sevinç ve özlemlerin işlenmesinden sorumlu beyin bölgelerini etkilemekte. Bu açıdan bakıldığında müziğin, duygu dünyasına giden kapıyı açtığı söylenebilir.

- İnsan beyni en başından itibaren müziğe göre programlanmıştır. Birkaç aylık bebekler bile ahenkli müziği ve kakafoniyi birbirinden ayırt edebilirler.

- Müziğin kökeni hayvanlar dünyasına kadar uzanır. İnsan ilk sözcüğü kullanmadan çok önce müzik, kültürün ilk ifade biçimiydi.


Seslerin Büyüsü
Müziğin Kilometre Taşları

Alman bilim adamları 1973 yılında Geissenkösterle kasabasındaki bir mağarada kuğu kemiğinden yapılmış 35 000 yıllık bir flüt buldular.

Neolitik dönemde delikli flüt, tek yüzeyli davul, Pan flütü, ksilofon ve ağız tamburası gibi aletler gelişti.

Tunç ve Demir Çağ’da ilk kez kanuna benzer bir çalgı ve zil üretildi.

İ.S.3000’e ait kalıntılar Mezopotamya’da arp, rebap ve iki yüzlü davul gibi aletlerin kullanıldığını gösteriyor. Çin’de ise ilk bambu flütleri üretildi.

İ.Ö.2000 Mısırlılar trompet ve çift gövdeli flüt çalmaya başladılar.

İ.Ö.1000 Yunanlılar Önasya enstrümanlarını taklit ettiler. İsrail’de dini törenlerde müzik çalınmaya başlandı.

İ.Ö.500 Pitagoras müzik entervallerinin matematikle ilişkisini keşfetti ve oktavları kullanmaya başlayarak ilk porteyi geliştirildi.

İ.Ö. 300 Su basıncıyla çalışan bir tür org (hidrolis) bulundu.

İ.S. 900. İlk çok sesli müzik denemeleri

İ.S.1025 Guido von Arezzo ilk sistematik nota sistemini geliştirdi.

İ.S.1150 Fransa’da trubadurlar moda oldu. Almanya’da ilk ortaçağ trubadurları çalınmaya başlandı.

1500 Oktavda on iki tonluk ayar bulundu.

1680 Antonio Stradivari ilk çellosunu üretti.

1700 İtalyan Bartolomeo Christofori ilk modern piyanoyu geliştirdi.

1708 Johann Sebastian Bach’ın ilk tarihli kantatı “Tanrı Kralımdır” icra edildi.

1764 Wolfgang Amadeus Mozart sekiz yaşında ilk senfonisini besteledi.

1814 Ludwig van Beethoven “Fidello” operasını tamamladı ve beş yıl sonra da sağır oldu.

1845 Richard Wagner’in “Tannhauser” adlı eseri çalındı.

1877 Thomas Alva Edison ilk şarkısını yazdı (“Mary had a little Lamb”); bir yıl sonra da ilk fonografının patentini aldı.

1925 Arnold Schönberg on iki tonlu müziği geliştirdi.

1958 Stereo için yeni bir standart bulundu.İlk Hi-Fi tertibatları piyasaya çıktı.

1979 Sony TPS-L2 Walkman’i ile müzik dinlencesine yeni bir soluk getirdi.

1982 ilk dijital CD satışa sunuldu.

1988 CD satışları ilk kez plak satışlarını geçti. Fraunhofer araştırmacıları, sesli verileri 10x sıkıştırabilen MP3 standardını geliştirdiler.

1998 İlk taşınabilir MP3 çalıcıları piyasaya çıktı.


**"Müzik, duyguların dilidir" /Cumhuriyet -2004

maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
1 Nisan 2007       Mesaj #3
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
Dünyada 10 kişiden biri müziğin etkisi ile istifa etmiş

Sony Ericcson'un dünyada müziğin hangi ülkelerde nasıl sonuçlar yarattığını göstermek amacıyla yaptığı araştırma her 10 kişiden birinin güçlü bir müzik parçası dinledikten sonra işinden istifa ettiği sonucunu ortaya koydu.
Üstelik söz konusu olan sadece iş değişikliği değil. Sevilen bir şarkı, 6 romantikten birinin sevgilisine evlenme teklif etmesine neden olmuş. 5 kadından biri özellikle çok duygusal bir şarkı dinledikten sonra sevgilisinden ayrılmış.
Sony Ericcson, önceki gün 10 mm'den bile ince olan yeni walkman cep telefonunu tanıttığı tanıtım toplantısında dünya genelinde yaptığı müzik araştırmasının da sonuçlarını açıkladı. Araştırmanın dünya çapında bağımsız pazarlama şirketi Luon tarafından 30 Kasım-27 Aralık 2006 tarihleri arasında yapıldığını belirten Sony Ericsson Pazarlama Müdürü Oben Tezel, kadınların erkeklere kıyasla müziğin gücünden daha fazla etkilendiğini söyledi. Tezel, "Müziğin dünyayı döndürdüğü deyişi, uluslararası araştırmamızda bir kez daha çarpıcı biçimde ortaya çıktı. Özellikle uzun zamandır gözünüz olan o özel kişiye yaklaşmak için cesaret vermesi konusunda müziğin gücü bir kez daha öne çıkıyor" dedi.

Türkler günde 4.4 saat müzik dinliyor
Araştırmanın sonuçlarına göre Endonezya'dan Hindistan'a kadar genç yaşlı büyük bir çoğunluk müziğin rahatlattığı konusunda hemfikir. Duygusal bir şarkı ankete katılan iki kadından birini ağlatıyor. Türkler günde ortalama 4.4 saat müzik dinliyor. Bu da yılda 67 gün ediyor. Bu süre Almanya'da 4.1 saat, Hindistan'da 3.7 saat, İsveç'te 4.2 saat, Rusya'da 4.8 saat. Müzikten ilham alan her beş kişiden biri bavullarını toplayıp seyahate çıkmış. Öte yandan Sony Ericcson'un tanıttığı W880 Walkman telefon 1 GB hafızalı en ince müzik araçlarından biri. 9.4 mm kalınlığında olan telefondan 18 saate kadar müzik dinlenebiliyor. Telefon yaklaşık 500 eurodan satışa sunulacak.

29.03.2007 /A.A
Referans
sedat sencan - avatarı
sedat sencan
VIP VIP Üye
29 Mayıs 2007       Mesaj #4
sedat sencan - avatarı
VIP VIP Üye
HANGİ MÜZİK?
Birisi ile ropörtaj yapılırken sorulur:
--Hangi tür müzikten hoşlanırsınız?
Verilen cevap genellikle şöyledir:
--Her türlü müzikten hoşlanırım.
Bana da sorulsaydı aynı cevabı vermezdim.
İnsan,beğendiği şeyden hoşlanır.
Müzik dinlerken ne hissederim?
Kulağıma neler gelir?
Örneğin:
Çaykovski’nin 1812 Uvertürü’nde savaşın dehşetini duyarım.
Carl Orff’un Carmina Burana’sında koronun tadına varırım.
Mussorgsky’ın Çıplak Dağda Bir Gece’sinde rüzgarın sesini işitirim.
Tutii mucize-i guyem’i dinlerken, sözler ile makam uyumunu algılarım.
Hiçbir zaman ağırbaşlılığını kaybetmeyen fasılları dinlemeden edemem.
Hafif batı müziğinde Portofino’nun dalga sesleri arasında dolaşırım.
Johnny Cash ile nal gürültüleri arasında at sürerim.
Offenbach ile Paris gazinolarında can-can dansı seyrederim.
Hüzün ve neş’eyi aynı anda yansıtabilen Orta Anadolu halk türküleri.
Vucudumu elektrikle uyarmış gibi etkileyen karadeniz havaları.
Bir dost gibi hissettiğim Dede Efendi,Itri,Hacı Arif Bey.
Bunların hepsinden hoşlanırım.
Hiçbir zaman müzik eğitimi almadım.
Tek sesli ve çok sesli müzik ayrımını bir profesyonel gibi yapamam.
Ama bir vals dinlemek hoşuma gider.
Fidayda oyun havası da.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
28 Eylül 2007       Mesaj #5
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Yollardan Biri


“Bütün yollar Roma’ya çıkar” diye eski bir söz vardır. Diyelim ki bir zamanlar bütün yollar Roma’ya çıkardı. Ama, acaba, Roma’ya çıkan bütün bu yollarda yürüyenler ya da bütün yolların çıktığı Roma’da oturanlar mutlu insanlar mıydı? Mutluluk olan yerde yıkıntı olmaz. Oysa Roma yıkılmıştı.

Gerçek şu ki, yollar hiç bir zaman aynı yere çıkmaz, çıkmamıştır ve çıkmayacaktır da. Uygarlık herkesin yürüdüğü yoldan çıkmakta direnen, inat eden, ama bilerek inat eden insanların geride bıraktıkları izlerdir. Ne gariptir ki, önceleri lanetlenen ya da en azından hor görülen, bu yoldan çıkan insanların arkasına, onları hor gören insanlar da takılmaktan geri kalmazlar. Ama er, ama geç...

Türk ulusunu mutluluğa çıkaracak yolların aranmasına başlanalı çok yıllar oldu. Ama bu arayış hiçbir zaman 27 Mayıs devriminin getirdiği ortamdan güçlü, bilinçli ve yaygın bir istek halini almamıştır. Hiç bir zaman mutluluğun aranmasına bu kadar fazla kimse çıkmamıştır. Türkiye bir çok yeni doğumlara gebedir. Türk ulusunu mutluluğa götürecek doğumlar olacak bunlar. Doğumları kolaylaştırmak için bir çok yollar aranmaktadır. Şimdilik engellerle dolu yollar.

İşte, aranan bu yollardan biri de, Türk ulusunu, ses sanatı estetiğine ulaştıracak yollardan biri olacaktır. Fakat... yola çıkış ve varış noktası iyi hesaplanmazsa, bu iki nokta arasında aşılması gereken engeller göz önüne alınmazsa, özlenen mutluluğa hiç olmazsa bir süre için ulaşılamayacaktır.

Bu yola çıkış noktası hemen hemen aydınlığa çıkmış durumdadır. Türk ulusunun büyük çoğunluğuna dünya sanat müziğini tanıtmak, sevdirmek, benimsetmek, bu müziği dinleyebilmesini sağlamaktır. Şüphesiz ki, ses eğitimi almış olan, en ileri ulusların insanları bile, sanat müziğini yüzde yüz anlamaz ve sevmez. Ne var ki, anlayan ve sevenlerle, anlamayan ve sevmeyenlerin oranında bizdeki kadar büyük fark yoktur. Bizde, halka güzel müzik aşılayalım dendiğinde, sanat müziğini sevenlerle sevmeyenler arasındaki oranı tartıya vurduğumuzda, hiç olmazsa kantarın iki kefesindeki ağırlığı denkleştirelim manası çıkar. Peki, bu nasıl sağlanacaktır? Kanaatimce bugünkü tutumumuzda hatalar var. Şöyle ki, biz Hakkari’ye gidiyoruz, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı sahneye çıkartıyoruz, gelen dinleyicilere de: “Bakın şimdi sizlere ne güzel, ne cici şeyler çalacağız. İşte asıl müzik budur, dinleyin” diyoruz. Sonra, gelen dinleyicilerin belki de ömürlerinde dinlemedikleri ve belki de o konserden sonra da hiç dinlemeyecekleri Beethoven, Mozart, Haydn müziği çalıyoruz. Yersiz bir davranış mı bu? Belki de değil. Ama ben bunu körlerin, fili yokladıktan sonra, onu tanıtlamalarına benzetirim.

Oysa, Türkiye’deki gerçek bu değildir. Zira, Türk halkı, müziği, sözün dışında hemen hemen düşünememektedir. Yani bizim halkımız, sözü melodinin değil de, melodiyi sözün yardımcısı, tamamlayıcısı olarak görür. Bu yüzden olacak, folklorumuzda, oyun havalarımızın bile çoğu sözlü ezgilerdir. Çalgı müziği, sözün dışında hemen hemen düşünülmemektedir. Örneğin, sözlü bir parçayı sözsüz olarak çaldırınız, dinleyicilerin ilgisi yarı yarıya azalmaktadır. Nitekim saz şairi çalan değil, söyleyendir. O’nun çalgısı, sesine eşlik eden bir araçtan başka bir değer taşımaz. Halk çalgılarımızdan çoğunun eşlikçi çalgılar oluşu da bunu ispatlar.

Öyle ise, halka gerçek müziği sevdireceksek, onları, bu müziği dinler hale getireceksek, mutlaka halkın tutkun olduğu vokal müzikten yola çıkılmalıdır. Bunu yaparken de temel, dünya sanat müziğinin vokal yapıtları değil, çokseslendirilmiş folklor müziği olmalıdır. İnsan sesinin etkileyici ve büyüleyici gücünden elverdiği kadar yararlanmak lazım. Büyük ustaların yapıtları bir kenara atılsın demiyorum ama, düzenlenecek programlarda bunlar garnitür olmaktan ileri götürülmemelidir. Yıllar sonra ancak, karma programlar düzenlenebilir. Bu yol, belki de bizleri hedefe ulaştıracak yollardan en önemlisi olmayabilir. Ama Türkiye’nin gerçekleri düşünülürse bu yol çıkar yollardan biri olabilir. Ya çalgı müziği ne olacak denecek. O, şimdikinden daha “accelerando” bir tempo ile elbet ki yolunda yürütülecektir. Peki, bunun uygulanması nasıl olacak? Ortada, bu işi yürütecek vokal topluluklar yok. Kurulmaları yolunda da herhangi bir kıpırdanma görülmüyor. İş dönüp dolaşıp devlet babanın para desteğine dayandırılacak, devlet korolarının kurulması düşüncesine götürüyor insanı... Bunu, çeşitli derneklerin vokal birlikleri izleyebilir. Fakat illa da devlet koroları. Masrafı az, zahmeti az kuruluşlar bunlar. Ondan sonra ver elini Anadolu’ya...

Veysel Arseven
Şubat 1965 tarihli “Ankara Filarmoni Aylık Müzik Dergisi”nde yayınlanmıştır.
Just fly - avatarı
Just fly
VIP Beşer
13 Aralık 2011       Mesaj #6
Just fly - avatarı
VIP Beşer
800px Music lesson Staatliche Antikensammlungen 2421

20 nci yüzyıl başlarında müziğin tanımlayıcı özelliğinin titreşimlerdeki düzenlilik olduğunu, bu özelliğin müziğe kesin bir ses perdesi kazandırarak “gürültüden” ayırt edilmesini sağladığı genel kabul gören bir görüştü. Geleneksel müziğin bu tür bir nitelemeye uymasına karşılık, “gürültü”nün bile kompozisyonda bir müzik öğesi olarak kullanıldığı 20. Yüzyılın ikinci yarısında, bu düşünce geçerliliğini yitirmiştir. Ayrıca ton, müziğin ritim, tını (ses rengi), doku ve orkestra düzenlemesi gibi temel ögelerinden yalnızca biridir. Elektronik aygıtlarda bazı bestecilere, yorumcunun geleneksel rolünü ortadan kaldıran yapıtlar yaratma, insanın üretemediği sesleri doğrudan banda kaydetme gibi olanaklar sağlamıştır.

Doğu kültüründe ve eski Yunanda müzik:

Hint uygarlığı müzikle iç içe gelişmiştir. Veda ilahileri buna örnektir. Yüzyıllar boyunca bu sanat melodi ve ritim açısından karmaşık bir yapı kazandıkça dinsel metnin düzeni yada öykünün ana çizgileri yapıyı belirlemeye başlamıştır. Hint müziğinde Batılı anlamda vokal yada çalgısal bir anlayış yoktur. Dikey akorlu bir armoni anlayışı ise (aynı anda tınlayan seslerin oluşturduğu çokseslilik) Güney Asya müziğinde hiçbir zaman gelişmemiştir. Oktav, Batı müziğindekinden daha çok bölüme ayrılmıştır. Doğu müziğinde melodi de Batıda olduğunda çok daha karmaşıktır ve doğaçlama daha önemli yer tutar.

Çin müziği de geleneksel olarak törenlerde yada bir anlatının destekleyicisi olarak kullanılagelmiştir. Konfüçyüs, düzenli bir ahlak evreninde müziğe önemli bir işlev yüklemiştir. Müzikle devletin biribirinin yankısı olduğuna inanmış, devleti yönetme becerisinin ancak müziği kavrayabilen üstün insanlarda bulunabileceğini ileri sürmüştür.

Eski yunan kültüründe müziğin önemli yer tuttuğu bilinmekle birlikte, yalnızca 11 müzik parçasının notaları günümüze ulaşmıştır ve bunları seslendirmek için de gerekli anahtar elde yoktur. Müzik konusunda kuramsal düşünceler üreten Yunanlıların bir nota sistemleri de vardı. Buna karşılık mousike terimi çok geneldi, Musa’ların koruması altındaki her sanat yada bilim dalı için kullanılıyor, dolayısıyla beden eğitimi dışındaki her şeyi kapsıyordu. Akustiğin temelini kuran Pythagoras’a göre müzik, matematiğin bir parçasıydı. Yunanlıların akustik açısından bir sesin yüksekliği ile telin uzunluğu arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak saptamışlardı.

Platon’da Konfüçyüs gibi müziğe ahlakın bir parçası olarak baktı. Müziğin çeşitli zaman ve durumlarda insanlar üzerinde yarattığına inandığı çeşitli etkiler nedeniyle hemen her modun uygun zaman ve durumlarda kullanılması, bazı modların ise zararlı etkilerinden dolayı hiç kullanılmaması gerektiğini öne sürdü. Yalın müziği yeğleyen Platon’a göre de göksel uyum müzikte yankılanır, ritim ile melodi gök cisimlerinin devinimlerini taklit eder, böylece evrenin ahlaksal düzenliliğini yansıtırdı. Dünyevi müzikse kuşkuluydu; bazı modlar tehlikeli duyumsal nitelikler taşıdığından sıkı bir sansür uygulanmalıydı.



Aristoteles,
Platon’un dünyevi müziği idealin gölgesi olarak ele alışını ileri götürerek mimesis (taklit etme) ile açıkladı. Bununla birlikte müzik, evreni de dile getirebilirdi. Müziğin insan karakterini biçimlendirebilme gücü taşıdığı kanısına karşın Aristoteles, mutluluk ve hazzı hem bireyin, hem de devletin değerleri olarak kabul etmişti. Yalnızca müzik konusunda kuramsal bilgi sahibi olanlar ile müziği üretenler arasında ayrım yapıyor, müzik yapmayan insanların başkalarının yaptığı müziği yargılayamayacaklarını savunuyordu.

Aristoteles’in öğrencisi olan ve müzikle ilgili çok önemli kuramsal metinler yazan Aristoksenos, dinleyiciye büyük önem veriyordu. Matematik ve akustik düşüncelere karşı müziğin duygusal boyutunu vurguladı ve işitme duyusuna olduğu kadar akla da seslendiğini belirtti. Epikurosçular ile Stoacılar müzik ve işlevi konusunda daha doğalcı bir görüşteydiler. Müziği iyi yaşamanın yardımcı bir öğesi olarak görüyorlardı. 3. Yüzyılda yaşayan Empirikos, müziğin kendi dışında hiçbir anlamı olmayan bir tonlar ve ritimler sanatı olduğunu öne sürdü.

Müzik konusunda Platon’un düşüncesi bin yıl kadar etkili oldu. Yunan düşüncesi 20. Yüzyılda da müziğin ahlaksal yaşamda rol oynadığı, sayısal olarak açıklanabileceği, özel etki ve işlevler taşıdığı ve duygularla ilintisi bulunduğu yolundaki gözlemlerde hala etkisini duyurmaktadır.

Hıristiyanlık Döneminde Müzik:
Romalı düşünür Boethius’un yeniden formüle ettiği Platon- Aristoteles öğretisi kilisenin gereksinimlerine son derece uygun düşmüştür. Müziğin, sözlerin basit bir taşıyıcısı olma işlevi, başka hiçbir yerde Hıristiyanlık tarihi kadar belirgin değildir. Hıristiyanlık’ta söz her zaman müzikten önce gelmiştir. Çeşitli düz şarkılarda melodi, metnin aydınlığa kavuşturulması için kullanılmış, müziğin ritmi sözlerin ritmine bağlı olmuştur. Müziğin çekiciliğini gören ve dine yararlı olduğunu düşünen Aziz Augistinus onun duyguları harekete geçirici özelliğinden ürkmüş, sözün müziğin önüne geçmesinden çekinmiştir. O da Platon gibi müziğin temelde matematiksel olduğunu, gök cisimlerinin hareketlerini ve düzenini yansıttığını düşünmüştür. Aziz Tommaso da aynı görüşleri dile getirmiştir. Martin Luther müzik alanında da liberal ve reformcu olmasına karşın, müziğin işlevi konusunda geleneksel görüşlerin dışına çıkmamıştır. Müziğin yalın, dolaysız, ulaşılabilir ve dindarlığa yardımcı nitelikte olmasın da ısrar etmiştir. Jean Calvin ise, Luther’den daha temkinli davranarak insanları tensel zevklere yönelik, yumuşak yada düzensiz müziğe karşı uyarmış, sözlerin üstünlüğünü vurgulamıştır.

Batıda 17. Ve 18. Yüzyılda müzik anlayışı:

Bu dönemde Pythagorasçı görüşler zaman zaman yeniden öne çıktı. Johannes Kepler müzikle gök cisimlerinin hareketi arasında bağlantı kurma çabasıyla kürelerin uyumu düşüncesini sürdürdü. Müziğin temelde matematiksel olduğunu düşünen Descartes şaşmaz bir Platoncuydu. Müziğin imgesel ve uyarıcı olmaması, dolayısıyla da ahlak dışı etkiler yapmaması için ılımlı ritimler ve yalın melodiler öneriyordu. Leibniz’e göre müziğin evrensel bir ritmi vardı ve temelinde matematiksel olan bir gerçekliği yansıtıyordu. Kant ise kendi sanat sıralamasında müziği en alt basamağa yerleştirmişti. Müziği haz açısından yararlı buluyor, önemli bir kültürel işlev gördüğüne inanıyordu. Sözsüz biçimiyle güvenilmez olan müziğin, şiirle birleşince kavramsal bir değere ulaşabildiğini belirtti. Hegel’de dinsel konuları ele alsa bile müziğin felsefeye bağlı olması gerektiğini söylüyor, duygulardaki bir çok ince ayrımı iletebilme gücünü kabul ediyordu. O da öznel ve belirsiz olduğu için sözsüz müziğe değer vermedi; ses müziğini çalgı müziğine yeğledi. Müziğin özünü ritmin oluşturduğunu ve insan benliğinde bunun bir karşılığı olduğunu öne sürdü. Hegel’in görüşlerinde özgün olan yan, müziğin öbür sanatların tersine uzayda bağımsız bir yer kaplamadığını, dolayısıyla da “nesnel” olmadığını ifade etmesiydi.

Çağdaş Kuramlar:

19. yüzyıldan önce müzikçiler arasından pek az müzik kuramcısı çıkmıştı. Yazılan yapıtlar bazı teknik el kitapları ve güncel gereksinimleri karşılamayı amaçlayan metinler olmuştu. J.S.Bach gibi verimli ustalar, kuramsal bilgiler içeren araştırmalar değil sanat yapıtları yarattılar. 19. Yüzyılda Carl-Maria Von Weber, R.Schumann, H.Berlioz, F.Liszt gibi besteci-eleştirmenler ve yazmaya yetenekli, ama kapsamlı kuramlar öne sürmeyen, çok yönlü sanatçılar ortaya çıktı. R.Wagner, yeni bir sanatçı türünün, besteci-yazarın örneği oldu. Ama o da müzik kuramını ileriye götürecek pek fazla bir şey yapmadı. Müzik ile dramatik anlamı birleştiren bütünsel sanat kavramını geliştirdi. Igor Stravinsky, Arnold Schoenberg gibi 20. Yüzyılda yetişen besteci-yazarlar, kendi teknik amaçlarını aydınlatma bakımından daha başarılı oldular.

Dinamizm Kavramı:


Schopenhauer “İrade Felsefi” , Nietzsche de “Müziğin Özünden Tragedyanın Doğuşu” adlı yapıtında müzik kuramına farklı terimlerle, ama temelde aynı dinamizm anlayışıyla yaklaştılar. Her ikisi de müziği öbür sanatlardan farklı, “uzay içinde bir yer kaplamayan”, dolayısıyla nesnel olmayan bir sanat olarak görüyordu. Müzik, sanat sürecinin iç dinamizmine daha yakındı; dolaysız anlatım konusunda daha az sayıda teknik engel içeriyordu. Somut bir engel ise hiç taşımıyordu, çünkü deneysel boyutu yoktu. Schopenhauer’e göre müzik, öbür sanatlar gibi ideaları değil, doğrudan istenci yansıtıyordu. Buna karşılık Kant, müziğin özel bir etkisi olduğunu düşünüyordu. İnsanlar çağlar boyu, niteliğini açıklama olanağı bulamadan müzik yapmış, müziğe ilişkin soyut bir anlayış getirmemişlerdi.


Nietzsche’de Apolloncu-Dionysosçu bir ikilem görülür. Bu ikilem biçim ve us ile kendinden geçiş arasındadır. Nietzsche’ye göre müzik kusursuz biçimde Dionysosçu bir sanattır. Müziğin matematiksel özelliklerine pek önem vermeyen Nietzsche de, Schopenhauer gibi doğa seslerinin taklidine dayanan müziği açıkça kınar.

19. yüzyıldan bu yana müzik konusunda birbiriyle çelişen, tartışmalı kuramlar öne sürülmüştür. 19. Yüzyıl İngiliz psikoloğu Edmund Gurney müzik olgusunu açıklarken, biçimci, simgeci, dışavurumcu ve ruhsal öğeleri farklı oranlarda bir araya getirmiştir. 20. Yüzyılda da bazı araştırmacıların müzik kuramına önemli katkıları olmuştur. En önemli çalışma, simgeci açıklamaları ile Susanne K. Langer’inkidir. Sanatı “duygusal yaşamın simgesel benzeri” biçiminde anlayan Langer, doğalcı bir görüşle sanatı temelde organik olarak kabul eder. Sanatsal biçim ile içerik çözülmez bir birlik oluşturur. Her sanat bu birliği kendine özgü koşullar uyarınca dışa vurur. Dolayısıyla müziğin simgeselliği, karakteri bakımından sesseldir (ya da en geniş anlamıyla işitseldir.) ve yalnızca zaman içinde gerçekleşebilir. Psikolojik deneyimde zaman ideal olan bir kimlik kazanır; resim ile heykel ise, farklı oluşum süreçleri nedeniyle mekanı somutlaştırırlar. Langer’in incelemesi bütün sanatları kapsamaktadır. Gordon Epperson, “Müziksel Simge” de Langer’in anlayışlarını müziğe uygulamıştır.

Bağlamı Vurgulayan Kuramlar :

Leonard B. Meyer, müzikal anlam ve iletişimin, kültürel bir bağlam dışında bulunmayacağını öne sürer. İngiliz Deryck Cooke, müziğin diliyle kavramların değil, yalnızca duyguların betimlenebileceğini belirtmiştir. Bu tür duyguların tanınabileceğini, hatta sınıflandırılabileceğini söylemiştir.

Fransız Abraham Andre Moles biçim kavramının temel olduğunu, boyutları bir besteden öbürüne değişen “sessel mesajın” bir bütün olduğunu öne sürmüştür. Bu mesaj somuttur; geçici bir süre var olan sessel bir madde, bir materia musica vardır. Moles çalgıları aşan ve “en genel orkestra”yı gerçekleştirmeye olanak veren, elektronik aletler de içinde olmak üzere her türlü ses kaynağından yararlanan çok daha zengin bir ses repertuarı ile deneyler yapılmasını önermiştir.

Yoruma İlişkin Düşünceler:
Müziğin dinsel amaçlarla kullanılması yada bir öyküyü desteklemesi dışında, sırf müzik olarak ele alınması görece yeni bir gelişmedir. Doğaçlama şarkı ve dans her zaman var olmuştur. Buna karşılık genel izleyicinin de gidebildiği opera ilk kez 1637’de Venedik’te açılmıştır. Ücretli konserler 1672’de Londra’da başlamış, Almanya ve Fransa’da ise sonraki 50 yıl içinde yayılmıştır. Buna karşılık 18. Yüzyılın sonlarına gelinceye değin konser, müzik yaşamının önemli bir öğesi olmamıştır.

Rönesansın missa, motet, çok sesli şanson ve madrigal gibi başlıca formları sözlü metinlerle bütünleşmişti. Çalgı müziği genellikle insan sesinin hizmetindeydi; ama çalgısal kilise besteleri, dans ve şansonlar da düzenleniyordu. Çalgı ile insan sesi arasındaki güçlü dayanışma günümüze değin sürdü. Çalgı müziği ayrı bir tür olarak 16. Yüzyılda doğdu, 17. Yüzyılda gelişti. Müzik aletlerinin yetkinleşmesi teknik akıcılığı artırdı. 16. Yüzyılda ortaya çıkan modern keman biçimleri yavaş yavaş önceki viollerin yerini aldı. Klavsen 18. Yüzyıla değin varlığını sürdürdü ve piyano karşısında geriledi.

Opera, oratoryo ve kantatın gelişmesi Barok Dönemde ses müziğini öne çıkardı ve sımsıkı bağlı bulunduğu çalgı müziğiyle eşdeğer duruma getirdi. 18. Yüzyıl sonlarındaki önemli bir gelişme de modern iki temalı sonat biçiminin ortaya çıkışıydı. Bu biçim 200. Yüzyıla değin senfoni, konçerto, çeşitli oda müziği türleri (ikili, üçlü, dörtlü vb.) gibi Batı sanat müziğinin birçok türünde kullanıldı. 19. Yüzyılın ikinci yarısında bir konuyu yalnızca müzikle anlatan programlı müzik türü senfonik şiir ortaya çıktı. 20. Yüzyıl bestecileri ise müzikte geleneksel olan her şeyi (melodi, armoni, biçim, orkestrasyon vb.) yıkma denemesine giriştiler. Yepyeni bir anlayış içinde, geleneksel müziğe alışkın kulakları yadırgatıcı bir çok yapıt ortaya koyarak müziğin ses dünyasını genişlettiler.

20. yüzyıl, müziğin yaygınlaşması açısından da tarihte görülmemiş bir atılıma tanık oldu. Bunun en önemli nedeni kitle iletişim araçlarındaki baş döndürücü gelişmeydi. Radyo, pikap, teyp, televizyon, video, kompakt disk gibi araçların geliştirilmesi, bir yandan müziği olağanüstü ölçüde yaygınlaştırırken, belli başlı müzik türlerini de evrenselleştirdi. Ayrıca “caz” ve “popüler müzik” gibi yeni müzik türleri bütün dünyada gelişip yaygınlaştı. Elektroniğin müzik alanına uygulanması, bu sanat dalında akustik seslerin yanı sıra, çok değişik yeni elektronik seslerin de kullanılmasını sağladı. Özellikle son 10-15 yılda gözlenen gelişmeler sonucunda pek çok yeni ses üretebilen yeni elektronik müzik aletleri ortaya çıktı. Bu durum müziğin yalnızca dinleme değil, yaratma ve yorumlama alanında da yaygınlaşmasını sağladı.

Bütün bu gelişmeler müziği bugün sanat dallarının en yaygını ve evrenseli durumuna getirmiştir.
All Alone
Just fly - avatarı
Just fly
VIP Beşer
13 Aralık 2011       Mesaj #7
Just fly - avatarı
VIP Beşer
Atatürk’ün Türk müziğine (musikisine) verdiği önem tartışmasız çok büyüktür. Atatürk sanatın her türlüsüne önem verdiği gibi, sanatçılara da ayrı bir değer verir, sanatla uğraşılması gerektiğini her fırsatta dile getirirdi. Ayrıca müzik eşliğinde dans etmeyi de çok severdi.

Atatürk’ün müzik ile ilgili sözleri

“Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”

“Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz.”

“Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade söz ile olursa şiir, nağme ile olursa musiki, nakş ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”

“Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk müziğidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musıkide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”

“Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.”

“Ulusal; ince duyguları, düşünceleri anlatan; yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir an önce, modern müzik kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu düzeyde Türk ulusal müziği yükselip, evrensel müzikte yerini alabilir.”

“Halkın da musıki ihtiyacını düşünmek gerekir. Halkın musıki zevkinin gelişmesi için bu musıkiye (batı musıkisine) alışması ve bu musıkiden hoşlanması için, köklü bir musıki eğitimine ihtiyaç vardır.”

“Bir çok defa bu musıkinin (Türk musıkisinin) tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte bu dinlediğimiz musıki hakiki bir Türk musıkisidir ve hiç şüphesiz yüksek bir medeniyetin musıkisidir. Bu musıkiyi dünyanın anlaması lâzımdır. Onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim milletçe bugünkü medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz gerekir.”
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
All Alone
Tozların Kızı - avatarı
Tozların Kızı
Kayıtlı Üye
27 Aralık 2018       Mesaj #8
Tozların Kızı - avatarı
Kayıtlı Üye

Makam Nedir ve Türk Musikisindeki Makamlar


Makam kelimesini TDK sözlüğünde aradığımızda karşımıza iki açıklama çıkıyor;
1. İsim: Mevki, kat, yer.
2. Klasik Türk müziğinde bir parçanın veya şarkının işleniş biçimi.
Müzik alanında derinlikli ve pek de iyi bilinmeyen bu konudan girizgâh niyetinde olsa da azıcık bahsetmek istiyorum.
Ad:  4.JPG
Gösterim: 568
Boyut:  15.4 KB

Makamlar; müzikte kullanılan ses dizilerinin (gam) belli kurallar çerçevesinde kullanılmasıdır. Teknik açıdan açıklayacak olursak; ses dizileri, müzik çıkış aralıkları eşit olmayan ve toplamı 53 koma olan sekiz sesten oluşmaktadır. Bu ses dizilerinden benzer olanlar birbirleri arasında ilerleyişine (seyrine) göre ayrılık gösterir. Bu sebepten makamda ilerleyiş (seyir) çok önemlidir. Ayrıca makamların “karar sesleri”, “güçlüsü”,yedeni” ve “asma kararları” olur.
Makamlar, inici, çıkıcı veya inici-çıkıcı bir ilerleyişe (seyre) sahiptir. Bu da ; Basit, bileşik ve şed makamlar olmak üzere üçe ayrılır.
Basit Makamlar:
Bayati Makamı
Buselik Makamı
Çargâh Makamı
Hicaz Makamı
Hümayun Makamı
Hüseyni Makamı
Karcığar Makamı
Kürdî Makamı
Muhayyer Makamı
Neva Makamı
Rast makamı
Suzinak Makamı
Tahir Makamı
Uşşak Makamı
Uzzal Makamı
Zirgüleli Hicaz Makamı
Şed (Göçürülmiş) Makamlar:
Acemaşiran Makamı
Aşkefza Makamı
Evcara Makamı
Ferahnüma Makamı
Hicazkar Makamı
Kürdili Hicazkar Makamı
Mahur Makamı
Nihavend Makamı
Sultaniyegah Makamı
Suz-i dil Makamı
Zirgüleli Suzinak Makamı
Bileşik Makamlar:
Acem Makamı
Acemkürdi Makamı
Bayati Araban Makamı
Bestenigâr Makamı
Dügâh Makamı
Eviç Makamı
Ferahfeza Makamı
Ferahnak Makamı
Gerdaniye Makamı
Hisar Buselik Makamı
Hüzzam Makamı
Irak Makamı
Isfahan Makamı
Muhayyerkürdî Makamı
Müstear Makamı
Nikriz Makamı
Saba Makamı
Sazkâr Makamı
Segâh Makamı
Suz-i Dilara Makamı
Şehnaz Makamı
Şevk-Efza Makamı
Tahir Buselik Makamı
Son düzenleyen Safi; 28 Aralık 2018 01:26

Benzer Konular

13 Şubat 2013 / Misafir Edebiyat
26 Aralık 2012 / Misafir Sanat
21 Temmuz 2014 / Misafir Felsefe
2 Aralık 2016 / hugo Cevaplanmış