Arama

Sanat Eleştirisi - Tek Mesaj #4

nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
24 Aralık 2007       Mesaj #4
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Sanat Eleştirisinin İşlevi Konusunda

Salah Birsel, günlüğününün bir yerinde, kuralları yıkan kurallar olmasa uygarlık dediğimiz şeyin hiç mi hiç ileri gitmeyeceğini öne sürer. Gerçekten de birbirini törpüleyen, yok eden geçersiz kılan kurallar bütünüdür uygarlık bir bakıma. Hele sanat ve kültür alanında sürgit geçerli olan kurallara rastlama olanağı yok. Değişen ve başkalaşan toplumla, gelişen insan kavramıyla birlikte dün bağlanılan doğruluğuna yüzde yüz inanılan ilkeler, kurallar da yerini yenilerine bırakıyorlar. Doğanın ve diyalektiğin değişmeyen yasası bu.

Ne var ki doğruluğu ve geçerliği her zaman su götürür nice yapay kurallar, yoz inanç, sanki bu genelleşmenin dışındaymış gibi işlem görüyor, ya da gördüğü sanılıyor. Aslında bu tür kurallara, sözlük anlamında kurallar gözüyle bakmak da yanlış, Çünkü onları biçimlendiren nedenler, çok zaman üzerinde yeterince düşünülmeden onaylanmış kanılara dayanır. Her dönemde ve her ortamda her tür yapay kanılarla karşılaşılmıştır. Daha da karşılanacağından başka...

Sanat eleştirisinin günümüzdeki konumu üzerine öne sürülmesi bir gelenek haline getirilen kanılar da böyle... Düşüncelerini daha çok sanatçı görüşlerine ve yorumlarına dayandıran bir yazar, son kitabinda bu konuya ilişkin bir not düşmeden edememişti : Yazara göre, eleştirmen değerlendirmeleri, sanatçılar ve kimi düşünürlerce genellikle olumsuz karşılanmaktadır. O halde ne gereği var sanat eleştirisinin ? Onu bir çırpıda silip atmak, yok saymak varken, üzerinde uzun uzun kafa yormak, eleştirmenin değerlendirme ölçülerine, görüşlerine "itibar" göstermek gereksiz... Geçenlerde buna benzer bir yargıyı, Ömer Uluç'un sergisi nedeniyle yapılan bir söyleşide bir ressam da ulu orta dile getirmekten çekinmedi. O da eleştirinin gereksizliğine inanmıştı. Eleştirmen de kim oluyordu ? Sanatçi ile izleyici arasına giren bu kişinin kanılarını, yorumlarını paylaşmanın ne anlamı olabilirdi ?

Dikkat edilirse, sanat eleştirisinden yakınan ya da bu konuda ulu orta konuşanlar, genellikle sanatçılardır... Bunu, bir bakıma doğal karşılamak gerekir. Tanıtmanın ötesinde işleve dönük, yoruma geniş yer veren sanat eleştirisinin, sanatçılar yönünde tepkiyle karşılanması, biraz da eşyanın tabiatı gereğidir. Nesnel davranmayı kendine ilke edinen bir eleştirmenin, yapıtları üzerinde yorumda bulunduğu, eleştirdiği her sanatçının övgüsünü, desteğini kazanması elbette düşünülemez. Hele hele, bizde geleneği yeni kurulmakta olan sanat eleştirisinin kısa geçmisi, kültür yaşamımızdaki katkısı göz önüne alınırsa, bu olumsuz davranışları anlamak, sanırım biraz daha kolaylaşır. Bizde yakın tarihlere kadar sanat eleştirisi adına gazete ve dergilerde yer alan yazılar, daha çok es-dost yakınlaşmasının örnekleridir. Sergi açan ressamların, edebiyat çevresindeki yakınları, eş-dost ve tanıdıkları -eğer varsa- sergi üzerine birşeyler çiziktirmekle yükümlü ve zorunlu saymışlardır kendilerini. Böylece de ortaya, resim ortamının dışından resme bakan, genel niteliği övgü çizgisinde belirlenen birtakım "resim yazıları" çıkmıştır. Bugün de bu olumsuzluğun bütünüyle aşılmış olduğu söylenemez. Edebiyat adamları arasında, görsel sanatlara sıcak bir yürekle yaklaşan, konunun kültür boyutlarını içeren kişiler olmamış mıdır ? Elbette olmuştur. Söz gelişi bir Ahmet Hamdi Tanpınar, bir Fikret Adil bu genellemenin dışında kalabilmiş, sanat ortamına yazılarıyla etkinlik katmış kültür adamlarıdır. Açin Tanpınar'ın Avrupa gezileri sırasında yazdığı mektupları, bunların tümü müzelerle, sanat yapıtları ile "haşır neşir" olmuş, sevdiği bir tablo karşısında heyecanını yazıya başarıyla dökebilmiş usta bir gözlemcinin ürünleridir. Tanpınar'ın 1940'larda sahip çıktığı sanatçıların, bugün de çağdaş resmimizin bilinçli ustaları olmaları, herhalde bir raslantı değildir.

Gene de sanat eleştirmenliği, başka bir şeydir diyorum. Yaşamının önemli bir bölümünde sanat üzerine, sanat sorunları yazıları yazmış olmak, eleştirmenliğin yeterli bir koşulu değildir. Belki gerekli bir koşul ama, yeterli bir koşul değil. Sanat eleştirmeni, sanat çevreleriyle içli-dışlı olan, sergileri ve sanat olaylarını izlemeyi görev bilen, düşüncelerini sürekli olarak yazıya döken, gününün sanat sorunları karşısında duyarlı bir kişi olarak kalmasını bilen, sanatın dünü ve bugünü üzerine ayrıntılı bilgilerle donanmış, yayınların içinde pişmiş bir kişi olmalıdır. Nesnelliği ve yan tutmamayı ilke edinmelidir. Burada, bir sanatçıya sahip çıkmanın, onu yüreklendirmenin, yan tutmayla bir ilgisi bulunmadığını belirtmek gerekir. Yeter ki eleştirmenin sahip çıktığı sanatçı ya da sanatçılar, geleceğin kültür ve sanat ortamına damgalarını basacak, kişilikleri yönünden saygı uyandıracak nitelikleri içersinler. Bu gerçeği herkesten önce görmüş, görebilmiş olmak, eleştirel yargının tutarlılığı için de bir kanıttır.

Sanatçı sayısının giderek arttığı, sergilerin çoğaldığı günümüzde iyiyi kötüden, başarılıyı başarısızdan ayıracak nesnel, bilimsel eleştirmen yargılarına gereksinme vardır. Sanatını oluşturmakla yükümlü sanatçıyı değerlendirme ve yargılama konusunda da görevli saymak, aslında bir çelişkidir. Çelişkinin farkında olmayanlara, bunu anlatmak zorundayız.

Öte yandan çağdaş eleştirinin, bir sonuçlar dizisi ya da yargılar bütünü olmadığını da bilmeliyiz. Bu görüşü savunan "yeni eleştiri" akımının öncülerinde Roland Barthes, eleştiriyi kısaca bir "çaba" olarak adlandırıyor. Yüzde yüz doğru ilkeler adına konuşmaktan başka bir şeydir eleştiri Barthes'e göre; bir "ussal edimler dizisi"dir. Göreviyse gerçekler bulmak değil, geçerlikler bulmaktır.

Barthes'in genel anlamda öne sürdüğü bu düşünceleri, sanat eleştirisine uygulamak zor değildir. Geleneksel eleştiri kalıplarının zorlandığı günümüzde, çağdaş bir yapıtı bu kalıplar aracılığıyla yorumlamanın yanlış ve eksik sonuçlar doğuracağı göz önüne alınmalıdır. Sanat yapıtı herşeyden önce bir "tek"liktir, yaratım mekanizmasına ilişkin, çözümü ve yorumu özel çabayı gerektiren bir olgular bütünüdür. Eleştirinin görevi, onu bu bütünsellik açısından ele almak, çağdaş değerler dizgesindeki yerine oturtmak ve çözümüne aracılık edecek "geçerlikler" bulmaktır. Bu geçerliklerin yapıntı olmaması, eleştirmenle yaratım olgusu arasında dolaysız ilişkiler kurulmasına, eleştirmenle bu olgunun özdeşleşmesine bağlydır. Sanatçıyla yapıtı arasındaki özdesleşmeden ayrı bir şeydir bu; ama büsbütün de farklı değildir.

Sanat eleştirisi, "tanıtma"nın ve "salt yorum"un ötesinde birtakım çağdaş sorumluluk ölçüleriyle bağımlı olduğu, duyarlık çizgisinin berisine düşmediği sürece işlevi yaygınlaşacaktır.


(Özsezgin, Kaya; Sesimiz 107, Haziran 1978)