* Beraat-ı zimmet asıldır. Borçlu olmamak asıldır. Borç ileri süren, ispatla mükelleftir. * Def'-i mefasid celb-i menafiden evladır. Zararın defi, faydanın celbinden evladır. * Ezmanın tağayyürü ile ahkâm tağayyür eder. Zamanın değişince hükümler de değişir. * Ukudda itibar makasıt ve maaniyedir, elfaz ve mebaniye değildir. Sözleşmenin amaç ve anlamı göz önüne alınır, söz ve yazılışı değil. * Şekk ile yakin zail olmaz. Kuşku, kesin bilgiyi gidermez. * Kadim kıdemi üzere terk olunur. Eskiden varolanın (yeni bir etken ortaya çıkmamışsa) aynen devam ettiği varsayılır. * İçtihat ile içtihat nakzolunmaz. İçtihat içtihatla bozulmaz. * Zarar-ı ammı def için zarar-ı hass ihtiyar olunur. Özel zarar, genel zarara tercih edilir. * Alması memnu olan şeyin vermesi dahi memnu olur. Alması hukuka aykırı olanın vermesi de hukuka aykırıdır. * Beynel tüccar maruf olan şey beynlerinde meşrut gibidir. Ticari örf ve adetler ticari sözleşmelerin şartı gibidir. * Kelamın i'mali ihmalinden evladır. Söze bir anlam vermek, yok saymaktan iyidir. * Beyyine hüccet-i müteaddiye ve ikrar hüccet-i kasıradır. Kanıt herkesi, ikrar ise sadece ikrar edeni bağlar.
1) Islâm Hukuk (fikih) kâidelerinin bir kânun metin hâline getirilmesi 2) Fransiz medenî kânununun tercüme edilerek kabul edilmesi
“Avrupa kitasinda en evvel tedvin olunan kânunnâme, Roma Kânunnâmesi’dir ki, Kostantiniye (Istanbul) sehrinde ilmî bir cemiyet tarafindan tertip ve tedvin olunmustu. Avrupa kânunnâmelerinin esasidir ve her tarafta meshur ve mûteberdir. Fakat Mecelle-i Ahkâm-i Adliye’ye benzemez. Aralarinda pekçok fark vardir. Çünkü o, bes alti kânun bilen zat tarafindan yapilmisti, bu ise bes alti fakih (Islâm Hukûkunu bilen) zat tarafindan, Allahü teâlânin koymus oldugu yüce Islâm dîninden alinmistir. Avrupa hukukçularindan olan ve bu defâ Mecelle’yi mütâlaa ve Roma kânunlariyla mukâyese eden ve her ikisine de sâdece birer insan eseri nazariyla bakan bir zat dedi ki: “Dünyâda, ilmî bir cemiyet vasitasiyla iki defâ kânun yapildi. Ikisi de Istanbul’da oldu. Ikincisi; tertibi, düzeni ve içindeki meselelerin hüsn-i temsil ve irtibati dolayisiyla evvelkinden çok üstün ve müreccahtir. Aralarindaki fark da, insanin o asirdan bu asra kadar medeniyet âleminde kaç adim atmis olduguna bir ölçüdür.” (Târih-i Osmanî Mec. No. 47, s. 284)
1) Filibeli Halil Efendi 2) Seyfeddin Ismail Efendi 3) Sirvanizâde Seyyid Ahmed Hulûsi Efendi 4) Ahmed Hilmi Efendi 5) Bagdatli Muhammed Emin Efendi 6) Ibn-i Âbidinzâde Alâeddin Efendi 7) Gerdankiran Ömer Hulûsi Efendi 8) Seyhülislâm Kara Halil Efendi 9) Isa Ruhî Efendi 10) Yunus Vehbi Efendi 11) Abdüllatif Sükrü Efendi 12) Ahmed Hâlid Efendi 13) Karinâbadli Ömer Hilmi Efendi 14) Abdüssettar Efendi
“Israil Devletinin hukûku, memleketin târihi gelisimini aksettirir hâldedir. Temel medenî kânun, Osmanli Devleti zamânindan kalma Mecelle’dir. Mecelle, Filistin’in Ingiliz idâresine geçtiginde, aynen birakilmis, sonra 1948’de Israil Devleti kurulunca degistirilmemistir.”