Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
31 Ocak 2008       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

ARAPLAR

Ad:  araplar1.jpg
Gösterim: 12507
Boyut:  50.4 KB

sözcüğü günümüzde anadili Arapça olan toplulukları kapsar.
Bu toplum­lar Akdeniz'in güneyinden ve doğusundan başlayarak Afrika'da Sahra Çölü ve Sudan'a, doğuda Irak'a ve Arabistan Yanmadası'na ka­dar yayılmıştır . Arapça konu­şulan ülkeler Arap ülkeleri olarak bilinir . Anadil olan Arapça'nın yanı sıra Kuzey Afrika'da Berberi dili, Irak'ta Kürtçe, Güney Arabistan'da ise buraya özgü yerel diller konuşulur. Orta Asya'da Semerkant dolaylarında ve Kuzey Afganistan'da da Arapça konuşan toplumlar yaşamaktadır

Arap Toplumu


Araplar aynı dili ve çoğunlukla da aynı dini (İslam) paylaşmakla birlikte, Arabistan dışın­da yerleştikleri bölgelerin yerli halkıyla karı­şıp, onların geleneklerini benimsedikleri için töreleri birbirinden farklıdır. Buna karşılık Afrika-Asya kurak çöl kuşağında yaşadıkları için aralarında büyük benzerlikler de vardır. Bu yörelerde tarım yalnızca belli başlı birkaç ırmak çevresinde, vahalarda ya da daha bol yağış alan dağlık bölgelerde yapılır. Mısır'da Nü, Irak'ta da kaynakları Türkiye'de olan Dicle ve Fırat başlıca ırmaklardır. Fas'ın bazı bölümleri ile Filistin, Lübnan ve Yemen daha çok dağlık bölgelerdir. Doğu Arabistan ve Sahra Çölü'nün bazı kesimlerinde vahalar vardır.

Çok eski zamanlardan beri kurak çöl kuşağı iki tür topluluğa yurt olmuştur: Yerleşikler ve göçebeler. Yerleşikler çiftçiler ya da kentliler­di. Göçebeler ise deve ve koyun güder, hayvanları otlatmak için yılın büyük bir bölü­münü otlakları dolaşarak geçirirlerdi. Yazın otlaklar kuruyunca, yerleşme bölgelerinde ya da vahaların yakınlarında kendi dokuduklan çadırlarını kurarlardı. Öte yandan, pek çok köylü de kış ve ilkbahar aylarında koyun sürüleriyle çöle gidip çadırlarda göçebe yaşa­mı sürerdi. Yerleşikler ile göçebeler her zaman birbirlerine bağımlıydılar. Yerleşikler göçebelerden et gereksinimlerini karşılamak için koyun ve keçi, ulaşımda kullanmak üzere deve satın alırlardı. Göçebeler de tarım ürü­nü, silah, giysi gibi gereksinimlerini kentler­den sağlar, yazın vaha ve derelerinden yarar­lanırlardı.

Çok eskiçağlarda Güney Arabistan baharat ticaretinin önemli bir merkeziydi. Anadolu folklorunda da adı geçen Sebâ Melikesi Bel-kıs, belki de Güney Arabistan'daki baharat krallıklarından birinin kraliçesiydi. Baharat deve kervanlarıyla Arabistan'dan Akdeniz limanlarına taşınırdı. Deve güderek dolaşan ve Bedevi adı verilen kabileler, Arabistan' dan geçen bütün baharat yollarını ellerinde tutuyorlardı.

Kent dışında yaşayan Araplar'ın çoğunun yaşam biçimleri birbirine benzer. Evlerin başlıca eşyaları, üzerinde oturulan ve uyunan halılar, kilimler ve yastıklardır. Bir eve girme­den önce konuklar halıları kirletmemek için ayakkabılarını çıkarır ve bir kenara otururlar. Odanın ortasına oturmaları ya da sırtlarını orada bulunanlardan birine dönmeleri uygun görülmez. Evler genellikle erkeklerin girip çıkabildikleri selamlık adı verilen bir dış bölme ve aileden kadınların yaşadığı harem adı veri­len bir özel bölme olmak üzere ikiye ayrılmış­tır. Yemek haremde, erkek konuklara sunulan çay ve kahve ise selamlıkta pişirilir.
Geleneksel konukseverlik özellikle kırsal kesimde sürmektedir. Bugün bile, yörelerin önde gelenleri önceden tanımadıkları yolcula­rı evlerinin selamlık bölümünde ağırlarlar.
Günümüzde toplam Arap nüfusunun yüzde 5-10'unu oluşturan Bedeviler özellikle Suudi Arabistan'da yaşarlar. Kentlerde yaşayan Araplar'ın sayısı nüfusun yüzde 40'ını bul­maktadır. Geri kalanlar birbirlerinden uzak küçük köylerde yaşadıkları için geleneklerini daha çok korumuşlardır.

Tarih

Hz. Muhammed'in (İS 571-632) kurduğu İs­lam dinini ilk benimseyenler Araplar'dı . Kendilerine "Tann'nın iradesini kabul eden" anlamına gelen Müslüman adını verdi­ler. Dinsel bir coşkuyla harekete geçen ilk Müslümanlar, dinlerini başkalarına da benim­setmeye çalıştılar. Birçok ülke ele geçirerek büyük bir imparatorluk kurdular. Hz. Mu­hammed'in ölümünden sonra ona inananlar, kendilerine bir halife seçtiler. Halifeliğin yö­netim merkezi önce Mekke, sonra Suriye'de­ki Şam kentiydi. Halifeliğin Emeviler'den Abbasiler'e geçmesiyle, 750'de Irak'taki Bağ­dat kenti halifeliğin başkenti oldu .

Araplar askeri basanlarının yanı sıra, sanat ve bilime de büyük önem verdiler. Harun Reşid'in halifeliği sırasında (786-809), baş­kent Bağdat önemli bir kültür merkezi oldu. Avrupa ve Doğu ülkelerinde tanınan üniver­sitesiyle olduğu kadar mimarlık, astronomi, tıp ve matematik alanlarında da ün kazandı. Bugün kullanmakta olduğumuz sayı sistemini Avrupa'ya Araplar tanıtmış, bir matematik dalı olan cebir de onlann katkılarıyla geliş­miştir. Mısır'da Kahire, İspanya'da Kurtuba (bugünkü Cordoba) gibi Araplar'ın fethettik­leri öteki kentlerde de sanat ve bilim çok ilerledi. Ama Araplar'ın ele geçirdikleri top­raklar uzun süre tek bir yönetim altında kalmadı. Mısır ve İspanya'da ayrı halifelikler kuruldu. Orta Asya'dan gelen Moğollar 1258'de Bağdat'ı ele geçirerek halifeliğe son verdiler. 11. yüzyılda Avrupa'daki Hıristiyan ülkeler, Suriye ve Filistin'e Haçlı Seferleri olarak bilinen seferler düzenlediler. Hıristi­yanlar burada yaklaşık 100 yıl süren krallıklar kurdularsa da sonunda yenildiler ve bu top­raklardan uzaklaştırıldılar. Haçlı Seferleri, Avrupa ile Arap ülkeleri arasındaki ticaretin gelişmesine, ayrıca Arap sanat ve biliminin dünyaya yayılmasına yol açtı .

15. yüzyılda Osmanlılar'ın Anadolu'da güç­lü bir devlet kurmasından yaklaşık 100 yıl sonra, Araplar'ın yaşadığı ülkelerin hemen hepsi Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altına girdi. Yavuz Sultan Selim döneminde Mercidabık ve Ridaniye savaşlan sonucunda 1517'de Mısır, Suriye ve Hicaz, oğlu Kanuni Sultan Süleyman döneminde de Bağdat, Irak, Aden ve Yemen Osmanlı topraklanna katıl­dı. Yalnızca Arabistan'ın iç bölgeleri Osmanlı egemenliğinin dışında kaldı. Osmanlı İmpara­torluğu en parlak döneminde Avrupa devlet­leriyle yanşabilecek durumdaydı. Ne var ki, daha sonra Avrupa'daki teknik ve ekonomik gelişmelerin gerisinde kalan Osmanlılar, bu topraklan yitirdiler ve 19. yüzyıldan başlaya­rak Arap ülkeleri birer birer Avrupa devletle­rinin yönetimi altına girdi. İngiltere, Arabis­tan'ın güney ve doğu kıyılannı, daha sonra da Mısır'ı ele geçirdi. Fransa, Tunus ile Ceza­yir'i, İtalya Libya'yı aldı. Osmanlı İmparator­luğu'nun elinde yalnızca Suriye (Lübnan ve Filistin ile birlikte), Irak ve Arabistan'ın bazı bölgeleri kaldı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Sa-vaşı'na Almanya'nın yanında girmesi üzerine İngiltere, Mekke Emiri Hüseyin bin Ali'nin önderliğinde Araplar'ı kışkırtarak başkaldır­malarına yardımcı oldu. Arapça'yı anadili gibi bilen Albay T. E. Lawrence gibi bazı İngiliz subaylarının yardımıyla Araplar, Türkler'in 1918'de uğradığı yenilgide önemli rol oynadı­lar . Savaştan sonra bağımsız devletler oluşturmayı uman Arap­lar, Milletler Cemiyeti'nce İngiliz ve Fransız mandası olarak kabul edilince aldatıldıklarını anladılar. Ayrıca İngiltere, Yahudiler'e Filis­tin'de yurt edinmelerine yardımcı olacağına söz vermişti. Verilen bu sözün doğuracağı so­nuçlardan kaygı duyan Araplar, Filistin'in kendi yurtlan olduğuna inanıyorlardı.
ı. Dünya Savaşı'nı izleyen 50 yıl içinde Arap devletleri birbiri ardından bağımsızlık­larını elde ettiler. Bu devletlerin birçoğu 1945'te kurulan, Arap Birliği adıyla bilinen konfederasyona katıldı. Birliğin amacı Arap­lar arasında ekonomik, siyasal ve askeri dayanışmayı sağlamaktı.

Bugün Arap dünyasını ilgilendiren üç önemli konu, petrol gelirlerinin en iyi nasıl değerlendirileceği (bu gelir bazı Arap devletlerini çok zenginleştirmiştir); İslam felsefesi ile çağdaş dünyanın nasıl bağdaştırılacağı ve İsrail sorununun nasıl çözüleceğidir.


Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Mayıs 2016 06:25
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....