Arama

Devlet Yönetim Biçimleri - Demokrasi

Güncelleme: 5 Mayıs 2013 Gösterim: 75.677 Cevap: 10
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Aralık 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Demokrasi

Sponsorlu Bağlantılar
Rejimlerin geleneksel tanımlarına baktığımızda, görürüz ki açıklamalar iktidardaki kişi sayısına göre yapılmaktadır. Buna göre monarşi tek kişinin, oligarşi birkaç kişinin, aristokrasi bir sınıfın yönetimi iken, demokrasi halkın yani çoğunluğun yönetimidir. İnsanoğlu tarih boyunca çeşitli yönetim biçimlerini deneyerek en uygun yönetim biçimi olarak demokrasiyi benimsemiştir.
Peki demokrasi ne demektir, genel hatları ile temel özellikleri nelerdir, onu mümkün kılan özellikler ve çeşitleri ile onları birbirlerinden ayırmamızı sağlayacak kriterler hangileridir?

Kelime anlamıyla Demokrasi
Demokrasi; Grekçe’de halk anlamına gelen demos ve iktidar anlamına gelen kratos
kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş bir terimdir. Böylece demokrasinin kelime anlamı halk iktidarı, halkın yönetimi veya halkın kendi kendini yönetmesi şeklinde özetlenebilir. Ancak şu da bir gerçek ki demokrasinin etimolojik bu anlamı dışında üzerinde mutabık olunulan her hangi başka bir anlamı da yoktur. Fransız hukukçu-siyaset bilimci Maurice Duverger’in de belirttiği gibikendi kendini idare eden hiç bir halk görülmemiş ve hiç bir zaman da görülmeyecektir.”; bizim de buradan çıkartabileceğimiz sonuç demokrasinin kelime anlamına değinirken aslında tanımlamanın sadece bir slogan olarak kalmış olmasıdır.
Ancak bu yaygın ve temel tanımı ele alınarak kimi eklemeler yapılabilir demokrasinin kelime anlamına. Örneğin demokrasi yalnızca halk tarafından yönetim olarak tanımlanmakla kalmamalı, aynı zamanda Başkan Abraham Lincoln’un ünlü ifadesiyle halk için idare, yani halkın tercihleri doğrultusunda yapılan bir yönetim olarak tanımlanmalıdır. [1] Diğer yandan, vurgulamak gerekir ki; “halkın iktidarı” deyimi, yalnızca eksiltili bir deyimden ibarettir. Deyim bir sürenin başlangıcını anlatmaktadır, ama onu bir sonuca bağlamamaktadır. Çünkü iktidar bir kimse üzerinde kullanılır ve yönetme yönetilenin varlığını gerektirir. Kimin üzerinde halkın iktidarı? Halk egemenliğinin nesneleri, yöneldiği kimseler kimlerdir? [2] Özetle demokrasinin aslında belirsizliklerden ibaret olduğunu söyleyebilir ve ekleyebiliriz ki; demokrasi hakkındaki belirsizliğin altında yatan neden, demokrasinin ne olması gerektiği konusundaki karışıklıktır. Çünkü demokrasi sözcüğünün anlamı birden çok kez, birden çok yönde değişmiştir. [3]

Demokrasinin Temel Nitelikleri
Demokrasinin genel kabul görmüş bir tanımı olmamakla beraber, yapılan tanımlardan da istifade ile bir kısım temel ve vazgeçilmez niteliklerini ortaya koyabiliriz. Bir rejimin demokratik olup olmadığı, bu nitelikleri taşıyıp taşımadığına göre anlaşılabilir. Bugün şekil olarak demokratik olan ve olmayan yönetimler arasında çok fark yoktur. Anayasa, meclis, parti, seçim vs. çoğu dikta rejimlerinde de vardır. Batı demokrasilerini diğer rejimlerden ayırmaya çalışsak ve onların şeklini esas alsak, şeklen aynı, fakat muhteva olarak demokrasi ile ilgisi olmayan veya en azından beklenen fonksiyonları yerine getiremeyen rejimlerle karşılaşmamız mümkün olduğundan, maksat bakımından bize fayda sağlamayacaktır. Bunun için demokrasi ile sağlanan şeyin ne olduğuna bakarak, şekli bir tarafa bırakacağız. Konuya bu açıdan yaklaşarak demokrasinin anlaşılmasında esas olacak niteliklerine geçelim:
1- Yönetime Katılma
Demokrasinin en vazgeçilmez fonksiyonu halkın yönetime katılmasıdır. Nitekim kimi yazarlar demokrasiyi "katılım" olarak tarif etmekte, kimi yazarlar ise katılımı "demokrasi için zorunlu"bulmakta fakat yeterli görmemektedirler. Buradan da anlaşılacağı gibi katılım kavramı, demokrasinin özünü ifade etmesi bakımından çok önemlidir. Ancak diğer ilkelerden bağımsız olarak alınırsa bu özelliğini kaybedebilir.
2- Hürriyet
İnsanların tercihlerini hür olarak kullanamadıkları bir durum, gerçekte onların hiç bir tercih yapmamaları ile eşanlamlıdır. Yani hürriyet yoksa demokrasi yoktur. Hür olmayan katılım, demokratik değildir.
3- Çoğunluk İktidarı ve Azınlık Hakları
Demokrasi; monarşi, oligarşi ve aristokrasinin aksine çoğunluk iktidarını savunur. İster temsili, ister doğrudan yönetim olsun, çoğunluk eğiliminin iktidar olduğu, ama azınlıkların da siyasi temsile hak sahibi bulundukları sistemdir demokrasi.
4- Çoğulculuk
Demokrasi hür bir ortamda farklı fikirlerin bir arada bulunmasını ve serbestçe kendilerini ifade etmelerini gerektirir. Burada sistemin farklılıklara müsamahası veya müsaadesi değildir söz konusu olan, sistemin kendisi için çoğulculuk gerekmektedir, çünkü sistem buna dayanmaktadır. Davit Spitz bunu; "Bütün hükümet sistemleri ve şekilleri içinde yalnız demokrasi fikir çatışmasını devletin temeli addeder" şeklinde ifade etmektedir.
5- Hukuk Devleti
Gerçek anlamda yalnız demokrasilerde idare bütün eylem ve işlemlerinde kanuna dayanmak zorundadır ve idare edilenler yanında idare edenler de kanunlara uymaya mecburdur. Demokraside idare edenler, idare edilenlere karşı anayasa çerçevesinde sorumludur. Keyfi idare asla söz konusu olamaz. Kaynağını kanundan almayan hiç bir yetki kullanılamaz. Hukuk devletinde idare etme yetkisi kanuna dayandığı gibi, kanunlar anayasa ve evrensel hukuk prensiplerine aykırı olamaz ve kanuna aykırı bir muamele de yapılamaz. Batı Demokrasisinin bu nitelikleri, onun; olmazsa olmaz nitelikleridir. Bunlardan yalnız biri eksikse o sistem demokrasi olamaz.
[4]
Yukarıda alıntılar ile detaylandırdığım niteliklerle beraber, demokrasinin başarılı olması için belirgin yöntemsel kuralların takip edilmesi ve insan haklarına saygı duyulması gereklidir. Kendisine bu tür sınırlamalar yüklemeyen, kendi yöntemlerine ait "kanun hükümleri"ni takip etmeyen herhangi bir idare demokratik olarak düşünülmemelidir. Bu yöntemler tek başına demokrasiyi açıklamaz, fakat onların varlığı demokrasinin devamlılığı için vazgeçilmezdir. İşin aslı, bunlar demokrasinin, varlığı için gerekli fakat yeterli olmayan koşullarıdır.
Robert Dahl, modern siyasi demokrasinin (ya da onun ortaya koyduğu şekilde, "poliarşi"nin var olması için bulunması gereken "minimum yöntemsel" şartlar adını verdiği, genel olarak en çok kabul gören noktaların listesini sunmuştur:
1- Hükümetin politika ile ilgili kararlarının kontrolü, anayasa tarafından yetkilendirilen seçilmiş memurlara verilmiştir.
2- Seçilmiş memurlar, baskının nispi olarak az kullanıldığı, sık yapılan ve dürüstçe idare edilen seçimler vasıtasıyla seçilir.
3- Pratikte bütün yetişkinlerin memur seçimlerinde oy kullanma hakkı vardır.
4- Pratikte bütün yetişkinlerin hükümetteki memurluklar için seçimlere girme hakkı vardır.
5- Vatandaşların, şiddetli cezalandırılma tehlikesi olmadan politik meseleler hakkında kendilerini ifade etme hakları vardır.
6- Vatandaşların alternatif bilgi kaynaklarını araştırma hakkı vardı. Dahası, alternatif bilgi kaynakları mevcuttur ve kanun tarafından korunurlar.
7- Vatandaşların aynı zamanda, bağımsız siyasi partiler ve çıkar grupları da dahil olmak üzere, nispi olarak bağımsız birlikler veya organizasyonlar oluşturma hakları vardır.
8- Halk tarafından seçilen memurlar, seçimle gelmemiş memurların yetkilerini aşan (her ne kadar gayriresmi olsa da) muhalefete maruz kalmadan, anayasal güçlerini kullanabilmelidirler.
9- İdare kendi kendini yönetiyor olmalıdır; bazı başka kapasitesini zorlayan politik sistemlerin empoze ettiği baskılardan bağımsız olarak hareket edebilmelidir
.[5]
İlk beş temel nitelik doğrultusunda demokrasinin ne olduğu anlaşılmakta ve cisimsel daha somut bir tabana oturtulmaktadır ve diğer rejim biçimlerine oranla sahip olduğu farklılıklar anlaşılmaktadır. Daha sonra sıraladığım dokuz madde ise Robert Dahl “poliarşi” adını verdiği esrinde belirttiği gerçek demokrasilerde olması gereken temel niteliklerdir, ki bu temel niteliklerin bir kısmı demokratik özgürlükleri içerirken geri kalan bir kısmı ise klasik bir demokrasi değeri olan eşitliği içermektedir ve bu tüm temel nitelikler böylece kendi içinde bir tanım oluşturmaktadır demokrasinin genel hatlarıyla anlaşılmasına yönelik olarak.


Kaynaklar:
[1] Arend Lijphart, Çağdaş Demokrasiler, Ankara,Yetkin Basımevi,1996,s.11
[2] Sartori,a.g.e.,s:32
[3] Crawford Brough Macpherson, Demokrasinin Gerçek Dünyası, Ankara,Birey ve Toplum Yay.,1984,s:vii
[4] http://www.geocities.com/ganigonullu/dogrudandemokrasi.html ( Erişim Tarihi: 18.04.2003)
Yeni Düşünce Dergisi'nin 24-30 Mart 2000 Tarih ve 2000/13.sayısında yayınlanmıştır.
[5] Robert A.Dahl,Polyarchy; Participation and Opposition, New Haven:Yale University Press,1971.s:3

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Haziran 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Demokrasi
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka
sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Yunanca demokratia (δῆμος, yani demos, halk zümresi, ahali + κράτος, yani kratia iktidar) sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlarda demokrasi ile yönetilebilirler.
Demokrasinin ana yurdu olan Eski Yunan'daki filozoflar Aristo ve Eflatun demokrasiyi eleştirmiş, o zamanlarda halk içinde "ayak takımının yönetimi" gibi aşağılayıcı kavramlar kullanılmıştır. Fakat demokrasi diğer yönetim şekillerinin arasından sıyrılarak günümüzde en yaygın olarak kullanılan devlet sistemi haline gelmiştir. Artık siyaset bilimciler hangi sistemin daha iyi işlediğinden çok hangi demokrasinin daha iyi işlediği tartışmalarına girmişler ve liberal, komünist, sosyalist, muhafazakar, anarşist ve faşist düşünürler kendi demokratik sistemlerinin erdemlerini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Bu sebeple demokrasinin çok fazla sayıda değişik tanımı oluşmuştur.

Demokrasi Çeşitlerinin Listesi
  • Atina demokrasisi
  • Çoğulcu demokrasi
  • Çoğunlukçu demokrasi
  • Doğrudan demokrasi
  • Liberal demokrasi
  • Marksist demokrasi
  • Oydaşmacı demokrasi
  • Parlamenter demokrasi
  • Plebisitçi demokrasi
  • Sosyal demokrasi
  • Temsili demokrasi
  • Demarşi
Tanımı
Demokrasinin tanımı tartışması günümüzde hala devam eden bir tartışmadır. Bunun sebepleri:ülkelerdeki bazı kurumların görüşlerini haklı çıkartmak adına demokrasi tanımını kullanmaları, demokratik olmayan devletlerin kendilerini demokratik olarak tanıtma çabaları ve aslında genel bir kavram olan demokrasinin tek başına kullanılması (Anayasal demokrasi, sosyal demokrasi, liberal demokrasi vb.) gibi sebepler gösterilebilir. Demokrasiye farklı atıflar şu şekilde sıralanabilir:
  • Çoğunluğun yönetimi
  • Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim
  • Fakirin yönetimi
  • Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim
  • Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim
  • Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim
Halk
Çoğunluk, azınlık, fakir veya zengin olsun demokrasilerin ortak yönü halka dayanmasıdır. Günlük hayatta halk, bir ülkede yaşayan tüm insanları kapsadığı düşünülse de pratikte demokrasi, tarihinden beri –sürekli olarak genişletilse de- halka bir sınırlama koymuştur. Örneğin Fransız Devrimi’nden sonra yapılan seçimlerde oy verme hakkı sadece belli miktarda vergi verebilen vatandaşlara tanınıyordu, ABD’de güney eyaletlerdeki siyah ırkın ilk kez oy kullanabildiği tarih 1960’tı; kadınlara ise oy kullanma hakkı ise 20. yüzyıla kadar hiçbir ülkede verilmemiştir. Bu verilere, halkı oluşturan bireylerin öz-iradelerinden kaynaklanan mutabık olmama durumunu da katarsak; pratikte halk çoğunluk anlamına dönüşür.
Demokrasiye yapılan atıflarda görüleceği üzere, halkın kendi kendini yönetmesi temel dayanaktır. Bu ise kendileri adına karar alacak kişileri seçmeyi sağlayan oy vermenin yanında referandumlar gibi doğrudan etki yoluyla veya miting, gösteri gibi dolaylı yollarla sağlanır.

Demokrasi Tarihçesi

Antik Çağ
Demokrasi ilk olarak Eski Yunanistan'da, şehir-devletlerinde uygulandı. Doğrudan demokrasiye çok yakın olan bu sistem Atina demokrasisi olarak da anılır. Teoride bütün yurttaşlar mecliste oy verme ve fikrini söyleme hakkına sahipti fakat o günün koşullarına göre kadınlar, köleler ve o şehir-devletinde doğmamış olanlar (metikler, yerleşik yabancılar) bu haklara sahip değillerdi. Bu sistemin en güçlü uygulayıcısı olarak Atina'yı ele alırsak: M.Ö. 4. yüzyılda nüfusun 250.000-300.000 arasında olduğu tahmin edilir. Bu nüfusun 100.000'i Atina vatandaşı ve Atina vatandaşları arasında da sadece 30.000'i oy verme hakkına sahip yetişkin erkek nüfusu bulunduğu tahmin edilir.
Roma İmparatorluğu döneminde uygulanan devlet sistemi, temsili demokrasiye yakın bir nitelik taşımaktaydı. Demokratik haklar genellikle sosyal sınıf ayrımına göre şekillenirdi ve güç elitlerin elindeydi. Bununla beraber, Eski Hindistan'da bazı bölgelerde uygulanan sistemler de temsili demokrasiye benzetilir. Roma İmparatorluğu ile paralel olarak, kast sisteminin varlığı, gücün varlıklı ve asil bir azınlığın elinde olduğu söylenebilir.

Orta Çağ
Orta çağda demokrasinin gelişme süreci içindeki en büyük olay İngiltere'de kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum'un (Büyük sözleşme) ilan edilmesidir. Bu belge doğrultusunda ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştı. Fakat bu seçimlere, yapılan kısıtlamalar sebebiyle, halkın çok az bir bölümü katılabilmişti.
Birçok ülkede devlet yönetiminde zaman zaman demokrasiye benzer uygulamalar yapılmıştı. Örneğin İtalyan şehir devletlerinde, İskandinav ülkelerinde, İrlanda'da ve değişik ülkelerde bulunan küçük otonom bölgelerde demokrasinin prensiplerinden seçim yapılması, meclis oluşturulması gibi uygulamalar oluyordu. Fakat hepsinde demokrasiye katılım erkek olma, belli miktarda vergi verme gibi standartlarla kısıtlanıyordu.

18. ve 19. Yüzyıllar
18. ve 19. yüzyıllarda demokrasi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile hızlıca yükselen bir değer haline gelmiştir. Bu yüzyıllardan önce demokrasi büyük devletlere değil, sadece küçük topluluklara uyan bir hükümet şekli olarak anılıyor ve esas itibariyle doğrudan demokrasi olarak tanımlanıyordu. Amerika'nın kurulmasını sağlayanların oluşturduğu sistem ilk liberal demokrasi olarak tanımlanabilir. 1788 yılında kabul edilen amerikan anayasası hükümetlerin seçimlerle kurulmasını ve insan hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlıyordu. Bundan daha önce de koloni döneminde Kuzey Amerika'daki kolonilerin birçoğu demokratik özellikler taşıyordu. Koloniden koloniye farklılaşmakla beraber, hepsinde belli miktarda vergi veren veya istenen bazı sıfatları karşılayabilen beyaz erkeklerin seçme hakları vardı. Amerikan İç Savaşı'nın ardından 1860'larda yapılan değişikliklerle kölelere özgürlük ve oy verme hakkı tanınması ile demokrasinin gelişme süreci içerisinde bir adım daha atılmış oldu.
1789 Fransız Devrimi'nde ise bir anayasa hazırlanarak iktidar halkın seçeceği bir parlamento ile kral arasında paylaştırıldı. Ulusal Konvansiyon hükümeti yetişkin ve belli miktarda vergi veren erkeklerin oy vermesiyle seçildi. Fakat ilerleyen yıllarda Napolyon'un başa geçmesiyle demokrasiden oldukça uzaklaştı.

20. Yüzyıl
20. yüzyılda demokrasi hızlı bir değişme ve gelişme göstermiştir. Yüzyılın başlarında, I. Dünya Savaşı'nın sonunda Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılmasıyla birçok yeni devlet ortaya çıktı ve bu yeni ülkelerin devlet yönetimi genellikle, o döneme göre, demokratik sayılabilecek yöntemlere sahipti. 1929 yılında ortaya çıkan Büyük Buhran döneminde Avrupa, Latin Amerika ve Asya'da birçok ülkede diktatörler ortaya çıktı. İspanya, İtalya, Almanya, Portekiz'de Faşist diktatörlükler ortaya çıkmışken, Baltık ve Balkan ülkelerinde, Küba, Brezilya, Japonya ve Sovyet Rusya'da demokratik olmayan yönetimler iktidara geldi. Bu sebeple 1930'lar Diktatörler çağı olarak nitelendirilir.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgecilik anlayışı son buldu ve tekrar birçok bağımsız ülke ortaya çıktı. Demokratikleşme hareketleri Batı Avrupa'da yoğunlaştı. Almanya ve Japonya'da diktatörlükler son buldu, silahlanma politikası yerine, II. Dünya Savaşı sonunda imzalanan anlaşmalarında etkisiyle, refah devleti olma amacını güttüler.
20. yüzyıldaki en büyük çekişmelerden biri de demokratik olmayan Sovyet Bloğu ülkeleriyle Batı demokrasileri arasında gerçekleşen Soğuk Savaş'tı. Komünizmi yaymaya çalışan Sovyet Rusya ile diğer demokrasi çeşitleri arasından sıyrılmış liberal demokrasiyi yaymaya çalışan ABD liderliğindeki batı gurubu arasındaki çekişme 1989 yılında son bulmuştur. Francis Fukayama Tarihin Sonu adlı makalesinde, Soğuk Savaşın bitmesiyle artık liberal demokrasinin tüm dünyada yayılacağı haberini verir. Nitekim bu demokratikleşme süreci, yakın dönemdeki Gürcistan'daki Gül Devrimi, Ukrayna'daki Turuncu Devrimi ile devam etmektedir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Haziran 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Demokrasi Modelleri

Demokrasi tarihinde uygulanan sistemler oldukça çeşitlidir. Bunları kısaca beş grup içinde toplayabiliriz:

Klasik Demokrasi
Eski Yunan şehir-devletlerine dayanır. En iyi uygulayıcısı ve o dönemde en güçlü şehir olan Atina’dan dolayı Atina demokrasisi olarak da adlandırılır. ’Belli başlı tüm kararlar, bütün vatandaşların üye olduğu meclis veya Eklesya tarafından alınıyordu. Bu meclis senede en az kırk defa toplanıyordu. Tam zamanlı çalışacak kamu görevlilerine ihtiyaç duyulduğunda, bütün vatandaşları temsil eden küçük bir örnek olmaları için kura usulü ile veya dönüşümlü olarak seçiliyorlardı ve mümkün olan en geniş katılımın sağlanması için görev süreleri kısa tutuluyorlardı. Meclisin yürütme komitesi olarak faaliyet gösteren ve beş yüz vatandaştan oluşan bir konseyi vardı ve elli kişilik bir komite de bu konseye teklifler hazırlardı. Komite başkanlığı görevi sadece bir günlüktü. Bunun tek istisnası askeri konularla ilgili on generalin tekrar seçilebilme imkanıydı.
Atina demokrasisinin özelliği vatandaşlarının siyasi sorumluluklara geniş çapta katılma isteğinin bulunmasıydı. Tabi bunun en önemli sebebi, demokrasiye zıt bir şekilde uygulanan kölelik sistemiydi. Böylelikle oy verme hakkına sahip Atina doğumlu yirmi yaş üstü tüm erkeklerin günlük hayattaki sorumluluklarının çok büyük bir kısmını kölelerin sırtına yüklemişlerdir. Bunun dışında Atina demokrasisinde kadınların, metiklerin (şehirli olmayanlar) ve kölelerin oy kullanma hakları yoktu.
Günümüzde İsviçre’nin küçük kantonlarında halk meclisleriyle varlığını sürdürebilen klasik demokrasinin, daha büyük ülkelerde uygulanması teknik nedenlerden ötürü tercih edilmez
.

Koruyucu Demokrasi
Orta Çağ yönetimlerinden çıkmaya çalışan Avrupalılar, 18. ve 19. yüzyılda demokrasiyi daha çok kendilerini hükümetin zorbalıklarından korumanın bir yolu olarak görmekteydiler.

Korumacı demokrasi sınırlı ve dolaylı bir demokrasi modeli sunar. Pratikte, yönetilenlerin rızası düzenli ve rekabetçi seçimlerle sağlanır. Siyasi eşitlik böylelikle eşit oy hakkını ifade eden teknik bir kavrama dönüşür. Dahası, oy hakkı gerçek bir demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlükleri korumak için yasama, yürütme ve yargı üzerinden güçler ayrılığına dayalı bir sistemin tesisi şarttır.

Kalkınmacı Demokrasi
Bireyin ve toplumun gelişimini esas saymıştır. Bu tip demokrasilerin en radikal olanı Jean-Jacques Rousseau tarafından dile getirilmiştir. Ona göre bireyler ancak içinde bulundukları toplumun kararlarını şekillendirebilmesine doğrudan ve sürekli olarak katılımları halinde 'özgür' olabilirler. Bu açıdan bakıldığında, doğrudan demokrasiyi tanımlamakla birlikte bu şekilde oluşturulacak genel iradeye vatandaşların itaat etmesi durumunda özgürlüğe kavuşacakları savıyla ayrılır.

Kalkınmacı demokrasinin, liberal demokrasiye daha ılımlı hali ise John Stuart Mill tarafından dile getirilmiştir. Mill’e göre demokrasinin en büyük yararı, vatandaşların siyasi hayata katılımlarını sağlayarak, onların anlayışlarını ve duyarlılıklarını güçlendirmesidir. Bu yüzden kadın olsun fakir olsun herkesin oy verme hakkının olması gerektiğini savunur. Fakat bu oy hakkını ‘eşit’ olarak savunmamıştır. Örneğin vasıfsız işçinin bir oy vasıflı işçinin iki oy, donanımlı meslek sahiplerinin ise beş oy hakkına sahip olması gerektiğini, böylelikle demokraside “çoğunluğun tiranlığı” korkusundan kurtulabilineceğini savunuyordu. Basitçe herkesin oy hakkının olmasını savunurken çoğunluğun verdiği kararların her zaman doğru olmayabileceğini belirtiyordu.

Liberal Demokrasi
Demokraside önceliğin özgürlüğe mi yoksa eşitliğe mi verilmesi gerektiği tarih boyunca tartışılmış ve tarih, bu ikisini bir arada tutacak sistem teorisini üretme çabalarıyla sıklıkla karşılaşmıştır. Liberal demokrasi sistemi de bunlardan biridir. İçinde barındırdığı liberal kelimesiyle özgürlüğü, demokrasideki siyasi eşitlik kavramıyla da eşitliği temsil etmektedir. Bunu düşünürken ekonomi disiplinindeki liberalizm ile siyaset disiplinindeki liberalizmin birbirinden ayırmamız gerekir.
Basit olarak liberal demokrasi; iktidarı halkın belirlediğini ancak bu iktidarın bireysel özgürlüklerle sınırlandığı bir siyasal sistem olarak belirtebiliriz.
Hoşgörü ve tüm fikirlerin var olabildiği bir rekabet ve siyasi eşitlik prensiplerinde gerçekleştirilen seçimlerle iktidara temsili bireylerin getirilmesi liberal demokrasilerin temel nitelikleridir.


Halk Demokrasisi
Bu kavram komünist rejimlerde gelişmiş demokrasi çeşitlerini kapsamaktadır. Kendi aralarında farklar bulunmasına rağmen liberal demokrasi sistemleriyle kesin olarak karşıt bir çizgidedir. Genel olarak siyasi eşitliğin yanında sosyal demokrasi ile ekonomik eşitliğinde sağlanması gerekliliğini savunmuşlardır.
Karl Marx, kapitalizmin yıkılmasından sonra geçici bir proletaryanın devrimci diktatörlüğü'nün olacağını sonradan ise proleter demokrasi sistemiyle komünist bir toplumun oluşacağını savunmuştur. Komünist devletlerde görülen demokrasi sisteminin fikir yapısı Marx’tan çok Lenin’e aittir.
Bu ülkelerde, partilerin denetimsiz gücünün demokrasiyi gölgede bıraktığı eleştirisi yaygın olarak yapılmaktadır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Haziran 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Demokrasiyle ilintili kavramlar

Demokrasi ile Cumhuriyet
Cumhuriyet bir rejim, demokrasi ise cumhuriyetin uygulanış şekillerinden biridir. Demokratik cumhuriyetin yanında dini cumhuriyet, oligarşik cumhuriyet ve sosyalist cumhuriyet biçimleri vardır. Demokratik cumhuriyetlerde, meclisi ve ülkenin başkanını belli aralıklarla halkın seçmesi temeldir. Bu sistem genellikle Kara Avrupa’sında kabul görmüşken örneğin İngiltere’de ülkenin başında görünüşte halkın seçmediği bir kral ya da kraliçe bulunmasına rağmen yönetim halkın elindedir (oligarşik cumhuriyet).
'Bir cumhuriyetin tam demokratik cumhuriyet olabilmesi için, gönüllü birlikteliklerle bir arada bulunan o ülke halklarının tüm kesimlerinin, çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerine doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına olanak veren bir devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi gerekir.'
Demokrasi ile Sekülerizm
Sekülerizm, liberal demokrat düşünürler tarafından ortaya atılan dinin siyasetten ayrılması düşüncesinin genel adı olarak karşımıza çıkar. Liberal demokratlar, demokrasinin ‘çoğunluğun tiranlığına’ dönüşmesini engellemek için devletin tüm dinlere aynı mesafede kalmasını bir zorunluluk olarak görürler.
Farklı dinlerin din bilginleri ve din bilimciler, çeşitli dinler açısından düşünsel anlamda sekülerizme karşı çıksalar da bu konular genellikle tartışmalıdır. Bununla birlikte dini planda demokrasi genelde kabul görmüştür, hatta sekülerizm karşıtı bazı din adamları demokrasinin sekülerizm olmaksızın var olabileceği görüşünü ileri sürmüştür.
Seküler demokrasinin en belirgin eleştirisi; devletin dini özgürlükler konusunda yaptığı kısıtlamalarla aslında liberal demokrasinin özgürlükçü ruhuyla çeliştiği düşüncesidir.

Güçler Ayrılığı
Güçler ayrılığı ilkesi yasama, yürütme ve yargı kurumlarının, devletin farklı organlarında bulundurularak iktidarın tek elde toplanmasını engellemek ve bu üç kurumun birbirlerini denetleyebilmesini sağlamak anlamına gelir.
'Devlet iktidarının üçe bölünmesi ve bunların ayrı organlara verilmesi gerektiği yolundaki yaklaşım, siyasal rejimlerin sınıflandırılmasında da temel alınmıştır. Buna göre yasama ve yürütme güçlerinin bir elde toplandığı rejimlere “güçler birliği”, bu yetkilerin birbirinden bağımsız ayrı organlara verildiği sistemlere ise “güçler ayrılığı” sistemleri adı verilmektedir.'
John Locke ise iktidarın gücünü yasama, yürütme ve federatif olarak ayırır:
'Burada federatif güç, bütün topluluk, savaş, barış, birlik, ittifak ve devletin kendi dışındaki bütün kişiler ve topluluklarla her türlü işlemi yapma gücü olarak ifade edilir.'
İktidarın paylaşımı sayesinde demokratik yollarla iktidara gelen kişiler kendi tiranlıklarının kurmaları engellenmeye çalışılmıştır. Güçler ayrılığı ilkesi ile karşılıklı denetimin önemi, özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesi Adolf Hitler'in demokratik yollarla iktidara gelmesinden sonra artmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Haziran 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Demokrasinin Araçları

Demokrasinin oluşmasını sağlayan, demokrasinin gelişmesini amaçlayan kurum ve oluşumlar aslında birçok siyasi sistemde de mevcuttur. Her devletin bir anayasaya sahip olması veya her ülkede siyasi parti bulunmasına rağmen yönetim şekilleri olarak isimleri değiştirilir. Çünkü önemli olan bu kurumlar arasındaki ilişkilerdir.

Parlamento
Demokraside meclis, rekabet ve eşit oy ilkeleriyle halkın temsilcilerinin oluşturduğu bir kurumdur. Meclis sistemleri hem nitelik hem de nicelik olarak her ülkede farklı gelişmiştir.
Tek meclis, çift meclis ve başkanlık sistemi olarak genellendirebiliriz. Yine görev olarak, güçler ayrılığı ilkesindeki yasamayı yapan kurum olarak genellendirebiliriz. Meclislerin işlevleri: yasama, temsil, denetleme ve meşruluktur.

Siyasi Partiler
Partiler temsil işlevi için kullanılan araçlardır. Demokratik ülkelerde siyasi parti bireylerin aktif siyaset yapacakları alanlardan biri ve en önemlisidir. Ülkelerdeki seçim sistemlerine göre iki partili sistem ya da çok partili sistem oluşur.
İngiltere’deki gibi iki partinin ağırlıklı olduğu sistemler, seçmenlerin çoğunluğunun bulunduğu ‘orta alandaki’ bir yoğunlaşmaya yol açma ve daha radikal düşünceleri dışlama eğilimindedir. Her bir partinin çok sayıda görüşü temsil ettiği düşünülür.
Çok partili siyasi sistemlerde ise düşünceler daha doğrudan temsil edilir. Dinsel, etnik veya sınıfsal düşünceleri temsil ettiğini düşünen partiler bulunur. Bu halkın egemenliğinin meclise daha fazla yansımasını sağlarken, mecliste farklı görüşlerde bulunan birçok parti olduğu için istikrarın sağlanması güçleşir.

Anayasa
Anayasa, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerdir. Ayrıca kişisel hak ve özgürlükler bu belgede belirlendiği için çoğunluğun yönettiği bir toplumda iktidarda olanların sınırlarını belirler. Demokrat düşünürler tarafından çoğunluğun tiranlığının kurulmasını engelleyecek bir devlet organı olarak kabul edilir.

Sivil Toplum Örgütleri
Sivil toplum örgütleri demokrasiyle ortaya çıkan bir örgütlenme değildir ama demokrasiyle önem kazanmıştır. Sivil toplum, modern manada anlamını demokrasi ile kazanırken, demokrasi de katılım problemlerin çözümünü sivil toplum ile sağlamıştır. Birbirleriyle ortak amaçlara sahip insanların oluşturdukları grupların seslerini ve isteklerinin daha fazla duyurabilmenin bir yoludur. Örneğin devletin ekonomideki katılımını azaltmaya çabalayan iş adamları, devletin sosyal hizmetlerinde eşitliğin sağlanmasını amaçlayan örgütler ve işçilerin veya memurların yaşam kalitelerini arttırmaya çalışan sendikalar gibi çeşitli amaçlarla toplanmış ve bunun için demokrasiye katılımı güçlendirmiş ayrıca bir bakıma halkın temsilcilerini kendi amaçları doğrultusunda denetleyebilen, ya da kendi amaçlarına ulaşmak için kamuoyu yaratmaya çalışan gruplardır.
Sivil toplum örgütlerinin özelliği çoğulcu bir yapıya sahip olmasıdır. Larry Diamond’a göre 'sivil toplumun bu çoğulcu yapısı, siyaset alanını kontrol altına almaya çalışan etnik, dinci, devrimci ya da otoriter örgütlenmelerle anlaşamaz hale getirir.'

Kolluk Kuvvetleri
Ordu ve polis güçlerinin demokraside ne kadar bulunduğu, ne kadar bulunması gerektiği her zaman tartışma konusu olmuştur. Dış tehlikelere karşı ordunun iç düzen içinde polisin silah tekellerinin bulunması onları demokrasi için gerekli kılmakla birlikte demokrasiyi kaldırma veya kesintiye uğratma güçleriyle de tartışma konusu yapmıştır.
Gelişmiş demokratik ülkelerde sivil siyasetçiler, hem hukuken hem de fiilen ordunun üstündedir ve ordu siyasi karar alma mekanizmasının içine olabildiğince az katılır. Özellikle Soğuk Savaş sonrası sivil siyasetçinin üstünlüğü giderek artmaktadır.
Demokratik olarak yeterince gelişmemiş ülkelerde ise askerler, danışma kurullarıyla doğrudan ya da dolaylı olarak karar alma mekanizmasının içinde bulunur. Bu tip ülkelerdeki ortak özellik; ordunun ülke içindeki kurumlar arasında en ileri teknolojiye sahip ve modern dünyaya en yakın olan kurum olmasıdır.
'Ordu genellikle ekonomik gerilik, iç karışıklıkların artması, sivil yönetimin meşruluğunu kaybetmesi, ordu ve hükümet arasındaki ihtilaf veya uluslararası kamuoyunun darbe yönündeki olumlu yaklaşımı gibi sebeplerle siyasete müdahale eder.'
Polis ise “yönetici sınıfın çıkarlarında hareket etmeye başlarsa ne olur?” sorusuyla düşünürlerin üzerinde durduğu bir kondur. Aristo’nun ‘muhafızlardan kim muhafaza edecek?’ sorusu bu kaygının çok eskilere dayandığını gösterir. Polis gücünün demokrasinin sağladığı hak ve özgürlükleri kısıtlamaması ve gerektiği zaman yargıya hesap verebilmesi gerekliliği demokratik düşünürlerin ortak tavrı olmasına rağmen bunun nasıl ve ne kadar yapılması gerektiği konusunda görüş ayrılıkları yaşanır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Haziran 2008       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Demokraside Hakların Gelişimi

İnsan Hakları
İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Klasik demokrasi tanımına benzerliğinden dolayı günümüzde insan hakları ve demokrasi sıklıkla beraber kullanılır.
İnsan hakları ile demokrasi arasındaki kesin tamamlayıcılık bağı: eğer insan hakları bireyin eksiksiz gelişmesi için gerekli bir koşulsa demokratik toplum da, bireyin gelişimi için gerekli çerçeveyi oluşturması bakımından bu hakların kullanılması için gerekli bir koşuldur, ayrıca, demokratik bir toplum bireylerin topluluğun yaşaması için gönüllü olarak verdiği desteğe dayandığından insan hakları böyle bir toplumun ön koşulu olarak görülür.

Kadınlar
Demokraside siyasi eşitlik temel olsa bile kadınlar bu eşitliği ancak 20. yüzyılda kazanabilmişlerdir. Kadınların siyaset hayatına katılımını destekleyenler; bunun siyasi etiği geliştireceğini söylerken karşı çıkanlar aile yapısının bozulacağı düşüncesini dile getiriyorlardı.
Kadınların erkeklerle eşit oy verme ve aday olma haklarını elde etme tarihleri bazı ülkelerde şöyledir:
Ad:  demokrasi_kadin.PNG
Gösterim: 7033
Boyut:  11.4 KB
Ayrıca 1999 istatistiklerine göre bazı veriler şöyledir:
  • Dünyadaki her 100 parlamenterden 13'ü kadın
  • Dünyada devlet ya da hükümet başkanlığı yapan her 100 kişiden 5'i kadın
  • Dünyadaki her 100 bakandan 12 tanesi kadın
  • Dünyadaki 16 meclis dışında kalan meclislerdeki kadınların oranı %25'in altında
Demokraside kadınları sadece seçme, seçilme hakkına indirgememek gerekir. Ayrıca feminist sivil toplum örgütleriyle de demokrasiye etkin katılımı sağlanmaya çalışılmıştır.

Azınlıklar
Bir toplumun etnik, dini veya cinsel olarak genel ortaklıklarından ayrılan gruplar o toplumun azınlık statüsündedirler. İdealist demokrat düşünürler, gerçek demokrasilerde herkesin sosyal ve siyasal eşitliği sağlandığı için demokratik ülkelerde azınlığın olamayacağını, olmaması gerektiğini savunurlar.
Oligarşik, otoriter devlet yapılarından demokrasiye geçen toplumlarda, azınlıkların diğer gruplara göre daha fazla demokrasiyi savunmaları genel kabul gören bir olgudur. Ayrıca uluslararası kurumlar tarafından yapılan demokrasi seviyesi değerlendirmelerinde azınlık hakları önemli kıstaslardan biridir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Haziran 2008       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Uygulamada farklı Görüşler ve Eleştiriler

Çoğulculuk Görüşü (Plüralist)
Çoğulcu bakış açısı Montesquieu ve Locke'a dayandırılır. James Madison'ın Federalist Yazılar'da yazdığı makalelerde sistemleşmiştir. Madison'a göre denetimden uzak demokratik sistemin bireysel hakların ihlal edileceği bir "çoğunlukçu" (Majoritarianism) sisteme dönüşebilirdi. Bunu engellemek için güçler ayrılığı ilkesi, federalizm ve iki meclisli bir hükümet biçimi önermiştir. 'Bu sistem, toplumdaki farklılığın ve "çokluluğun" varlığını tanıdığından ve bu tür bir çokluluk halini istenir gördüğünden dolayı, Madison'ın modeli çoğulcu demokrasinin ilk gelişmiş ifadesidir.
Noam Chomsky, Madison modelini eleştirerek, "1787'de Anayasa Kongresi'nde James Madison'ın vurguladığı şekilde, hükümetin başlıca görevinin zengin azınlığı çoğunluktan korumak olduğu ilkesi üzerine kurulmuştur. Bu nedenle, o dönemin tek yarı-demokratik ülkesi olan İngiltere'yi örnek vererek toplumun geneline kamusal işlerde söz hakkı verilirse, halkın eşitliğe yönelik reformları veya başka canavarlıkları gerçekleştirebileceği konusunda uyarıyor ve Amerikan sisteminin, savunulması (aslında hakim olması) gereken mülkiyet haklarına yönelik saldırılar karşısında uyanık olması gerektiğini söylüyordu" der.

Seçkinci Görüş (Elitizm)
Bu görüşün en tipik temsilcisi filozof kralların iktidarda olmasını isteyen Platon'dur (M.Ö 427-347). Klasik elitizm, bir reçete sunmaktan ziyade bir olguyu tespit iddiasıyla elit yönetiminin toplumsal hayatın kaçınılmaz ve değiştirilemez bir gerçeği olduğunu ileri sürer. Vilfredo Pareto (1848-1923) ve Gaetano Mosca (1857-1941) klasik elitizmin belli başlı teorisyenleridir.
Mosca toplumu "yöneten" ve "yönetilen" olarak iki sınıfa ayırırken Pareto, yönetenin iki özelliğini anlatırken Machiavelli'nin "tilkiler (kurnazlık) ve aslanlar (zor kullanma)" benzetmesine atıfta bulunur.
Modern dönem seçkinci görüşte, rekabetçi seçkincilik (demokratik elitizm) diğer seçkinci görüşlere göre daha yaygındır. Buna göre seçmenler gene oy verirler ama bu, sadece hangi elitin kendilerini yöneteceklerini seçmek içindir. Demokratik hakların bir kısmını içinde barındırmasından dolayı rekabetçi seçkincilik, demokrasinin zayıf bir görüntüsü olarak tasvir edilir.

Marksist Görüş
Marksizm toplumu sınıf tabanlı düşünür ve gerçek demokrasinin ancak sınıf farklılıkları kaldırıldığı zaman olabildiğini iddia eder. Yani; demokrasi, için siyasi eşitliğin yeterli olmadığını bunun yanında sosyal eşitliğin de sağlanması gerektiği savunur. Marksist yaklaşım görüşleri itibarı ile halk demokrasisine yakındır. Daha çok liberal demokrasiyi eleştirir ve eleştirilerini liberal demokrasinin siyasi eşitlik vaadi ile kapitalist sistemin oluşturduğu sosyal eşitsizlik çelişkisine dayandırır.
'Neo-marksist Jurgen Habermas ve Claus Offe'ye göre bir yandan, demokratik süreç hükümeti ekonomik ve sosyal hayattaki sorumluluklarını yerine getirecek kamusal talepleri karşılamaya zorlamakta; öte yandan, yol açabileceği mali krizler sistemi tehdit etmektedir.'
Yani kapitalist bir demokrasi için meşruiyet krizi riski sürekli olarak mevcuttur.

Korporatist Görüş
‘Toplumda temel birim olarak birey ya da sınıfı alan görüşlere karşıt olarak, insanları işbölümü içinde oldukları yere göre ve sahip oldukları mesleğin bütün üyeleriyle birlikte örgütleyen korporasyonların toplumun örgütlenmesinde temel olmasını, bu örgütlerin bireysel ve sınıfsal çıkar çatışmalarının yerine bireyler ve bireyle devlet arasında bir çıkar uyumu ve dayanışma sağlayacağını savunan siyasal öğreti’dir.
Mussolini, korporatist devlet yapısı için şunları söylemiştir:
"Korporatist devlet liberal kapitalizmin -ki bu ekonomik sistem, bireysel kâr'ı vurgulamaktadır- sonu demek olup kolektif çıkarları öne çıkaran yeni bir ekonominin başlangıcını işaret etmektedir. Bu kolektif çıkarlar üreticilerin kendilerinin hazırladığı üretim regülasyonlarına dayanan bir korporatift sistem vasıtasıyla elde edilecektir. Üreticiler derken sadece işverenleri kastetmiyorum, işçiler de bunun içindedir."
Korporatist düşünürler, bireylerin bağlı bulunduğu örgütlerin siyasi karar alma sürecinde etkinliği arttığı için demokraside temsil özelliğinin arttığını söylerken karşıt düşüncedekiler; güçlü ve etkin örgütlenmelerin karar alma sürecinde kendi çıkarlarında hareket edeceğinden siyasi eşitliği bozabileceğini veya hükümetin kendine yakın örgütlere ayrıcalık tanıyabileceğinden dolayı demokrasiyi geliştirici bir sistem olmadığını savunurlar.

Uluslararası ilişkilerde Demokrasi
Demokrasiyi uluslararası ilişkiler disiplininde özellikle cumhuriyetçi liberal düşünürler dile getirmişlerdir. Genel olarak 'demokratik, liberal cumhuriyetler birbiriyle savaşmazlar' cümlesiyle açıklanabilir. Demokratik cumhuriyetçi hükümetlerin karşılıklı saygı ve uzlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümüne daha fazla önem verdikleri iddia edilerek liberal demokratik devletlerin artması, uluslararası barışın yaygınlaştırılmasının garantisi olarak görülmektedir.
drzombie - avatarı
drzombie
Ziyaretçi
17 Haziran 2008       Mesaj #8
drzombie - avatarı
Ziyaretçi
Cumhuriyet insan hakları ve Demokrasi
DEĞİŞTİRİLEMEZ TEMEL HÜKÜMLER
Anayasa’nın 4 üncü maddesine göre; Devletin şekli, Cumhuriyetin nitelikleri, Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti ile ilgili 1, 2 ve 3 üncü maddelerindeki hükümler değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez
Anayasa ile kesin güvence altına alınan bu temel hükümler şöyle sıralanıyor :

Madde 1- Türkiye Devleti bir cumhuriyettir
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir
Madde 3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür Dili Türkçedir
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır Millî marşı “İstiklâl Marşı”dır Başkenti Ankara’dır

DEVLETİN GÖREVLERİ
Anayasaya göre Devlet, “Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmakla görevlidir

EGEMENLİĞİN KULLANILMASI
Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz (Md6)

Yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir Bu yetki devredilemez (Md 7) Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir (Md

Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır (Md 9)

KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar
Son düzenleyen Safi; 6 Haziran 2017 19:26
sedat sencan - avatarı
sedat sencan
VIP VIP Üye
14 Şubat 2010       Mesaj #9
sedat sencan - avatarı
VIP VIP Üye
Toplumdaki insanların siyasal yaşama katılmaları söz konusu ise,bu katılım başlıca iki şekilde oluşur:
1-Bazı bireyler kamu görevi yaparlar.Bu insanlar siyasi kararları uygulayan kişilerdir.
Bazıları da siyasal partilerde veya baskı gruplarında çalışırlar.Bunların hepsi o toplumda siyasal yaşama doğrudan doğruya katılanları belirler.
2-Toplumun büyük çoğunluğunun siyasal yaşama katılması ise dolaylı biçimde gerçekleşir.Bu biçime verilen en önemli örnek,oy kullanmaktır.
Siyasi partilerin merkez yönetiminde,il ve ilçe teşkilatlarında görev alan kişilerin eylemlerini siyasal yaşama doğrudan doğruya katılma olarak kabul etmemize rağmen,bir partiye üye olan herkesin aynı işlevde olduğunu söyleyemeyiz.Hele ülkemizde olduğu gibi,hayali üye söylentisi varsa…Kaldı ki her bir üyenin siyasal eyleminin ne olduğunu belirleyen objektif bir tanım olsa bile,bunun denetimi her zaman olası değildir.
*
Bir ülkedeki siyasal yaşamın ne olduğunu anlamanın en etkili ölçüsü,o ülkenin anayasasıdır,veya kabul görmüş siyasi kurallar bütünüdür.Anayasa olsun, kabul görmüş kurallar olsun,hepsi,bir ülkede siyasal iktidarın nasıl kullanıldığını,yasaların ve yönetim politikası mekanizmasının ne şekilde işlediğini, kamusal görevler için hangi niteliklerin belirlendiğini ve seçim yönteminin saptandığı kurallarının hangisi olduğunu tanımlar.
Belirli kişilerin,yani yöneticilerin saptadığı insanların oy kullandığı,gene yönetime seçilecek kişilerin mevcut iktidar tarafından kararlaştırıldığı ve seçimlere katılacak bireylerde belirli bir ekonomik ve sosyal seviye istendiği toplumlarda hem siyasal yaşama katılım hem de demokratik özellik sınırlıdır.
Aynı şekilde,bir kişinin bütün siyasi erki elinde bulundurduğu otokratik toplumlarda veya siyasi gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim olan oligarşik sistemlerde siyasal yaşama katılım az sayıda kişiyle veya bir azınlıkla sınırlıdır.Böyle toplumlarda görülen siyasi toplantılardaki kalabalıklar yanıltıcı izlenimler verir.Örneğin 1930’lu yıllarda yapılan Nazi toplantıları,Almanları bir ırk mitolojisinin ifadesi olan törenlere katılmaya itiyordu.Ama gerçek siyasal faaliyetler amansızca bastırılıyordu.Nitekim,Goebbels’e göre,siyaset,insan karakterini bozan bir eylemdi.Böylece,Nazilerin kitle gösterileri,gerçek siyasal faaliyetlerin yerini almıştı.
Teorik olarak bir demokraside hemen hemen bütün yetişkinler siyasete katılabilir.Ancak pratik yaşam koşulları,anayasal ve yasal etkenlerin yanı sıra, toplumsal ve ekonomik etkenlere bağlıdır ve siyasal yaşama gerçek katılma ölçüsünü belirler.Daha açık bir ifade ile,toplumların tarihsel birikimleri ve ekonomik alt yapı,anayasa ile yasaları yansıtan önemli bir temeldir.Bu kuralı siyaset olgusuna uyguladığımızda toplumu oluşturan bireylerin bilinç seviyesini de az çok kavrayabiliriz.
*
Demokrasi kavramını incelerken,onun hem teorik hem de pratik yönünü aynı anda ele almak gerekir.Başka bir ifade ile,olması öngörülen olgular ile toplum şartlarında olabilen olguları bir arada gözlemlemek ve oluşan farkları yorumlamak gerekir.Örneğin yukarıda belirttiğim,demokraside hemen hemen bütün yetişkinlerin siyasete katılabileceğine dair teorik öngörünün,incelenen toplumda ne ölçüde gerçekleştiğinin araştırılması,yapacağımız yorumun başlangıç noktasıdır.Katılımın hem nicelik hem de nitelik özellikleri,o toplumun ekonomik altyapısı ile doğrudan ilişkilidir.Bu ilişkinin hem tarihsel veya zaman,hem de yöresel bağlarını unutmamak gerekir.
Bu açıklamaları içeren araştırmalarımıza başladığımızda gözümüze ilk çarpan,birçok demokraside,seçmenlerine karşı sorumlu olan ve onların çıkarları için çalışan temsili organlardır.Bu durumda ilk olarak,seçmenlerin,temsilcileri üzerindeki denetimlerini incelememiz gerekir.Böylece,bu denetimlerin ne kadar artarsa seçmenlerin siyasal yaşama gerçek anlamda katılma olanaklarının o kadar artacağını söyleyebiliriz.Bunun tarihteki en önemli örneğini eski Yunan kent devletlerinde görürüz.Köleler,yabancılar ve kadınlar hariç,Atina’daki bütün yurttaşlar yasama gücünü oluşturuyorlardı.Böylece bu kişiler, devletin siyasal işlerine doğrudan katılmış oluyorlardı.Başka bir anlatımla,hem karar almada,hem de yönetimin ayrıntılarında etkin rolleri vardı.Tarihsel gerçek bu ise ve siyasal yaşama katılamayanları göz ardı edersek,Atina’da demokrasinin ideal temelinin bir ölçüde atıldığı kabul edilir.
*
Tam ideal şekilde olmasa bile,ideale yakın demokrasi modelinde önemli özelliklerden birisi de seçimlerin sık sık yinelenmesi,böylece temsilcilere verilen yetkilerin geri alınma olanağıdır.Seçmenlere daha fazla denetim yollarını açan bu nitelik,resmi görevlilerin eylem ve politikalarını kamu soruşturmasına açan komite sistemleri ile pekiştirilir.Diğer bir denetim yolu da,yurttaşların doğrudan katılabilecekleri ölçüde küçük siyasal birimler kurmaktır.Burada amaçlanan,halkın siyasal kararlara doğrudan katılmasıdır.Örneklerini Çin komün birimlerinde,İsviçre kantonlarında ve İsrail kibbutzlarında görebiliriz. Ancak bu toplumsal birimler oldukça küçüktür,büyük çapta örgütlenmeye gidildikçe pratik olmaktan çıktığı gözlenmiştir.Bu nedenle gene temsilci seçme yöntemine başvurulma gereği duyulmuştur.Gene de küçük siyasal birimlerle,bireylerin hükümeti anlayamayacak ve etkileyemeyecek kadar kendilerini uzakta hissetme eğiliminin bu birimlere dayalı bir demokrasi ile dengelenebileceği unutulmamalıdır ve bu uygulamayı gerçekleştirecek yeni yöntem arayışları sürdürülmelidir.
Demokraside,seçmenlerine karşı sorumlu olan ve onların çıkarları için çalışan temsili organlar,yani siyasi partiler,temelde ortak siyasal görüşleri paylaşanlarca amaçlarına ulaşmak için geliştirilmişlerdir.Siyasal partiler için yapılan bu tanımlamada gözümüze çarpan en önemli olgu,aynı fikirleri taşıyan bireylerin bir araya gelerek oluşturdukları örgütlerin belli bir politik amacı hedeflemesidir.Böylece siyasal partilerin bir yardım derneğinden veya bir ticari kuruluştan farkı hemen ortaya çıkar.Şu halde partiler tartışma forumu niteliğindedir,siyasal eğitim ve propaganda için kullanılan bir mekanizmadır ve nihayet,siyasal amaçlara ulaşmak için politika saptanan ortamlardır.Bireylerin partilere katılması,yani partiler aracılığı ile siyaset yapmaları,pasif üyelikten başlayıp kamu görevlerine kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsar.Bu faaliyet alanı içinde bağış toplama,seçim kampanyalarında görev alma ve parti organlarında çalışma gibi eylemler yer alır.En pasifinden en etkin eylemlere kadar faaliyet gösteren bireylerin oluşturdukları siyasi partiler,kendi üyelerinin çıkarlarını geniş bir cephe içinde (hatta onların ekonomik çabalarını bile) ve kalıcı biçimde korurlar.
*
Bir bireyin siyasal yaşama katılması,yani,bir parti ya da baskı grubuna dahil olması,hatta bağımsız olarak kamusal konularla ilgilenmesi,seçimlerde oy kullanması,temsilcilerinin çalışmalarını izlemesi ve giderek kendi adaylığını koyması,bütün bu çalışma biçimleri belirli koşullarda gerçekleşebilir.Bir tek kişiyi ele alırsak,o bireyin örgütlenme,tartışma,propaganda,haber alma,haber dağıtma gibi eylemlerinin yanı sıra,yöneticileri,politikaları ve siyasal kurumları eleştirmek için her şeyden önce belli bir yeteneğe ve en önemlisi de özgürlüğe sahip olması gerekir.Zaten demokrasinin teorik ve pratik yönü,yukarıda kısaca bahsettiğim şekilde,kendisini bu noktada ortaya çıkarır.Öyle ki,demokratik yönetim kurumları ve özgürlükçü bir siyasal sistemin,tek başına,siyasal kararlara geniş ve etkin biçimde katılmayı güvence altına aldığını söyleyemeyiz.Zira,bunun gerçekleşebilmesi için,halkın belirli bir siyasal bilgi düzeyine, boş zamana,siyasal hakların bilincine ve katılımın yararlarına inanması gerekir.Gerçekten de geçmişte ne olmuşsa olmuş,ama mevcut durumda halkın siyasi olarak bilinçlenmesi olmadığında partilerin varlığı ve kurumlar yolu ile yönetime katılma eylemleri gibi olguların hiç önemi yoktur.Aynı şekilde, yaşamını devam ettirmek için tüm zaman ve çabasını ekonomik alana yönlendirmiş kişilerin siyasetle ilgilenmesi çok güçtür.
Aslında herkesin aklında olup dile getirmediği,ama geçen yıl bir kişi tarafıdan ifade edilen çobanın oyu ile tahsilli birisinin oyunun aynı olup olmadığı tartışması her zaman gündemdedir.Elbette konuyu sadece eğitim seviyesi ile sınırlandırıp tartışmak söz konusu olamaz.O toplumun ulaşmış bulunduğu ekonomik gelişmişlik aşamasını mutlaka göz önünde tutmak gerekir.Feodal ilişkilerin önemini kaybettiği ve sanayileşmenin başat olduğu düzende sosyal sınıflar ortaya çıkacağı için bilinçlenme sürecinin doğal olarak gelişeceği ileri sürülmüştür.Ancak,eğitim seviyesi yüksek olsa bile bilinçlenme düzeyinin arttığını her zaman söyleyemeyiz.
Anayasası veya uyguladığı yönetimin temeli dinsel,ırkçı veya keyfi özellikte olan toplumlarda siyasal yaşama katılım ne kadar yüksek olursa olsun,siyasal görüşler tek yanlı olacağı için o yönetimin demokratik olduğunu söyleyemeyiz.Kaldı ki bireylerin her türlü toplantı,tartışma ve gündem konuları belli bir otoritenin fikirleri olacağı için siyasal yaşam bile söz konusu değildir.
Diğer taraftan,toplumlarda sanayi geliştikçe her türlü yönetim kurumları karmaşık hale gelir.Özellikle çağımızın teknolojisi,her konuda belirli bir uzmanlaşma gerektirdiği için yönetim kurumları da bu yönelimden bağımsız kalamaz.Böylece halk ile yönetim kurumlarının arası gittikçe artar.Bu ulaşılmazlık sonucunda çok açık olmayan siyasal konular anlaşılmaz sözlerle bulandırılır ve bunların ancak uzmanlarca çözülebileceği öne sürülür. Sanayileşmenin henüz yeni başladığı toplumlar ile sanayileşmesini tamamlamış toplumlarda halkın siyasal konulardaki bilinçsizliğinin benzeşmesi ilginçtir.Her iki toplumda da siyasi konular halk için başka bir dünyaya ait iş gibidir.Bu durumda hem hükümetler hem de siyasi partiler tam bir bürokratlaşma aşamasındadırlar.Böyle olunca da her türlü yeni düşünce engellenmiş olur.Halkın siyasal bilinçlenmesi en alt düzeylere indikçe hükümet yönetimi ve kamu görevlilerinin politikaları siyasal temsilcilerin bile anlayamayacağı ya da etkileyemeyeceği kadar güç olabilir.Bu durumda bireylerin, ellerinde olanaklar bulunsa bile siyasete katılamayacakları belli bir şeydir.
Daha genel bir toplumsal analizle elde edeceğimiz sonuçlar,sosyolojik araştırmaları doğrulamaktadır.Örneğin,siyasal yaşama katılma,okuma yazma bilmeyenlerde ve az eğitim görmüşlerde düşüktür.Bu gözlemin doğruladığı sonuç şudur. Siyasal iktidarın daha üstün grupların ya da sınıfların işi olduğunu düşünen insanlar siyasete karşı kayıtsız kalırlar.Gerçekten de bazı ülkelerde insanlardaki bu kayıtsızlığın hükümetlerce teşvik edildiğini görürüz.Ancak dünyadaki iletişim olanakları arttıkça hükümetlerin bu tutumuna karşı halkın tepki gösterdiği toplumlara da rastlarız.İnsanlar başka toplumların yaşam formlarını öğrendikçe ister istemez kendi çevreleri ile karşılaştırma yaparlar.Böylece mevcut kurumlar ve bu kurumların işlevleri gündeme gelir,bireylerin sorgulaması başlar,çoğu kişide siyasi yaşam bilinci uyanır.En sonunda mevcut kurumlar ve mevcut siyasi politikalar bir topluluğun siyasal gereksinimlerine uymaz hale gelir ve insanlar doğrudan eyleme geçerler.Aslında bu türlü dolaysız eylemler,çoğu zaman,mevcut kurumların yeni durumlara çok yavaş uymasından ya da uyamamasından kaynaklanan bunalımın sonucudur.Sürecin daha da hızlandığı durumlarda ayaklanmalar, devrimler veya başka siyasal kitle eylemleri daha demokratik yönetim biçimlerinin kurulmasına ve daha iyi eğitilmiş bir topluluğun daha yüksek düzeyde bir siyasal yaşama içtenlikle katılmasına yol açar.
Kaynak : The Joy of Knowledge Encyclopaedia
Son düzenleyen Daisy-BT; 20 Şubat 2011 00:31
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
11 Haziran 2011       Mesaj #10
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Demokrasi

Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumları ne olursa olsun bütün yurttaşların eşit sayıldığı toplumsal örgütlenme biçimi.

Politik kararların tüm yurttaşlarca alındığı doğrudan demokrasi, genellikle az nüfuslu yerlerde uygulanabilir (İsviçre'nin bazı kantonları). Kimi eski Yunan şehir devletlerinde uygulanan doğrudan demokrasinin, modern temsili demokrasiler üzerinde pek fazla etkisi olmamıştır. Temsili demokrasilerde, politik kararlar, seçmenlerine karşı sorumlu ve onlar tarafından denetlenebilir temsilciler tarafından alınır.

Temsili demokrasi, 18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere, Avrupa ve ABD'de gelişmeye başladı. Temsili demokrasinin merkezî organı parlamentodur. Parlamentoda kararlar, çoğunluk ilkesine göre alınır. Demokrasinin temel ilkeleri şunlardır: Adayların özgürce belirlendiği düzenli seçimler, evrensel insan haklarının tanınması, karşıt görüşlere sahip politik parti kurma özgürlüğü ve yargının bağımsızlığı. Aynı zamanda, düşünce ve basın özgürlüğü, toplumsal hakların korunması ve azınlık hakları da, demokrasi fikrine içkindir.

Amerikan ve Fransız devrimleri ve sanayi devrimi sonrasında gelişen orta sınıflar, modern demokrasilerin kurulmasında önemli etmenlerdi. 17. yüzyılda John Locke, 18. yüzyılda Voltaire ve Jean Jacques Rousseau, 19. yüzyılda Jeremy Bentham ve J. S. Mill tarafından ortaya konulan doğal haklar ve politik eşitlik kavramları da, demokrasi kuramının önemli yanlarını oluşturur.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Benzer Konular

16 Nisan 2013 / best10 Siyasal Bilimler
18 Mart 2009 / ThinkerBeLL Siyasal Bilimler
15 Mayıs 2010 / ThinkerBeLL Siyasal Bilimler
15 Mayıs 2010 / ThinkerBeLL Siyasal Bilimler
19 Haziran 2011 / Daisy-BT Siyasal Bilimler