Arama

Zariyat suresinin anlamı nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 27 Aralık 2013 Gösterim: 9.573 Cevap: 5
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
10 Kasım 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
zarıyat suresının anlamı nedır_;?
EN İYİ CEVABI Candy_Girl verdi
d831c54a10kf9cn0


Sponsorlu Bağlantılar

Zariyat Suresi Hakkında...

Mekke’de 67. Sure olarak nazil olmuş olmuştur. 60 ayettir. Mushaf sırası 51 olan Zariyat Suresinin 51 ayeti Mekke’de nazil olmuştur. Ahkaf Suresinden sonra, Gâşiye Suresinden önce inzal edilmiştir. İsmini “Zariyat” kelimesinden almıştır. Anlamı, “savuranlar, tozu dumana katanlar” anlamına gelmektedir. Sure, “Tevhit, Haşir, Nübüvvet, Adalet ve İbadet” olup Kur’an-ı Kerimin ana hedeflerinden dördünü de geniş olarak ifade etmektedir. İnkârcıların başlarına gelen felaketleri örnek vererek uhrevi felaketlerinin dünyadaki delillerini nazarlara vermektedir.

Kur’an kâinata yaratıcı hesabına bakar ve yaratıcının varlığına ve birliğine, isimlerine ve sıfatlarına delil olarak eşyadan bahseder. İnsanı muhatap alırken de ahret hesabına ve uhrevi saadeti kazanmaya teşvik eder ve bunun sebeplerini ve kazandıracak amelleri gösterir.

Meal-i Âlisi:
1. Savurdukça savuranlara…
2. Ağırlıkları taşıyanlara…
3. Kolaylıkla akıp gidenlere…
4. İş bölümü yapanlara yemin olsun!
5. Sizlere vaat olunan şeyler kesinlikle doğrudur.
6. Din günü olan ahret ve hesap günü mutlaka vaki olacaktır.

Terimler ve Açıklamalar:

1. Zariyat: Savuran, tozu dumana katan rüzgârların durumu anlatılmaktadır. “Rüzgarın savurduğu” (Kehf, 18:45) ayeti bunu destekler. Hz. Ali (ra) bu ayetin açıklaması babında “volkanları püskürten, mahlûkatı kırıp geçiren” anlamına da vermiştir. Patlayıcı maddeleri bu kategoride değerlendirmek mümkündür.

2. Hâmilât: Yük taşıyanlar anlamına gelir. Her nevi ağırlığı kolayca taşıyanlar anlamına gelmektedir. Yağmur bulutlarını taşıyan rüzgârlar da buna dâhildir. Müfessirler “yağmur yüklü bulutları taşıyan rüzgârlar” olarak yorumlamışlardır. İbn-i Abbas (ra) “yük taşıyan gemiler” olarak da yorumlamıştır. Her nevi nakil vasıtalarına yorumlamak mümkündür. Karnında çocuk taşıyan hamile anneler de bu kategoride değerlendirilebilir.

3. Cariyat: Kolayca akıp gidenler manasına, gökte akan bulutlar, suda akan gemiler ve akışkan her nevi yük taşıyanlar dâhildir. Her nevi makine ve aletleri çalıştıran “cereyan” bu manayı daha da açık hale getirir. Taşıdığı elektrik ile her işin yapılmasını sağlayan cereyan elbette insanlığa faydası yanında fonksiyonları ile büyük bir değer kazanmıştır. İşlerin yapılması ve ihtiyaçların giderilmesi buna bağlıdır. Yörüngesinde kolayca hareket eden gezegenler ve yıldızlar da bu manada değerlendirilebilir.

4. Mukassimât: Yapılacak her nevi işleri yapmakla görevli olan meleklere ve onların aralarındaki taksimata/iş bölümüne işaret etmektedir. İnsan ihtiyacını karşılayan rızık, ecel ve her konuda Allah'ın emirlerini uygulayan görevlendirilmiş melekler kastedilmiştir. İş bölümü yaparak işler yapılmaktadır. Yağmuru çeşitli bölgelere dağıtan rüzgârlar da kastedilmiş olabilir.


Fahrettin-i Razi (ra) ilk dört ayeti havanın ve rüzgârın vazifelerine yönelik olarak anlatıldığını ifade etmektedir. Zâriyât, bulutların oluşmasını; Hâmilât, su buharı ve bulutların suları taşıması; Câriyât, bulutların rüzgârlarla sürüklenmesi ve Mukassimât, suyun değişik bölgelere dağıtan rüzgârlardır. (Razî, Tefsir, 15:95)

Kasem, yani yeminler dikkati çekmek içindir. Yeminlerde çok önemli ve büyük sırlar vardır. Zariyat’daki yeminler havanın temevvücü ve tasrifatı içinde mühim hikmetleri ihtar etmek içindir. Rüzgârlara memur meleklere kasem ile nazar-ı dikkat havaya çevrilmiştir. Hava unsuru çok nazik hikmetleri ve ehemmiyetli vazifeleri görüyorlar. (Mektubat, 2004, s.662)

Kur’anda kasem ile insanı tefekküre davet eder ve tefekkürden gaflet edenleri ikaz eder. Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Evet, kasemât-ı Kur’âniye nevm-i gaflette olanlara karu’l-asâdır. (Muhâkemât, 2006, s.30) Yani sondaj vurma ve araştırmaya sevk etmedir.

Yeminden amaç insanlar için sözünün doğruluğunu pekiştirme ve Allah’ı şahit tutmadır. Allah'ın sözü için buna ihtiyaç olmadığı açıktır. Zira Allah'ın kendi sözünü yeminle kuvvetlendirmesi düşünülemez. İnanmayan zaten Kur’ânın Allah kelamı olduğuna inanmaz. İnanmayana yeminin faydası zaten olamaz. Dolayısıyla müfessirlerin “Yeminden amaç sözün pekiştirilmesi, azim ve kararlılık göstermesi” (Razi, 15:193-194) demeleri Allah kelamı için değil, insanların sözleri için geçerlidir. Bir sözün malum olması ve tekrar edilmesi bir başka mana içindir o da yemin edilen hususa dikkat çekerek araştırmaya sevk etmek içindir. “Acaba yüce Allah bununla ne kastetti?” diye araştırmaya sevk etmek içindir.

Yüce Allah aynı surede “Rızkınız ve size vaat edilenler göklerdedir” (Zariyat, 51:22) buyurması rızka dikkat çekmekte ve bunun da göklerde olduğuna işaret edilmektedir. Bu hava âleminde havanın temevvücü ile gerçekleşen pek çok faaliyetlerin insanların rızıkları ile ne derece ilgili olduğuna da dikkatimizi çekmektedir. Bu ayette rızık ve daha başka vaat edilen şeylerin göklere ve havaya bağlı olduğu ifade edilir. Bu cennet olabileceği gibi insanların rızıklarını kazanacağı ve kuvvet bulacağı pek çok şeyin göklerde olduğu anlatılmaktadır.

Zariyat Suresi Tefsiri ~~


1. Vezzâriyâtü zerven: Savruldukça savrulanlara yemin olsun…
Zerre, zürriyet, zâriyat, ziraat ve hars birbirine yakın müteradif ve bir-birini takip eden kelimelerdir. Zerre atom, zürriyet de insanın en küçük yapı taşı olan spermden çoğalanlar, hars ise gıda maddelerinin en küçüğü olan tohum anlamına gelmektedir. Zariyât atom ve daha küçük olan esirin ve tozun savrulması, ekilmesi ve ıslah edilmesi, yani vazifelendirilmesi manalarına gelmektedir. Varlıkların maddenin ve canlı varlıkların yapı taşları bunlardır ve bunların ilim ve irade-i ilâhi ile vazifelendirilmesi ve kullanılması, kudret-i ilâhini tecellisi ile vücut bulmakta ve kayyumiyet-i ilâhi ile rızık ve hayat kanunlarının melekler vasıtasıyla cereyan etmesi de devam-ı vücutları sağlanmaktadır.

Yüce Allah bunlara yemin ederek dikkatimizi atomlara ve bilhassa havayı oluşturan zerrelere dikkatimizi çekmekte ve bunların vazifelerini ve gördükleri işleri ilim, irade ve kudretinin delilleri olarak insanlara göstermektedir.

Bediüzzaman “Hüve” kelimesini oluşturan havanın yaptığı vazifelere dikkatleri çekerek hava sahifesinde meydana gelen ve cereyan eden olayların ilim, irade ve kudret-i ilâhiyeye ne derece ayine olduğunu izah eder. “Hüve” lafsındaki havada küçük mikyasta, bütün dünyada mevcut telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz muhtelif konuşmaların merkezleri, santralleri, ahizeleri ve nakilelerinin bulunduğunu ve bu şekilde hava bütün zerratıyla O’nun emirber neferi olup bir tek zerrenin muntazam bir tek vazifesi kadar kolayca hadsiz külli vazifelerini Hâlıkın izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlık’a intisap ve istinat ile ve Sâniin cilve-i kudreti ile bir anda şimşek süratinde ve “Hüve” telaffuzu ve havanın temevvücü suhûletinde yapılır.

Evet, hava unsurunun seslerin naklindeki aynı vazifeyi yaptığı dakikada bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkıh gibi hayata lüzumlu bulunan levâzmatı kemal-i intizam ile yetiştiriyor. Ayrıca elektirik, cazibe, dafia ve ziya gibi sair letaifin naklinde şaşırmadan muntazaman vazife görüyor. Böylece emir ve irade-i ilâhiyenin arşı olduğunu ispat ediyor. (Sözler, 2004, s. 260-265)

Yüce Allah hava sahifenin bu vazifelerini ihtar etmek için sadece görünen vazifelerine dikkatimizi çekerek bizi araştırmaya sevk etmektedir. Görünen ise, bütün varlıklara teneffüs vazifesi, bulutları taşımaları, yağmur, kar ve doluyu taşıyarak lazım olan yerlere nakletmeleri ve ihtiyaca göre vermeleri ki bunların tesadüfî ve kendi kendine olacak şeyler olmadığını, Allah'ın ilim, irade ve kudretinin eseri olduğunu aynı havadan hem rüzgar, hem bulut, hem yağmur, hem kar, hem dolu, hem de nefes almak ve hayatı devam ettirmek gibi vazifelerin olduğunu göstermektedir.

2. Fel-hâmilâti vikran: Ağırlıkları taşıyanlara yemin olsun…
Ağırlık, her nevi görev ve vazife ile beraber değerli şeylerin ve nimetlerin tümüne verilen genel bir isimdir. Gelinin çeyizine ağırlık dendiği malumdur. İnsanların ve varlıkların yaptıkları önemi vazifeler de ağırlık olarak isimlendirilir. Annenin karnında çocuğunu taşıması hâmilelik adı verilir. Yani taşınması, yapılması ve korunması gereken ağır bir vazifedir. Hava kendisine yüklenen seslerin nakli, canlılara nefes olup kanlarını temizleme, konuşmaların sağlama, fikir ve düşüncelerini nakletme, ısı, ışık, cazibe, dafia, renk, görüntü ve tüm sesleri nakletme, bitkilerin tozlaşmasını sağlama, rüzgâr olup havayı temizleme, bitkilerin fotosentez ile yaşamalarını ve meyve vermelerini sağlama, radyo, tv, telefon ve telgraf seslerini ve görüntülerini nakletme, aynı zamanda buhar, bulut ve su olup yağmur, kar ve dolu halinde yeryüzüne yağma ve mahlûkatın rızkını ve ihtiyacını temin etme gibi binlerce vazifeleri bir anda yapmalarının tümü ağırlık taşıma olarak isimlendirilebilir. Bu vazifeleri akılsız, şuursuz ve bilgisiz olan havayı oluşturan Oksijen, Hidrojen ve Azotun yapması imkânsız olduğuna göre, bunları kendisine yaptıran ilim, irade ve kudret sahibinin varlığına, birliğine ve kudretine ayine olduğu açıktır. Havaya bu vazifeyi yükleyen Allah insana da iman ve ibadet vazifesini yüklemiştir. İnsan akıl ve ilmi ile bunu anlayarak iman ve ibadetle ispat etmesi gerekir.

Hava kendisine ait olan vazifeyi bihakkın ifa ettiğine göre insanın düşünmesi gerekir. Nitekim yine Zariyat Suresinin devam eden ayetlerinde yüce Allah “Biz insanı ve cinleri bana iman edip ibadet etsin diye yarattık” (Zariyat, 51:56) buyurarak bu vazifeyi açıkça ifade eder. Vazifesinin şuurunda olup gereğini yapanlara ne mutlu!

3. Fel-câriyat-ı yüsren: Kolayca akıp gidenlere yemin olsun…
Kolayca akıp gidenler… Cereyan dediğimiz elektrikten tutun, suyun akması ile beraber havanın vazifesine akıp kolayca koşması ve en büyük ihtiyaç olduğu halde en kolay bir şekilde bulunması ve insanın ihtiyaçlarını gidermesi gibi bütün hususlar bu cümle ile ifade edilmiştir. Denizlerin üzerinde ağırlık taşıyarak kolayca akıp giden gemilerden, kara yollarında kolayca akıp giden ve insanların ihtiyaçlarını yetiştiren vasıtaların tümüne, demir rayların üzerinde akan trenler ve havada kolayca hareket ederek bir aylık mesafeyi bir saatte alan uçaklara kadar kolayca vazifesine koşan tüm vasıtalar bu cümlede ifadesini bulur. Aynı şekilde cinler ve melekler kolayca akarak vazifelerini süratle yaparlar. Melekler vazifelerine bir anda 50 bin senelik mesafeyi katederek arştan ferşe uruc ederler. İnsanların ruhları da bedenlerinden çıktıktan sonra meleklerin ellerinde bir anda ahret âlemine gideceği mekâna bir anda akıp gider. Hava sahifesinde ısı, ışık, elektrik ve sesler kolayca akarak vazifelerini hiç şaşırmadan ve karıştırmadan ifa eder. Bütün bunları yaptıran Allah'ın şanına ve kudretine yemin olsun ki…

4. Fel-mukassimâti emran: İş bölümü yapanlara yemin olsun…
Yüce Allah sebepler dünyasında bütün işleri taksim etmiş ve mahlûkat arasında meleklerden semeklere, cansızlardan canlılara ve akılsızlarda akıllılara kadar vazife taksimi yapmıştır. Her varlık üzerine düşen ve kendisine verilen görevi ve işi mükemmel şekilde yapmakta ve bir başkasını işine ve vazifesine asla karışmamaktadır. Bu nedenledir ki emirler, yani yapılacak tüm işler mükemmel şekilde yapılmaktadır. Her varlık taksimine razıdır ve asla itiraz etmeden Allah’ı hamd ile tesbih ederek şevk ve heycanla vazifelerine koşarlar.

Her varlığın tabi olduğu kanunların cereyanına nezaret eden ve onların işlerinin güzel şekilde yapılmasını sağlayan ve tesbihatını temsil eden melekleri vardır. O melekler mahlukatın hamd ve tesbihatına şahit ve müşahittir. Hem temsil vazifesi yaparlar, hem de huzur-u ilâhide mahlukatın temsilciliğini vazifesini ifa ederler.

İnsanlar mahlukatın arasında nizam, intizam, düzen ve vazifeşinaslık, şevk ve heyecan gibi emirleri görerek kendi üzerine düşen vazife ve işleri yaparken mahlukatta cereyan eden “iş bölümü” kanununa uymakla başarıyı yakalar ve Allah'ın yardımını ve tevfikini celb eder. Yoksa başarısızlıkla ceza görür. Yüce Allah bu hususa dikkatimizi çekmek için “iş bölümü yapanlara yemin olsun!” buyurmuşlar ve kâinattaki bu iş bölümünü araştırmaya ve o kanuna uymaya insanları davet etmiştir.

5. Sizlere vaat edilen şeyler kesinlikle doğrudur: Hakaık-ı imaniyeye ait bütün meseleler hak ve hakikattir, doğrudur. Varlığından ve geleceğinden şüphe etmek bilgisizlik, akılsızlık ve ahmaklıktır. İnkâra ancak cehalet sarhoşluğuna kapılan ve aklı çalışmayan münkirler ve kafası karışık olanlar tevessül ederler.

6. Din günü olan ahret mutlaka vaki olacaktır: Kıyamet kesinlikle kopacak ve bütün mahlûkat ölüp âlem-i melekûta ve ilm-i ilâhiye gittikten sonra yeniden bedenleri ile dirilerek mahşerde toplanıp dünyada yaptıklarından hesaba çekileceklerdir. Hak edenler adalet-i ilâhî gereği cehenneme, layık olanlar da lütf-u ilâhi olarak cennete ve saadet-i ebediyeye nail olacaklardır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Kasım 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
"Rüzgarlar" anlamına gelir.
Daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali ve Tefsiri - Zariyat Suresi
Sponsorlu Bağlantılar

B.L.A.C.K - avatarı
B.L.A.C.K
Ziyaretçi
10 Kasım 2008       Mesaj #3
B.L.A.C.K - avatarı
Ziyaretçi
Zariyat Suresi Türkçe Meali

1 - O tozdurup savuranlara,

2 - Derken bir ağırlık taşıyanlara,

3 - Derken bir kolaylıkla akanlara,

4 - Derken bir emir taksim edenlere andolsun ki,

5 - O size vaad edilen elbette doğrudur.

6 - Ceza ve hesap günü şüphesiz olacaktır.

7 - Yollara sahip göğe andolsun ki,

8 - Siz elbette çelişkili sözler içindesiniz.

9 - Ondan çevrilen (imana) çevrilir.

10 - Kahrolsun (o fikir adına) kendi tahminlerini ileri sürenler!

11 - Onlar bir sarhoşluk ve cehalet içinde şuursuzdurlar.

12 - Onlar: "Hesap ve ceza günü ne zaman?" diye soruyorlar.

13 - O gün, onların ateş üzerinde azap görecekleri gündür.

14 - Onlara: "Tadın inkarınızın cezasını, işte sizin acele istediğiniz budur!" denecektir.

15-16 - Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı.

17 - Onlar geceleyin pek az uyurlardı.

18 - Onlar seher vakitlerinde Allah'tan bağışlanma dilerlerdi.

19 - Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı.

20-21 - Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?

22 - Sizin rızkınız da size vaad edilen sevap ve ceza da göktedir.

23 - Gök ve yerin Rabbine andolsun ki size edilen o vaad, herhalde haktır. O tıpkı sizin konuşmanız gibi gerçektir.

24 - Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?

25 - Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.

26 - İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.

27 - Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.

28 - Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.

29 - Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?" dedi.

30 - Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir." dediler.

31 - İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?" dedi.

32 - Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lû»t kavmine) gönderildik.

33 - Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.

34 - O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir." dediler.

35 - Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.

36 - Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.

37 - Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.

38 - Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.

39 - Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.

40 - Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.

41 - û‚d kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.

42 - O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.

43 - Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.

44 - Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.

45 - Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.

46 - Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler.

47 - Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.

48 - Yeryüzünü de biz döşedik. Bakın biz onu ne güzel döşüyoruz!

49 - Biz herşeyden iki çift yarattık. Umulur ki, iyice düşünürsünüz.

50 - Ey Muhammed! de ki: "Öyleyse Allah'a koşun, gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

51 - Allah'la beraber başka bir tanrı uydurmayın (O'na ortak koşmayın). Gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım."

52 - Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkında da mutlaka: "Bir sihirbazdır veya bir delidir." dediler.

53 - Onlar birbirlerine bunu mu tavsiye ettiler? Hayır onlar azgın bir kavimdir.

54 - Ey Muhammed! Sen onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.

55 - Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir.

56 - Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.

57 - Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum.

58 - Şüphesiz ki, rızık veren O sağlam kuvvet sahibi olan Allah'tır.

59 - Şüphsiz ki, zulmedenlerin geçmiş arkadaşlarının payı gibi, dolgun bir azab payı vardır. Ama şimdi onu acele istemesinler.

60 - Kendilerine vaad edilen günlerinde uğrayacakaları azabdan dolayı vay inkâr edenlerin haline!.
HANDSOME - avatarı
HANDSOME
VIP ☪ ɴє мυтŁυ тürĸüм đἶყєɴє
9 Ocak 2012       Mesaj #4
HANDSOME - avatarı
VIP ☪ ɴє мυтŁυ тürĸüм đἶყєɴє
ikipedi, özgür ansiklopedi



Zariyat Suresi (Arapça: سورة الذاريات) Kur'an-ı Kerim'in 51. suresi.
Mekke devrinde nazil olmuştur. Sure 60 ayetten oluşur. Sure ismini ilk ayette geçen ve rüzgarlar anlamına gelen zariyat kelimesinden alır.
Zariyat Suresi'nde Allah’a inananların durumundan, İbrahim ve Musa Peygamberler'den, Ad ve Semud kavimlerinden, Nuh Peygamber'in kavminden ve zalimlerden bahsedilir.



Bismillāhirahmānirahīm
Rahmân Rahîm Allah ismiyle/ adına.
1.
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْواً
Vezzariyati zerva
Tozutup savuranlara
2.
فَالْحَامِلَاتِ وِقْراً
Fel hamilati vıkra
ağırlık taşıyanlara
3.
فَالْجَارِيَاتِ يُسْراً
Fel cariyati yusra
kolaylıkla akanlara
4.
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْراً
Fel mukassimati emra
iş bölüştürenlere andolsun ki
5.
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ
İnnema tuadune le sadık
size vaad olunan şey elbette doğrudur
6.
وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ
Ve inned dine le vakı'
Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir
7.
وَالسَّمَاء ذَاتِ الْحُبُكِ
Ves semai zatil hubuk
Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki
8.
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ
İnnekum le fi kavlim muhtelif
muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
9.
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ
Yu'feku anhu men ufik
Ondan (Peygamber'den) çevrilen çevrilir.
10.
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ
Kutilel harrasun
Cehalet içinde gaflete dalmış olan
11.
الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ
Ellezine hum fi ğamratin sahun
(ve "Muhammed şairdir, delidir" diyen) yalancılar kahrolsun!
12.
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ
Yes'elune eyyane yevmud din
"Ceza günü ne zaman?" diye sorarlar.
13.
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ
Yevme hum alen nari yuftenun
Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der):
14.
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ
Zuku fitnetekum hazellezi kuntum bihi testa'cilun
"Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur."
15.
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
İnnel muttekıyne fi cennativ ve uyun
Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar.
16.
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ
Ahızıne ma atahum rabbuhum innehum kanu kable zalike muhsinin
Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
17.
كَانُوا قَلِيلاً مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Kanu kalilem minel leyli ma yehceun
Geceleri pek az uyurlardı.
18.
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Ve bil eshari hum yestağfirun
Seherlerde bağışlama dilerlerdi.
19.
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Ve fi emvalihim hakkul lis saili vel mahrum
Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.
20.
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِّلْمُوقِنِينَ
Ve fil erdı ayatul lil mukınin
Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır.
21.
وَفِي أَنفُسِكُمْ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Ve fi enfusikum e fe la tubrırun
Hâlâ görmüyor musunuz?
22.
وَفِي السَّمَاء رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
Ve fis semai rizkukum ve ma tuadun
Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
23.
فَوَرَبِّ السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ
Fe ve rabbis semai vel erdı innehu lehakkum misle ma ennekum tentıkun
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size vadolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
24.
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ
Hel etake hadisu dayfi ibrahimel mukramin
(Ey Muhammed!) İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
25.
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماً قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
İz dehalu aleyhi fe kalu selama kale selam kavmum munkerun
Hani onlar, İbrahim'in yanına varmışlar ve "Selâm olsun sana!" demişlerdi. O da "Size de selâm olsun." demiş, "Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler" (diye düşünmüştü).
26.
فَرَاغَ إِلَى أَهْلِهِ فَجَاء بِعِجْلٍ سَمِينٍ
Ferağa ila ehlihi fe cae bi ıclin semin
Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
27.
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
Fe karrabehu ileyhim kale e la te'kulun
Onu önlerine koydu. "Yemez misiniz?" dedi.
28.
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
Fe evcese minhum hıyfeh kalu la tehaf ve beşşeruhu bi ğulamin alim
(Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim'in içine bir korku düştü. Onlar, "korkma" dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
29.
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ
Fe akbeletimraetuhu fi sarratin fe sakket vecheha ve kalet acuzun akıym
Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. "Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)" dedi.
30.
قَالُوا كَذَلِكَ قَالَ رَبُّكِ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ
Kalu kezaliki kale rabbuk innehu huvel hakimul alim
Onlar dediler ki: "Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir."
31.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Kale fema hatbukum eyyuhel murselun
İbrahim onlara: "O halde asıl işiniz nedir ey elçiler?" dedi
32.
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ
Kalu inna ursilna ila kavmim mucrimin
Onlar şöyle dediler:
33.
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ
Li nursile aleyhim hıcaratem min tıyn
"Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine),
34.
مُسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ
Musevvemeten ınde rabbike lil musrifin
üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
35.
فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Fe ahracna men kane fiha minel mu'minin
Orada (Lût'un yöresinde) bulunan mü'minleri çıkardık.
36.
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ
Fe ma vecedna fiha ğayra beytim minel muslimin
Zâten orada bir ev halkında başka müslüman bulamadık.
37.
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
Ve terakna fiha ayetel lillezine yehafunel azabel elim
Orada, elem dolu azapdan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
38.
وَفِي مُوسَى إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Ve fi musa iz erselnahu ila fir'avne bi sultanim mubin
Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
39.
فَتَوَلَّى بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Fe tevella bi ruknihi ve kale sahırun ev mecnun
O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve "Bu bir büyücü veya delidir" dedi.
40.
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
Fe ehaznahu ve cunudehu fe nebeznahum fil yemmi ve huve mulim
Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
41.
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ
Ve fi adin iz erselna aleyhimur rihal akıym
Ad kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgarı göndermiştik.
42.
مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ
Ma tezeru min şey'in etet aleyhi illa cealethu kir ramim
Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
43.
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّى حِينٍ
Ve fi semude iz kıyle lehum temetteu hatta hıyn
Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, "Bir süreye kadar faydalanın bakalım" denmişti
44.
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ
Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus saıkatu ve hum yenzurun
Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
45.
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ
Femestetau min kıyamiv ve ma kanu muntesırın
Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti ne de başkasından yardım görebildiler.
46.
وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِقِينَ
Ve kavme nuhım min kabl innehum kanu kavmen fasikıyn
Bunlardan önce de Nûh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
47.
وَالسَّمَاء بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
Ves semae beneynaha bi eydiv ve inna le musiun
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
48.
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Vel erda feraşnaha fe nı'mel mahidun
Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
49.
وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ve min kulli şey'in halakna zevceyni leallekum tezekkerun
Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
50.
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Fe firru ilallah inni lekum minhu nezirum mubin
O halde Allah'a koşun. Şüphesiz ben, size O'nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
51.
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَهاً آخَرَ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Ve la tec'alu meallahi ilahen ahar inni lekum minhu nezirum mubin.
Allah ile beraber başka bir ilah edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
52.
كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Kezalike ma etellezine min kablihim mir rasulin illa kalu sahırun ev mecnun
İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki,"O bir büyücüdür" yahut "bir delidir" demiş olmasınlar.
53.
أَتَوَاصَوْا بِهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
E tevasav bih bel hum kavmun tağun
Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.
54.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَا أَنتَ بِمَلُومٍ
Fe tevelle anhum fe ma ente bi melun
Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
55.
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ
Ve zekkir fe innez zikra tenfeul mu'minin
Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir.
56.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya'budun
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
57.
مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ
Ma uridu minhum mir rizkıv ve ma uridu ey yut'ımun
Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.
58.
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
İnnellahe huver razzaku zul kuvvetil metin
Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
59.
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ
Fe inne lellezine zalemu zenubem misle zenubi ashabihim fe la yesta'cilun
Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler
60.
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Fe veylul lillezine keferu miy yevmihimullezi yuadun
Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkar edenlerin haline!
Adam Olmak; Cinsiyet Meselesi DeğiL.! Şahsiyet Meselesidir!..
Candy_Girl - avatarı
Candy_Girl
Ziyaretçi
9 Ocak 2012       Mesaj #5
Candy_Girl - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
d831c54a10kf9cn0



Zariyat Suresi Hakkında...

Mekke’de 67. Sure olarak nazil olmuş olmuştur. 60 ayettir. Mushaf sırası 51 olan Zariyat Suresinin 51 ayeti Mekke’de nazil olmuştur. Ahkaf Suresinden sonra, Gâşiye Suresinden önce inzal edilmiştir. İsmini “Zariyat” kelimesinden almıştır. Anlamı, “savuranlar, tozu dumana katanlar” anlamına gelmektedir. Sure, “Tevhit, Haşir, Nübüvvet, Adalet ve İbadet” olup Kur’an-ı Kerimin ana hedeflerinden dördünü de geniş olarak ifade etmektedir. İnkârcıların başlarına gelen felaketleri örnek vererek uhrevi felaketlerinin dünyadaki delillerini nazarlara vermektedir.

Kur’an kâinata yaratıcı hesabına bakar ve yaratıcının varlığına ve birliğine, isimlerine ve sıfatlarına delil olarak eşyadan bahseder. İnsanı muhatap alırken de ahret hesabına ve uhrevi saadeti kazanmaya teşvik eder ve bunun sebeplerini ve kazandıracak amelleri gösterir.

Meal-i Âlisi:
1. Savurdukça savuranlara…
2. Ağırlıkları taşıyanlara…
3. Kolaylıkla akıp gidenlere…
4. İş bölümü yapanlara yemin olsun!
5. Sizlere vaat olunan şeyler kesinlikle doğrudur.
6. Din günü olan ahret ve hesap günü mutlaka vaki olacaktır.

Terimler ve Açıklamalar:

1. Zariyat: Savuran, tozu dumana katan rüzgârların durumu anlatılmaktadır. “Rüzgarın savurduğu” (Kehf, 18:45) ayeti bunu destekler. Hz. Ali (ra) bu ayetin açıklaması babında “volkanları püskürten, mahlûkatı kırıp geçiren” anlamına da vermiştir. Patlayıcı maddeleri bu kategoride değerlendirmek mümkündür.

2. Hâmilât: Yük taşıyanlar anlamına gelir. Her nevi ağırlığı kolayca taşıyanlar anlamına gelmektedir. Yağmur bulutlarını taşıyan rüzgârlar da buna dâhildir. Müfessirler “yağmur yüklü bulutları taşıyan rüzgârlar” olarak yorumlamışlardır. İbn-i Abbas (ra) “yük taşıyan gemiler” olarak da yorumlamıştır. Her nevi nakil vasıtalarına yorumlamak mümkündür. Karnında çocuk taşıyan hamile anneler de bu kategoride değerlendirilebilir.

3. Cariyat: Kolayca akıp gidenler manasına, gökte akan bulutlar, suda akan gemiler ve akışkan her nevi yük taşıyanlar dâhildir. Her nevi makine ve aletleri çalıştıran “cereyan” bu manayı daha da açık hale getirir. Taşıdığı elektrik ile her işin yapılmasını sağlayan cereyan elbette insanlığa faydası yanında fonksiyonları ile büyük bir değer kazanmıştır. İşlerin yapılması ve ihtiyaçların giderilmesi buna bağlıdır. Yörüngesinde kolayca hareket eden gezegenler ve yıldızlar da bu manada değerlendirilebilir.

4. Mukassimât: Yapılacak her nevi işleri yapmakla görevli olan meleklere ve onların aralarındaki taksimata/iş bölümüne işaret etmektedir. İnsan ihtiyacını karşılayan rızık, ecel ve her konuda Allah'ın emirlerini uygulayan görevlendirilmiş melekler kastedilmiştir. İş bölümü yaparak işler yapılmaktadır. Yağmuru çeşitli bölgelere dağıtan rüzgârlar da kastedilmiş olabilir.


Fahrettin-i Razi (ra) ilk dört ayeti havanın ve rüzgârın vazifelerine yönelik olarak anlatıldığını ifade etmektedir. Zâriyât, bulutların oluşmasını; Hâmilât, su buharı ve bulutların suları taşıması; Câriyât, bulutların rüzgârlarla sürüklenmesi ve Mukassimât, suyun değişik bölgelere dağıtan rüzgârlardır. (Razî, Tefsir, 15:95)

Kasem, yani yeminler dikkati çekmek içindir. Yeminlerde çok önemli ve büyük sırlar vardır. Zariyat’daki yeminler havanın temevvücü ve tasrifatı içinde mühim hikmetleri ihtar etmek içindir. Rüzgârlara memur meleklere kasem ile nazar-ı dikkat havaya çevrilmiştir. Hava unsuru çok nazik hikmetleri ve ehemmiyetli vazifeleri görüyorlar. (Mektubat, 2004, s.662)

Kur’anda kasem ile insanı tefekküre davet eder ve tefekkürden gaflet edenleri ikaz eder. Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Evet, kasemât-ı Kur’âniye nevm-i gaflette olanlara karu’l-asâdır. (Muhâkemât, 2006, s.30) Yani sondaj vurma ve araştırmaya sevk etmedir.

Yeminden amaç insanlar için sözünün doğruluğunu pekiştirme ve Allah’ı şahit tutmadır. Allah'ın sözü için buna ihtiyaç olmadığı açıktır. Zira Allah'ın kendi sözünü yeminle kuvvetlendirmesi düşünülemez. İnanmayan zaten Kur’ânın Allah kelamı olduğuna inanmaz. İnanmayana yeminin faydası zaten olamaz. Dolayısıyla müfessirlerin “Yeminden amaç sözün pekiştirilmesi, azim ve kararlılık göstermesi” (Razi, 15:193-194) demeleri Allah kelamı için değil, insanların sözleri için geçerlidir. Bir sözün malum olması ve tekrar edilmesi bir başka mana içindir o da yemin edilen hususa dikkat çekerek araştırmaya sevk etmek içindir. “Acaba yüce Allah bununla ne kastetti?” diye araştırmaya sevk etmek içindir.

Yüce Allah aynı surede “Rızkınız ve size vaat edilenler göklerdedir” (Zariyat, 51:22) buyurması rızka dikkat çekmekte ve bunun da göklerde olduğuna işaret edilmektedir. Bu hava âleminde havanın temevvücü ile gerçekleşen pek çok faaliyetlerin insanların rızıkları ile ne derece ilgili olduğuna da dikkatimizi çekmektedir. Bu ayette rızık ve daha başka vaat edilen şeylerin göklere ve havaya bağlı olduğu ifade edilir. Bu cennet olabileceği gibi insanların rızıklarını kazanacağı ve kuvvet bulacağı pek çok şeyin göklerde olduğu anlatılmaktadır.

Zariyat Suresi Tefsiri ~~


1. Vezzâriyâtü zerven: Savruldukça savrulanlara yemin olsun…
Zerre, zürriyet, zâriyat, ziraat ve hars birbirine yakın müteradif ve bir-birini takip eden kelimelerdir. Zerre atom, zürriyet de insanın en küçük yapı taşı olan spermden çoğalanlar, hars ise gıda maddelerinin en küçüğü olan tohum anlamına gelmektedir. Zariyât atom ve daha küçük olan esirin ve tozun savrulması, ekilmesi ve ıslah edilmesi, yani vazifelendirilmesi manalarına gelmektedir. Varlıkların maddenin ve canlı varlıkların yapı taşları bunlardır ve bunların ilim ve irade-i ilâhi ile vazifelendirilmesi ve kullanılması, kudret-i ilâhini tecellisi ile vücut bulmakta ve kayyumiyet-i ilâhi ile rızık ve hayat kanunlarının melekler vasıtasıyla cereyan etmesi de devam-ı vücutları sağlanmaktadır.

Yüce Allah bunlara yemin ederek dikkatimizi atomlara ve bilhassa havayı oluşturan zerrelere dikkatimizi çekmekte ve bunların vazifelerini ve gördükleri işleri ilim, irade ve kudretinin delilleri olarak insanlara göstermektedir.

Bediüzzaman “Hüve” kelimesini oluşturan havanın yaptığı vazifelere dikkatleri çekerek hava sahifesinde meydana gelen ve cereyan eden olayların ilim, irade ve kudret-i ilâhiyeye ne derece ayine olduğunu izah eder. “Hüve” lafsındaki havada küçük mikyasta, bütün dünyada mevcut telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz muhtelif konuşmaların merkezleri, santralleri, ahizeleri ve nakilelerinin bulunduğunu ve bu şekilde hava bütün zerratıyla O’nun emirber neferi olup bir tek zerrenin muntazam bir tek vazifesi kadar kolayca hadsiz külli vazifelerini Hâlıkın izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlık’a intisap ve istinat ile ve Sâniin cilve-i kudreti ile bir anda şimşek süratinde ve “Hüve” telaffuzu ve havanın temevvücü suhûletinde yapılır.

Evet, hava unsurunun seslerin naklindeki aynı vazifeyi yaptığı dakikada bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkıh gibi hayata lüzumlu bulunan levâzmatı kemal-i intizam ile yetiştiriyor. Ayrıca elektirik, cazibe, dafia ve ziya gibi sair letaifin naklinde şaşırmadan muntazaman vazife görüyor. Böylece emir ve irade-i ilâhiyenin arşı olduğunu ispat ediyor. (Sözler, 2004, s. 260-265)

Yüce Allah hava sahifenin bu vazifelerini ihtar etmek için sadece görünen vazifelerine dikkatimizi çekerek bizi araştırmaya sevk etmektedir. Görünen ise, bütün varlıklara teneffüs vazifesi, bulutları taşımaları, yağmur, kar ve doluyu taşıyarak lazım olan yerlere nakletmeleri ve ihtiyaca göre vermeleri ki bunların tesadüfî ve kendi kendine olacak şeyler olmadığını, Allah'ın ilim, irade ve kudretinin eseri olduğunu aynı havadan hem rüzgar, hem bulut, hem yağmur, hem kar, hem dolu, hem de nefes almak ve hayatı devam ettirmek gibi vazifelerin olduğunu göstermektedir.

2. Fel-hâmilâti vikran: Ağırlıkları taşıyanlara yemin olsun…
Ağırlık, her nevi görev ve vazife ile beraber değerli şeylerin ve nimetlerin tümüne verilen genel bir isimdir. Gelinin çeyizine ağırlık dendiği malumdur. İnsanların ve varlıkların yaptıkları önemi vazifeler de ağırlık olarak isimlendirilir. Annenin karnında çocuğunu taşıması hâmilelik adı verilir. Yani taşınması, yapılması ve korunması gereken ağır bir vazifedir. Hava kendisine yüklenen seslerin nakli, canlılara nefes olup kanlarını temizleme, konuşmaların sağlama, fikir ve düşüncelerini nakletme, ısı, ışık, cazibe, dafia, renk, görüntü ve tüm sesleri nakletme, bitkilerin tozlaşmasını sağlama, rüzgâr olup havayı temizleme, bitkilerin fotosentez ile yaşamalarını ve meyve vermelerini sağlama, radyo, tv, telefon ve telgraf seslerini ve görüntülerini nakletme, aynı zamanda buhar, bulut ve su olup yağmur, kar ve dolu halinde yeryüzüne yağma ve mahlûkatın rızkını ve ihtiyacını temin etme gibi binlerce vazifeleri bir anda yapmalarının tümü ağırlık taşıma olarak isimlendirilebilir. Bu vazifeleri akılsız, şuursuz ve bilgisiz olan havayı oluşturan Oksijen, Hidrojen ve Azotun yapması imkânsız olduğuna göre, bunları kendisine yaptıran ilim, irade ve kudret sahibinin varlığına, birliğine ve kudretine ayine olduğu açıktır. Havaya bu vazifeyi yükleyen Allah insana da iman ve ibadet vazifesini yüklemiştir. İnsan akıl ve ilmi ile bunu anlayarak iman ve ibadetle ispat etmesi gerekir.

Hava kendisine ait olan vazifeyi bihakkın ifa ettiğine göre insanın düşünmesi gerekir. Nitekim yine Zariyat Suresinin devam eden ayetlerinde yüce Allah “Biz insanı ve cinleri bana iman edip ibadet etsin diye yarattık” (Zariyat, 51:56) buyurarak bu vazifeyi açıkça ifade eder. Vazifesinin şuurunda olup gereğini yapanlara ne mutlu!

3. Fel-câriyat-ı yüsren: Kolayca akıp gidenlere yemin olsun…
Kolayca akıp gidenler… Cereyan dediğimiz elektrikten tutun, suyun akması ile beraber havanın vazifesine akıp kolayca koşması ve en büyük ihtiyaç olduğu halde en kolay bir şekilde bulunması ve insanın ihtiyaçlarını gidermesi gibi bütün hususlar bu cümle ile ifade edilmiştir. Denizlerin üzerinde ağırlık taşıyarak kolayca akıp giden gemilerden, kara yollarında kolayca akıp giden ve insanların ihtiyaçlarını yetiştiren vasıtaların tümüne, demir rayların üzerinde akan trenler ve havada kolayca hareket ederek bir aylık mesafeyi bir saatte alan uçaklara kadar kolayca vazifesine koşan tüm vasıtalar bu cümlede ifadesini bulur. Aynı şekilde cinler ve melekler kolayca akarak vazifelerini süratle yaparlar. Melekler vazifelerine bir anda 50 bin senelik mesafeyi katederek arştan ferşe uruc ederler. İnsanların ruhları da bedenlerinden çıktıktan sonra meleklerin ellerinde bir anda ahret âlemine gideceği mekâna bir anda akıp gider. Hava sahifesinde ısı, ışık, elektrik ve sesler kolayca akarak vazifelerini hiç şaşırmadan ve karıştırmadan ifa eder. Bütün bunları yaptıran Allah'ın şanına ve kudretine yemin olsun ki…

4. Fel-mukassimâti emran: İş bölümü yapanlara yemin olsun…
Yüce Allah sebepler dünyasında bütün işleri taksim etmiş ve mahlûkat arasında meleklerden semeklere, cansızlardan canlılara ve akılsızlarda akıllılara kadar vazife taksimi yapmıştır. Her varlık üzerine düşen ve kendisine verilen görevi ve işi mükemmel şekilde yapmakta ve bir başkasını işine ve vazifesine asla karışmamaktadır. Bu nedenledir ki emirler, yani yapılacak tüm işler mükemmel şekilde yapılmaktadır. Her varlık taksimine razıdır ve asla itiraz etmeden Allah’ı hamd ile tesbih ederek şevk ve heycanla vazifelerine koşarlar.

Her varlığın tabi olduğu kanunların cereyanına nezaret eden ve onların işlerinin güzel şekilde yapılmasını sağlayan ve tesbihatını temsil eden melekleri vardır. O melekler mahlukatın hamd ve tesbihatına şahit ve müşahittir. Hem temsil vazifesi yaparlar, hem de huzur-u ilâhide mahlukatın temsilciliğini vazifesini ifa ederler.

İnsanlar mahlukatın arasında nizam, intizam, düzen ve vazifeşinaslık, şevk ve heyecan gibi emirleri görerek kendi üzerine düşen vazife ve işleri yaparken mahlukatta cereyan eden “iş bölümü” kanununa uymakla başarıyı yakalar ve Allah'ın yardımını ve tevfikini celb eder. Yoksa başarısızlıkla ceza görür. Yüce Allah bu hususa dikkatimizi çekmek için “iş bölümü yapanlara yemin olsun!” buyurmuşlar ve kâinattaki bu iş bölümünü araştırmaya ve o kanuna uymaya insanları davet etmiştir.

5. Sizlere vaat edilen şeyler kesinlikle doğrudur: Hakaık-ı imaniyeye ait bütün meseleler hak ve hakikattir, doğrudur. Varlığından ve geleceğinden şüphe etmek bilgisizlik, akılsızlık ve ahmaklıktır. İnkâra ancak cehalet sarhoşluğuna kapılan ve aklı çalışmayan münkirler ve kafası karışık olanlar tevessül ederler.

6. Din günü olan ahret mutlaka vaki olacaktır: Kıyamet kesinlikle kopacak ve bütün mahlûkat ölüp âlem-i melekûta ve ilm-i ilâhiye gittikten sonra yeniden bedenleri ile dirilerek mahşerde toplanıp dünyada yaptıklarından hesaba çekileceklerdir. Hak edenler adalet-i ilâhî gereği cehenneme, layık olanlar da lütf-u ilâhi olarak cennete ve saadet-i ebediyeye nail olacaklardır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Aralık 2013       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
56-57. Ayetlerde Allah, 'Ben' diye mi hitapta bulunuyor. 'Biz' diye ifade görülüyordu sya kuranin genelinde

Benzer Konular

24 Eylül 2014 / Misafir Soru-Cevap
30 Kasım 2009 / Misafir Soru-Cevap
13 Nisan 2008 / Misafir Taslak Konular
12 Nisan 2014 / Misafir Cevaplanmış