Arama

Divan-ı Lügat-it Türk nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 17 Aralık 2012 Gösterim: 42.729 Cevap: 10
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
22 Kasım 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Divanı Lügat-it türk'ün parograf şeklinde açıklaması
EN İYİ CEVABI GLAMOUR GİRL verdi
" Kitabu Dîvânü Lugati't Türk" Türkolojinin ilk ve en büyük alîmi Karahanlı soyundan KAŞGARLI MAHMUD''un ,Araplar'a Türkçe'yi öğretmek,Türkçe'nin ne kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla ,1072 'de yazmaya başladığı 1074 'te bitirip kontrol ettikten sonra 1077 'de son Abbasi halifesi Ebü'l Kasım Abdullah'a teslim ettiği orjinalinin nerede olduğu bilinmeyen, Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir'in 1266 yılında kopya ettiği nüshasının İstanbul Fatih Millet Kütüphânesi'nde bulunan,Türk Dil Kurumu (1941) , Kültür Bakanlığı (1990) tarafından tıpkı basımı yapılan, sekiz bölümden oluşan, içinde yaklaşık 8.000 kelimenin yer aldığı, kelime anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden , şiirlerden,hatta bazı Âyet ve Hadis-i Şerif'lerden yaralanılan,Türk Dünyası ile ilgili ilk haritanın yayınlandığı ,Türk Milleti'nin yüceliğini , yalnız savaş alanlarında değil kültür meydanlarında da önder, örnek olduğunu kanıtlayan ,Türk Dil Birliği'nin temelini atan kültür hazinesi abide bir " ANSİKLOPEDİK SÖZLÜK "
Not: Türk Dil Birliği'nin temellerini atan ve Türkçe'nin kullanım alanlarını genişleten Kaşgarlı Mahmut'un ( Kitabu Dîvânü Lugati't-Türk),Yusuf Has Hacib'in ( Kutadgu Bilik ) insanlığa hizmet eden bu çok değerli alimlerin önünde saygıyla eğiliyorum...
Sponsorlu Bağlantılar
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
22 Kasım 2008       Mesaj #2
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Divanü Lügat-it Türk - Kaşgarlı Mahmut
Sponsorlu Bağlantılar
GLAMOUR GİRL - avatarı
GLAMOUR GİRL
Ziyaretçi
22 Ocak 2009       Mesaj #3
GLAMOUR GİRL - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
" Kitabu Dîvânü Lugati't Türk" Türkolojinin ilk ve en büyük alîmi Karahanlı soyundan KAŞGARLI MAHMUD''un ,Araplar'a Türkçe'yi öğretmek,Türkçe'nin ne kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla ,1072 'de yazmaya başladığı 1074 'te bitirip kontrol ettikten sonra 1077 'de son Abbasi halifesi Ebü'l Kasım Abdullah'a teslim ettiği orjinalinin nerede olduğu bilinmeyen, Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir'in 1266 yılında kopya ettiği nüshasının İstanbul Fatih Millet Kütüphânesi'nde bulunan,Türk Dil Kurumu (1941) , Kültür Bakanlığı (1990) tarafından tıpkı basımı yapılan, sekiz bölümden oluşan, içinde yaklaşık 8.000 kelimenin yer aldığı, kelime anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden , şiirlerden,hatta bazı Âyet ve Hadis-i Şerif'lerden yaralanılan,Türk Dünyası ile ilgili ilk haritanın yayınlandığı ,Türk Milleti'nin yüceliğini , yalnız savaş alanlarında değil kültür meydanlarında da önder, örnek olduğunu kanıtlayan ,Türk Dil Birliği'nin temelini atan kültür hazinesi abide bir " ANSİKLOPEDİK SÖZLÜK "
Not: Türk Dil Birliği'nin temellerini atan ve Türkçe'nin kullanım alanlarını genişleten Kaşgarlı Mahmut'un ( Kitabu Dîvânü Lugati't-Türk),Yusuf Has Hacib'in ( Kutadgu Bilik ) insanlığa hizmet eden bu çok değerli alimlerin önünde saygıyla eğiliyorum...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2009       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Divanü Lügat-it Türk nasıl bir kitaptır?
Niçin Yazılmıştır?
(Divan-ı Lügati’t Türk)
Hicretin üçüncü asrından, onuncu asrın ortalarına değin, Türklüğün altın devri idi; bu devirde Türkler bir yandan Çin sınırlarından - Pekin yakınlarından- Macaristan’a ve Avrupa ortalarına, bir yandan da Kuzey Buze Denizleri’nden Hindin ve Arabistan’ın sıcak denizlerine, Südan’a ve Büyük Okyanus’a dek taşmışlar, hemen her yerde kuvvetli egemenlikler kurmuşlardı. Kendilerini her yerde saydırmışlar, her yerde efendi tanıtmışlardı.
Türklüğün hükmü yürüdüğü bu geniş bölgelerde Türk dilinin de üstün tutulacağına, kendileri gibi dillerinin dahi sayılacağına şüphe yoktur. Birçok kimselerin Türkçe öğrenmeye uğraştıkları içindir ki bu devirlerde bir hayli kitap yazılmıştır.
Her ne kadar Gaznelilerle Salçık Oğulları Türkçeye büyük bir önem vermeyerek Farsçaya daha çok düşkünlük göstermişlerse de öbür Türkler ve Türk büyükleri ulusal dile değer vermişlerdir.
Bizim gördüğümüz eserler arasında her yönden en önemli, her bakımdan en değerli eser Divan-u Lügati’t Türk‘tür. Bu dönemde yazılan eserlerin sahiplerinden bir takımlarının Divandan faydalanmış olmaları gerekir.

Divanü Lûgat-it Türk, Türk dilleri Kamusu demektir, bu kitap paha biçilemeyecek kadar değerlidir; bilgi dünyası bu kitaba çok önem vermekte ve kitabı çok beğenmektedir. Hemen her medeni milletin üniversitesinde ve Türkiyatçıları arasında bu kitap eşsiz sayılmaktadır. Eski eserlerden hiç biri bu eser kadar önem kazanmamıştır.

Divanü Lügatte, bugün ölmüş birçok güzel kelimeler bulunduğu gibi, o vakitki kültürün ve medeni varlığın yüksekliğini gösterir bir hayli tanık ta vardır.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Hele Türk fiillerinin yapısını gösteren kısımlar pek değerlidir; kitapta yer yer, dil üzerine önemli kurallar söylenmiş; ses değişimleri, gramer halleri, diyelek ayırdları açık olarak gösterilmiştir. Bundan başka saymış olduğum şeyleri tanıklamak için bol ve zengin örnekler dahi vermiştir.

İşbu örneklerin birçokları cümle halinde olduğu için büyük bir anlama, değerli bir çözümleme kolaylığı göstermektedir. Örnekler, kelime, cümle, sav, beyit, parça gibi şeylerdir. Biz bu örneklerden yalnız o vaktin dil durumunu öğrenmekle kalmıyoruz:; Türk‘ün eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını, düşünüşünü de birlikte öğreniyoruz. Bu faydalardan başka o vakitki coğrafi durum üzerine de doğru bilgiler elde ediyoruz.
Şimdiye değin eski Türk Dili ve eski Türk varlığı üzerine bunun kadar işe yarar, bunun kadar elverişli bir eser görülmemşitir; bu eser, tektir, tek kalaxaktır. Türk dünyası Kaşgarlı Mahmud’un adını her zaman saygıyla anacaktır.

Biz bu eşsiz kitaptan eski Türklerin (900) yıl önceki dillerini, düşünüşlerini, durumlarını öğrendiğimiz gibi kitapta medeniyet dünyasına karşı her zaman göğsümüzü kabartacak olan birçok öğünç ve kıvanç kaynakları dahi buluyoruz; (900) yıl önce atalarımızın ipek mendil taşıdıklarını, elbise kırışıklıklarını yatıştırmak için ütü kullandıklarını da görüyoruz; hele yeryüzünün efendisi olan Türk askerlerinin o vakitler bile kuru bir derintiden ibaret olmayıp, her erin adını, sanını, aylık olgularını gösterir bir defterin bulunduğunu öğrenmemiz dünyaya değer bir faydadır.

Bundan başka Türklerin kadınlara ve çocuklara ve düşkünlere gösterdikleri saygı izlerini de orada buluyoruz. Divan dikkatle gözden geçirilirse daha bu gibi birçok öğünmeye yarar şeyler görülecektir.

Divanın yazma nüshası bir tanedir; şimdiye değin bir ikincisi bulunmamıştır. Eldeki yazma nüsha büyük bir cilt ve (319) yapraklıdır. Kağıdı vaktiyle Doğu memleketlerinde yapılmış olan sağlam ve kalın bir kağıttır. Kibabın bazı yerleri yaşlık görerek kararmış ise de bozulmamış ve çürümemiştir. Birkaç kelime dış olmak üzere her tarafı iyice okunabilmekte, bundan kitabın iyi korunmuş olduğu anlaşılmaktadır.
alinti...



Son düzenleyen Blue Blood; 29 Temmuz 2009 08:43 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2009       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kitabın Yazıldığı Tarih
(Divan-ı Lügati’t Türk)
Kaşgarlının kitabının sonunda 464 senesinin Cemaziyülevvelinin gurresinde yazmaya başlandı: “Dört gözden geçirdikten ve iyice süzdükten sonra 466′da bitti.” demiş olmasına bakılırsa ve 464 Hicri ve 1068 Miladide başlanmış, iki sene üzerinde çalışıldıktan sonra 4566 Hicri ve 1072′de bitirmiş olduğu anlaşılıyor ise de, cilt 3, sahife 116 “biz bu kitabı yazdığımızda sene 690 idi” demesi işi karıştırıyor.
Bana kalırsa Divanın sonundaki yazı pek açıktır; bu, doğru olmalıdır. Gerek cilt 1, sahife 890′daki tarih ve gerek kırmızı mürekkeple yazma nüshanın kenarına yapılmış olan düzeltme yanlış olsa gerekir; tercümemiz okunacak olursa yazma nüshanın bu gibi hataları yaptığı çok görülecektir, hele kırmızı mürekkeple yapılmış olan düzeltmelere hiç güvenmemelidir; yine bunun gibi, cilt 3, sahife 116′daki tarih dahi yanlış olacaktır. Divan 466′da bitmiş olduğuna göre, 467′de Halife olan Muktedi’ye sunulmuş olabilir.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk
Divandaki bu tarih karışıklığı hakkında sayın bilgin Bay Zeki Velidi’nin “Adsız” mecmuasının 16. sayısında bir yazısı vardır; bu yolda genişçe bilgi elde etmek isteyenler oraya baksınlar. Yine bu iş üzerine Bay Kilisli’nin Türkiyat Mecmuası’nda bir yazısı çıkmıştır.
alinti


Kitabı Yazan Zat
(Divan-ı Lügati’t Türk)
Kitabı yazan zatın adının Mahmut, babasının adının Hüseyin, büyük babasının da Mehemet olduğunu kendi kitabından öğreniyoruz. Kaşgarlı olduğu anlaşılıyorsa da Barsgan şehrini anlatırken “(…)” demesi kendisinin Kaşgar’da doğmuş olduğunu, babasının Barsganlı bulunduğunu gösteriyor.

Kitap sahibi her zaman, kendisinden bahsederken Mahmut demektedir: Bunun içindir ki Mahmudun babasının Barsganlı olduğuna hükmediyoruz.

Kaşgarlı Mahmut eserini Irak’ta yazmış olması ihtimaline göre Kaşgar’dan Irak’a göç etmiş olmalıdır.

O sıralarda Irak bölgesi İslam dünyasının özeği idi; siyasal işlere karışmak ve bir külah kapmak isteyenlerin Bağdat’a ve Mısır’a koştukları gibi, bilgi işleriyle uğraşmak dileyenlerin dahi buralara geldikleri bellidir.

Bağdat’tan başka Buhara, Kaşgar, Kahire, Şam gibi daha bir takım yerler var idise de bunlar Bağdat kadar önemli değildir. Türk ülkelerinin her bucağından birçok bilginlerin tâli aramak arzusiyle Bağdat’a ve Mısır’a akın akın geldikleri sıralarda bir hayli bilgi adamlarının Bağdat’ta toplanmış olduklarını biliyoruz.

Türklüğün bu altın devirlerinde İslam dünyasının hemen her yanında Türkler’in sözü geçer, hatırları sayılır olmuştu; bu hâl kendilerine bir durum yaratıyordu.

Bağdat’taki Arap makamları, Bağdat’taki halife sarayı Türklerin nüfuzları altına girmişti. Yıkılmak üzere bulunan halifeliği Türkler tutuyor, halifeleri kendi dilekleri uğrunda kukla gibi kullanıyorlardı. Büsbütün gevşeyen Arap alemine yeni bir hız, yeni bir kudret veriyorlar, İslam medeniyetini yeni baştan diriltiyorlar ve ayakta tutuyorlardı.

Bundan başka bütün siyasal işler hep Türklerin elinde idi. Vilayetlere ancak Türk olan valiler gönderilebiliyordu; böylelikle Türklere yanaşmak, Türklerle iyi geçinmek isteyenlerin Türkçe öğrenmeleri bir ihtiyaç halini almıştı. İşte, Divanü Lügat-it Türk bu ihtiyaçtan doğmuş olmalıdır.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Türkçeyi öğrenmek isteyenlere bu dili öğretmen için yazılan işbu eserin, o asırda bilgi ve siyaset dili olmuş bulunan Arapçanın Türkçeden yüksek bir dil olmadığı, Türkçenin Arapça ile atbaşı beraber yürüdüğü gösterilmek ve tanıklanmak üzere meydana getirildiği de anlaşılmaktadır .
Türkçeyi ve Türkçenin diyeleklerini pek iyi bilen Mahmut Arapçayı da çok iyi biliyormuş; yalnız eski Türkçeyi değil, Arapçayı da öğrenmek isteyenler için bu kitap güzel bir kılavuzdur. Bu kadar büyük bir bilginin nasıl olup da İslam dünyasında ün almadığına şaşmamak elde değildir.

İşte derin bir bilgin, iyi gören bir dilci olan bizim Kaşgarlı Mahmud‘un Türkistan Beyleri neslinden olduğunu yine kendi eserinden öğreniyoruz. Cilt 1, sahife 102′de “Bizim atalarımız olan Beyler emir kelimesine Xamir derler. Çünkü Oğuzlar emir diyemezler Xamir derler; Saman Oğullarından Türkistan’ı almış olan atalarımız Beye Xamir tekin adı verirler.” demekte olduğuna bakılırsa Mahmud’un Beylerden ve asker neslinden gelmiş olduğu meydana çıkar.

Yalnız burada göz önüne alınacak bir şey vardır; Kaşgarlı her zaman Oğuzları Türklerden ayırır; burada “Atalarımız olan Beyler Emir kelimesini Xamir diye söylerler; çünkü Oğuzlar Emir diyemezler, Xamir derler.” demesini bilmem nasıl anlamalı? Mahmut burada Oğuzları kendi atalarıyla karıştırmış olmuyor mu?

Aşağıya doğru birçok yerlerde görüleceği üzere burada da Arapça ibarede bir eksiklik olmalıdır. “Atalarımız Emir kelimesini Xamir diye söylerler: Nasıl ki Oğuzlar da elifi “” ya çevirerek Xamir derler.” demek istemiş olsa gerekir.

Her ne ise… Bizim Mahmut hem yüksek bir bilgin, hem de yiğit bir askermiş. “Ben iyi silah kullanırım” dediğinden anlaşılan da budur. Acınacak bir haldir ki Mahmud’un kaç yıl yaşadığını, nerede öldüğünü bilmek kabil olamadı.

İslam bilginlerinin (hal ve tercümesine) kütük bilgisine çok önem verdiklerini hepimiz biliriz; bununla beraber Kaşgarlı Mahmut hakkında bir şey yazmamaları şaşılacak şeydir.

Kaşgar’dan kalkarak Türk ülkelerini birer birer dolaşmış olması, oralarını iyice incelemiş bulunması, bu büyük eserini yazması gibi şeyler bize gösteriyor ki Mahmut hem yaşça, hem bilgice olgun bir zatmış; her halde genç yaşında ölmemiş.
alinti

Son düzenleyen Blue Blood; 29 Temmuz 2009 08:42 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2009       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Divan-ı Lügati’t Türk
(Genel Bilgi)
DivânLügati’t-Türk, Kaşgarlı Mahmut tarafından Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça sözlüktür. Türkçe’nin bilinen en eski sözlüğü olup, Orta Asya yazı Türkçesi hakkında varolan en kapsamlı ve önemli dil anıtıdır. El yazması nüshası 638 sayfadır ve yaklaşık 9000 Türkçe kelimenin oldukça ayrıntılı Arapça açıklamasını içerir. Ayrıca Türklerin tarihine, coğrafi yayılımına, boylarına, lehçelerine ve yaşam tarzlarına ilişkin kısa bir önsöz ve metin içine serpiştirilmiş bilgiler mevcuttur.

Klasik Arap leksikografisinin ilkelerine göre hazırlanmış olan sözlük, Kaşgarlı Mahmut’un Türk boyları hakkındaki etraflı bilgisinin yanısıra, Arap filolojisi konusunda da esaslı bir eğitim görmüş olduğunu gösterir.

Sözlüğün elde bulunan tek yazma nüshası 1266′da Şam’da temize çekilmiş ve 1915′te İstanbul’da Ali Emiri Efendi (1857-1923) tarafından tesadüfen bulunmuştur. (Ancak daha önceki yüzyıllarda Antepli Aynî ve Kâtip Çelebi de Divân‘dan söz ederler.) Ali Emiri yazması 1917′de Talat Paşa’nın (1874-1921) teşviki ile Kilisli Rıfat Bilge’nin (1873-1953) gözetiminde basılmış hemen bütün dünya Türkologlarının ilgisini çekmiştir. 1928 yılında Türkolog Carl Brockelmann, ayrıntılı notlarla sözlüğün Almanca çevirisini yayımlamıştır. Besim Atalay’ın modern Türkçe çevirisi 1940′ta Türk Dil Kurumu tarafından basılmıştır. Son yıllarda Dankoff’un DivanLügat-it Türk çevirisi, yeni bilgiler ışığında önemli yorum değişikliklerine yol açmıştır.Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

DivânLügati’t-Türk Kitabının önsözü

Tanrı‘nın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi. Ve yer yüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türkler’in eline verildi. Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türkler’e herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.


Divân-ı Lügati’t-Türk: Tarihin Türklere
Verdiği En Önemli Miras


Türkçe’nin neden öğrenilmesi gerektiğini şöyle anlatır:

“And içerek söylüyorum, ben Buhara’nın, sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişabur’lu bir imamdan işittim. İkisi de senetleri ile bildiriyorlar ki, Yalvacımız (Peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türkleri’nin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada, Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır buyurmuştu. Bu söz (hadis) doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. Bu doğru değil ise, akıl bunu emreder. Tanrı devlet güneşini Türk burçlarını yükseltmiş ve onların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. Tanrı onlara Türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. Dünya uluslarının yularların onlar eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. Onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her dileklerini ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. Onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır.”

Türk adı altında da şu bilgileri verir:

“Bir ad olarak Türk adını Tanrı vermiştir, dedik. Çünkü bize Kaşgarlı Halefoğlu Şeyh Hüseyin ona da İbn ül-Gurkî denilen kimse İbn üd-Dünya demekle tanılan Şeyh Ebû Bekr il-Müfid ül-Cürcanî’nin Ahır zaman üzerine yazmış olduğu kitabında Ulu Yalvac’a tanık varan bir hadis yazmıştır. Hadis şöyledir, ‘ Yüce Tanrı‘ -Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları Doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım, diyor. İşte bu,Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü , Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerine yerleştirmiş ve onlara ‘Kendi ordum demiştir. Bununla beraber Türkler güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, övünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sayısız iyiliklerle görülmektedirler.”
Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk

Kaşgârlı Mahmud’un 11. Yüzyılda Balasagun’u merkez alarak çizdiği Dünya Haritası o dönem Türklerinin yaşadıkları bölgeleri ve dağılımlarını göstermesi bakımından dikkate şayandır.

Mahmud Divân‘da şöyle demektedir:

“Rum ülkesinden Maçine dek Türk illerinin hepsinin boyu beşbin ,eni sekizbin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde daire şeklinde gösterilmiştir.”


Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde Doğu, Batı, Kuzey, Güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İtil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güney-Batıda Habeşistan’a , Güneyde Hint, Sint, Doğuda Çin ve Japonya’ya işaret edilmiştir. Ortada Yarkent, Kaşgar, Barsgan, Balasagun, Yifruç, İkiöküz, Asbuâli, Kumri, Talas v.s. gibi daha birçok Türk kentleri yer almıştır.

Asya’nın batısı, kuzeyi ve güneyi çizilmeden bırakılmış, bir plan olarak bile pekçok hatalarla dolu olmasına karşılık, Doğu bölgelerine ilişkin verdiği bilgiler gerçeğe uymaktadır. Haritasında Çin Seddi’ni göstermiş, bu seddin ayrıca yüksek dağların ve denizin Yecüc ve Mecüc’lerin dillerinin öğrenilmesini engellediğini bildirmiştir. Japonya’ya gelince; onu haritasının Doğusunda bir ada olarak göstermiş ve denizin onların dillerini öğrenilmesine olanak vermediğine işaret etmiştir.

Yukarda görüldüğü gibi, ilk Japon haritası bir Japon tarafından 14.yüzyılda çizilmiş, bir Dünya haritasında yer alması ise 15.yüzyılda olmuştur. Bütün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde olsa, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritasının 11.yüzyılda Kaşgârlı Mahmud tarafından çizilmiştir.

Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eserinin tam adı: Kitabu Dîvânü Lugati’t-Türk’tür. Araplar’a Türkçe’yi öğretmek ve Türkçe’nin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır. Kitap için çok kısa bir tanım yapmak gerekirse; Ansiklopedik Sözlük denilmesi uygun olur. Orijinalinin nerede olduğu bilinmiyor. Bu gün elimizde bulunan Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir’in, 1266 yılında kopya ettiği bir nüshası vardır. Bu nüsha, İstanbul Fatih’teki Millet Kütüphânesi’ndedir. Türk Dil Kurumu tarafından 1941’de, Kültür Bakanlığı tarafından 1990’da tıpkı basımı yapılmıştır.

Eser ilk defa Kilisli Rıfat Bilge denetiminde 1915 – 1917 yılları arasında tercüme edildi. Üç cilt olarak basılması düşünüldü ise de, düşünce gerçekleşmedi. Besim Atalay’ın tercüme ettiği kitap, 4 cilt halinde 1939 – 1943 yılları arasında birinci, 1985 – 1986 yılları arasında ikinci defa basıldı. Arapça olarak da yayınlandı.

Dîvânü Lugati’t-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk Milleti’nin yüceliğini de anlatan bir âbide eserdir. Sekiz bölümden oluşur. Bölümler ve sıralamalar Arap alfabesindeki harflere göredir. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır. Kelimelerin anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, hattâ bâzı Âyet ve Hadis-i Şerif’lerden örnekler verilmiştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hâzinesi değerine kavuşturulmuştur. Eserde yer alan harita ise, Türk Dünyası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır. Haritada; dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mâvi, kumluk alanlar sarı renkle gösterilmiştir. Türkler’in oturdukları bölgeler ve komşularının isimleri özenle belirtilmiştir.

Eser, güneşle birlikte, kültürün de doğudan dünyayı sardığının önemli bir göstergesidir. Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk Milleti’nin yalnız savaş meydanlarında değil, kültürel alanlarda da önder, öncü ve örnek olduğunu gösteren bir âbidedir.
alinti

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ekim 2009       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
divanı lügatit tiürk
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
3 Kasım 2009       Mesaj #8
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

divanı lügatit tiürk

DİVANÜ LÜGAT’İT-TÜRK

Meşrutiyetin ilk yıllarında , (1910-1911 yılları) Sahaflardaki kitapçı Burhan Efendi’ye bir kitap gelmiştir.Kitabı getiren eski Maliye Nazırları’ndan Vanizade Nazif Paşa’nın akrabası bir kadındır.Kitapçı, yapıtı satmak üzere dönemin Eğitim Bakanlığı’na başvurur.Bakanlık, istenilen 30 lirayı çok görerek almaz.Bunun üzerine kitapçı, onu Ali Emiri Efendi’ye gösterir.Ali Emiri Efendi kitabın değerini hemen anlar, 30 sarı lirayı bastırır.Burhan Efendi’ye de aracılığından ötürü üç lira verir.
Bu, bir ikinci örneği bulunmayan Divanü Lügat-it Türk’tür.Emiri Efendi onu ele geçirdiği için sadrazamlıkla sevindirilmiş gibi olmuştur.Artık herkese kitabın öneminden açıyor, ama onu kimseye göstermeye yanaşmıyordur.Kitabı bir kez görmek isteyen Ziya Gökalp’in ricalarını bile geri çevirmiştir.Kitabı basmak isteyenlere de, ona bir şey olur korkusuyla olumsuz bir karşılık verir.Sonunda, Sadrazam Talat Paşa’nın işe karışmasıyla buna evetlik gösterirse de basım işlerine Kilisli’nin bakmasını önkoşul olarak ileri sürer.
Şu bir düşüncedir ki, bu kitap Ali Emiri Efendi’den başka birinin elne geçseydi, bugün belki kitaplıklarımız Divanü Lügat-it Türk’ten yoksun kalacaktı.
Ali Emiri Efendi su katılmamış bir kitap kurdudur.Bütün yaşamı boyunca kitap toplamıştır.Parasıyla elde edemediği kitapları binbir rica, binbir yalvarmalarıyla ödünç olarak alır, onları elyazısıyla kopya ettikten, ya da ettirdikten sonra geri verir.Yaşamının sonlarına doğru Millet Kütüphanesine armağan ettiği 14 bin kitabın içinde 721 tanesi bu elyazması kitaplardır.
Ali Emirir Efendi o tek yazma Divanü Lügat-it Türk’ü Macar bilim akademisine satmaya yanaşmaz.Oysa akademi bu iş için Hazrete tam on bin sarı altın önermiştir. Türklük dünyasına yeni ufuklar açacak kitabın öyküsü böyle bir raslantıya dayanır.
Divanü Lügat-it Türk, Türklük biliminin en önemli yapı taşlarındandır.O, Türk’ün Divanı’dır; Türklüğün Divanı’dır.Bir ülkünün, bir bilincin ürünüdür. Türk’ün kültür savaşının öncüsüdür.Böyle bir yapıtın doğması için, sanki Göktanrı XI.yüzyılda bir bilgeyi görevlendirmiştir.Bilge, yapıtı aynı yüzyılın son yarısında bitirecektir.Bu bilge Kaşgarlı Mahmut’tur.Yaşamı üzerine bilgiler kendi yapıtında serpiştirilmiştir.
Alman doğu bilimcisi Martin Hartmann, Divan’ın birinci cildi basıldığı yıllarda Milli Tetebbular Mecmuası’nda bir makale yazar ve Kaşgarlı Mahmut’un yaşamına değinir.Divan’da Kaşgarlı Halefoğlu Hüseyin adında bir bilgini Mahmut’un hocası gösterilir.Tac ül İslam Semani’nin Kitab ül-Ensab’ında bilgi bulunduğunu bildirir.Semani Kaşgar’da yetişen bilginlerden söz ederken Hüseyin’i de anar.Onun erdemli zahit bir şeyh olduğunu bildirir.Ne var ki anlattığı rivayetlerden dinlenmeye değer olmadığını da vurgulamaktan kalmaz.
İşte gerek Semani’nin kitabından, gerekse başka tarihsel kaynaklardan, o sıralarda Karahanlı devleti topraklarında doğu illerinde bile İslam bilimlerinin yüksek bir gelişme gösterdiği anlaşılır.Martin Hartmann bunu açık yüreklilikle söyler Hartmann bununla da kalmaz.O sıralarda İslamlar arasında yalnız din bilimlerine önem verildiğini de ekler.Onun dışında sözlük, tarih, soybilgisi, coğrafya gibi bilgilere önem verilmez.Ve bunun büyük olasılıkla bir çöküş belirtisi olduğunu ekler.Hartmann, yalan yanlış hadis anlatanların adlarının yaşamöyküsel kaynaklarda anılmasını Kaşgarlı Mahmut gibi bir bilgine yer verilmemesini buna bağlar.Böylece Kaşgarlı üzerine bilgiler, Divan’da verilen bilgilerle sınırlı kalır.
Kaşgarlı Mahmut’un babası Hüseyin , dedesinin adı ise Muhammet.Barshanlı.Babası Barshan’dan Kaşgara göçmüş.Mahmut burada doğmuş.Nitekim Divan’da Barshan’ı anlatırken, “be şehir Mahmut’un babasının şehridir.Yani, Mahmut’un babası oradandır” diye açıklıyor.Ünlü Türk hanı Gazneli Mahmut’un babası Sevük Tekin de kökende Issık Göl dolayındaki bu Barshan kentinden. Mahmut da soylu bir aileden.Divan’da bunun içindir ki “bizim atalarımız olan Beyler emir sözcüğüne Hamr derler, çünkü Oğuzlar emir diyemezler” diye yazar.Öyleyse Mahmut kendi soyunun Oğuzlarca bu ağızda e sesi yerine h sesi kullanılması nedeniyle “hamirler” diye tanındığını bunun “emirler” anlamına geldiğini söylüyor.Soyunun Oğuzların oturduğu illeri yönettiğine mi değinmek istiyor? Yoksa onların buyruğundaki ordular Oğuzlardan mı oluşuyor? Bunu Divan’dan çıkarmak olanaksız.Ancak Mahmut Divan’ın bir yerinde, atalarının, Emir Berherk’in olduğunu söyler.Ataları Türk ülkelerini Smanoğullarından alan almışlardır.
Tüm bu verilere göre, Kaşgarlı , Karahanlı ailesinden değilse bile o aileye yakın yüksek Türk soylularından.Nitekim kendisi de yapıtının başında soyca Türk ileri gelenlerinden olduğuna değinir.Kendisinin iyi silah kulananalardan olduğunu ekler.Karahanlı soyuna girem kimi tanınmış adamlardan söylentiler iletir.Ve de yapıtında savaş şiirleri, askeri terimler Karahanlı devlet örgütü ve saray gelenekleri üzerine bilgi verir.Tüm bunlar sözkonusu yargımıza kanıttır.
Kaşgarlı Mahmut’un doğum ve ölüm yılları kesin bilinmiyor.Yapıtını Bağdat’ta yazmaya başladığına göre Kaşgar’dan Irak’a göçmüş olmalı.Ne ki , niçin geldiğini söylemiyor.Yalnız Türk bozkırlarında gezi yaptığını birçok Türk lehçesini görenek ve geleneklerini yerinde öğrendiğini söylüyor.Tarım, İli, Çu ve Sırıderya ırmakları yöresindeki Türk kentlerini doğrudan gördüğünü beirtiyor.Türlü şehir ve boy halkının ağız ayrımlarını, sözcük konusundaki kimi ayrılıklarını bildiğini anlatıyor.Bağdat’a gelip yapıtını yazmaya başladığında tüm bunları öğrenmiş, saptamış, yaşı da ilerlemiştir.Arapçayı eksiksiz yazabilir.İslam bilimlerini büyük olasılıkla Türk illerinde okumuş olmalıdır.Hartmann’ın da belirttiği gibi bu durum Kaşgar ve Bargsan bölgelerinin o zaman uygarlıkça ilerlemiş olduğunu gösterir.
Krahanlılar 960 yılında Budacılığı bırakıp İslamlığı seçiyorlar.Arapçanın İran ve Orta Asya dilleri üzerine yoğun egemenliği başlıyor.Sogotça gibi yok olma tehlikesi ile yüzyüze .XI. yüzyılda Karahanlı’dan iki kişi Balasağunlu Yusuf ile Kaşgarlı Mahmut, Türkçenin gönüllü savunmasını ele alıyorlar.
Kaşgarlı 1072-1074 yıllarında yapıtını Bağdat’ta yazıp bitiriyor.Abbasi halifesi El-Muktedi’ye sunarak şöyle diyor:
“Tanrı yeryüzündeki erki Türklere vermiştir; bunların dilini öğrenmekte fayda vardır.Bu kitabı Araplara Türkçe öpretmek için yazdım, buyurun” Uzun bir birikimden sonra, yapıtını, büyük olasılıkla 5 Ocak 1072’de Bağdat’ta yazmaya başlar.10 Şubat 1074’te (bu konuda değişik görüşler vardır.Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi II’de yapıtın 1077’de tamamlandığını söyler) bitirip Bağdat’ta Abbasi halifesine sunar.
Kaşgarlı Mahmut, yapıtını iki ana amaç için kaleme alır: Araplara Türkçe öğretmek ve Türkçenin Arapça gibi büyük bir dil olduğunu kanıtlamak.Tüm amacı ve düşüncesiyle Mahmut, büyük bir Türk uluscusudur.Nitekim o yapıtında yazış yöntemini şöyle anlatır:
“Türklerin hemen tüm illerini, obalarını, bozkırlarını inceden inceye gezip dolaştım.Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız, boylarının dillerini tümüyle belleğime yerleştirdim.Bu konuda her boyun dilini eksiksiz öğrenecek ölçüde başarılı oldum.”
Türk dilleri sözlüğü, karşılaştırmalı dilcilik yöntemine uyan bir çalışma.Türk dil ve kültür tarihinden üstün bir yapıt.Divan, genel çizgileriyle o dönem Türk dili ve uygarlıklarını betimleyen eşsiz bir yapıttır.Yazar yapıtında çok değişik bilgileri bize akıcı bir anlatımla vermeyi başarır.O çağda Türk boylarından derlenmiş sözler yanında Türk gelenek, görenek, inanç ve coğrafyası konusunda bilgileri de içerir.Derlenmiş Türkçe sözler Arapçanın sözcük düzenine göre, ünsüz sayısınca vezin kalıplarına ayrılarak sıralanır.Yalnız halk ağzından seçilmiş sözcüklerle kalınmaz, o dönemin klasik yazı dilindeen de alıntı yapılır.Alıntıların kimden alındığı belirtilmez.Yalnız Çuçu adlı bir Türk ozandan söz edilir.
Seçili sözcüklerde konu ve anlam bakımından ayrım yapılmaz.Sesbilgisi, yapıbilgisi ve ağız ayrılıkları hep birbirine bağlı olarak ele alınır.Yansıma sözcükler, saray dilinden kimi ögeler, dilbilgisi kuralları bu ayırıma girmez.Yer ve ülke adlarından yalnız belli başlıları alınır.Bu adlardan kimileri Divan’a eklenen haritada gösterilmez.
Yapıt, sözvarlığı bakımından olağanüstü zengindir.Bulgar lehçesine oldukça az yer verilir.Orhun ve Hazar Türkçelerine hiç değinilmez.Türkçe olmayan sözcükler üzerinde durulmaz.Ancak kimi yabancı sözcükler Türkçe sanılarak açıklanır.
Sözbaşı olarak seçilen Türkçe sözler Arap yazısı ile verilir.Bu sözlerin Türkçeye özgü ses özelliklerini belirtmek için Arap yazısının sükun, hareke, med ve teşdid gibi imlerinden yararlanılır.Arap yazısında bulunmayan Türkçeye özgü kimi sesler için özel çevriyazı imleri konur.Sözgelimi, Türkçenin uzun a ünlüsü için iki elif yazacı yan yan yazılır.”w” sesini göstermek için üç noktalı f kullanılır.Böylece Kaşgarlı Arap yazım geleneği ile yetinilmez.Türkçe sözlere özgü yeni bir yazım yaratır.Türkçenin kimi ses özelliklerini başarı ile saptar.Türkçenin uzun ünlülü yapısını ilk kez o ortaya koyar.Sözgelimi kimi sözleri şöyle gösterir:
Aaw ‘av’ aasmaq ‘asmak’
Aaq ‘ak’ aal’hile’
Aaç ‘aç’ aaş ‘yemek’
Aat ‘ad, san’ aay ‘ay’
Aaz ‘az’ baal ‘bal’
Baalıg ‘yaralı’ baar ‘var’
Baaş ‘yara’ çaal ‘laca, kır’
Qaan ‘kan’ qaar ‘kar’
Saag ‘sağlam,sağ’ saan ‘sayı’
Taan ‘inkar etmek’ taaş ‘taş’
Taaz ‘kel’ yaap ‘hile’
Çuq- ‘nemlenmek’ qun ‘kın’
Quz ‘kız’ tun ‘nefes’
Beeg ‘bey’ nee ‘ne’
İil ‘memleket’ ün ‘çukur, iniş’
Bood ‘boy, vücut’ bool- ‘olmak’
Soogun ‘soğan’ yoog ‘yas’
Kööz ‘göz’ ööç ‘öc’
Söök- ‘sövmek’ buut ‘but, bacak’
Küü ‘ün, şöhret’ küüç ‘güç, zor’
Türkçe sözbaşları Arapça olarak açıklanır.Açıklama örnekleri genellikle atasözlerinden ya da halk yazınından seçilir.Bu yüzden genellikle yapıtta Türk halk yazınından dört önemli uzun ağıt ile birlikte birtakım destan, hikmet, özdeyiş, pendname ve bahriyeler bulunur.Sözgelimi Türk abecesine göre yeniden düzenlenmiş bir kesit şöyledir:
Alıqtı / er alıqtı: Adam alçaldı. Baş alıqtı: Yara azdı bozuldu.alıqar, alıqmaq.Şu kesitte geçer:
Başı anın alıqtı Yarası onun azdı
Qanı yozup turuqtı Kanı çok akıp durdu
Balıg bolub tagıqtı Yaralanıp dağa çıktı
Emdi anı kim yeter Şimdi ona kim yetişir
Alış: Su ağzı ve suyun havuza döküldüğü yer.
Alış: Borçluyu borcu yüzünden sorguya çekme.alış beriş: Bir hakkı alma, bir hakkı verme.
Alışdı / ol mana alım alışdı: O, bana alacağını almakta yardım etti.Başkası da böyledir.alışur,alışmaq.
Almıla: Elma.
Alp: Yiğit. Alp yagıda alçak çogıda ‘yiğit düşman karşısında, yumuşak huylu adam savaşta belli olur”.Şu kesitte de kullanılmıştır:
Alper Tomnga öldi mü Alper Tunga öldü mü
Isız ajun qaldı mu Kötü dünya kaldı mı
Ödhlek öçin aldı mu Felek öcün aldı mı
Emdi yürek yırtılur. Şimdi yürek yırtılır.
(Afrasiyap Han öldü mü? ***** dünya kurtuldu mu? Zaman ondan öcünü aldı mı? Şimdi onun ülkesi üzerine –zamaneye kızarak- yürek parçalanır.)
alpaqut: tek başına düşmana saldıran, hiçbir yandan yakalanmayan yiğit.Şu keskesitte de geçer:
budhraç yeme qudurdı Budhraç yine kudurdu
alpagutın adhırdı Yiğitlerini ayırdı
süsin yana qadırdı Askerini yine döndürdü
kelgelimet irkeşür Gelmek için toplaşıyorlar
(Yabaku oymağının beyi Budhraç yine askerleriyle döndü, yiğitlerini seçti, gelmek için toplandı).
Alqaldı / begge alqış alqaşdı: O, benimle alkış alkışladı.Öğmekle alkışta yarış yapmak da böyledir.Alqaşur,alqaşmaq.Şu kesitte de geçer:
Alplar arıg alqışur Yiğitler temiz öldürüşür
Küç bir qılıq arqaşur Güç birleştirip arka verir
Bir bir üze alqaşur Birbirini övüşür
Edhgermedhip oq atar Düşünmeksizin ok atar
Alqındı / alqındı nen: Bir şey tümden bitti, tükendi./ er alqındı:Adam öldü./ alqınur, alqınmaq.
Algış: Dua etme, öğme, birinin iyiliklerini sayma. Ol begge alqış berdi: O beyi öğdü. Yalavaçqa alqış bergil ‘Yalvaç Muhammet’e selavat getir’.
Alqıştı / boy ikki bile alqıştı: İki boy birbirini yok etti.Herhangi birşeyi yok etmek için, yarışmak da böyledir.alqışur, alqışmaq.
Alqtı ol tavarın alqtı: O, malının bitirdi ./ Başkası da böyledir.alqar, alqmaq.
Alsadı / ol tawarın alsıqtı: Onun malı alındı.Soyundu./ alsıqar, alsıqmaq.
Altın: Aşağı, alt.
Altun tarım: Büyük kadınlara verilen bir san.
Alturdum / men andan yarmaq alturdum: Ben ondan para aldırdım.altururmen, alturmaq.
Aluç: Soğutulmuş nesne. (Besim Atalay bu sözcüğün anlamında ikirciğe düşer.’Soğuk soğutulmuş nesne’ anlamına gelen Arapça bir süzcük verir.Sonra ‘havu dökülmüş giysi’ anlamına ikinci anlam olarak verir.İki alamın da buraya uymadığını söyler ve Brockelman’ın savına katılır.’Şeftali’ uymaz der.l.s.122)
Aluçın: Yenilen, boğumlu ot.
Aluş: Kaşgar’da bir köy adı.
Altun: Altın.
Divan’da bir de dünya haritası bulunur.Bu, ilk Türk dünya haritasıdır.Haritada XI. Yüzyılda Türklerin oturduları alanlar ve ilişkide bulundukları uluslar pek az yanılgı ile sağlıklı biçimde gösterilir.Türklerle ilişkisi olmayan uluslara yer verilmez.Denizler yeşil, bozkırlar sarı, ırmaklar mavi dağlar kızıl ile gösterilir.Haritanın merkezi Türk hanlarının oturduğu Balasagun kentidir.Dünyanın merkezi olarak da orası gösterilir.Öbür Türk ülkeleri ona göre yerleştirilir.
Divan’da Türk boylarının 20 ana kökten geldiği belirtilir.Ama asıl boylar göz önüne alınır.Ayrıca her boy birkaç uruğa ayrılır.Uruğlar çok olduğu için adları verilmez.Yalnız herkesin bilmesi gerektiği vurgulanan 22 Oğuz boyu damgaları ile birlikte açıklanır.Yerleşme durumlarına göre Türk boyları sıralanır.Yer, ulus, kişi adları ile boy, soy uruğ, aşiret adları gösterilir.Türk yaşam biçimi ve yerleşmesi üstüne bilgi verilir.
Kaşgarlı o dönem Türk lehçeleri arasındaki ayrılıkları şöyle özetler:Asıl sözde değişiklik az olur.Değişmeler yalnız birtakım seslerin yerine başka sesler gelmesi ya da kimi seslerin atılması nedeniyle doğar.”Buradan çıkarak yer yer kimi lehçe ayrılıklarına değinir, birtakım yargılara varır.Ona göre en doğru Türkçe, Tuhsı ve Yağma boylarınındır.Uygur bölgesine dek uzanan alanda Ila, Ertiş, Yamar, İtil ırmakları çevresindeki Türklerin dili doğru dildir.
Kaşgarlı “akaniye” diye adlandırdığı Karahanlı Türkçesini “Çağın en ince ve en açık Türkçesi “ olarak tanımlar.Bu dil ona göre Hakaniye şehzadeleri ile çevresinin dilidir.Gerçekten Hakaniye Türkçesi Karahanlı devletinin yazın ve resmi devlet dilidir.Nitekim, Yusuf Has Hacip ünlü yapıtı Kutadgu Bilig’i “Han tilince “ yazdığını bildirir.Kaşgarlı ayrıca Çiğil, Yağma, Argu ve Uygur ağızlarını, Hakaniye ağzına en yakın ağız olarak gösterir.Türk ağızlarıiçinde Hakaniyeyi esas alır.Öbür lehçelerdeki ayrılıkları ona göre açılar.Çiğillerin Karlukların bir boyu olduğunu belirtir.
Oğuzca: Kaşgarlı, Oğuzcaya başka bir ayrıcalık tanıyor.Oğuzlar, Oğuzeli ve Oğuzca üzerinde oldukça fazla duruyor.Bu Oğuzların X-XI. yüzyıllarda Orta Asya dünyasındaki önemlerinden kaynaklanıyor.Oğuz Türkmen boyları daha X. Yüzyılda Sırıderya kıyısındaki bozkırlardan başlayıp Sırıderya, Maveraünnehir, Harezm ve Horasan bölgelerinde önemli bir yer tutmuşlardır.XI. yüzyılda Selçuklar batıya göç etmişlerdir.Yeni toprak kazanımları ile Oğuz egemenliği Azerbaycan, Irak bölgelerine ve dönemin büyük kültür merkezlerinden biri olan Bağdat’a dek uzanmıştır.
O çağda Oğuzca Karahanlıcadan bütün yönleriyle ayrılmış değil.Bu yüzden Kaşgarlı yapıtında ortak özellikler üzerinde ayrıca durmuyor.Karahanlı Türkçesi için verdiği yüzlerce örnek aynı zamanda Oğuzca için de geçerli.Kaşgarlı ‘Oğuzcadır’ uyarısı ile salt Karahanlı yazı dili ve öbür ağız ve lehçelerde bulunmayan ve Oğuzcaya özgü sözcükleri veriyor.
Oğuz Türkçesini, Kaşgarlı, “Dillerin en yeğnisi Oğuzların, en doğrusu ise Tohsı ve Yağmaların dilidir” der.Yağmaların dilini “en kolay Türkçe” olarak tanımlar.Hakaniye’den sonra ikinci Türk yazın dili olduğununu söyler.”Oğuz Türkçesine Kıpçak, Yimek, Peçenek, Bulgar lehçeleri girer.Oğuzlar Farslarla çok karıştıkları için, birçok Türkçe sözü unutup Farsçalarını almışlardır” diye açıklar.Bu konuda bir de atasözü verir:
Başsız börk bolmas, tatsız Türk bolmas.
Başsız börk olmaz, Farssız Türk olmaz.
Kaşgarlı, Oğuzca ve öbür Türk lehçelerinin dil özelliklerini ise şöyle verir:
Oğuzca ve Kıpçakçada Hakaniceye göre y- ulaması vardır.Sözgelimi:
Yılıg suv / ılıg suv ‘ılık su’ yelkin / elkin ‘konuk’
Oğuzca ve Kıpçakçada ön ve iç y-, -y- sesinin c-, -c- sesine dönüştüğü olur.
Cincü – yincü ‘inci’ cugdu – yugdu ‘deve kılı’
Oğuzca, Kıpçakça ve Suvarca’da m- önsesi b- biçimindedir.
Karahanlıca Oğuzca
Men ben ‘ben’
Mün bün ‘çorba’
Maynak baynak ‘pislik’
Ne ki, b- / m- değişimine uğramı mınar sözcüğünü de Oğuzca gösteriyor.
Oğuzcada önde ve içte t-, -t- sesleri d-, -d- sesine dönüşür.Böylece XI. yüzyılda Oğuzda bu değişim başlamıştır:
Bögde – bökte ‘hançer’ yigde – yikte ‘iğde’
Nitekim karşı örnekleri de verdiği olacaktır.Kaşgarlı’ya göre t- ile başlayan şu sözcükler de Oğuzcadır:
Tamar ‘damar’ targ ‘darı’
Tamak ‘damak’ telü ‘deli’
Tön- ‘dönmek’ tubul-‘delinmek’
Oğuzca ve ona yakın ağızlarda eski Türkçenin b sesi v ile karşılanır:
Ev ‘ev’ suvıg / suvuk ‘cıvık’
Tavar ‘cansız mal’ savaş ‘savaş’ savçı
Sevük ‘sevgili’ yavlak ‘kötü, düşkün’
Ancak Kaşgarlı’da, Oğuzcada sözbaşındaki b- sesleri korunuyor.Henüz v- sesine dönüşmüş değil.
Barmak ‘varmak’ birmek ‘vermek’
Bolmak ‘olmak’
Oğuz, Yağma, Tuhsı, Kığpçak, Yabgu, Kay, Çumul lehçelerinde Çağataycadaki d sesi yerinde y sesi kullanılır.Kimi zaman ise hiç kullanılmaz:
Kayın / kadın ‘kayın ağacı’ ayıg ‘ayı’ (adıg)
Ayrık ‘ayrık otu’ (adrıg)
Burunsal ñ sesi Oğuzcada da korunur.XI. yüzyılda Eski Türkçenin burunsal ñ ünsüzü Oğuzcada kullanılır.
İñek ‘inek’ yaña ‘dere kıyısı’
Yalñuk ‘cariye’ teñgelgüç ‘dölengeç kuşu’
Bardıñız ‘vardınız’
Hakaniye Türkçesinde kimi zaman yer adlarının sonunda –g sesi bulunduğu durumlarda Oğuzcada “elif:a” bulunur:
Bargu yir / barası yir ‘varılacak yer’
Turagu ogur / turası ogur ‘kalkılacak zaman’
Oğuz ve Kıpçakça’da ad ve eylemlerde söz içindeki –g- sesi düşer.
Çumuk / çumuk ‘ala karga’
Tamak / tamgak ‘damak’
O evge baran ol / ol evge bargan ol ‘o eve gidicidir’
Ol er kılını vuran ol / ol er kılını urgan ol ‘o adam kulunu dövücüdür’
Argu lehçesinde Hakaniye Türkçesindeki iç ve sondaki –y-, -y sesleri –n-, -n ile karşılanır:
Kon / koy ‘koyun’ çıgan / çıgay ‘yoksul’
Kanu nen / kayun nen ‘hangi’
Çiğillerde ve Bizans’a dek uzanan kimi Kıpçak ağızlarında Çağataycanın d sesi z sesine dönüşür.Bu ses Oğuzca ve kimi başka lehçelerde y sesi ile karşılanır:
Karın toztı / karın todtı ‘karın doydu’
Azak / adak ‘ayak’
Hakaniye Türkçesinde a- ile başlayan kimi sözlere Peçeneklerde ve Hotanlılarda h- ulaması olur:
Hata / ata ‘baba’ hana / ana ‘ana’
Türkçede h- ile başlayan sözcük bulunmadığı için Kaşgarlı, yukarıdaki örnekleri Türkçe saymaz ve üzerlerinde pek durmaz.
Geçmiş zaman eki Çin’e varıncaya dek Uygur, Tuhsı, Çiğil, Argu, Yagma boylarında –dı / -di biçimindedir.Suvar ve Kıpçak ağızlarında –duk / -dük durumundadır.(Kaşgarlı bu ek üzerinde uzun uzun durur.) Suvar ve Kıpçaklardan kimi örnekler verir:
Ol anı vurduk ‘o onu vurdu’
Men munta turduk ‘ben burda durdum’
Olar evge irdük ‘onlar eve vardı’
Men yarmak tirdük ‘ben para topladım’
Kaşgarlı’nın lehçe ayrılığı olarak gösterdiği özellikler genelde çok yüzeysel özelliklerdir.Ancak Divan’daki gereçlerde başka pek çok özellik bulunur.Bunların pek çoğuna Kaşgarlı değinmez.


Şamanlık
Türk’ün Divanı, Türklükle ilgili her bilgiyi verme çabası içinde yoğun bir yapıttır.Böyle bir uğraş içindeki Kaşgarlı, yeri ve sırası geldiğinde Türklerin eski inanç düzeni olan Şamanlıkla ilgili birçok açıklamalarda bulunur.Divan inanç ve töreleri yansıtması ile ayrı bir önem taşır.Abdülkadir İnan ve Mustafa Canpolat Divan’ın bu özelliği üzerinde durmuşlardır.Şamanlık ve eski Türk inançlarına bakış açısından Divan ilginç özellikler sergiler.
İslamlık Türkler arasında yayılmaya başlayınca eski kamlar, yeni hocalar ve imamlar oluyorlar.Cübbelerini, külahlarını, davullarını bırakıp sarık bağlıyorlar.Böylece büyük bir güçlükle karşılaşmadan eski eylemerini sürdürme olanağını buluyorlar.Anadolu’da cinci hocalar muhabbet muskaları yazıyorlar.Tılsımlar yapıyorlar.Hırsızın sidik yolunu bağlıyorlar.Anlaşılmaz sözlerlecinleri toplayıp tevbe ettirerek ruh hastalarını sağaltıyorlar.Yiten eşyanın bulunmasını sağlıyorlar.Fala bakıyor bu hocalar.Halk bunların birçoğunun şeytanla ilişki kurduğuna da inanıyor.Korku ile birlikte saygı da besliyorlar.Bu hocaların çoğu okuma yazma bilmiyor.Sözkonusu kamların günümüze gelmiş uzantıları bunlar.
Kaşgarlı dinine bağlı bir Müslüman.Bu yüzden başka dinlerden sözederken dili sertleşiyor.Onları lanetlemekten kendini alamıyor.Budist Uygurlar üzerine ağır hakaretlerle dolu deyişleri alıyor yapıtına.Şamanizme tutumu ise daha değişik.
Şamanlığa atalardan, dedelerden kalan ve bir yerde saygı gösterilmesi gereken ininçlar gözü ile bakıyor.Ne ki, bu hoşgörülü bakış, daha çok Müslüman Türkler arasındaki eski inançlar için.Müslümanlığı benimsemeyenler üzerine yargıları ağır.Tengri maddesinde şu ilgi çekici açıklama var:
“Yere batası kâfirler göğe tengri derler.Yine bu adamlar büyük bir dağ, bir ağaç gibi sözlerine ulu görünen her şeye tengri derler.Bu yüzden bu gibi şeylere yükünürler.Yine bunlar bilgin kimseye tengrigen derler.Bunların sapıklıklarından ulu tanrıya sığınırız.”
Yine de zaman zaman duygusal oluyor Kaşgarlı.Şamanlığa yaklaşımları daha yumuşak.Sevecenlikle bakıyor.İnanmasa bile gülümseme ile veriyor Şaman geleneklerini.Kaşgarlı kamlara karşı saygılı dil kullanıyor.Duyduğu yakınlığı gizleyemiyor.Oysa Budist dinanamlarından söz ederken aynı hoş görüyü gösteremeyecektir.Ondan yüce tanrıya sığınma gereğini duyacaktır.
Yağış: İslamdan önce Türklerin adak için, yahut Tanrılara yakınlık elde etmek için kestikleri kurban.
Kamlar salt dinsel törenleri yöneten din adamları değil.Bir takım büyü ve afsunlarla sayrıları sağaltan sihirbazlardır.Divan’da bir arwa-, arwal-, arwaş-, arwış- sözzükleri geçiyor.Şaman dualarında anlamı bilinmeyen tümceler demek .Şamanistlere göre etkin sözler.Müslüman bakşıların afsunlarında da anlamı olmayan benzer sözler kalıplar var.Günümüzde Anadolu’da benzer dualar yapılıyor.Cin tuttuğu söylenen bir kişiyi iyileştirmek için bölgedeki yüksek dağların, ıssız koyakların adları sıralanıyor.Divan’da bununla ilgili bir iki sözcük daha var:
Eğit: Göz değmesinden korunmak için çocukların yüzüne çalınan bir ilaç.
Şamanın görevi de büyü yapmak.Kur’an’da büyü kesin biçimde yasaklanıyor.Bu yüzden Kaşgarlı, büyü olayına pek değinemiyor.Yalnızca yelwi veriyor. Yelwi: büyü sihir anlamı ile açıklanıyor.Örnek olarak da uyaklı bir dörtlük veriliyor:
Onun gözü büyülüdür
Onun özü konuktur
Yüzü ayın on dördüdür.
Yüreğim bundan yaralı
Şamanlıkla ilgili birçok sözcük Divan’da açıklanıyor:
Abaçı: Umacı, bununla çocuklar korkutulur.
Abakı: Göz değmesin diye bostanlara, bahçelere dikilen korkuluk.
Arva: Afsunlamak, “Kam arvaş arvadı”.
Arvaş: Birlikte afsun söylemek.Kamlar kanug arvaşdı” Kamlar anlaşılmayan sözler söyledi.Cin çarpmasına karşı yapılan üfrüklerde de böyledir.
Arvaş: Afsun. “Arvaş arvadı” büyük afsun yapıldı demektir.
Çıvı: Cinlerden bir bölük.Türkler şuna inanırlardı ki: İki bölük birbiri ile çarpıştığı zaman bu iki bölüğün vilayetlerinde halkını kollamak için çarpışırlar.Cinlerden hangi taraf yenerse onlardan yana çıktığı vilayet halkı da yener.Geceleyin bu cinlerden hangisi kaçarsa onların bulunduğu vilayetin halkı da kaçar.Türk askerleri geceleyin cinlerin attıkları oktan korunmak için çadırlarında saklanırlar.Bu Türkler arasında yaygındır, görenektir.
Iduk / ıdık: Kutlu ve mübarek olan her nesne.Bırakılan her hayvana bu ad verilir.Bu hayvana yük vurulmaz, sütü sağılmaz, yünü kırkılmaz, sahibinin yaptığı adak için saklanır.
Irk: Falcılık, kahinlik ve bir kimsenin gönlündekini bilmek.ırkla-: Önbilicilik yapmak.”Kam ırkladı:Şman önbilicilik yaptı, ırka baktı.
Isrık: Çocukları periler ve göz dokunmasına karşı afsunlamak için ilaç yapıldığı zaman söylenir.Çocuğun yüzüne tütsü verilerek “ısrık, ısrık” denir ki, ey peri ısırılmış olasın” demektir.
Kam: Ak ve kara temiz taş.Bunun akını yüzük kaşına korlar.Bununla şimşekten, susuzluktan ve yıldırım düşmesinden korunurlar.Kaş taşı bulunanlara yıldırım düşmez.Türklerin inancına göre böyledir.
Kovuç: Cin çarpması eseri.Böyle olan adamın yüzüne soğuk su serperler.Sonra kovuç kovuç denir.Üzerlik ve öd ağacı ile tütsülenir.Bu kaç, kaç demek olsa gerektir.
Kovuz: Oğuzlar “kovuç” kullanırlar.”Yel kovuz bitigi” denir ki, cin çarpmasına karşı afsun üfürük demektir.
Kösgük: Göz değmesinden sakınmak için üzüm bağlarına ve bostanlara dikilen nazarlık.
Monçuk: Atın botnuzuna takılan değerli taş; arslan tırnağı, muska gibi şeyler.
Temür: Kırgız, Yabaku, Kıpçak ve daha başka boyların halkı and içtiklerinde , yahut sözleştiklerinde, demiri ululamak için, kılıcı çıkararak yanlamasına öne korlar.”Bu gök girsen kızıl çıksın” derler.”Sözünde durmasan kılıç kanına bulansın, demir senden öcünü alsın” demektir.Çünkü onlar demiri kutsal sayarlar.
Tiki: Geceleri işitilen ses.Türkler öyle sanırlar ki, ruhlar sağ iken yaşadıkları şehirlerde her sene bir kere toplanırlar, halkı ziyaret ederler.Geceleyin bu sesi kim işitirse ölür.Bu Türkler arasnda yaygındır.
Uçguk: Uçuk, ingi.
Umay: Son, kadın doğurduktan sonra karnından çıkan hokka gibi nesne.Buna çocuğun ana karnında eşi denir.Şu atasözünde de gelmiştir:”Umaya tapınsa oğul olur”.Kadınlar onu uğur sayarlar.
Us: Kerkes kuşu.Bu kuş bir adamın yüzüne karşı ıslık çalarsa uğur sayılmaz.Bu ölüm işaretidir.
Üngüjin: Çölde insan öldüren umacı, gulyabani.
Ürüng: Afsuncuya, arabacıya verilen para.
Yarın: Kürek kemiği.Türklerde şöyle bir atalar sözü vardır:”Kürek kemiği karışırsa memleket karışır”.
Yat: Taşlarla yağmur ve rüzgar getirmek için yapılan bir büyücülük.
Yatla-:”yatçı yatladı”: Yada yaşı kullanan yadacı yada taşı ile afsun yaptı.
Yel: Cin.”er yelpindi” denilir.Adama yel (cin) çarptı demektir.
Yelpin-: Cin çarpmış.”oğlan yelpindi” denir ki, “oğlan yele, cine çarpıldı” demektir. Yelpik: Cin çarpması, yele uğraması.
“Üzüne soğuk su serpilir, sonra kovuç kovuç denir” diye anlatıyor.
Yelvi: Büyü, sihir, büyücüye “yelviçin” denir.
Yelbüke: Ejderha, şu savda dahi gelmiştir: yedi başlıg yıl büke: Yedi başlı ejderha.
Yog: Ölü gömüldükten sonra, üç yahut iki güne kadar verilen yemek.
Yogla-: Ölü için yemek vermek.Türklerin göreneği böyledir.
Yog basan: Ölümden sonra, yedi gün verilen yemek.
Ve bir de “bal” başlığı var.Kimi Türk boylarının “arı yağı” dediklerini söylüyor ve sonra bir dize veriyor.Çevirisi şöyle:
Vardı sana şeytan tutarak bal
İpek giyip aklı yufka olarak kal
Şeytan önüne çıktı, sana bal sundu.İpek giysi giydirdi, sen ona kandın.”Artık sen deli olarak yaşa” demek istiyor.Afrasiyab’ın kızı olan Kaz’ın kocası Siyavuş’un öldürüldüğü yer “Yenkend”.Sözü ile ilgili açıklaması daha da ilginç:
“Ateşe tapanlar her yıl bir gün buraya gelirler.Siyavuş’un öldürüldüğü yerin yöresinde ağlar, kurban keserler.Kurban kanını mezarın üzerine dökerler.Görenekleri budur.”
Kuşkusuz bu kanlı kurbanlar, yer altındaki kötü ruhlar için.Siyavuş onların kötülüklerinden korumak için kesiliyor.
Eşük: Hanlardan, beylerden birisi öldüğü zaman, mezarı üstüne serilmek üzere gönderilen kumaş.Bu kumaş sonra parçalanarak yoksullara dağıtılır.
Kaşgarlı bilinçli olarak eksik açıklamada bulunuyor: Umay’ı doğrudan doğruya “çocuğun eşi, son” olarak veriyor.Tanık olarak gösterdiği savdaki Umay’ın bir tanrıça olduğunu da görmezlikten geliyor.”Tapınsa”: ibadet etse sözcüğünü de Arapçaya “hizmet etse” biçiminde çeviriyor.
Yarın “kürek kemiği” sözü ile gelen açıklama da ilginç.”Yarın bulgansa il bulganır”.Anlamı şu; Kürek kemiği karışırsa il karışır.Eski Türklerde kürek kemiğine bakarak fal açma geleneği var.Kürek kemiği ile fala bakma, birçok ulusca da bilinen bir şey.Wilhelm Rubruk’a gör Moğol sarayında kürek kemiği falı büyük önem taşıyor.Kürek kemikleri özel fırınlarda yakılıyor.Üzerlerinde oluşan çizgilere bakarak, gelecekle ilgili bilgiler çıkarılır.Kaşgarlı bilerek Şamanlıkla ilgili birçok bilgiyi vermekten kaçınıyor.O soylu ulusculuk duygusu soydaşlarını kötülemek anlamına gelecek açıklamalardan alıkoyuyor.Üstelik bir gelenek görenek olarak gördüğü bu ata inançlarına karşı, inanmasa bile saygısını yitirmiyor.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2011       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
livan-u küpat arap devleti Msn Happy
cemilefulya - avatarı
cemilefulya
Ziyaretçi
8 Ekim 2012       Mesaj #10
cemilefulya - avatarı
Ziyaretçi
divan-ılüpat'it nedir

Benzer Konular

7 Şubat 2016 / Demir YumruK X-Sözlük
20 Ocak 2013 / Daisy-BT Edebiyat
29 Ocak 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Şubat 2007 / Misafir Türkiye Cumhuriyeti