Arama

Uzayın sonunu neden bulamıyorlar?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 4 Nisan 2013 Gösterim: 5.904 Cevap: 4
ziyaretçi - avatarı
ziyaretçi
Ziyaretçi
23 Kasım 2008       Mesaj #1
ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
uzayın sonunu neden bulamıyorlar ve bulmak için ne gıbı yöntemlerde bulundular
EN İYİ CEVABI herkimsem verdi
uzayın sonunu neden bulamıyorlar ve bulmak için ne gıbı yöntemlerde bulundular
Sponsorlu Bağlantılar
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
23 Kasım 2008       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
2000 yıllık bir serüven -Kapalı evrenden sonsuz uzaya

Sponsorlu Bağlantılar
Prof. Dr. Metin Hotinli
İ.Ü .Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Emekli Öğretim Üyesi
BilimVe Gelecek
Kasım 2004


Uzayın sonsuz olduğu düşüncesi nasıl gelişti? Bu 2000 yıllık serüvende bazı köşetaşları: Anaksimander ve Anaksimenes'in 7 katlı göğü, Aristoteles'in göğün 9. katının üzerindeki 'İlk Hareket Ettiricisi' Kopernik'in kapalı evren modeli, Giordano Bruno 'nun sonsuz evreni, Newton'un mutlak uzayı ve Einstein'in göreli uzayı...

Eskiçağların mitolojik ve dinsel içerikli inanışlarını bir tarafa bırakacak olursak, gökyüzü ve evren hakkında bilimsel olarak nitelendirebileceğimiz ilk düşünceler, MÖ. 6. yüzyılda filizlenmeye başlamıştır. Geleneksel inanca göre, gökyüzü bir kubbe gibi algılanıyor ve üzerinde asılı duran yıldızlar ile birlikte Yerin çevresinde döndüğü sanılıyordu.


Ancak, bu olayı biraz dikkatli gözleyenler, göğün tek bir kubbeden ibaret olmadığını anlamışlardı. Ay gerek yıldızların ve gezegenlerin önünden geçerek 'tutulma'lara neden oluyor; Güneş de yıl boyunca (gökyüzünün günlük hareketinin ters yönünde) günde yaklaşık 1 derece katlar geri kalıyor: gezegenler ise, yıldızlara göre, bazen ileri gidiyor, bazen geri kalıyor, bazen de duraksıyordu.
7 kat!, gök ve 9. katın üzerindeki Tanrı

Bu karmaşık olguvu açıklamak üzere. Miletli Anaksimander (MÖ 610-517) ve onun öğrencisi Anaksimenes (MÖ 550-MÖ 480) Ay. Güneş ve (çıplak gözle görülebilen 5 gezegenin her birini taşıyan ve ortak merkezlerinde Yer'in bulunduğu, 7 tane iç içe katman olduğunu varsaydılar. Bunların dönüş hızlarının yıldızlı gök kubbeninkinden farklı olusunu nedeniyle.
Sözü edilen gökcisimlerinin karmaşık hareketleri açıklanabiliyordu. Soğan kabukları gibi iç içe geçmiş olan bu katmanların birbirlerinin görüntülerini engellemememsi için de , saydam bir maddeden , bir çeşit kristalden oluştukları varsayılıyordu.


Bu katmanlara neden gerek duyulmuştu? Bir cismin dolanım halinde bir gök cismi bile olsa, boşlukta durabileceğine inanılmıyor, eğer bir dayanağı yoksa hemen Yer'in merkezine doğru düşeceği sanılıyordu.

Gökyüzü olaylarını açıklamak 'üzere ileri sürülmüş olan bu model, bugün bize çok ilkel gözükebilir: ancak daha eskiçağlardaki mitolojik ve dinsel içerikli inançlarla kıyaslandığında ilk kez, gözlenen olayları, doğadışı ve doğaüstü güçleri hiç işe karıştırmadan, sadece akıl yoluyla açıklamak çabasıyla tasarlanmış olduğunu görürüz.


Gözlemler daha duyarlı ve ayrıntılı olarak yapılmaya başlayınca, bu basit modelin yetersiz olduğu anlaşıldı. Platon'un öğrencilerinden Eudoksus (MÖ384-322) bunu geliştirerek, daha karmaşık bir 'kristal küreler' sistemi oluşturdu.


Platon'un diğer bir öğrencisi olan Aristoteles (MÖ-384-322) de Eudoksus'un bu kuramını benimseyip, modele bazı yenilikler getirdi .Aristoteles'in getirmiş olduğu yenilikler sadece gökyüzü hareketlerini daha iyi açıklamak üzere ilave edilmiş yeni kristal kürelerden ibaret olmayıp, hocası Platon'un mistik düşüncelerini de kısmen içeriyordu.

Aristoteles, Yere en yakın gökcismi olduğu bilinen Aya kadar olan kısma 'Ayaltı' (sublunary) bölge dedi. Burası, her türlü kötülüğün ve değişikliğin (Platon'a göre her değişiklik bir yozlaşmaydı) olabileceği bir yerdi. Ay ötesi, yani gökyüzü alemi ise, saf, değişmez, bozulmaz ve ebedi olan bir'5. element' ten oluşmuştu. Aristoteles modelinin bir diğer özelliği de, dünyanın bir çeşit tavanı sayılabilen yıldızlar katının üstünde, bir '9.'
katta, bütün sistemi döndüren 'kendisi hareket etmeyen ilk hareket ettirici ' nin (primum mobile) bulunmasıydı.


Bu 'ilk hareket ettirici' ne idi? Arisioteles Gökyüzü adlı kitabında söyle diyor: 'Açıkça görülmektedir ki, gökyüzü yaratılmamıştır: ve bazı filozofların dediği gibi. Yok da olamaz, ebedidir ve ne başlangıcı ne de sonu vardır'. O halde. Aristoteles'in 'İlk Hareket Ettirici'sinin , dinlerin yaratıcı ve insanların kaderine hükmeden Tanrısı' (Providence) ile bir ilgisi yoktur.


Aristoteles buna neden gerek duymuştu? Çünkü onun fiziğine göre, 'hareket eden her şeyin bir hareket ettiricisi olmalıdır' kuralı geçerliydi. Yani henüz 'atalet prensibi' (principle of inertia) bilinmiyordu. Hareket halindeki cisimlerin, sürtünmeler gibi frenleyici bir etki olmadığı sürece, hareketlerine devam edeceklerini öngören 'atalet prensibi', ancak 17. yüzyılda Galieo ve da ha sonra Newton tarafından açıklığa kavuşturulacaktır.


Gökyüzü-Yeryüzü ikilemi üzerine kurulu hiyerarşik yapıdaki bu model, '9. kat' üzerindeki 'Ilk Hareket Ettirici' dinlerin Tanrısı ile özdeşleştirilerek, gerek Hıristiyan ve gerekse Islam alemince, Ortaçağlar da benimsendi ve bir dinsel dogma haline geldi.


MS 2. yüzyılda İskenderiye'de yaşamış olan Ptolemeus, yaklaşık 7 yüzyıldan beri geçerli olan Aristoteles modelini bir hayli geliştirdi. Ptolemeus'un getirmiş olduğu yenilikler, daha çok profesyonellere yönelik incelikler olup, halk tabakalarına pek yansımadı. Ortaçağlar da, geniş halk kitlelerinin inandığı, 7 katlı gök ile 9. katın üzerindeki Tanrı idi.


Bu inanç, Kopernik Devrimi 'ne, yani 16. yüzyıl ortalarına kadar süregeldi. Bilim tarihinde, Aristoteles Evren Modeli kadar uzun süre (yaklaşık 2 binyıl) geçerliliğini korumuş olan bir başka kuram yoktur. Bilimsel kuram sözü belki bazı okuyucularımız tarafından yadırganabilir. Ancak bu kuramın çıkışı bilimsel amaçlı olup, yüzlerce yıl da, profesyonel astronomlar tarafından gezegenlerin durumlarını veren cetvellerin hesaplanması için kullanılmıştır.
Kopernik Devrimi

Kopernik, 1543 yılında, Arşimed'in yıllar önceki düşünü, sanal bir kaldıraçla da olsa gerçekleşti rerek, dünyayı evrenin merkezinden kaldırıp, Güneş çevresinde dolanan sıradan bir gezegen durumuna getir di. Bu başlı başına bir devrimdir. Asıl önemi gökbilim ile sınırlı ol mayıp, bir dinsel dogma haline gelmiş olan insan-merkezli (anthropocentric) dünya görüşüne ölümcül darbeyi indirmiş olmasındadır.

Kopernik Kuramı, bilimsel açıdan tam olarak doğru değildi, çünkü gezegen yörüngeleri genel dairesel varsayılıyordu. Yanlışların bir kısmını Kepler düzeltti ve yörüngelerin dairesel olmayıp, odakların dan birinde Güneş'in bulunduğu bir elips olduğunu gösterdi.
Kopernik hiçbir zaman, yıldızlı gök kubbenin sonsuzluğundan da söz etmiyor, ancak 'immensum' (çok büyük) olduğunu vurgulamakla yetiniyordu. Yani gene bir 'kapalı evren' modeli idi. Devrimin ilerisini başkaları gerçekleştirecekti.

Bilimsel devrimler de, sosyal devrimler gibi, uzunca bir süreç sonunda yerli yerine oturmaktadır. Kopernik Devrimi de aynı kaderi paylaştı. Kopernik iki türlü engelle karşılaşmıştı: Birisi, 'sağduyu' denilen ve daha çok alışkanlıklarımızdan kaynaklanan önyargılardı. Kendisi bile kitabında, 'Sağduyuya aykırı gelse de, Yerküre'nin bir hareketi olduğunu düşünüyorum' diyor. Diğer engel ise, bir dinsel dogma haline gelmiş olan kapalı Aristoteles Evreni'nin, tutucu çevreler tarafından, 'göze göz, dişe diş' savunulmasıydı.
Oldukça ilginçtir ki, Ortaçağ'ın kapalı evrenine yöneltilen ilk eleştiri, bir gökbilimciden değil, bir filozof ve kilise adamı olan Kardinal Cusalı Nicolas'dan gelmiştir. 1440 yılında yayımladığı De Docta Ignorianta adlı kitabında, Tanrının eseri olan evrenin sonlu olamayacağını, çok büyük, sonsuz olması gerektiğini vurguluyordu.

7 kristal katlı göğü, 9. katı ile birlikte, tuz buz edip uzaya dağıtan kişi ise, Giordano Bruno'dur (1548- 1600). Kopernik Kuramı'nı ve 'sonsuz evren' kavramını ciddiye alarak, bir misyoner gibi, bütün Batı Avrupa'yı dolaşıp bu fikirleri yaymaya çalıştı. Uzayın sonsuzluğu kavramı, o zamana kadar hiç Giordano Bruno kadar inanç ve tutkuyla savunulmamıştı. Her ne kadar, kendi yaşadığı dönemde çok fazla yandaş bulamamışsa da (dinsel baskılar ve insanların bu fikre henüz hazır olmamalarından dolayı) ileriki yıllardaki gelişmeleri büyük ölçüde etkilemiştir.

Kepler ise, uzayın sonsuzluğuna hiçbir zaman sıcak bakmamış, Antikçağ'da da bu fikri ileri süren filozofların varolduğunu, ancak, bunların hepsinin Aristoteles tarafından eleştirilerek, uzayın sonlu olduğunun kanıtlandığını ileri sürmüş; sonsuz uzayı, bilimsel anlamı olmayan bir kavram diye nitelemişti. Galilei ise bu konuya daima kuşku ile yaklaşmış, hiçbir zaman kesin bir taraf tutmayarak (ileride Kant'ın söylediği gibi) 'Evrenin sonlu mu sonsuz mu olduğu henüz bilinmemektedir ve kanımca her zaman da böyle kalacaktır' demişti.
Descartes ise, uzay için 'sonsuz' deyimini kullanacak yerde, 'sınırsız uzanan uzay' diyerek, ihtiyatlı bir üslupla konuya yaklaşmış; 'sonsuz' kavramını 'Tanrının yüceliği son suzdur' gibi deyimlere saklamayı yeğlemiştir.

Bu tutumlarında, Kilise'den çekinmeleri rol oynamış olabilir. Göründüğü kadarıyla, konuyu bilimsel açıdan ele alanlar daha temkinli davranıyorlar; sonsuz uzay fikrini ise daha çok filozoflar ve metafizik çiler savunuyordu. Bu kavramın bilimsel açıdan ispatlanamayan, daha çok metafiziğe yatkın bir kavram olduğu da büsbütün yadsınamaz.

Kıta Avrupa'sında bu tartışmalar sürerken, İngiltere'de uzayın sonsuzluğu tartışmaları, belki Roma'nın baskısından uzak olduğu için, biraz daha rahat yapılmakta idi. Bir astronom ve matematikçi olan Thomas Digges (1546-1595) ateşli bir Kopernik yanlısıydı. Kopernik'in kitabının bir kısmını İngilizce'ye çevirerek, kendi düşüncelerini de eklemiş ve yıldızların zannedildiği gibi bir küresel katmanda toplanmış olmayıp, çok farklı uzaklıklarda oldu ğunu ileri sürmüş, bununla da yetinmeyip uzayın sonsuzluğunu savunmuştu.

Bir bakıma Bruno'nun öncüsü sayılabilirse de, hiçbir za man onun kadar etkili olmamıştır. Sarayın hekimi ve mıknatıslanma üzerine deneyler yapan WilliamGilbert (1544-1603) De Magnet adlı kitabında, 'Tanrının sonsuz gücü ancak sonsuz bir evren yaratabilir' diyerek, konuyu bilimsel alanını dışına çıkarmakla birlikte, sonsuz u zay fikrinin yayılmasında öncülük etmiş sayılabilir.

İngiltere'de, uzayın sonsuzluğu kavramını coşkuyla savunan bir başkası da, Cambridge Universitesi'nin Platoncu filozoflarından Henry More (1614-1687) idi. Henry More'un sonsuz uzay savunması da, diğer filozoflarınki gibi, bilimsel olmaktan çok, metafiziksel kavramlar ve Tanrının yüceliğine dayanıyordu. Ancak önemli bir fark vardı; Henry More, kendisiyle aynı üniversitede bulunan kendisinden 28 yaş küçük genç bir matematikçiyi derinden etkilemişti. Bu genç matematikçi Isaac Newton idi.

alıntı

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Kasım 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Evren oluşurken büyük patlamalar meydana geldi ve böyleci boşluk büyüdükçe büyüdü. Kısacası uzay her saniye genişlemektedir...
herkimsem - avatarı
herkimsem
Ziyaretçi
4 Nisan 2013       Mesaj #4
herkimsem - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
uzayın sonunu neden bulamıyorlar ve bulmak için ne gıbı yöntemlerde bulundular
_MySterious_ - avatarı
_MySterious_
Ziyaretçi
4 Nisan 2013       Mesaj #5
_MySterious_ - avatarı
Ziyaretçi
Uzun uzun anlatmaya gerek yok çünkü o teknolojiye şu anda gelinmiş değil.

Benzer Konular

24 Ocak 2007 / virtuecat Uzay Bilimleri
1 Mayıs 2011 / Ziyaretçi Cevaplanmış
31 Mart 2017 / LiebFee Soru-Cevap
31 Temmuz 2012 / zokan Uzay Bilimleri