Arama

Tanzimat nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 19 Temmuz 2015 Gösterim: 5.499 Cevap: 2
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
1 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
kardeşler tanzimat nedir bilen varmı?
EN İYİ CEVABI fadedliver verdi
Mahmut II. nin yerine geçen Abdülmecitin, o zaman Hariciye Nazırı bulunan Mustafa Reşit Paşanın teşebbüsüyle 3 Kasım 1839 da yayınladığı bir hattı-hümayunla uygulanmasına başlayan yenileşme hareketine verilen ad. Abdülmecitin tahta geçişi Osmanlı imparatorluğunun büyük bir buhran içinde olduğu zamanlara rastlamıştır. Mısır valisi bulunan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı ordularını bir kaç yerde yenilgiye uğratmıştır. Osmanlı imparatorluğunun bu güç durumundan kurtulmasını, çeşitli çıkarlarına uygun gören Batı devletleri (İngiltere, Fransa), Osmanlı devletinde yenileşme hareketleri yapıldığı taktirdi yardımdan geri kalmayacaklarını açıklayarak bildirdiler. Hariciye Nazırı bulunan Mustafa Reşit Paşa devletin bu güç durumunu genç padişaha anlatır ve devleti kurtarmak için, yenileşme roketleri yapmaktan başka çıkar yol olmadığını söylemiştir. Bunun üzerine Aldülmecit, Tanzimat adı altında uygulanacak olan bir yenileşme hareketinin hatt-ı hümayun la ilan edilmesine razı olmuş, nazırlar, devlet adamları ve şeyhülislam tarafından hazırlanan bu metin, bir hatt-ı hümayun olarak, 3 Kasım 1839 tarihinde büyük bir törenle, bizzat Mustafa Reşit tarafından okunmuştur. Okunduğu yere nispetle adına, Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı verilen bu vesikanın bağında Osmanlı imparatorluğunun zuhurundan beri Kuran hükümlerine ve şeriat kanunlarına riayet edildiği cihetle devlet kuvvetlenmiş ve bütün tebaa refahın son derecesine vasıl olmuşken yüz elli yıldan beri birçok kaileler ve sebepler yüzünden şeriat hükümlerine riayet edilmediğinden memleketin kuvvet ve mamuriyetini kaybetmiş olduğu, halbuki devletin coğrafi durumuna ve halkın kabiliyet ve istidatlarına göre teşebbüs edilirse on beş sene içerisinde memleketin arzu edilen seviyeye çıkacağı izah edildikten sonra bunu temin için yeni kanunlar yapılmasına zaruret görüldüğü ve bu kanunların başlıca; can emniyeti, ırz, namus ve mal mahfuziyeti, halktan alınacak verginin muayyen olması ve askerlik müddetinin mahdut bulunması gibi esaslara dayanması lazım geleceği tespit ediliyor. Gülhane Hattı, bundan sonra bu esaslardan her birinin önemini ve bunların tatbikine neden zaruret bulunduğunu ayrı ayrı belirterek bundan böyle bir mahkemenin hükmü olmadıkça gizli veya aleni hiç bir kimsenin idam ve teslim edilmesini, hiç bir kimsenin ırz ve namusuna dokunulmamasını, herkesin malına serbestçe tasarruf etmesini, kimsenin malının müsadere edilmemesini, bütün tebaanın aynı haklardan istifade etmelerini emrettikten sonra yeni yapılacak kanunlar Meclis-i Ahkam-ı Adliyede yapılacağından bu meclisin azasının çoğaltılmasına lüzum gösteriyor ve burada yapılan kanunların tasdik edilmek üzere kendisine arz edilmesini istiyor. Hatt-ı hümayun, bu kanunların hükümlerine riayet edeceğine padişahın yemin edeceğini, vükela ve vezirlere de yemin ettireceğini beyan ettikten sonra bir ceza kanunu vücuda getirilmesini henüz maaşları tahsis edilmemiş memuriyetler varsa hemen onlara maaş bağlanmasını, rüşvet alınmasının menedilmesini tesbit ettikten sonra keyfiyat-ı meşruha usul-i atikayı bütün tasvir ve tevcit demek olacağından işbu irade-i şahanemiz Dersaadet ve bilcümle memalilk-i mahrusamız ahalisine ilan ve işaa olunacağı misullu düvel-i mütahabbe dahi bu usulün inşaallahü taala ilelebet başkasına şahit olmak üzere Dersaadetimizde mukim bilcümle süferaya dahi resmen bildirilisin. Hemen Rabbımız Taala Hazretleri cümlemizi muvaffak buyursun ve bu kavanin-i müessesenin hilafına hareket edenler Allahü Taala Hazretlerinin lanetine mazhar olsunlar ve ilelebet felah bulmasınlar; amin bedduasıyla sona ermektedir.

Sponsorlu Bağlantılar
Tanzimat Hattı, hükümdarın bundan böyle kimseyi bir mahkeme hükmü olmadan öldürmeyeceğini ve zehirlenmeyeceğini kimsenin malını elinden almayacağını, bütün vatandaşları aynı haklardan istifada ettireceğini, halka zararı dokunan iltizam usulünü kaldıracağını, askerlik vazifesini mahdut bir zaman için yaptıracağını aleni ve resmi olarak taahhüt altına almış olması bakımından tarihi önemi yüksek bir siyasi belgedir.

Bu devirde garp medeniyetine, garp usullerine temayül arzuları belirmiş ve idari ve içtimai yenilikler vücuda getirilmiş bilhassa edebiyat alanında önemli adımlar atılarak edebiyatımıza yeni neviler getirilmiştir. Bununla beraber, dahili ve harici birtakım amiller, Tanzimattan beklenen neticelerin elde edilmesine engel olmuştur
alıntı
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
1 Aralık 2008       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Mahmut II. nin yerine geçen Abdülmecitin, o zaman Hariciye Nazırı bulunan Mustafa Reşit Paşanın teşebbüsüyle 3 Kasım 1839 da yayınladığı bir hattı-hümayunla uygulanmasına başlayan yenileşme hareketine verilen ad. Abdülmecitin tahta geçişi Osmanlı imparatorluğunun büyük bir buhran içinde olduğu zamanlara rastlamıştır. Mısır valisi bulunan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı ordularını bir kaç yerde yenilgiye uğratmıştır. Osmanlı imparatorluğunun bu güç durumundan kurtulmasını, çeşitli çıkarlarına uygun gören Batı devletleri (İngiltere, Fransa), Osmanlı devletinde yenileşme hareketleri yapıldığı taktirdi yardımdan geri kalmayacaklarını açıklayarak bildirdiler. Hariciye Nazırı bulunan Mustafa Reşit Paşa devletin bu güç durumunu genç padişaha anlatır ve devleti kurtarmak için, yenileşme roketleri yapmaktan başka çıkar yol olmadığını söylemiştir. Bunun üzerine Aldülmecit, Tanzimat adı altında uygulanacak olan bir yenileşme hareketinin hatt-ı hümayun la ilan edilmesine razı olmuş, nazırlar, devlet adamları ve şeyhülislam tarafından hazırlanan bu metin, bir hatt-ı hümayun olarak, 3 Kasım 1839 tarihinde büyük bir törenle, bizzat Mustafa Reşit tarafından okunmuştur. Okunduğu yere nispetle adına, Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı verilen bu vesikanın bağında Osmanlı imparatorluğunun zuhurundan beri Kuran hükümlerine ve şeriat kanunlarına riayet edildiği cihetle devlet kuvvetlenmiş ve bütün tebaa refahın son derecesine vasıl olmuşken yüz elli yıldan beri birçok kaileler ve sebepler yüzünden şeriat hükümlerine riayet edilmediğinden memleketin kuvvet ve mamuriyetini kaybetmiş olduğu, halbuki devletin coğrafi durumuna ve halkın kabiliyet ve istidatlarına göre teşebbüs edilirse on beş sene içerisinde memleketin arzu edilen seviyeye çıkacağı izah edildikten sonra bunu temin için yeni kanunlar yapılmasına zaruret görüldüğü ve bu kanunların başlıca; can emniyeti, ırz, namus ve mal mahfuziyeti, halktan alınacak verginin muayyen olması ve askerlik müddetinin mahdut bulunması gibi esaslara dayanması lazım geleceği tespit ediliyor. Gülhane Hattı, bundan sonra bu esaslardan her birinin önemini ve bunların tatbikine neden zaruret bulunduğunu ayrı ayrı belirterek bundan böyle bir mahkemenin hükmü olmadıkça gizli veya aleni hiç bir kimsenin idam ve teslim edilmesini, hiç bir kimsenin ırz ve namusuna dokunulmamasını, herkesin malına serbestçe tasarruf etmesini, kimsenin malının müsadere edilmemesini, bütün tebaanın aynı haklardan istifade etmelerini emrettikten sonra yeni yapılacak kanunlar Meclis-i Ahkam-ı Adliyede yapılacağından bu meclisin azasının çoğaltılmasına lüzum gösteriyor ve burada yapılan kanunların tasdik edilmek üzere kendisine arz edilmesini istiyor. Hatt-ı hümayun, bu kanunların hükümlerine riayet edeceğine padişahın yemin edeceğini, vükela ve vezirlere de yemin ettireceğini beyan ettikten sonra bir ceza kanunu vücuda getirilmesini henüz maaşları tahsis edilmemiş memuriyetler varsa hemen onlara maaş bağlanmasını, rüşvet alınmasının menedilmesini tesbit ettikten sonra keyfiyat-ı meşruha usul-i atikayı bütün tasvir ve tevcit demek olacağından işbu irade-i şahanemiz Dersaadet ve bilcümle memalilk-i mahrusamız ahalisine ilan ve işaa olunacağı misullu düvel-i mütahabbe dahi bu usulün inşaallahü taala ilelebet başkasına şahit olmak üzere Dersaadetimizde mukim bilcümle süferaya dahi resmen bildirilisin. Hemen Rabbımız Taala Hazretleri cümlemizi muvaffak buyursun ve bu kavanin-i müessesenin hilafına hareket edenler Allahü Taala Hazretlerinin lanetine mazhar olsunlar ve ilelebet felah bulmasınlar; amin bedduasıyla sona ermektedir.

Sponsorlu Bağlantılar
Tanzimat Hattı, hükümdarın bundan böyle kimseyi bir mahkeme hükmü olmadan öldürmeyeceğini ve zehirlenmeyeceğini kimsenin malını elinden almayacağını, bütün vatandaşları aynı haklardan istifada ettireceğini, halka zararı dokunan iltizam usulünü kaldıracağını, askerlik vazifesini mahdut bir zaman için yaptıracağını aleni ve resmi olarak taahhüt altına almış olması bakımından tarihi önemi yüksek bir siyasi belgedir.

Bu devirde garp medeniyetine, garp usullerine temayül arzuları belirmiş ve idari ve içtimai yenilikler vücuda getirilmiş bilhassa edebiyat alanında önemli adımlar atılarak edebiyatımıza yeni neviler getirilmiştir. Bununla beraber, dahili ve harici birtakım amiller, Tanzimattan beklenen neticelerin elde edilmesine engel olmuştur
alıntı
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
19 Temmuz 2015       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
TANZİMAT, -tı çoğl. a. (ar. tanzimin çoğl. tanzimât). Esk.
1. Düzenlemeler.
2. Bir kurumdaki işlerin yürütülmesinde düzeltme yapmak amacıyla alınan önlemler ve uygulamalar bütünü.
3. Reform.

—Kur. tar. Tanzimat dairesi, OsmanlI devletinde Şûrayı devlet’in en önemli kalemlerinden biri. (1871'de kurulan Tanzimat dairesi’nin görevi, kanun ve nizamları incelemek, gerekirse bunları yorumlamak ya da görüş bildirmekti.)

—tanzimat, OsmanlI devleti tarihinde Abdülmecit’in imzasını taşıyan Gülhane hattı hümayunu'nun Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmasıyla başlayan ve Birinci meşrutiyet’e kadar süren ıslahat ve batılılaşma dönemi (1839-1876). Bir zamanlar dünyanın sayılı devlet örgütleri arasında yer alan osmanlı kuruluşları, 300 yılı aşkın bir süre düzenli olarak çalıştıktan sonra bozularak etkinliğini yitirmiş, özellikle Batı’nın dev adımlarla ilerleyen düşünce akımlarıyla teknolojisi karşısında varlığını güçlükle sürükler duruma gelmişti. Bu bozuk düzene karşı ilk yenileştirme atılımına girişen Osman ll’nin (Genç) yaşamına mal olan Hailei Osmaniye'den (1622) Vakai hayriye'ye (1826) kadar geçen 204 yıl içinde kişinin en doğal ve kutsal hakkı olan can ve mal güvenliği osmanlı toplumunun başlıca eksikliği olarak çözüm bekledi: can güvenliği yalnız padişahın değil, sadrazamın, vezirlerin ve valilerle voyvodaların bile dudakları arasından çıkacak bir söze bağlıydı; mal zoralımı yöneticileri, vezirleri korkutan büyük bir tehlikeydi. Bu durumdan hıristiyan yurttaşlar kadar müslüman halk da tedirgindi (böylece, bir bakıma kapitülasyonlar nedeniyle yabancılar, yerli halka oranla çok daha güvenli ve korunmuş durumdaydılar).
Mahmut II döneminin en önemli olaylarından biri olan Vakai hayriye’yi izleyen yeni düzenlemeler ve ıslahat programları, umulduğu gibi bu duruma son veremedi. Sözgelimi, Yeniçeri ocağfnın yerine kurulan Asakiri mansurei Muhammediye ordusu için taşraya giden ahzı asker (asker toplama) görevlilerinin önlerine gelen gençleri zorla toplayıp bir daha köylerine dönme olanağı olmaksızın sürekli asker yazmaları yüzünden yeni osmanlı yönetimi de halkın gözünde saygınlığını yitirdi. Bu nedenle, Mısır ayaklanması sırasında (1832-1841) halk kitlelerinin Anadolu’da Mehmet Ali Paşa’ya yakınlık gösterdiği görüldü. Bu bozuk düzen dolayısıyla OsmanlI devletinin içerde ve dışarda saygınlığının kalmaması sonucu, Mahmut II döneminin sonlarında Tanzimat'a gereksinim duyuldu. Ancak, tutucu Dahiliye nazırı Akit Paşa’nın padişaha saltanat hakkının sınırlanmasından söz ederek buna şiddetle karşı çıkması yüzünden tasarım gerçekleştirilemedi.
Bu tasarımın baş mimarı olan ve Hariciye nazırlığına ek olarak Londra sefirliğinde bulunan Reşit Paşa, Abdülmecit’in cülusu üzerine (1839) İstanbul'a gelince, sadrazam Koca Hüsrev Paşa başta olmak üzere tutucu devlet adamlarının hiç hoşlanmadıkları Tanzimat’ın osmanlı yönetimi için yaşamsal bir zorunluluk olduğunu gizli görüşmelerde genç padişaha anlattı. Abdülmecit, tüm deneyimsizliğine ve yaşının küçüklüğüne karşın, kendi mutlak erkinin sınırlanmasıyla sonuçlanacak bu öneriyi kabul edip benimseme büyüklüğünü gösterdi. Böylece Abdülmecit’in tahta çıktıktan 4 ay sonra imzalayıp onayladığı Hattı hümayun, Gülhane meydanında Reşit Paşa tarafından okunarak Tanzimat’ın ilan edildiği duyuruldu (3 kasım 1839).
Devlet ve hükümet kurulları (Mecalisi devleti âliye), yönetsel ve parasal denetim, adliye ve ilmiye yenilikleri, askerlik işleri gibi başlıca dört alanda yeni düzenlemelerin öngörüldüğü Hattı hümayun, gerçekte avrupa devletlerinin baskısıyla yurttaşların, özellikle reayanın (hıristiyan tebaa) ana haklarını güvence altına alan bir belge niteliğindeydi. Buna göre, padişah başta olmak üzere hiç kimse mahkeme kararı olmadan kişiyi idam ettiremeyecek ya da sürgüne gönderemeyecek; vergiler, müslüman ve hıristiyanlardan yasalar uyarınca eşit olarak toplanacak; yurttaşlık hakları ırk ve din ayrımı gözetilmeksizin korunacak; hıristiyanlar da asker ve devlet memuru olabileceklerdi. Gülhane hattı hümayunu bir tür ilkel Anayasa olduğuna göre, Tanzimat yönetimi de mutlakıyetle meşrutiyet arasında 37 yıl süren bir geçiş dönemi sayılabilir. Ancak, bu kendine özgü rejimin tek güvencesi, padişahla vükela ve ulemanın Htrkai şerif odasında içtikleri antla sınırlıydı, içtiği ant gereğince keyfi yönetimden vazgeçip yasaya bağlı kalacağını açıklayan padişah, böylece saltanat yetkisini kendi isteğiyle sınırlamakta ve mutlakıyet rejimine resmen son vermekteydi. Böylesi bir davranış türk demokrasi tarihinde çok önemli bir devrim niteliği taşımakla birlikte, halkın devlet işlerini denetlemesini sağlayacak bir meclis kurulmadığı için, ulusal egemenlik henüz başlamış değildi. Gülhane hattı hümayunu’nun yasama yetkisiyle donattığı kurullar millet meclisleri değil, devlet meclisleriydi. Topluma ilişkin kanunların çıkarılması Meclisi vâlâ’ya ve askeri kanunların düzenlenmesi de Dârı şûrayı askeri'ye bırakıldı. Bunlardan Meclisi vâlâ, vekiller heyeti ve devlet ricalinin de kendi üyelerine katılmasıyla kanun çıkarabilecekti ve üyelerinin vekiller heyetinden açıklama isteme yetkisi bile vardı. Ancak, Tanzimat, padişahla yönetimin kendilerini halkın üstünde tutarak gerçekleştirdikleri tepeden inme bir halkçılık kavramı olduğundan, Batı'daki gibi aşağıdan yukarı değil de tam tersine yukardan aşağı doğru bir yol izledi. Ayrıca, Tanzimat’ ın ilanına kadar geçen 540 yıilık dönemde Osmanlı imparatorluğu’nda egemen bir ulus değil, egemen bir ümmet vardı. Devlet yapısına "müsavatı islamiye" (müslümanların eşitliği) ilkesinin egemen olduğu bu beş buçuk yüzyıl içinde İslâmlaşmış uluslardan Boşnaklar, Pomaklar, Çıtaklar, Arnavutlar ve öteden beri müslüman olan Araplar, Kürtler, Berberiler gibi daha birçok öğenin devlet sahibi bulunan Türkler’le hukuk eşitliği olduğundan, bunların tümü birlikte ortak bir egemen kitle oluşturmuşlardı. Böylece Türkler, bu beş buçuk yüzyıllık dinsel egemenlik döneminde ulusal kişiliklerini unuttular. Tanzimat, "ehli İslam ve milleti saire” (müslümanlar ve müslüman olmayanlar) eşitliğiyle ümmet egemenliğine son verince, imparatorlukta bunun yerini kozmopolit (çokuluslu) bir Osmanlılık dönemi aldı. Bu iğreti öğeler topluluğunda Türkler azınlık durumunda kalırken, ümmet egemenliğinin yıkılması da halk arasında zamanla çeşitli tepkilere yol açtı; üstünlüklerini yitiren müslümanlar hoşnutsuzluğa kapıldılar, yeni haklar elde eden müslüman olmayanlarsa hoşnut kaldılar.

Ote yandan, Tanzimat’la birlikte osmanlı toplum yapısına olduğu kadar edebiyat ve düşünce alanına da birtakım yenilikler geldi. Eğitim, ulemanın denetiminden çıktı, medreseler dışında çağcıl okullar açıldı; türk edebiyatında başlamış olan batılılaşma hareketleri Tanzimat’tan sonra daha da hızlanınca, doğu edebiyatı çerçevesinden çıkmanın gereğine inananlar tarafından "Tanzimat edebiyatı” diye anılan yeni bir edebiyat türü geliştirildi. Mahmut II döneminde kurulmuş olan ilkokullarla rüştiyeleri (ortaokul) ve yeni açılan idadileri (lise) yönetmek üzere Maarifi umumiye nezareti kuruldu (1847). Tanzimat fermanı, Avusturya ve Rusya dışında öteki avrupa devletlerince iyi karşılandığından, sürüncemede kalan Mülteciler sorunu türk tezi doğrultusunda çözümlendi (1849); bunu Encümeni daniş’in (bilim akademisi) açılış töreni izledi (1851). Ancak, Osmanlı devleti yine Tanzimat döneminde Kırım savaşının (1853-1856) ağır harcamaları yüzünden tarihinde ilk kez dış ülkelerden borç para almak zorunda kaldı; Londra’da imzalanan 5 maddelik bir sözleşmeyle (1855) İngiltere ve Fransa’ dan % 4 faizle 5 milyon İngiliz altını borç alındı. Bu borç için Mısır haracı, İzmir ve Suriye gümrüklerinin geliri karşılık gösterildi. Bu arada, Türkiye'de işletmeye açılan ilk telgraf hattı, Malakoff zaferi üzerine Kırım’dan İstanbul'a çekilen ilk telgrafta Sivastopol’ün ele geçirildiği müjdesini iletti (1855). Sürüp giden Kırım savaşı'nda anlaşma olasılıkları belirince, barış görüşmelerinde Rusya’nın Osmanlı Imparatorluğu’ndaki hıristiyan uyruklular çıkarına birtakım siyasal dolaplar çevirerek avrupa kamuoyu üzerinde olumlu etki yaratmasını engellemeyi düşünen bağlaşık devletler (İngiltere ve Fransa), Viyana'da Avusturya delegesinin de katıldığı bir toplantı düzenlediler (1 şubat 1856). Burada barış görüşmelerine temel olacak ilkeler saptanırken, arasına Osmanlı devletindeki hıristiyan uyrukluların hak ve ayrıcalıklarının açıklanmasını isteyen bir madde de eklendi. Ortaya atılan çeşitli tezlerden Fransa’ ntnkini benimseyen Babıâli, bunu sadrazam Âli Paşa’nın başkanlığında toplanan şeyhülislam, Hariciye nazırı ve avrupa devletleri elçilerinden oluşan bir heyete ferman biçiminde hazırlatarak Islahat fermanı adıyla ilan etti (18 şubat 1856).
Gülhane hattı hümayunu'nda olduğu gibi, Islahat fermanı’nda da, başlıca düşünce tüm yurttaşları din ve ırk ayrımı gözetmeksizin kaynaştırmak, devletin geleceğiyle ilgili bir osmanlı toplumu yaratmaktı. Bu amaca ulaşmak için müslümanlarla hıristiyanları ayıran özellikleri ortadan kaldırmayı ön planda tutan Islahat fermanı din, vergi, askerlik, devlet memurluklarına geçme gibi pürüzü olan sorunları çözümlemeye yöneldi. Gülhane hattı hümayunu gibi anayasa benzeri bir nitelik taşımaktan çok, ondaki vaatleri gerçekleştirmeye yarayacak somut reformları içeren ferman, müslüman-hıristiyan eşitliği konusunda cizyenin kaldırılmasını ve bunun yerine hıristiyanların da askerlik yapmalarını öngörmekteydi. Tanzimat fermanı'na göre İslamiyet! kabul etmiş bir gayri müslimin yeniden din değiştirmesi yasaklandığı halde, bu konu Islahat fermanı’nda “kimse dinini değiştirmeye zorlanamaz” biçiminde yer alarak batılı devletlerin itirazına böylece hükümet güvencesi verilmiş oldu. Vilayet ve belediye meclislerinde müslim ve gayri müslim temsilcilere yer verileceğini, devletin kuruluşundan bu yana var olan ve Fatih tarafından saptanan gayri müslimlerin "millet” olarak örgütlenmelerinin yeniden düzenleneceğini; kilise adamlarından oluşan ruhani meclislerine halktan temsilcilerin de katılacağını bildiren Islahat fermanı, anayasal gelişme açısından halkın temsil edilmesi konusunda ve batılı anlamda ilk önemli adımı oluşturdu. Ancak, ferman çeşitli yönlerden eleştirilere uğradı. En büyük eleştiri de Tanzimat fermanı’nın baş mimarı olan eski sadrazam Mustafa Reşit Paşa’dan geldi. Paşa, Avrupa'nın bir olupbittiyle OsmanlI devletine kabul ettirdiği bu ıslahat programının Kırım savaşı'na son veren Paris antlaşması'nda(30 mart 1856) anılması yüzünden reformların uluslararası bir sorun olacağını ve merkezden uzak eyaletlerde müslümanlarla gayri müslimler arasında çatışmalar çıkabileceğini ileri sürdü. Öte yandan, ferman, kilise ruhanileri arasında da hoşnutsuzluk yarattı. Bunlar, fermanda "millet" olarak tanımlanan eski cemaatleri üzerindeki yetkilerinin azalmasına şiddetle karşı çıktılar. Müslüman olmayan halk, fermanla sağlanan haklardan şimdilik memnun kaldığını belirtmekle birlikte askerlik hizmetinin kendilerine de yüklenmesinden hiç hoşlanmadı. Ayrıca, tam anlamıyla tatmin olmayan ve fermanın hazırlanmasında başlıca rolü oynayan avrupa devletleri temsilcileri de kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda gayri müslimlere daha çok ayrıcalık tanınmasını istediler. Böylece Paris antlaşması'ndan sonra batılı devletlerin, özellikle dış borçların ödenememesi yüzünden Osmanlı imparatorluğu’nun iç işlerine artık iyice karışmaya başlamaları üzerine reaya yararına yeniden birtakım değişiklikler yapıldı: birleşik Eflak ve Boğdan voyvodalıkları adını alan Memleketeyen'e özerklik tanınmakla (1858) gelecekteki bağımsız Romanya’nın temelleri atıldı; bir hıristiyan mutasarrıf tarafından yönetilmesi kabul edilen Lübnan sancağına ayrıcalıklı özerklik verildi (1861) ve Abdülmecit, yine büyük dış borçlanmalara gidilerek yaptırılan görkemli Dolmabahçe sarayı'nda öldü (1861).

Abdülmecit’in kardeşi ve ardılı olan Abdülaziz döneminde de Tanzimat yasaları yürürlükte kalmakla birlikte, imparatorluk yine önemli iç ve dış sorunlarla karşılaştı. Bu arada, Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla yetinmeyen azınlıkların istekleri giderek arttı. Doğal olarak, batılı devletlerin de bir süredir alışageldikleri gibi bu istekler doğrultusunda Babıâli üzerindeki baskıları yoğunlaştı, imparatorluk yönetiminin ayaklanmaya kışkırtılan Karadağ’da aldığı önlemlere Fransa ve Rusya birlikte karşı çıkınca, bu uygulama durduruldu (1862). Bundan yüreklenen Sırplar ve Ulahlar (Rumenler) da bağımsızlık yolunda harekete geçtiler. Romanya adını alan Memleketeyn’in birliği ve Prusya hanedanından Carol’un prensliği onaylandı. Ancak, Girit'in Yunanistan'a katılma isteği kabul edilmedi ve sadrazam Âli Paşa'nın hazırladığı nizamnameyle Girit için özel bir yönetim öngörüldü (1867). Bu arada, ortaya çıkan meşrutiyet yanlısı Yeni OsmanlIlar, Tanzimat’a karşı propagandaya başladılar. Eleştiriler, giderek güçlenen ve hükümete karşı tutum takınan basına (Tercümanı ahval, Tasviri efkâr vb.) da yansıdığından, yönetim "Kararnamei Âli” denen sansür yasasını çıkardı (1867). Ağır borçlar altında ezilen osmanlı mâliyesinde yeni düzenlemelere gidilirken, Fransa ve Ingiltere ile imzalanan ticaret anlaşmalarıyla bu devletlere kapitülasyonlara ek olarak ticaret ayrıcalıkları verildi. Avrupa ile kaynaşmak ve ticaret ilişkilerini geli; tirmek isteyen hükümet, Londra ve Paris sergilerine katıldı. Paris sergisi dolayısıyla bir avrupa gezisine çıkan Abdülaziz’in buradan dönüşünde padişahın yetkilerini eskisine oranla daha çok sınırlayan bir nizamnameyle Millet meclisi durumunda büyük bir “Şûrayı devlet" ve adliyenin bağımsızlığı anlamında bir “Divanı ahkâmı adliye” kurularak demokrasi yolunda önemli bir adım daha atıldı (1868). "Teşkili vilayat” nizamnamesiyle de eski eyaletlerin yerine sancak, kaza ve nahiye örgütlenmesine dayalı yeni vilayetler kuran bu yasa önce Silistre, Vidin, Niş ve Sofya yörelerinin birleşmesinden oluşan Tuna vilayetinde uygulandı. Çok yetenekli bir vali olan Mithat Paşa’nın bu deneyimsel uygulamada gösterdiği başarı üzerine yeni örgütlenmenin tüm ülkeye yayılmasına karar verildi. Bu nizamname gereğince vilayetlerde valilerin, sancaklarda mutasarrıfların ve kazalarda kaymakamların başkanlığında birer “meclisi idare” (yönetim meclisi) bulunacak ve bu meclislerin yerel yönetim erkânından oluşan doğal üyeleri dışında tüm müslim ve gayri müslim üyeleri yasanın uygun gördüğü seçim yöntemiyle iki yılda bir seçilecekti; yeni kurulan karma mahkemelerin üyeleri için de aynı yöntem uygulanacaktı. Ayrıca, yine aynı yasaya göre, her vilayetin yılda bir kez toplanan bir "meclisi umumi”si (genel meclis) bulunacak, bu meclis tüm kazalardan gelecek temsilcilerden oluşacak ve vilayetin ticaret, tarım, sanayi, eğitim, bayındırlık gibi alanlarına ilişkin genel işlerini görüşecekti. Böylece halkı yönetsel etkinliklere ve seçimlere alıştırmak konusunda olduğu kadar, yönetim işlerini adliye işlerinden ayırmakla da “tefriki kuva"nın (erklerin ayırımı) ilk temelleri İstanbul’dan önce taşrada atıldı. İstanbul'da ise, Tanzimat'ın ilanından sonra oluşturulan Meclisi vâlâ birtakım değişimlere uğramış olmasına karşın, tüm yasama, yürütme ve yargılama erklerini yapısında toplamış büyük bir güçler birliği kuruluşu ve simgesi durumundaydı. Ancak, Girit seferinden dönen Âli Paşa, Meclisi vâlâ’nın görevine son vererek ilk Şûrayı devlet ve Divanı ahkâmı adliye'yi kurmakla, yürütme ve yargılama erklerinin birbirinden ayrılmasını sağladı. Beş daireden oluşan bu ilk Şûrayı devlet, bir tür ilkel Millet meclisi ya da meşrutiyete giden yolda deneysel bir "Meclisi mebusan” niteliğindeydi. Yasama yetkilerine ek olarak bütçenin düzenlenmesi bile bu kuruluşa bırakılırken, tüm ülkeyi ve imparatorluğun tüm öğelerini temsil etmesine özellikle önem verildi. Ayrıca, Şûrayı devlet’in vilayet meclisi umumileri ile işbirliği yapması da sağlandığından, bu meclislerin her yıl isteyecekleri ıslahata ilişkin mazbatalarının Şûra’da hep birlikte görüşülmesi için bunların her birinden 3-4 temsilci gelmesi kararlaştırıldı. Böylece Suriye, Bulgaristan, Sırbistan gibi çeşitli vilayetlerden gelen ve tüm öğeleri temsil eden üyelerin katıldığı açılış gününde (10 mayıs 1868) Şûrayı devletin yalnız erklerin ayırımı ilkesine değil, devlet yönetiminde dinle dünya işlerinin ayrımına da dayandığına değinilerek bunun laikliğe doğru atılmış büyük bir adım olduğu da vurgulandı. Tüm ruhaniler ve avrupa devletlerince çok olumlu karşılanan Şûrayı devlet, sonradan Mülkiye, Maliye ve Tanzimat adları altında 3 daireye ayrılarak ilk niteliğini tam anlamıyla yitirdi. Ote yandan, bir süre sonra Adliye nezaretine dönüştürülen Divanı ahkâmı adliye ise başlangıçta bir nazır yönetiminde iki büyük mahkemeden oluşmaktaydı. Bunlardan Temyiz mahkemesi Plukuk ve Ceza bölümlerine, istinaf mahkemesi de Hukuk, Ceza ve Ticaret dairelerine ayrılmıştı. Adliyenin bağımsızlığını sağlamak amacıyla, müslimgayri müslim karmasından oluşan üyelerinin "layenazil” (görevden alınamaz) olması ilkesi kabul edildi. Şeyhülislamlığa bağlı olan Şeriye mahkemelerinin yetkisi kısıtlanarak yalnız şeri davalara bakmalarına izin verildi. Şûrayı devletin ilk başkanlığına Mithat Paşa, Divanı ahkâmı adliye’nin ilk nazırlığına da Cevdet Paşa getirildi. Bu arada, Türkiye'de yabancılara mülkiyet hakkı tanındı. Tanzimat öncesinde osmanlı topraklarında hiçbir yabancıya mülkiyet hakkı tanınmazken, çıkarılan 5 maddelik bir kanuna göre, Hicaz dışındaki tüm imparatorluk topraklarında yabancı uyruklular mülkiyet hakkına sahip olabilecekler, ancak bu konuda onlar da her bakımdan osmanlı yasalarının hükümlerine kesinlikle uyacaklar ve yurttaşlarının bu haktan yararlanmasını isteyen yabancı devletler önce BabIâli’nin koşullarını kabul ettiklerini resmen bildireceklerdi. ilk protokol Fransa ile imzalandıktan sonra bunu sırasıyla İsveç, Norveç, Belçika, Ingiltere, Ayusturya-Macaristan, Danimarka, Prusya, ispanya, Yunanistan, Rusya, İtalya vb. devletlerle imzalanan protokoller izledi.

Ûte yandan, fransızca eğitim yapan Galatasaray sultanisi’nin açılmasıyla eğitim alanındaki yeniliklerin ilki gerçekleştirildi. Ardından, eğitim sorununa yeni düzenlemeler getiren "Maarifi umumiye" nizamnamesi yayımlandı (1869). Bunu askeri rüştiyelerle idadilerin kurulması, Tibbiyei mülkiye mektebi’nin öğrenime açılması izledi. Bu arada, ordu için yeni silahlar alındı; güçlendirilen donanma, İngiltere’den sonra dünyanın ikinci büyük deniz kuvveti durumuna getirildi. Rumeli ve Anadolu demiryollarının yapımı başlarken, “idarei Aziziye” adıyla bir denizyolları işletmesi kuruldu; Boğaziçi’nde gemi çalıştırmak üzere "Şirketi hayriye”ye imtiyaz verildi. Türk medeni kanunu sayılan Mecelle'nin yayımlanmasına da başlandı. Ancak, reformlar konusunda Osmanlı imparatorluğu'nu destekleyen Fransa'nın savaştığı Prusya'ya yenilmesi üzerine (1870) ıslahat programlarını yetersiz bulan Rusya’nın bu durumdan yararlanmak üzere harekete geçerek Paris antlaşması’nın (1856) bağlayıcı hükümlerini tanımadığını ilan etmesi, olumlu meyvelerini vermeye başlayan Tanzimat'ın zararına oldu. Yine Ruslar’ın kışkırtmasıyla bağlı oldukları Rum Ortodoks kilisesi'nden ayrılarak ulusal kiliseleri çevresinde toplanan Bulgarlar, bağımsızlığa giden yolda önemli bir adım attılar. Ote yandan bu dönemde yetişen Mustafa Reşit Paşa (öl. 1858), Keçecizade Fuat Paşa (öl. 1869) gibi büyük devlet adamlarının sonuncusu olan sadrazam ve Hariciye nazırı Âli Paşa'nın ölümü üzerine (1871) Tanzimat da artık can çekişme sürecine gıraı. unun oıumuyıe sallananımı ikinci dönemi başlayan Abdülaziz, bu güçlü sadrazamın almış olduğu mali önlemler sayesinde sağlanan geçici refaha dayanarak harcamalarını büyük ölçüde artırdı. Bu arada, Âli Paşa’nın ölümünden sonra sadrazamlığa getirilen ve dış siyasette Rusya yanlısı bir tutum izlediği için “Nedimof” diye anılan mutlakıyetçi Mahmut Nedim Paşa, padişahın keyfi isteklerine kayıtsız şartsız teslim olurken, saraya para yetiştirebilmek için her çareye başvurdu. Tanzimat geleneğine aykırı olarak aziller ve sürgünler yeniden başladı. Böylece Tanzimat dönemini iki evreye ayırmak gerekir: Reşit Paşa tarafından Tanzimat' ın ilanından (1839) başlayarak Fuat ve Âli paşalar sayesinde Tanzimat ilkelerine tam anlamıyla uyulduğu ilk 32 yıl; 25 eylül 1871'den Abdülaziz’in tahttan indirilmesine kadar süren ve keyfi bir yönetim biçiminde geçen son 5 yıl.

Tanzimat'ın bu ikinci evresinde kıtlığa neden olan kuraklık ve sel felaketleri de köylüler arasında geniş bir hoşnutsuzluk yarattı. Ûte yandan, merkezleri Rusya'da bulunan slav cemiyetlerinin Bosna-Hersek, Karadağ, Sırbistan ve Bulgaristan hı- ristiyanlarını ayaklandırmak için uzun süredir harcadıkları çabalar, Hersek ayaklanmasının patlak vermesiyle sonuçlandı (1875). Bu arada, 1855’te başlayan dış borçların tutarı yıllık ulusal gelirin yarısından çoğuna yükselince (1875), “Tenzili faiz" kararı alındı. Buna göre dış borç faizlerinin yarısı nakit olarak, yarısı da yeni hisse senetleri çıkarılarak borcu borçla ödeme durumunda kalındı. Böylece devlet hâzinesinin kendi iflasını açıklamış gibi olması üzerine İngiliz ve fransız hükümetleri, bankerlerine BabIâli’nin bundan böyle almak isteyeceği kredilerden ötürü hiçbir sorumluluk üstlenmeyeceklerini ilan ettiler. Bu karar yüzünden Osmanlı devleti iç ve dış tüm parasal saygınlığını yitirdi. Parasal güçlükler içinde bocalayan devletin bir türlü bastıramadığı Hersek ayaklanması, Bosna'ya da sıçradı. Bosna -Herseke göz dikmiş olan Avusturya-Macaristan Başbakanı kont Andrâssy, BabIâli’ ye sorunun sözde çözümü için kendi adıyla anılan ıslahat tasarısını sundu (Andrâssy layihası). İstanbul'da öneri üzerinde görüşmeler sürüp giderken, bulgar ayaklanması başladı (1876). Aynı yıl Selanik olayı sırasında iki yabancı konsolosun (fransız ve alman) öldürülmesi, avrupa kamuoyunda türk düşmanlığını büsbütün artırdı. Ûte yandan, meşrutiyet yanlısı Mithat Paşa ve arkadaşlarının kışkırtmasıyla İstanbul’da gösteri yürüyüşleri düzenleyen medrese öğrencilerinin (Talebeiulum) baskısı üzerine azledilen Mahmut Nedim Paşa’nın yerine Mütercim Rüştü Paşa sadrazamlığa getirildi. Hükümette koltuksuz nazır olarak görev alan Mithat Paşa’nın önderliğinde serasker Hüseyin Avni Paşa, şeyhülislam Hayrullah Efendi ve yeni sadrazam (dörtlü cunta), Abdülaziz'i tahttan indirmek için hazırlıklara giriştiler. Selanik olayından sonra İngiltere dışında 5 büyük devlet (Rusya, Almanya, Avusturya-Macaristan, Fransa ve İtalya) ağır koşullar içeren Berlin memorandumu’nu hazırladı ve bunu BabIâli'ye vermeyi kararlaştırdı. Ancak, buna olanak kalmadan, şeyhülislamın özellikle padişahın dengesizliğini ve savurganlığını vurgulayarak kaleme aldığı hal fetvasıyla Abdülaziz tahttan indirildi (30 mayıs 1876) ve yerine yeğeni Murat V tahta çıkarıldı. Cülusundaki olağandışı koşullar ve uzun süre hapiste kalması yüzünden sinirleri bozulan Murat V, amcası Abdülaziz'in kanlı ölümü ve bunu izleyen Çerkez Haşan vakası üzerine büyük bir ruhi sarsıntı geçirerek rahatsızlanınca, 93 gün sonra, Sırbistan’la Karadağ'ın Osmanlı devletine karşı savaşa başladıkları sırada tahttan indirilip yerine kardeşi Abdülhamit II padişahlığa getirildi (31 ağustos 1876).
Tanzimat'ın batılılaşma ortamı içinde yetişen ve Mithat Paşa ile arkadaşlarına meşrutiyeti ilan edeceğine söz vererek tahta çıkmış olan Abdülhamit ll’nin saltanatı (1876-1909) Sırplarla Karadağlılar’a karşı kazanılan zaferlere karşın, Rusya’nın savaşa son verilmesi konusundaki ültimatomunu BabIâli’nin kabul etmesiyle başladı. Böylece ödenemeyen dış borçlar yüzünden Batı’dan hiç yardım görmeyen ve Rusya'nın karşısında yalnız kalan OsmanlI devleti, Sırbistan ve Karadağ ile ateşkes imzaladı. Bu arada, Anayasa'nın hazırlanması için oluşturulan komisyon, çalışmalarına başladı; istifa eden Rüştü Paşa'nın yerine Mithat Paşa sadrazamlığa getirildi. Öte yandan, Paris antlaşmasında imzası bulunan devletler Balkanlardaki durumu ve OsmanlI imparatorluğundaki hıristiyan uyrukluların hukukunu görüşmek üzere İstanbul’da toplandılar (Tersane konferansı). Aynı gün Birinci meşrutiyet'le birlikte Anayasa’nın (Kanunuesasi) ilan edilmesiyle Tanzimat dönemi resmen sona erdi (23 aralık 1876).
Tanzimat, OsmanlI imparatorluğu’nda Osman ll’den başlayarak girişilen batılılaşma hareketleri dizisinde çok önemli bir aşama oluşturmasına karşın, halk tarafından tam anlamıyla anlaşılıp benimsenemediği için uygulamada başarılı bir sonuca ulaşma olanağını bulamadı. Özellikle "iltizam”ın kaldırılmasıyla gelir kaynakları kuruyan çıkar çevreleri (mültezimler, valiler, voyvodalar, sarraflar vb.), cemaatleri üzerindeki etkilerini büyük ölçüde yitiren din adamları (ulema ve ruhaniler), eşitliğin getirdiği söz özgürlüğünden ürken tutucular ve gelenekçiliği nimet bilen cahil halk zümresi Tanzimat reformculuğuna sert tepki gösterdiler. İslamcılığı savunan kitleyle batılılaşmaya önem veren merkezdeki aydın bürokratlar arasında başlayan çatışma kısa sûrede ön plana geçti. Böylece kurumlar ve halk desteğiyle değil de kişilerin gücüne dayanarak ayakta duran Tanzimat, baş mimarı Mustafa Reşit Paşa ve onun yetiştirdiği Fuat'la Âli paşaların birbiri ardı sıra ölmeleri üzerine yaşamını tamamladı, imparatorluk içindeki çeşitli öğeleri "Osmanlılık” ideolojisi çevresinde birleştirmeyi amaçlayan Tanzimat, bir süre sonra tam tersine osmanlı toplumunun dağılmasını kolaylaştıran, özellikle hıristiyan topluluklar arasında "ulus” bilincinin uyanmasına yol açan bir dönem olarak tarihe karıştı.

Tanzimat edebiyatı, Türkiye'de ürünlerini 1860-1895 yıllarında veren, divan edebiyatı geleneği yerine batı kültürü ve düşüncesiyle beslenen, batı edebiyatındaki türleri ve biçimleri örnek alan edebiyat. Tanzimat fermanı’nın (1839) öngördüğü düzenlemeler toplumsal kurumlar ve toplumsal yaşam üzerinde etkisini gösterirken düşüncede, kültürde, sanat ve edebiyatta da değişmeler, yenilikler meydana geldi. Bu yenilikler büyük ölçüde batı uygarlığına, batı örneklerine dayanıyordu. Edebiyattaki yenileşme üzerinde batılı yazarların önemli etkisi görüldü. Tanzimat edebiyatının öncüsü Şinasi (1826-1871) batı şairlerinden (Racine, La Fontaine, Lamartine vd.) ilk manzum çevirileri yayımlarken (Tercüme-i manzume [1859]), aydınlanma çağı transız düşünürlerinden (Voltaire, Fönelon vd.) ilk çeviriler de meydana getiriliyordu (Muhaverati hikemiye [Münif Paşa, çev. 1859]). Türkçedeki ilk roman çevirisi olan Tercemei Telemak (Yusuf Kâmil Paşa, çev. 1862), dil ve anlatım bakımından eski düzyazı geleneğini sürdürmesine, geleneksel ahlak ilkelerini savunmasına karşın türk okuruna yeni bir dünyanın (yunan mitolojisi) kahramanlarını tanıtmış oldu. Bu yayını izleyen dönemde batı romanından birçok çeviri yapılması (serüven romanları: Tercümei hikâyei Robenson [Daniel Defoe'dan, 1864], Monte Kristo Kontu, Alexandre Dumas'dan Teodor Kasap, 1871-1873]; aşk romanları: Pot ve Virjini [Bernardin de Saint-Pierre'den Sıddık, 1873], Daphnisile Khloe'nin hikâyei taaşşukları [Longos’tan Kâmil, 1873]; cinayet-polis romanları: Gece yolculuğu [Ponson du Terrail'dan Süleyman Vehbi-Manuk Gümüşciyan, 1873], Esrarı Hind [Xavier de Montepin’den S. Vehbi M. Gümüşciyan, 1875], Esrarı Paris [Eugâne Sue’den Paşayan, 1875] vd.) gittikçe genişleyen bir okur topluluğu oluştururken o örneklere uygun yerli yapıtların kaleme alınmasına da ortam hazırladı. Şinasi'nin Agâh Efendi’yle birlikte 1860'ta çıkarmaya başladığı türkçe ilk özel gazete Tercümanı ahval, Şinasi'nin 1862' de çıkarmaya başladığı kendi gazetesi Tasviri efkâr, 1865’te yayımlanmaya başlayan ilk yerel gazete Tuna, 1862’de çıkmaya başlayan ilk bilim dergisi Mecmuai fünun, aynı yıl çıkan ilk resimli dergi Mirat vd., okur sayısının yükselmesine okurların yeni bilgiler edinmesine, yazı ve edebiyat dilinin sadeleşmesine yardımcı oldu; siyasal, toplumsal sorunların okurlar önünde tartışılmasına olanak yarattı. Hukuk, millet, vatan, vicdan hürriyeti gibi kavramlar bu yayınların ve edebiyat yapıtlarının konusu oldu. Bu ortam içinde, uzun bir geleneği olan şiir türünde köklü değişiklikler meydana getirildi; tiyatro, hikâye roman, eleştiri gibi türlerde batı edebiyatını öı'ak alan ilk ürünler verildi.

• Şiir Farklı içeriğiyle dikkati çeken yeni şiir, geleneksel vezinle (aruz) yazılmıştı. Hece vezninin zaman zaman savunulmasına, bu vezinle denemeler yapılmasına (Destan, Ethem Pertev Paşa [1824-1873]: "Milletimizin öz dilinin şive veedasıyla vezin ve kafiyesine uygun olarak yazılacak şeyler cümleye yarayacağı gibi manası da havas ve avamca anlaşılabilir", 1871) karşın geleneksel vezin ve geleneksel biçimler (kaside, gazel vd.), yaygınlığını sürdürdü. Daha önce divan geleneğine uygun ürünler veren genç Namık Kemal, Şinasi’nin biçim bakımından eski yolda bir şiirini (Münacat) okuyarak etkisinde kalmış ve yenilik yolunu benimsemişti. Bu şiir, eski tevhitlerdeki dogmalardan, basmakalıp telmihlerden, benzetmelerden ayrılmış, Tanrı'nın ululuğunu usa dayanan nedenlerle belirleme yolunu tutmuştu. Öte yandan tanzimat şiiri sınırlı temalar yerine toplum sorunlarını, günlük yaşamın olay, duygu ve düşüncelerini ele alıyor, bunları divan edebiyatında olduğu gibi kalıplaşmış manzumlarla değil, düz bir anlatımla ya da kişisel mecazlarla dile getiriyordu. Toplumsal temaları işleyen Şinasi, Namık Kemal (1840-1888), Ziya Paşa (1825-1880) gibi şairlerin yapıtları biçimden çok içeriğiyle yenilik taşıyordu. Ancak bu içeriğin güzellik yerine anlama önem veren, tek tek ustalıklı beyitler kurma yerine bütünlüğü gözeten bir şiir yapısına bağlı oluşu da önemli bir yenilikti. Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914), Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937) gibi toplumsal sorunlar yerine daha çok metafizik konuları (varlık -yokluk, dünya-ahret, ölüm vb.) işleyen, aşkı, doğayı anlatan şairler biçimsel yeniliklere daha çok yer verdiler (“ikinci fasıldaki manzume [Tenaggum], osmanlı edebiyatında benzeri bulunmayan Batı yolundadır. Maksadım o yoldaki nazmın türkçede hâsıl olacağını denemektir”, A. H. Tarhan, Duhteri Hindu, 1875). Yeni şiirin yanı sıra eski anlayışı sürdüren bir şair topluluğu da vardı. Bu topluluğun öncüsü Muallim Naci (1850-1893) ise öz ve biçim bakımından batı anlayışına bağlı şiirlerin de sahibiydi.

Oyun. Şinasi'nin batı sahne tekniğine dayanan oyunu Şair evlenmesi (1860) orta oyunundan yararlanması, günlük yaşamdan izler taşıması, gelenek-görenekleri yansıtması bakımından yerli bir yapıttı. Halkın konuşma diliyle kaleme alınmış bu komedi aynı yolda başka yapıtlara da öncülük etti. Ahmet Vefik Paşa'nın (1823 -1891) Moliöre uyarlamaları, canlı yerel renkler yansıtıyordu. Moliöre'den uyarlayarak Ayyar Hamza'yı (1873) yazan Âli Bey (1844-1899) Misafiri istiskal (1872), Geveze berber (1873) oyunlarıyla da halk komedisi geleneğini yaşattı. Ahmet Mithat (1844-1913) Açıkbaş (1875); Feraizcizade Şakir (1852-1911) Evhami (1885) vb. gibi yapıtlarında aynı çığırı sürdürdü. Namık Kemal'in Vatan yahut Silistre (1873) oyunu vatanseverlik, kahramanlık, özgürlük gibi temaları işleyen yapıtlaTa öncülük etti. Bu dönemde tiyatro bir eğlence olduğu kadar halk için eğitim aracı sayıldı ("Tiyatro eğlencedir, fakat eğlencelerin en faydalısıdır. Tiyatrolar eğlencelik mahiyetinden ayrılmamakla beraber medeni memleketlerin inkılaplarına ve terakkilerine hepsinden ziyade hizmetler eylemiştir”, Namık Kemal). 1869'dan başlayarak birkaç yıl içinde sayıları 200’e ulaşan tiyatro kitapları sade dille yazıldıkları, kolay kavrandıkları için bu işlevi büyük ölçüde yerine getirdiler. Bu dönemde günlük yaşam, ahlak sorunları, toplumsal bozukluklar, imparatorluk içindeki farklı topluluklar yer yer sahne yapıtlarına yansıdı: Namık Kemal: Zavallı çocuk (1873), Gûlnihal (1875); Şemsettin Sami (1850-1904): Be- sa (1875); Ebüzziya Tevfik (1848-1913): Eceli kaza (1872); Ahmet Mithat (1844 -1912): Çerkez özdenleri (1883); Manastırlı Rifat (1851-1907): Görenek (1873) vd. Tarihsel olayları, kahramanları (Namık Kemal: Celalettin Harzemşah [1885]; A. H. Tarhan: Tank' [1880], Eşber [1880] vd.), tutkuları (A. H. Tarhan: Finten [yayımlanışı 1918]) konu edinen trajediler yazıldı. Komedilerdeki yalın, sade sahne diline karşın bu yapıtlarda daha süslü, abartmalı bir dil ve anlatım görüldü. Manzum tiyatro (A. H. Tarhan) ise aruz vezninden kurtulmak yolundaki bazı denemelere karşı yapay bir uygulama olmaktan kurtulamadı.

Hikâye-roman. Şemsettin Sami’nin günlük yaşamdan yola çıkan, gelenek-göre- nekleri eleştiren, kişileri canlandırırken şive taklidinden yararlanan Taaşşuk'-i Talat ve Fitnat'ı (1872) ilk türk romanıydı. Tanzimat edebiyatında birçok yeniliğin uygulayıcısı olan Namık Kemal bu türde de ürünler verdi (intibah [1876], Cezmi [1880]). Namık Kemal batı edebiyatındaki roman örneklerini masallar ve halk hikâyelerinden büyük ölçüde farklı bir yaratma ürünü sayıyor, bu yerli türleri kıyasıya eleştiriyordu: “Bizim hikâyeler tılsım ile define bulmak, bir yerde denize batıp yazarın hokkasından çıkmak, ah ile yanmak, külünk ile dağ yarmak gibi bütün bütün doğa ve gerçeğin dışında birer konuya dayalı ... olduğu için, roman değil, kocakarı masalı türündendir”, 1885). İlk romanlar gerçeği yansıttıkları ölçüde bu eleştiriyi doğrularlar. Ancak özellikle Ahmet Mithat, romanlarında anlatım bakımından halk hikâyesi, meddah gibi anlatı türlerinden büyük ölçüde yararlanmış görünür; bu yoldan geniş okur kitlesiyle rahat ilişkiler kurmuştur. Önün romanları içerik bakımından dönemin batı öykünmediğini taşlar (Felatun Bey ile Rakım Efendi [1876]), okurların serüven duygularını okşar (Haşan Mellah [1875]), yerel renkler yansıtır (Dürdane Hanım [1882]); okuru eğlendirirken boş inançlarından kurtarmaya, onu bilgilendirmeye çalışır. Samipaşazade Sezai (1860-1936; Sergüzeşt [1889]), Recaizade Mahmut Ekrem (Araba sevdası [1889]), Nabizade Nâzım (1862-1893; Karabibik [1890]) gibi yazarlar türün gözleme geniş yer veren, toplumsal sorunlar üzerinde geniş ölçüde duran temsilcileridir.

Eleştirianı. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Ali Suavi (1839-1878) gibi Tanzimat yazarları toplum sorunlarıyla, siyasetle yakından ilgilendiler. Birçoğu baskı yönetimine karşı yurtta ve yurtdışında basın yoluyla savaşım verdiler; bu konularla ilgili makaleler, tartışma yazıları yayımladılar. Edebiyatın geniş kütlelere seslenmesi, gerçekleri yansıtması, toplum hizmetinde olmasını amaçlayan görüşleri dile getirdiler. Namık Kemal'in makaleleri (Lisanı osmaninin edebiyatı hakkında bazı mülahazatı şamildir, 1866), kitaplarının önsözleri (Baharı daniş [1873], İntibah [1876], Mukaddemei Celal [1885]), eleştirel yapıtları (Tahribi Harabat [1885], Namık Kemal'in Talimi edebiyat üzerine bir risalesi [bas. k. 1950]), divan edebiyatı geleneğine karşı çağının sorunlarına açık, halkı eğiten, dili ve anlatımı yalın bir edebiyatı savunuyordu. Ziya Paşa’nın (Şiir ve inşa, 1868), Şemsettin Sami'nin (Lisanı osmani, 1880) makaleleri divan edebiyatına karşı halk edebiyatını, osmanlıcaya karşı türkçeyi savundu. Recaizade Ekrem’in yeni şiirle ilgili ilkeleri (uyağın göz için değil, kulak için olduğu vb.) belirleyen bazı yazıları (III. Zemzeme önsözü [1885] ; Takdiri elhan [1881]), Muallim Naci (Demdeme [1887]) ve yandaşlarıyla sert bir tartışmaya girişmesine yol açtı. Tanzimat edebiyatını izleyecek Serveti tunun hareketi bu tartışma ortamında, bu ilkeleri savunarak doğdu. Tanzimat yazarlarının Abdûlaziz ve Abdülhamit II dönemlerinde sürdürdükleri siyasal eylemler bazı anı kitaplarına konu oldu: Yeni OsmanlIlar tarihi (Ebüzziya Tevfik [1848-1913]), Menfa (Ahmet Mithat, 1877). Anı türünde Ziya Paşa (Defteri âmâl), Muallim Naci (Ömer' in çocukluğu [1889], Medrese hatıraları) gibi yazarlar dönemin türlü özelliklerini yansıtan ürünler verdiler. Üretken bir yazar olan Namık Kemal uzun sürgün yıllarında siyaset, edebiyat konuları, özel yaşamıyla ilgili ayrıntılı mektuplar kaleme aldı (Namık Kemal'in mektupları, c. 1-4, bas. 1967-1986).

Tanzimat fermanı, Gülhane hattı hümayunu da denir, Tanzimat dönemini başlatan ve okunarak yürürlüğe giren padişah buyrultusu (3 kasım 1839). Bir hattı hümayun biçiminde ilan olunan Tanzimat fermanı, Gülhane meydanında, Topkapı sarayı'nın Marmara yönündeki bahçesinde kurulan yüksekçe bir kürsüye çıkan Hariciye nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu. Bu nedenle yapılan törende Abdülmecit, tüm vezirler, ulema, önde gelen devlet memurları, rum ve ermeni patrikleri, yahudi baş hahamı, ruhaniler, yabancı devlet elçileri, esnaf kuruluşları temsilcileri ve kalabalık bir halk topluluğu hazır bulundu.
Devletle hükümet kurulları (Mecalisi devleti âliye), yönetsel ve parasal denetim, adliye ve ilmiye yenilikleri, askerlik işleri gibi başlıca dört alanda yeni düzenlemelerin öngörüldüğü Hattı hümayun şöyle özetlenebilir: OsmanlI devleti kuruluşundan bu yana şeriata bağlı, güçlü bir devletti. Ancak, 150 yıldır eski güç ve zenginliğinin yerini ne yazık ki güçsüzlük ve yoksulluk aldı. Bu nedenle bundan sonra devlet ve ülkenin yönetimi bakımından bazı yeni yasaların konulması gerekli görülmüştür. Bu yasaların temelini can, ırz, namus güvenliği; mülkiyetin korunması; verginin eşitlikilkelerine göre saptanması; gerekli askerin yasal olarak toplanması ve hizmet süresi gibi konular oluşturacaktır. Şöyle ki:
1. Dünyada can, ırz ve namustan daha kutsal bir kavram yoktur. Bunları tehlikede gören kişi, ne durumda olursa olsun, yaradılışı gereği bunları korumak için mutlaka harekete geçer. Öte yandan, can ve namusu güven altında olan insanın doğruluktan ayrılmayacağı, yalnız işi gücüyle uğraşacağı, böylece devletine ve ülkesine yararlı olacağı da bir gerçektir. Mal güvenliği olmayan kişi de devletine, ulusuna ısınamaz; ülkenin kalkınmasına katkıda bulunmaz ve sürekli bir tedirginlik içinde yaşar. Vergilerin toplanması da önemli konulardan biridir. Her devlet topraklarını korumak için asker bulundurmak, bu amaçla da gerekli harcamaları yapmak zorundadır. Bu harcamalar yurttaşlardan toplanan vergilerle karşılanır Vergilerin de hakça ve iyi saptanması gereklidir. Bundan böyle herkesin mülk varlığı ve parasal gücü göz önünde tutulup bu orana uygun bir biçimde saptanacak, hiç kimseden gücünün üstünde vergi alınmayacak; devletin kara ve deniz kuvvetleri için gerekli askeri harcamaları, öteki tüm masrafları sadece yasalarala belirlenen sınırlar içinde yapılacaktır.
2. Hiç kuşkusuz, askerlik konusu da devletin önemli sorunlarından biridir. Yurdu savunmak için asker vermek halkın borcudur. Ancak, şimdiye kadar bölgelerin nüfus yoğunluğu dikkate alınmadan buraların kiminden az, kiminden çok asker istendiğinden, bu durum doğal olarak tarım ve ticaretin aksamasına yol açtı. Şimdiden sonra her bölgeden yasalara uygun bir oranda ve yeterince asker alınacak, askerlik süresi de 4-5 yıl olarak sınırlandırılacaktır.
3. Hakça düzenli yasalar yapılmadan güçlenme, huzur ve kalkınma olanaksızdır. Bundan böyle sanıkların duruşmaları halka açık olarak yapılacak; suçluluğuna hüküm verilmeden kimse hakkında gizli ya da açık idam, zehirleme ya da sürgün cezası uygulanmayacak; hiç kimse bir başkasının ırz ve namusuna el uzatama- yacak; bir suçlunun mirasçıları onun adına cezalandıramayacak; suçlunun malına devlet tarafından elkonularak mirasçılar haklarından yoksun bırakılamayacaklardır. Müslim ve gayri müslim tüm yurttaşlarımıza bu haklardan ayrıcalıksız ve eşit olarak yararlanmaları için tam güvence verildiği duyurulur.
4. Öte yandan, her konuda oybirliğiyle karar vermek gerektiğinden, Meclisi ahkâmı adliye üyelerinin sayısı yeterince artırılacak; vekiller heyeti, devlet ricali belirli günlerde burada toplanacak; herkes düşüncelerini hiç çekimeden açıkça söyleyecek; can ve mal güvenliğiyle vergi konusuna ilişkin kararlar böyle alınacaktır Her yasa karara bağlandığında, Hattı hümayun’umuzla onaylanmak üzere tarafımıza sunulacaktır.
5. Tüm yasalar şeriata uygun olarak ve ancak din, devlet, yurt ve ulusu kalkındırmak amacıyla çıkarılacaktır. Böylece ulema ve vüzeradan kim olursa olsun, yürürlüğe giren yasalara uymayanlar, hatır gönüle ve rütbeye bakılmaksızın cezalandırılacaklardır.
6. Bu iradei şahanemiz İstanbul halkına ve tüm imparatorluk camiasına ilan edilerek duyurulacağı gibi, dost devletlerin İstanbul'daki elçilerine de resmen bildirilecektir."
Ferman, içerdiği hükümleri onaylayıp genişletmek üzere daha sonra ek olarak hazırlanan ve BabIâli'de vükela, devlet erkânı, ruhanilerden oluşan bir topluluk önünde sadrazam Âli Paşa tarafından okunan Islahat fermanı'yla (1856) bütünleştirilerek tamamlandı.
İbnzlmat müzesi, İstanbul’da anakent belediyesine ait müze; 1952'de Beşiktaş' tâki Ihlamur kasrı’nda açıldı. Daha sonra Yıldız parkı içindeki Çadır köşkü'nde faaliyet göstermeye başlayan (1969), müzede Tanzimat fermanı, tanzimat fesleri, bu döneme ilişkin belgeler, gazeteler, nişan ve madalyalar, çeşitli yağlıboya resimler sergileniyordu. 1981'den sonra Gülhane parkı'ndaki yeni yapısına taşındı.

Kaynak: Büyük Larousse

Benzer Konular

3 Şubat 2016 / Misafir Cevaplanmış
30 Eylül 2011 / Misafir Soru-Cevap
1 Ekim 2009 / Misafir Soru-Cevap
19 Temmuz 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük