Arama

Televizyon ve internetin hayatımızdaki olumsuz etkileri nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 24 Şubat 2013 Gösterim: 20.902 Cevap: 9
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
21 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
televizyon ve internetin sosyal hayatımızdaki olumsuz etkileri
EN İYİ CEVABI Ziyaretçi verdi
televizyon ve internetin sosyal hayatımızdaki olumsuz tesirleri
Sponsorlu Bağlantılar
MesirKentli - avatarı
MesirKentli
Ziyaretçi
21 Aralık 2008       Mesaj #2
MesirKentli - avatarı
Ziyaretçi
Günümüzde gerekli gereksiz her yerde ve her biçimde tartışılan televizyonu iki körün tuttuğu fil örneğine benzetmek mümkündür. Her kesimden insanın kendi düzeyi ve beklentileri çerçevesinde konuya yaklaşımları farklı olabilmektedir. Ben daha çok çeşitli programlar aracılığıyla televizyonda yer alan ve çocukları çeşitli biçimlerde etkilediğine inandığım birtakım açık ve örtük mesajlar üzerinde durmak istiyorum.
Televizyonun olumsuz etkileri konusunda daha çok şiddet ögesi üzerinde durulmaktadır. Elbette bu, çok önemli bir ilişkilendirmedir ve üzerinde hassasiyetle durulması ve sorgulanması gereken bir konudur. Ancak algılama biçimi, algıladıklarını benimseme hızı ve hayata geçirme istekleri ve yanısıra geleceğin yetişkinleri olmaları açısından bakıldığında televizyonun çocuk üzerindeki etkilerini salt şiddetle sınırlamanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bir başka deyişle bu ilişkilendirme doğrudur, ancak eksiktir. Ben burada çok ayrıntılı bir biçimde olamasa da çeşitli alt başlıklar çerçevesinde bu ilişkilendirme tiplerine ve televizyonun çocukları etkilediğine inandığımız diğer bazı konulara değinmek istiyorum. Şunu da belirtmeliyim ki bu ilişkilendirme tiplerine ve etkilenmelere değinirken sıralamam belli bir önem derecesine göre olmadı. Çünkü, bunun önem sırası, ya da başka bir ifadeyle etkilenme oranı sıralaması çocuğun yaşadığı ortama göre değişkenlik gösterebilmektedir. Ancak kendi kişisel görüşüm olarak belirtmeliyim ki, tüm etkilenmelerin ötesinde, salt kısa vadede değil, uzun vadede olaya bakıldığında en tehlikeli görüneni, televizyonun her bir çocuğu tehlikeli bir biçimde birer tüketim toplumu bireyi haline getirmesidir. Biraz sonra aşağıda da görüleceği gibi bu faktör aynı zamanda gerek kişisel, gerekse ilişkiler bazında, pek çok etkileme veya etkilenmenin de temelini oluşturmaktadır. Çünkü tüketim toplumu bireyi, salt tüketmekle kalmaz, değer yargıları, ilişki biçimleri özetle kişiliğe dönük pek çok şey değişiklik gösterir. Bu bakımdan da, yani etki yelpazesi düşünüldüğünde de çoğu kez şiddetten daha tehlikeli olabileceği anlaşılmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Günümüzde pek çok ülkede televizyonun olumlu veya olumsuz etkileri tartışılmaktadır. Ülkelerin toplumsal yapıları ve buna bağlı olarak televizyon yayınlarının biçim ve içeriğine göre bu etkilenmeler farklılıklar gösterebilmektedir.
Bilindiği gibi ülkemiz matbaaya Avrupa'dan yaklaşık 500 yıl sonra kavuşmuştur. Bu da toplumun yazılı kültürü yaşamadan görsel kültüre geçmesi anlamını taşımaktadır. Gazete ve kitap okuma oranı düşüklüğünün temelinde de bu zihniyet sorunu yer almaktadır. Yine aynı nedenle okuma ve düşünme geleneğinin yerleşmediği bizim gibi toplumlarda televizyondan etkilenme çok daha yoğundur. Ayrıca Veysel Batmaz'ın da belirttiği gibi, "Televizyonu sadece siyasal güç ya da eğlence aracı değil, tüm kültürü yaratan devasa bir sosyolizasyon aracı olarak görmenin zamanı gelmiştir" (Batmaz, 1998;3).
Yaratılan bu devasa kültürün iki temel dayanağı vardır. Eğlenmek ve tüketmek. Kitle iletişim araçlarının tarihine ve işlevlerine baktığımızda aslında dört büyük temel işlevlerinin bulunduğu (ya da bulunması gerektiği) görülmektedir. Bilgilendirmek, haber vermek, mal ve hizmet tanıtımı yapmak ve eğlendirmek. Ancak biraz önce de belirttiğimiz gibi artık eğlenme ve tüketme (belki daha ironik bir ifadeyle eğlendirerek tüketmeye azmettirmek) temel iki işlevi kalmıştır.
Ayrıca gerek ülkemizde, gerekse dünyada yapılan tüm araştırmalar göstermiştir ki, istisnai durumların dışında çocukların televizyon izleme sıklığı ve alışkanlığı, televizyonun bu özellikleri de göz önüne alındığında, kişiliğinin oluşması ve başarısı için tehlikeli boyutlardadır. Öte yandan ailenin tek ya da temel toplumsal kurum olduğu toplumlarda, çocuğun davranışlarının açıklanması ve anlaşılmasında referans kaynağını aile oluşturabilirken günümüz toplumlarında aile, söz konusu sorumluluğunu ya da referans olma özelliğini diğer toplumsal kurumlarla paylaşma durumundadır. Çünkü günümüzde bir aile ortamına gözlerini açan çocuk, ebeveyniyle iletişime girmekle kalmayıp, ilk günden itibaren televizyonla da iletişime girmektedir. Televizyon, tek yanlı iletişimiyle izleyiciyi savunmasız yakalamaktadır. Bilinçli bir yetişkin ile henüz bilinci oluşmamış bir çocuğun bundan etkilenme durumlarının aynı olması elbette mümkün değildir.
Fransa'da çocukların % 30'u her gün 3 saat 28 dakika ekran karşısında kalıyorlar. Uluslararası Çocuk Merkezi tarafından gerçekleştirilen incelemeye göre, iki yaşındaki çocuklar televizyon açmayı biliyorlar, üç yaşında da hergün televizyona bakıyorlar (Revue,1998;38). Fransa'da yapılan başka bir araştırmaya göre: 4-10 yaşındaki çocuklar 1 saat 45 dakika; 11-14 yaşındakiler 2 saat 1 dakika; büyükler 2 saat 50 dakika televizyona bakmaktadırlar (Revue,1995). Ege Üniversitesi'nde 1997 yılında yapılan bir çalışmada, Ege Üniversitesi Ana Okuluna giden çocukların ebeveynlerinini ifadesine göre: Çocukların % 56'sı günde 2, % 44'ü de üç saat televizyon seyretmektedirler (Saatçiler,1997). Üst toplumsal kesimden çocukların gittiği Alsancak Gazi ilkokulu'nda erkek çocukların % 40'ı 3 saatten daha fazla kız çocukların ise % 40'ı 2-3 saat arasında televizyona baktıklarını söylediler.Büyük Çiğli İlköğretim Okulu'nda erkek çocukların % 53'ü, kız çocukların % 66'sı ortalama 1 saat televizyona baktıkların belirttiler. Bu verilere göre üst toplumsal kesim çocuklarının günde ortalama 2,5 saat, alt toplumsal kesim çocuklarının ise 1,5 saat televizyona baktıkları söylenebilir. Erkek çocuklarının daha fazla televizyona baktıklarına dikkat edilirse, ataerkil değerlerin egemen olduğu ailelerde erkek çocuklarına daha fazla televizyona bakma olanağının verildiği söylenebilir.
Konunun temelini oluşturan bu bilgilerin aktarılmasından sonra ilişkilendirme tiplerinin ve çocukların etkilendikleri konuları özetle vermek gerekirse, bunları on başlık altında toplamanın mümkün olduğu görülmektedir.
1.Tüketim toplumu bireyi olmaları üzerine etkileri
2.Cinsel kimliğin oluşması ve karşı cinsle olan ilişkiler üzerine etkisi
3.Anne ile ilişkisi üzerine etkisi
4.Baba ile ilişkisi üzerine etkisi
5.Şiddet eğilimlerine etkisi
6.Okumaya, düşünmeye ve başarıya etkisi
7.Kültürel yabancılaşmaya etkisi
8.Dildeki yozlaşmaya etkisi
9.Kendi kimliklerinin bağımsız ve özgün bir biçimde oluşmasına etkisi
10.Çocukluğun yitirilişi ve masumiyetin yokoluşuna etkisi
1.Tüketim toplumu bireyi olmaları üzerine etkileri
Biraz önce televizyonun kalan iki temel işlevinin eğlendirmek ve tükettirmek olduğuna değinmiştik. Tükettirme azminde olan mal ve hizmetlerin tanıtımı, artık salt reklamlarda değil, pek çok programın içinde de yer almaktadır. Bu, belki ayrı bir çalışma konusu olacak denli önemlidir. Ancak ben burada daha ziyade direkt mal ve hizmetlerin tanıtım programları olan ve dolaysız bir biçimde izleyicileri tüketime yönelten reklamlara değineceğim. Reklamlar, sadece yetişkin bireyleri değil, toplumda önemli bir çoğunluk olan çocukları da hedef alarak daha fazla tüketmeleri için hergün yüzlerce mesaj göndermektedir. Ayrıca hepimizin de bildiğimiz ve tanık olduğumuz gibi, reklamlar, kısa süreli ve hareketli oldukları için çocukları pek çok programdan daha çok cezbetmekte ve dakikalarca gözlerini ayırmadan reklamların sonuna dek izlemektedirler. Bu da henüz taze çocuk beyinlerin tüketim arzusu ve marka istekleri ile doldurulmasına neden olmaktadır.
Çocuklar neredeyse, doğumlarından itibaren TV izlemeye başlamış, TV'den fikirler kapmak herhangi bir beceri gerektirmediğinden çok erken yaşlarda reklam izleyicisi topluluğunun önemli bir parçası olmuşlardır. Televizyonların da tüketimin sınırlarını genişletmede oynadığı rolün ışığında çocuklar, özellikle reklam endüstrisi için önemli bir hedef haline gelmiştir. Birincisi, çocuğun elinde eskisinden daha fazla para vardır, ikincisi ve daha önemlisi çocuklar, ailelerin marka seçimlerinde başlıca etki faktörleri olarak görülmektedir. Üçüncüsü ise onları küçükken yakalamanın ve marka sadakati aşılamanın kolay ve kalıcı olabilmesidir (Unnikrishnan,1996;146-156).
Reklamlarda yer alan sloganların, mesajların altında mutlu hayatlar vaadedilmekte ve bu hayata ulaşmanın tek yolunun o ürüne sahip olmaktan geçtiği ifade edilmektedir. Çoğu kez yetişkin bireyleri bile etkileyen bu mesajlar, henüz toplumsallaşma ve yetişkin birey olma yolundaki çocuğu daha fazla etkilemektedir. Dolayısıyla çocuk, çalışmak, başarılı olmak, erdemli olmak gibi insani boyuttaki pek çok değer yargısının yerine salt tüketerek mutlu olunacağı yolundaki düşünceye inandırılmaktadır.
Çocuğun nesnelerle olan ilişkisi öyle bir biçimde örgütlenmektedir ki, bu ilişki cocuğun hem kendi kimliği ve değer yargıları üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta, hem de buna paralel olarak çevresindeki insanlarla olan ilişkilerini de bu nesne-insan ilişkileri örüntüsü çerçevesinde görmekte ve değerlendirmektedir. Çünkü o nesnenin satılması uğruna reklamlarda pek çok değer kullanılmaktadır. Kullanılan bu değerler çerçevesinde iletilen mesajlar kanalıyla da pek çok kimlik, ilişki ve değer yargıları ters yüz olmaktadır.
Reklamın temel amaçlarından biri tüketim için mal satmak olduğundan bu kültürün merkezindeki inançları sürdürür ve gelişmesine yardımcı olur. Dolayısıyla reklamlar da basmakalıp örnekleri kullanıyorlarsa, aynı zamanda bu basma kalıp örneklerdeki değer iletilerini de yansıtma eğilimindedirler (Burton,1995;150).
Bu değer iletileri zaman zaman yerleşik toplumsal değer yargılarının pekiştirilmesi yolunda bir rol üstlenirken, zaman zaman da çağdaş ve mutlu olma yolundaki vaatlerin ancak o nesnelerin kullanılmasıyla mümkün kılınabileceği yolunda olabilmektedir.
2.Cinsiyet rol tanımları ve karşı cinsle olan ilişkiler üzerine etkisi
Tüm programlarda çizilen kadın ve erkek portresi alışılmış kalıpların uzantısında olmaktadır. Yetişkinlere yönelik tüm programlarda olduğu gibi, çocuk programlarında, reklamlarda ve hatta çizgi filmlerde bile bunu görmek mümkündür. Hem kendi cinsel kimliğinin, hem de karşı cinsin nasıl olması gerektiği konusundaki mesajlarla doldurulan beyinler, ilerde yetişkin birey haline geldiklerinde bu beklentiler içinde olmaktadırlar.
Pek çok çizgi filmde dikkati çeken bir özellik de cinsiyet rol tanımlamaları olmaktadır. Bu tanımlamalarda çocuklar, bir kadın ya da erkek olarak nasıl olmaları gerektiğine ilişkin oluşturulmuş ideal tipleri görmektedir. Bu tiplerin özelliklerine baktığımızda kadınların zayıf, pasif, her zaman erkekten yardım talep eden, kurtarılmayı bekleyen taraf, erkeklerin ise evin geçimini sağlayan, yarışmacı, aktif, kurtarıcı, güçlü, hizmet talep eden taraf olduğu görülmektedir (Timisi ve Durlu,1995;500-503).
Aynı şekilde, programlarda yer alan mesajlarda erkek çocukların daha fazla şiddete başvuran taraf olduğu, kız çocuklarının ise, hanım hanımcık, sessiz, sakin, toplum tarafından kendi cinsine yazılan kaderine razı görüntü ve mesajlar yer almaktadır. Bu da çift yönlü bir etki yaratarak kız çocuklarının zayıf ve pasif olmaları ne kadar doğalsa, erkek çocuklarının da o kadar kavgacı ve saldırgan olmaları adeta doğal gösterilmektedir. Adeta cinsiyete dair şiddet eğilimleri onaylanmakta ve körüklenmektedir.
3.Anne ile ilişkisi üzerine etkisi
Çocuk, bir önceki bölümde sözü edilen kadın ve erkek rol tanımlamaları çerçevesinde bir anne görmek istemektedir. Tüm programların içeriğinde aktarılan anne tipinde olduğu gibi iyi ve ideal anne, evin tüm işlerini yapan, babaya ve çocuklara sürekli hizmet eden, onların her dediğini yerine getiren bir annedir. Bunun tersi halinde pek çok evde büyük sorunlar çıkabilmektedir.
Reklamlarda, çocuğunun sağlığını ve mutluluğunu düşünen tüm annelerin hangi ürünleri kullanması gerektiği bilinçaltına öylesine şırıngalanmaktadır ki bu ürünleri kullanmayan anneler, çocuklarını düşünmeyen kötü annelerdir adeta. Çarpıcı olması açısından temizlik maddeleri ve margarin reklamlarını anımsayalım. O temizlik maddesini kullanmayan anne, çocuğunun hijyen ve sağlık koşullarını önemsemeyen, ya da o margarini kullanmayan anne ise çocuklarının beslenmesine özen gestermeyen anneler olarak algılanmasına neden olacak nitelikte sunulmaktadır.
Tüm bunlar da çocuğun anneyle olan iletişimini olumsuz yönde etkileyen faktörlerdir. Yani, iyi anne, onlara hizmet eder ve orada sunulan ürünleri kullanır veya çocuğuna alır...Burada bir anlamda aba altından sopa gösterilerek, yani "gizli bir onay ve cezalandırma sistemiyle" (Burton,1995) aslında anne de cezalandırılmaktadır. Bunları yerine getiremeyen pek çok annenin suçluluk duyması sağlanmaya çalışılmaktadır.
4.Baba ile ilişkisi üzerine etkisi
Yine özellikle reklamlar aracılığıyla mutluluğun tek yolunun çok nesneye sahip olmak, ya da çok tüketmek olduğu aktarılır bizlere. "İnsanlar ne kadar çok şeyi olursa o kadar çok mutlu olacağını sanır." (Fromm,1991;18). Bu anlamda da evin geçimini sağlamakla yükümlü olduğu enjekte edilen baba, daha çok nesne alamazsa, ya da çocuklarının daha fazla tüketmelerini sağlayamazsa, onların mutluluğunu sağlayamayan bir baba konumuna düşürülmektedir.
Yine bir üst bölümde tanımlanan cinsiyet rolleri anne gibi babayı da iki anlamda etkilemektedir. Birincisi baba dışarda çalışır, para kazanır, evin tüm ihtiyaçların sağlar ve hatta onun da ötesinde karısının ve çocuklarının en iyi biçimde rahat ve konforlu yaşamaların sağlamakla yükümlüdür. Bunu sağlayamayan baba, yeteneksiz ve beceriksizdir. Reklamlarda almak o kadar kolaydır ki, bunu yapamayan baba işe yaramaz bir adamdır.
Öte yandan, dışarda para kazanan ve ailesinin daha rahat ve konforlu yaşamasını sağladığına göre de evde ayaklarını uzatıp tüm işleri karısından beklemek de hakkıdır...Bu anlamda da yılların getirdiği geleneksel anne-baba rolü bir kez daha pekiştirilmiş olur. Bu tiplemelerin istisnaları olsa da bu ender örnekler genel tabloyu değiştirmez.
Öte yandan pek çok program aracılığıyla iletilen mesajlarda baba, ailenin güven ve namusundan sorumlu olarak gösterilir ve bundan dolayı da babanın çevresine uyguladığı şiddet gizli bir biçimde onaylanır. Bunun ise iki temel olumsuz etkisi vardır. Birincisi, çocuk babasını öyle görmek istemektedir, özellikle de erkek çocuklar... ikincisi de büyüdüğünde o tip bir baba olması öğütlenmektedir adeta...
5.Şiddet eğilimlerine etkisi
Yukarda da belirttiğim gibi medya-çocuk ilişkisinde üzerinde en fazla durulan, araştırma yapılan konu şiddettir. Araştırmalar, televizyonun tek başına şiddete yöneltmediğini, ancak özendirdiğini ve arttırdığını göstermiştir. Şiddet ögesinin yer aldığı görüntüler, salt çocuk ya da yetişkin değil , tüm yaş gruplarına yönelik programlarda yer almaktadır. Şiddet, haberlerden, filmlere, dizilerden çizgi filmlere dek her yerde her an hayatın bir parçası olarak sunulmaktadır. Bu da şiddetin sıradanlaştırılması gibi çok tehlikeli bir olguyu beraberinde getirmektedir.
Burada önemli iki noktanın altını çizmek gerekiyor. Yetişkinlere dönük programlardaki şiddet görüntüleri ve çocuk programları, özellikle çizgi filmlerdeki şiddet görüntüleri. Bunu ayırmamın iki nedeni var. Birincisi, çocukların yetişkinlerin televizyon izlediği saatlerde televizyon izleyip izlememeleri gibi bir sorun var. Bilindiği gibi, ailelerin pek çoğunda çocuklar, belli bir saate kadar anne-babayla birlikte teevizyon izlemektedir. En azından haberlerde aile birliktedir. Ancak televizyon konusunda duyarlı ve dikkatli davranarak çocuklarına belli saatlerde kısıtlamalar getiren aileler de ne yazık ki çocuklarını çizgi filmlerden koruyamamaktadır. Yani bir yerden kaçarken diğer tarafa yakalanmaktadırlar.
Bazı çizgi filmlerde karakterler onca şiddetten sonra ayağa kalkabilmektedir. Yani orada uygulanan şiddetin zarar vermediği gibi bir algılama da söz konusu olabilmektedir. Ayrıca filmlerde sevilen karakterler karşılarındaki kişilere şiddet uyguladıklarında çocuklar tarafından coşku ve heyecanla izlenmekte ve kahramanın yenmesi yönünde tezahürat yapılmaktadır.
İstanbul'da 1995 ve 1999 yıllarında 5-7 ve 10-12 olmak üzere iki farklı yaş grubunu kapsayan toplam 509 çocuk üzerinde yapılan bir çalışmada, çocuklara sorulan çeşitli sorularla çocukların haberleri nasıl algıladıkları ve tanımladıkları saptanmış. 5-7 yaş grubundaki çocuklar, bilindiği gibi kavramları ana dilinden basit sözcükler ve sembollerle tanımlayabilirler.
Haberlerde yer alan silah, bomba, kanlı bıçak, ambulans, çarpışan arabalar, birbirini vuran insanlar, yanan ormanlar, yanan ve yıkılan evlerin hepsi de olumsuzluk içermekte ve nitekim çocuklar tarafından da öyle algılanmaktadır. "Sana göre haber nedir?" sorusuna gelen yanıtların içinde en çarpıcı olanlarına baktığımızda adeta büyüklere ders verir nitelikte olduğunu görüyoruz. 6 yaşındaki bir kız çocuğu haberlerde sadece acınacak şeylerin olduğunu söylerken, 6 yaşındaki bir erkek çocuk ise haberleri korku filmi seyrettiğini ifade etmektedir. Tek veya iki kelimeyle tanımlamaları istendiğinde ise ağırlıklı olarak"savaş-ölüm", "kaza-ölüm" kavramları çıkmıştır (Rigel,1999). Ölümü sıradan bir olay gibi görmeye alıştırılmış bir nesil geliyor....
A.B.D'de yapılan bir araştırmada ise televizyonun şiddet eğilimlerini ortaya çıkarttığı ve kışkırttığı neredeyse kanıtlanmış ve onaylanmıştır. Televizyon, beyazların oturduğu mahalleye zencilerin mahallesinden 10 yıl önce gelmiş. Her iki mahallede de televizyon gelmeden önce ve geldikten sonraki suç oranlarında inanılmaz bir artış olduğu görülmüş.
Şiddet konusunda son olarak şunu ifade etmek gerekiyor. Tek başına televizyondaki şiddet görüntülerinin çocukları şiddete yönelttiğini söylemek elbette yanlış. Ancak, araştırmalara göre, çocuğun şiddete başvurması, çocuğun bulunduğu aile ortamı, çevre ve eğitime paralel olarak değişim göstermektedir. Örneğin sevgi ve huzur dolu bir ailede bulunan ve iyi bir eğitim alan bir çocukla, aile içinde şiddete maruz kalan, ya da ailede ve çevresinde şiddete tanık olan ve iyi bir eğitim olanağına sahip olamayan çocuklar, ve hele sokaklarda her türlü şiddetin içinde yaşayan çocuklar yanyana konduğunda ne demek istendiği daha iyi anlaşılacaktır. Belki de deyim yerindeyse televizyondaki şiddet görüntüleri çocuğun şiddete başvurma nedenleri arasında ikincil ama önemli bir yer tutmaktadır.
6.Okumaya, düşünmeye ve başarıya etkisi
İlk paragraflarda sözünü ettiğmiz yazılı kültür-televizyon ilişkisini anımsayalım. Bilindiği gibi yazılı kültür, düşünmeyi, yorumlamayı ve sorgulamayı sağlar insanlara... Oysa televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte bir "gösteri" çağı başlamış, bu eğlence ve gösteri çağının başlamasıyla birlikte insanlar sadece gösterilenleri almakla yetinir olmuşlardır. Artık bırakın yorumlamayı, düşünmek bile en son düşünülen şey olmaya başlamıştır. Kırk yılda bir düşünmeye iten bir program olsa bile insanlar "bütün gün yoruluyoruz zaten" diyerek eğlenceyi ve gösteriyi tercih etmektedirler. Oysa bilindiği gibi "Antik Yunanda, boş zamanda yapılan tek şey düşünmekti. Öyle ki 'boş zaman' ya da 'serbest zaman' ı karşılayan leisure, okul için kullanılırdı" (Postman,1995;18).
Yetişkinlerin bile televizyon tutsağı oldukları ve çoğu kez etkilendikleri bir ortamda çocukların bundan soyutlanamayacağı ortadadır. Kaldı ki yarının yetişkin bireyleri olacak olan çocukların algılama ve bilinç düzeyi düşünüldüğünde durumun daha da vahim olduğu görülmektedir. Televizyon tek yönlü bir toplumsallaştırma aracıdır, çünkü çocuk televizyona soru soramamakta, açıklama isteyememekte ve itiraz edememektedir. Çocuk televizyona maruz kalmaktadır, çünkü etkileşim tek yönlü bir biçimde gerçekleşmekte, yani sadece televizyondan çocuğa doğru olmaktadır.
Çocuklar televizyon önünde duygusal olarak hissetmektedirler, fakat kanıt aramamaktadırlar ve çok defa de düşünmemektedirler. Yaratılış olarak, bu durum kanıtlamaya direnmeyi geliştirmemektedir. Bilişsel çalışmanın olmaması da çocuğun yorulmasını doğurmaktadır. Tüm bu genel durum, çocuğun televizyon yayınlarını kolayca emmesini ve içine çekmesini kolaylaştırmaktadır... Televizyon uyutmaktadır. Televizyon eğlendirmekte ve doyurmaktadır. Bu iki olanak uyutmak için en fazla kullanılan yöntemdir (Saatçılar,1997).
Ayrıca çocuğun aşırı bir biçimde televizyon izlemesi, onu okumaktan, sinema ve tiyatroya gitmekten, hatta çoğu kez oyun oynamaktan bile yoksun bırakmaktadır. Çocuğun sosyal ilişkileri zayıflamakta ve içe kapalı bir hale gelebilmektedir. Öyle ki çoğu kez yemek yemek için bile anne babasının yanına gitmemekte ve yemeği tepsi içinde sunularak televizyonu izlerken yemesi sağlanmaktadır.
Televizyon izlenirken programların sık sık reklamlarla kesilmesi, dikkatin sürekliliğinin yitirilmesine yol açmakta, yoğunlaşma kapasitelerinin bozulmasına neden olmaktadır. Bunların dışında televizyon, çocukta yazısal anlatımdan hareketle öykü inşası için zorunlu olan kapasiteyi, zihinsel imgelerin inşası kapasitesini azaltmaktadır (Revue,1998;37). Görüldüğü gibi belki daha az önemli değil ama, televizyon şiddetin de ötesinde çocuğun kişisel gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir.
7.Kültürel yabancılaşmaya etkisi
Bilindiği gibi televizyondaki programların bazıları, çizgi filmlerin ise neredeyse tümü dış kaynaklıdır. Yani bu ürünleri tüm dünya ülkeleri izlemektedir. Bu ise her toplumda ve o toplumdaki bireylerde ve özellikle çocuklarda farklı etkilenmeler yaratmaktadır.
Eğlence endüstrisiyle tüm toplumlar aynı anda etkilenmektedir. Geleneksel toplumların kültürleri üzerinde bu yolla televizyon, negatif etki yaratmaktadır. Endüstrileşmiş toplumlar işleyim ritmi açısından bu mesajları kabul etmeye daha uygundur. Mesajları ulaştıran dil de ulus kültürleri ve alt kültürleri bozmaktadır. Kültürel yabancılaşmayı arttırmaktadır (Mac Brides,1981;160-162).
Dolayısıyla çocuklar, kendi öz kültür ürünleri ile değil, başka ülkelerde üretilen kahramanlar ve farklı değerlerin işlendiği programlarla büyümektedirler. Bu da çocukları kendi ulusal kültürümüze yabancılaşmayı doğurmaktadır.
8.Dildeki yozlaşmaya etkisi
Yine bir üst başlıkta ifade edilen etkilenmeler nedeniyle televizyon, en önemli ifade ve iletişim aracı olan dil üzerinde de oldukça olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Bu etkilenme iki biçimde olmaktadır. Birincisi kullanılan sözcük sayısının azlığı... İkincisi ise kendi ana dilinin yozlaşmaya başlamasına etkisi... Bu iki etmen, yabancı kaynaklı programların yanısıra, yerli programlarda da sıkça rastladığımız türkçenin yanlış, kötü, yabancı özentili ve kısır bir şekilde kullanılımasından ileri gelmektedir.
9.Kendi kimliklerinin bağımsız ve özgün bir biçimde oluşmasına etkisi
Burada aktarılan hiçbir maddenin birbirinden bağımsız olarak değerlendirilemeyeceği açıkça görülüyor. Aynı şekilde çocukların bu etkilenmeler çerçevesinde kendi özgün kimliğini ve kişiliğini oluşturamaması da çok doğaldır. Kanımızca en sinsi tehlikelerden ve olumsuzluklardan biri de budur. Çocuk, kendini izlediği programlardaki kişilerin veya daha yoğun olarak filmlerdeki karakterlerin yerine koymaktadır.
Çoğu kez hayran olduğu kahraman ya da karakter, büyüyünce olmak istediği kişidir. Böylece çocuk kendi kişisel bilinci, çalışması ya da yetenekleri ile değil, tamamen farklı etkilenmelerle büyüyünce "O" (o her neyse) olmak istemektedir. Bu bazen bir yarışma programı sunucusu, bazen filmdeki kötü adamları döven erkek karakter, bazen de güzelliği sayesinde zengin ve yakışıklı bir erkekle evlenen bir kadın karakter olabilmektedir. Bu örnekleri uzatmak mümkündür. Bunlar da biraz önce değindiğimiz okuma, yorumlama ve yargılama yetilerinin bilinen nedenlerle gelişmemesinden kaynaklanmaktadır.
10.Çocukluğun yitirilişi ve masumiyetin yok oluşuna etkisi
Tüketim ve şiddet başta olmak üzere tüm bu etkilenmelerin sonucu artık eski çocuklara benzeyen çocukları görebilmemiz neredeyse olanaksız hale gelmiştir. Giysileri, tüketimleri, tavırları, yok olmaya başlayan oyunları ve nesneleştirilen minicik bedenleriyle artık çocukluk yok olmaktadır. Çocukluğun yok olmaya başlamasıyla da çocukla özdeş, insanların o dönemine atfedilen "masumiyet " de giderek ortadan kaybolmaya başlamıştır.
Tüketim adı altında günümüzde her yerde, hem yokoluşları hem de karikatürsi dirilişleri kutsayan bazı tarihsel yapıların parçalanmasına tanık oluyoruz. Aile çöküyor mu?, aile yüceltilir. Çocuklar artık çocuk değil mi? çocukluk kutsanır (Boudrillard,1997;116).
Çocuklar, belirli bir biçimde televizyon aracılığıyla, çocukluklarında yoksun bırakılmaktadırlar. Televizyon sayesinde, çocuklar çaresiz bir biçimde yetişkinler konumuna alıştırılıyorlar. Televizyon çağından önce, ana okullarındaki çocukların yapmış oldukları resimler daha çocuksu ve barışçıl iken, günümüzde yok edici robotlarla dondurulmuş şiddet içeriklidir.

SONUÇ VE ÖNERİLER
Peki ne yapmalı? Sadece araştırmak, incelemek ve konuşmak yeterli mi? Elbette değil... Şimdiye dek pek çok ülkede yapılan araştırmalar, televizyonun çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini kanıtladığına göre artık önlemler alınması için harekete geçme zamanı gelmiştir..
Harekete geçerken de çözüm önerilerinin doğru saptanması kadar bunların doğru adrese ifade edilmesi de önem taşımaktadır. Örneğin çözümü salt devletten beklemek kadar tek başına televizyon kanallarından beklemek de yanlıştır.
Şu anda televizyonu çocukların hayatından baskı yoluyla çıkartamayacağımıza göre yapılabilecek şeyler bellidir. Aileler ve sivil toplum örgütleri bu konuda en başta gelen doğru adreslerdir. Ben burada önce ailelerin beklentilerini ve yapabileceklerini, daha sonra da sivil toplum örgütlerinin yapabileceklerini, en son da genel olarak birkaç öneriyle çalışmamı bitirmek istiyorum.
Ana babaların televizyon programlarının içeriği ile ilgili istekleri şunlar:
1.Televizyonda gösterilen vurdulu kırdılı şiddet içeren filmlerin ya da reality-showların, yayından kaldırılması ya da geç saatlerde yayına konması.
2.Özellikle, haberlerde, şiddet içeren ve üzücü görüntülerin yer almaması ve defalarca, üstü bantlı olsa da gösterilmemesi.
3.Çocuklara duygu ve davranışlarıyla örnek olabilecek çocuk oyuncu ya da oyuncuların rol aldığı yerli dizi filmlerin gösterilmesi.
4.Televizyonda çocuk programlarının ve çizgi filmlerin çeşidi ve süresinin arttırılması ve bu filmlerin arka arkaya değil de aralıklarla gösterilmesi.
5.Türk kültüründe yer etmiş halk tiplemelerinin çocuk programlarında daha çok yer alıp çocuklara tanıtılması.
6.Çocuk dizileri ve çocuk programlarında argo sözcüklerin kullanılmaması.
7.Özellikle çocuk yuvalarına giden çocuklar düşünülerek çocuklara yönelik programların akşam 19.00 ile 21.00 arasında gösterilmesi.
8.Türk televizyon kanalları arasında sadece çdcuklara yönelik ve çocukların sunduğu bir kanalın yer alması (Başal,1999).
Çocuklara yönelik programlar hazırlanırken, program yapımcıları tarafından çocukların özellikleri dikkate alınmalı ve gelişimin en hızlı olduğu okul öncesi dönemde onların dış uyarılardan çok fazla etkilenebilecekleri düşünülmelidir.
Ailelere düşen öncelikle çocuğu televizyon karşısında yalnız ve savunmasız bir biçimde bırakmamak, mümkün olduğunca birlikte izlemek. Konuşarak, anlatarak ve paylaşarak. Sonra da çocukları okumaya sevketmek ve televizyon izlemelerine belli ölçülerde sınırlandırmalar getirmek.
Sivil toplum örgütleri birlikte hareket ederek en azından başlangıç olarak çocuklara yönelik tüm programlarda yer alan şiddet unsurlarının kaldırılmasını sağlamaları gerekmektedir. Şiddet ya da çocuklara zararlı olduğu düşünülen unsurların yer aldığı programlarda kodlama sistemi uygulanabilir.
Salt çocukların değil, yetişkin bireylerin de okuma alışkanlıklarının ve bunun uzantısında sağlanacak olan yetilerin kazandırılması gerekir. Yine bu çerçevede televizyonda izlenen görüntülerin anlamlarının okunması ve yorumlanması eğitimi verilmelidir. Başta yetişkin bireyler olmak üzere görüntülerin okunması ve yorumlanması öğrenildiği takdirde izleyiciler televizyon karşısında savunmasız ve bilinçsiz bir durumda olmaktan kurtulacakları için uğranılacak zarar ya da olumsuz etkilenmeler sıfırlanamasa da minimuma inecektir.
Postman ve Powers, izleyicinin kendini savunabilmesi için, hazırlıklı bir kafaya ve birbirini bütünleyen bir değer sistemine sahip olması gerektiğini belirtirler (Postman ve Powers,1996;83-102). Buna kavuşmanın yolu ise, insanların okuma alışkanlığını kazanması, düşünme, tartışma ve yargılama yetisine kavuşması ve herkesin yararlı birer hobi edinmesinden geçmektedir.
Belki kat edilmesi gereken yol çok fazla... Ama istersek yapabiliriz....

Bu PC benzeri bilgisayar ile istediğim yazıları çok daha kolay yazıyor, depolayabiliyor ve sonrasında ihtiyaç duyduğumda gerekli düzeltmeleri yapabiliyordum. Ayrıca bazı basit hesapları da çok rahatlıkla tutabiliyordum. Kısacası hayatımı çok ciddi ölçüde kolaylaştırmıştı bu PC benzeri alet. Sonrasında , eğitimimin ilerleyen zamanlarında MS-DOS işletim sistemi ile tanıştım. Aman Tanrım, bu ne müthiş bir buluştu. PC yaşamımı ciddi ölçüde kolaylaştırıyordu. Bir sürü bilgiyi disketlere kaydederek yanımda taşıyabiliyordum, artık sayfalar dolusu dosyaları evrak çantamda taşımam gerekmiyordu. Hoş o dönemde PC çok yaygın ve her yerde ulaşılabilen bir teknoloji değildi. Ama yine de hayatı cidden kolaylaştırmıştı. Daha sonra Microsoft’un bilgisayar dünyasına girmesi ile devrimin ilk büyük adımı atıldı. Artık bilgisayar kullanabilmek için bir takım dilleri ve programları öğrenmeye gerek kalmamıştı. Microsoft Windows herkesin bilgisayar kullanabilmesi için üretilmişti ve kesinlikle amacına ulaştı. Artık evlere yavaş yavaş bilgisayar girmeye başlamıştı. İhtiyacı olan kişiler uygulanan fiyat politikalarıyla evlerine PC alabilir olmuşlardı. Sonrasında gelen internet ise benim ve benden önceki yaş gruplarının hayallerinde bile göremeyecekleri bir işlevi yerine getirdi, dünyayı evimize soktu. Bilgiye ulaşmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Kütüphanelerde gecelere kadar az çalışmadık, yurt dışından ihtiyacımız olan kitapları getirmek veya getirtmek için az kıvranmadık internet öncesinde. Günümüz teknoloji ve bilim çağı. Artık teknolojinin ve bilimin bize sunduğu tüm avantajları hayatımızın hemen her alanında kullanıyoruz veya kullanmaya çalışıyoruz. Pek çoğumuzun elinde cep telefonu, ekranında sevdiğimizin fotoğrafı, hemen hemen her evde televizyon ve bilgisayar, iş yerlerindekileri ise saymaya gerek yok. Hatta hatta bana daha da inanılmaz gelen dizüstü bilgisayarlar. Bu olanakların hayatımızı ciddi biçimde kolaylaştırdığını hiç birimiz inkar edemeyiz. Çağın getirdiği bu olanaklar ve sonradan gelecekler de bunlardan çok daha fazla olacaktır. Gelişmeyi durdurmak mümkün değil, zaten isteyen de yok birkaç aklı evvel dışında.

Internetin hayatımıza kattığı sadece bilgiye kolay ulaşabilirlik değil. Örneğin, diyelim ki bir konsere gideceksiniz, bilet almanız lazım, ancak vaktiniz kısıtlı. Bu durumda gidip kuyrukta beklemek mi akılcı, internetten bilet almak mı? Cevabı hepimizce malum. Ya da benim gibi geç saatlere kadar çalışan, yazan çizen birisiniz, eve yiyecek alışverişi yapmanız lazım, gidip marketten mi almak, yoksa internetten mi alışveriş yapmak? Cevap malum. Hadi son bir örnek daha vereyim; banka işlemleri. Bankaya gidip, kuyruğa girip, bekleyerek, şalterde yapacağınız işlemler için komisyon ödeyerek mi yapmak, yoksa tüm işlemleri internetten kısacık bir zamanda halletmek mi? Cevap yine malum. Internetin hayatı inanılmaz kolaylaştırdığı inkar edilemeyecek bir gerçek.

Herkesin internet üzerinden ulaşabileceği bazı bilgileri de eklemek isterim yazdıklarıma: Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), Hane halkı Bilişim Teknolojileri Kullanımı Araştırma Sonuçları’na göre, 16-74 yaş grubundaki hane halkı bireylerinin bilgisayar kullanım oranı yüzde 16.8, internet kullanım oranı ise yüzde 13.2 seviyesinde. Dünyada son 25 yılın en önemli buluşu olarak gösterilen internet, hızlı gelişimini sürdürmekte. 7 milyon 270 bin internet kullanıcısı olduğu hesaplanan Türkiye, dünyada 24'üncü sırada yer alıyor. Türkiye 73.5 milyon olduğu tahmin edilen nüfusuna rağmen 7 milyon 270 bin internet kullanıcısıyla dünyada 24'üncü sırada. Türkiye'de internet kullananların oranı, toplam nüfus dikkate alındığında, yüzde 13,9 olan dünya ortalamasının altında kalarak yüzde 9,9. TİSK araştırmasına göre OECD ülkelerindeki konutlarda internete bağlanım oranları şöyle: Danimarka % 59, ABD %50.5, Kanada % 48.7, İsveç % 48.2, Hollanda % 48.2, İngiltere% 40, Finlandiya % 39,5, Yeni Zelanda % 37, İsviçre % 36,5, Japonya % 35.1, Avustralya % 33, Almanya % 27, İrlanda % 20.4, Avusturya % 19, İtalya % 18.8, Portekiz % 18, Fransa % 17.8, Belçika % 13.3, Türkiye % 3 ve Meksika % 2,8.

Ancak internet kullanımının beni üstünde düşünmeye zorlayan önemli bir tarafı var. Internet sosyalliğimizi ne derece ve ne yönde etkiliyor? Eskiden insanlar bayramlarda, özel günlerde birbirlerini ziyaret eder, beraber vakit geçirir, konuşur, dertleşirlerdi. Teknolojinin gelişmesi ile bu ziyaretler yavaş yavaş yerini telefona bırakmaya başladı. Sonrasında telefon etmek yerine mesaj atmak daha pratik geldi bizlere. Şimdilerde ise cep telefonu mesajları da yavaş yavaş yerini e-posta ve toplu kısa mesajlara bıraktı. Aynı çatı altında yaşadığımız insanlarla bile sohbet etmez olduk. Artık evlerde herkesin kendi uğraşı var. Bunların suçlusu sadece internet mi? Doğrusunu isterseniz, başlarda ben internetin insanları asosyalleştirdiğini düşünüyordum. Geçen zaman içinde, bu fikrim ciddi ölçüde değişti. Mesafelerin uzaması, insanların çalışma hayatı nedeniyle zamanlarının ciddi biçimde azalması, bu mesafeleri kat etmeyi ciddi biçimde engeller oldu. Teknolojinin bu mesafelerin aşılmasını son derece kolaylaştırdığını en azından ben artık inkar edemeyecek kadar net görüyorum.

Hatta sınırlı sosyal çevrelerde yaşayan insanların, internet sayesinde sınırlarının tamamen dışına çıkıp bir çok insanla tanıştıkları ve rahatlıkla yaşamlarının bir çok alanını paylaştıkları bir gerçek. Bu paylaşımlarda kişiler gerçek kimlikleri ile olduklarında ve bu paylaşımı belirli bir süre sonra gerçek sosyal alana taşımayı başardıktan sonra hiçbir sorun yok. Hatta tam aksine, bu gerçekten de teknolojinin bize sunduğu bir nimet.

Ancak bu paylaşımlarda kişilerin gerçek kimliklerini gizleyerek sanal sosyal ortamda farklı, sıklıkla olmak istedikleri kimliklere bürünerek gerçekleştirmeleri neticesinde yaşadıkları psikolojik karmaşayı da tartışmaya gerek yok diye düşünüyorum. Internette sohbet edenlerin çok büyük bir çoğunluğunun gerçeklikten uzak olduğunda sanırım herkes hem fikirdir. Bu gerçeklikten uzaklığın, o gerçeklikten uzak kendini ifade eden kişide gerçekliğe döndüğünde yaratacağı ikilemi bir tahayyül etmeye çalışır mısınız lütfen. Yaşayacağı kimlik çatışması çok şiddetli olursa, bu bir takım psikolojik hatta psikiyatrik sorunlara bile yol açabilir ki, bizler meslek hayatımızda bu tarz vakalarla sıklıkla karşılaşmaya başladık artık. Bunun ciddi bir problem olduğunu özellikle gençlerin fark etmeleri çok önemli. Zaten henüz nasıl bir birey olduklarını tanımadan, olduklarından farklı kimliklerle kendilerini bir ekranın arkasına saklayarak ifade etmelerinin, kişilik gelişimlerine çok olumsuz etkileri olduğunu çok net fark etmeliler.

Yapılan bir diğer araştırmaya göre, gelişmekte olan bir ülke durumundaki Türkiye’nin belirgin karakteristik özelliklerinden biri, ülke içinde eşitsiz gelir dağılımı ve bölgeler arası farklılıktır. İnternet kullanımı kişilerin belli bir gelir durumunun üzerinde olmasını gerektirdiği için, gelir durumuna göre bilgisayar sahipliği ölçütünde farklılıklar göstermektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, alt gelir gruplarında bilgisayar sahipliği durumunun %2 olduğunu göz önüne alarak, alt gelir gruplarında henüz bilgisayar ile tanışmayan ergenlerin bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda, Türkiye genelinde ergenlerin internet kullanımı iki faktör göz önüne alınarak incelenmelidir; eğitimine devam eden ergenler ve eğitimine devam etmeyen ergenler. Sosyo-ekonomik ve kültürel altyapıları farklı olan bu iki ergen kesimin, internet kullanımları ve internete erişim olanaklarını da aynı paralelde farklılıklar gösterecektir. 2002 Türkiye Bilişim Şurası Raporunda 15-25 Yaş grubu içinde eğitim görmeyen ergenlerin büyük bölümünün ekonomik durumlarının kötü olduğu ve ellerine geçen parayı da internet kafelerde ya da kahvehanelerde harcadıkları belirtilmiştir. Eğitime devam eden çocuklar aldıkları eğitimle ve yaşadıkları çevrelerin görece daha iyi olmasıyla interneti sağlıklı kullanmaya yönlendirilmeleri daha kolay olacaktır. Ne var ki, eğitime devam etmeyen gençlerin bilinçlendirilmeleri daha zor olacaktır.

2002 Türkiye Bilişim Şurası Raporunda 7-15 yaş grubundaki gençlerin %90’ının interneti eğlence ve yararlı olmayan siteleri gezmek için kullandığı, bilgisayar başında zamanlarını gereksizce harcadıkları belirtilmektedir. Önlem alınmadığı taktirde on-line oyun kültürü ile iç içe yaşayan bu gençlerin “doğru internet kullanımı” kültürüne gereksinmesi olduğuna raporda ayrıca değinilmiştir.

Amacı gençlerin ‘internetin doğru kullanımı’ adına neler yapılması gerektiğini, gençlerin internet kullanımı sırasında yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini (şimdilik küçük çapta) saptamak olan çalıştayın bulgularını eklemek yararlı olacaktır. Bu bağlamda, gençlerin ifadelerinde belirttiği sorunlar şu başlıklar altında toplanmıştır: 1. Pornografik ya da olumsuz ve tehlikeli inanç siteleri gibi zararlı sitelerin kolayca ulaşılabilir olması 2. Kendileri için ‘yararlı’ olabilecek sitelere ulaşabilecek kaynakların bulunmaması 3. İnternetin aile içi çatışmalara neden olması 4. Ekonomik yönden zararlı olması (faturalar ) 5. Günlük işleri aksatacak şekilde zaman kaybına neden olması 6. İnternette kişinin kendisini olduğu gibi yansıtmamamsı nedeniyle kimlik kargaşasına sebep olması 7. İnternetin yararlı amaçlarla kullanılmaması 8. İnternetin bağımlılık yaratması.

Çalıştayda elde edilen bulgulara göre çıkarılan çözüm önerilerine değinecek olursak: 1. İnternet kullanıma ilişkin yalnız ergenlerin değil, ailelerin ve tüm toplumun bilinçlendirilmesi, 2. Toplumun bilinçlendirilmesi için çeşitli iletişim araçlarında (medyada) halkı bilgilendirecek fakat endişelere yol açmayacak nitelikte yayınlar hazırlanması, 3. Okullara bilgisayar kullanımını geliştirecek dersler konulması, 4. İlgili sektörlerin ve servis sağlayıcılarının Türkçe içerikli referans sağlayacak ve eğitim konusunda yardımcı olacak siteler hazırlamaları, 5. “Zararlı” olarak nitelendirilen sitelerin denetlenmesi ve bu siteleri hazırlayanların eğitilmesi, 6. Sosyo- ekonomik düzeyi düşük olan yerlerde okuyan öğrenciler için devlet eliyle okullara bilgisayar laboratuarları kurulması ve internet bağlantısının sağlanması şeklinde sıralanabilir.

Bu tür çözüm önerilerinin daha büyük çapta çalışmalarla daha kapsamlı hazırlandığı ve uygulandığı takdirde, internet kullanımı sağlıklı ve yaygın bir şekilde olacaktır. Kültür, toplumsal bir olgu olup, internetin kendi kültürünü oluşturabilmesi ancak toplumun geniş bir kesimiyle paylaşılmasıyla mümkündür. Uygun önlemler ve politikalarla internetin sağlıklı bir şekilde yaygınlaşması mümkündür ve aynı zamanda gereklidir. Gerekli politikaların ve önlemlerin saptanıp hayata geçirilmesi için gecikmeksizin kaynak ayrılmalı ve bir uygulama planı hayata geçirilmelidir. Gözlemlediğim önemli bir konu da internet iletişiminin asosyalliğe yatkınlığı olanları kendi dünyalarına hapsederken, sosyalleşebilmelerini de sağlaması. Buradaki ayırıcı nokta, internet iletişiminin zaman içinde gerçek sosyallik ihtiyacını tamamen ortadan kaldırıp şiddetli izolasyona neden olması ve bunun zaman içinde ciddi patolojilere yol açması. Asosyal kişiler kendilerini izolasyondan koruyacak minimal sosyalliği hayatlarında tuttukları müddetçe internetin sosyalleşmelerine olumlu yönde çok ciddi katkıda bulunduğu kanaatindeyim.

ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, internet kullanımının insanların sosyal çevresini genişlettiğini, hatta telefonla ya da yüz yüze görüşmeyi teşvik ediyor. ''The Pew İnternet'' ve ''American Life Project'' şirketlerinin ortaklaşa yürüttüğü çalışma, internet kullanan Amerikalı’ların genişleyen sosyal çevreleri sayesinde, başta sağlık ve finans konuları hakkında yardım almaya daha eğilimli hale geldiğini de gösterdi. Araştırma ekibinden Toronto Üniversitesi sosyoloji profesörü Barry Wellman’a göre, yaptıkları çalışma sonucunda, internet kullanımının insanları birbirinden uzaklaştırdığı yönündeki eski araştırma sonuçlarının aksine, internetin insanların sosyal çevrelerini korumalarına yardım ediyor. Çalışmada elektronik postanın diğer iletişim şekillerinin yerini almadığını, tam tersine tamamlayıcı bir rol üstlendiğini ortaya koyan araştırmacılar, en yakın arkadaşları ve akrabalarına haftada en az bir kere elektronik posta gönderen insanların, göndermeyenlere oranla yakınlarıyla haftalık telefon görüşmelerinin yüzde 25 daha fazla olabildiğini de belirtiyor. Çalışma ayrıca, internet kullanıcılarının, kullanmayanlara oranla % 7 oranında daha geniş bir sosyal ilişkiler ağına sahip olmaya ve bu çevresinden yardım almaya eğilimli olduğunun da altını çiziyor.

İçinde bulunduğumuz çağın bir gereği haline gelen İnternet, bir çok kişinin yaşamına girdi. Bir çoğumuz artık internet olmadan bir çok işimizi yapmakta zorlanıyoruz. İnternetin, başta eğitim olmak üzere çeşitli alanlarda yararları olduğu herkes tarafından artık kabul ediliyor.

Tüm bu araştırmalar, okuma ve tecrübelerim bilgisayar ya da interneti kullanmanın tek başına kişinin yaşamına asla olumsuz etkide bulunmadığını, olumsuz etkinin kişinin bu teknolojileri yanlış kullanması sonucu ortaya çıktığını gösterdi. Bir gelişim başlarda yanlış yönleri ile de öne çıkabilir, ancak zaman içinde her alanda olduğu gibi interneti doğru kullandığımızda, tüm dünyayı evimize getirdiğini kimse yadsıyamaz.
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
21 Aralık 2008       Mesaj #3
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
televizyon ve internetin sosyal hayatımızdaki olumsuz tesirleri
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2010       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
reklamların hayatımızdaki olumsuz etkileri nelerdir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Ekim 2010       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tiyatro ve İnternet,İnternetin Tiyatorya etkileri nelerdir
QWXÆMULTİ - avatarı
QWXÆMULTİ
Ziyaretçi
17 Kasım 2010       Mesaj #6
QWXÆMULTİ - avatarı
Ziyaretçi
İnternetin iyi ve kötü yönleri nelerdir?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2011       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
arka sokakların olumlu ve olumsuz etkileri
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Aralık 2011       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
teknolojinin sosyal hayatımıza olumsuz etkilerini yazarmısınız
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Mart 2012       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
işte internete bağlayan şeylerden biride bu makaleler okudukça okuyası geliyor insanın
sıkıcı olmadan,kaynak ve örneklerle anlatımınız harikulade bir çalışma
beyninize,bilgisayarınızın klavyesine sağlık..
kübraa - avatarı
kübraa
Ziyaretçi
24 Şubat 2013       Mesaj #10
kübraa - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Ziyaretçi adlı kullanıcıdan alıntı

televizyon ve internetin sosyal hayatımızdaki olumsuz tesirleri

Televizyonun Olumsuz Etkileri
İnsanların zamanını boşa harcamasına yol açar.
Televizyonun başında fazla kalmak iş gücünde azalmaya yol açar
Yakın mesafeden seyredilen televizyon çeşitli göz kusurlarına yol açabildiği gibi, insan vücudunu radyasyona maruz bırakır.
Son zamanlarda yaygınlaşan olumsuz haber programları insanların ruh sağlığında bozulmalara yol açar.
Toplumsal kültürün yozlaşmasında, milli kültürün bozulmasında etkili olur.
Aile içi şiddeti körüklemektedir.
Çocuklar üzerinde pek çok olumsuz etkiler bırakmaktadır. (Ayrı bir başlıkta ele alınacaktır.)
Lüks tüketimi artırmaktadır.
Dar bütçeli ailelerde geçimsizliğe yol açmaktadır.
Hırsızlık, kapkaç, gasp gibi olaylarla birlikte toplumsal şiddeti körüklemektedir.
Magazin programları ünlülerin gayri meşru yaşantılarını meşru gibi göstermekte, kültürel yozlaşma pençesindeki gençleri gayri meşru bir hayata özendirmektedir.
Kişilik ve kültür bunalımı yaşayan ve aile baskısı içindeki gençlerin evden kaçarak kötü yollara düşmesinde etkili olmaktadır.
Türk toplumunun milli kültür unsurlarını yok ederek, yabancı kültür unsurlarına açık hale gelmesine yol açmaktadır.
Toplumda farklı kültür değerlerini, farklı felsefi inançları benimsemiş grupların oluşmasına yol açarak, gruplar arası çatışmaları körüklemektedir.
Türkçenin gelişimini olumsuz etkilemektedir.
İnsanların ülke problemlerine duyarsızlaşmasına yol açar.
Hazırlanan programlar daha çok çağdaşlık, özgürlük, modernlik ve cesurluk maskesi altında gençlere sunularak onlardan asi bir toplum oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Benzer Konular

20 Ocak 2009 / şevvall sam Cevaplanmış
4 Ağustos 2015 / ZİYARETÇİ Soru-Cevap
25 Kasım 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
15 Mayıs 2013 / Misafir Soru-Cevap