Arama

Karadenize kıyısı olan ülkelerin diğer denizlere açılmasında Türkiye'nin rolü nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 24 Kasım 2010 Gösterim: 16.240 Cevap: 9
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
22 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Karadenize kıyısı olan ülkelerin diğer denizlere açılmasında Türkiye'nin konumunun önemi nedir?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
SOVYET SONRASI DÖNEMDE RUSYA’NIN
KARADENİZ POLİTİKASI
Sponsorlu Bağlantılar


da haliyle, kapsamlı ve çok taraflı bir bölgesel işbirliği sürecini etkin biçimde des-
tekleyebilecek stratejilerden yoksundur. Makale, Moskova’nın bölgede tepkisel
politikalar izlemesinin Rusya’nın henüz 11 Eylül 2001 sonrası dönemin değişen
uluslararası koşullarına cevap verebilecek kapsamlı bir alternatif Karadeniz strate-
jisi geliştirememiş olması ile açıklanabileceğini öne sürmektedir.
Makalede, öncelikle, Sovyet-sonrası Rus dış politikasında Karadeniz bölgesinin
yeri ve öneminin nasıl geliştiği incelenerek, Rusya’nın NATO ve AB’nin genişle-
me süreçlerine tepkisi tartışılacaktır. Ardından, Rusya’nın Karadeniz bölgesindeki
“renkli devrimler” ve dondurulmuş çatışmalar karşısındaki tutumu incelenecek
ve özellikle 11 Eylül 2001 sonrasında sonrasında Karadeniz’deki deniz güvenliği
konusundaki gelişmelere yaklaşımı ele alınacaktır. Makalenin sonuç bölümünden
önce ise, Rusya’nın Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (KEİT - Organi-
zation of the Black Sea Economic Cooperation) yönelik politikası incelenecektir.
Makale sonuç bölümünde yapılacak bir değerlendirme ile tamamlanmaktadır.
Sovyet-Sonrası Dönemi Rus Dış Politikasında
Karadeniz Bölgesinin Yeri ve Önemi
Tarihsel olarak bakıldığında, Karadeniz bölgesinin Moskova için daima önemli
bir bölge olduğu görülmektedir.
1
Karadeniz’in Rusya’nın sıcak denizlere önemli
bir çıkış yolu olması itibarıyla, bu bölge Moskova’nın Çarlık ve Sovyet dönemle-
rinde izlediği dış politikasında jeopolitik açıdan çok önemli olmuştur. Avrasya’nın
kuzeyi ile güneyini, doğusu ile batısını bağlayan Karadeniz, sadece ulaşım açı-
sından değil, aynı zamanda jeopolitik, ekonomik ve sosyo-kültürel açılardan da
Moskova’nın dikkatinin sürekli olarak odaklandığı bir bölge olagelmiştir
Soğuk Savaş sonrası dönemde ise, Moskova’ya Sovyetler Birliği’nin dağılması-
nın olumsuz etkilerini en şiddetli bir şekilde hissettiren bölge de yine Karadeniz
olmuştur. Karadeniz bölgesindeki eski Varşova Paktı üyelerinden Bulgaristan ve
Romanya’nın Batılı kurum ve kuruluşlara tam üye olmak için attığı adımlar ka-
dar, eski Sovyet cumhuriyetlerinden Moldova, Ukrayna, Azerbaycan, Ermenis-
tan ve Gürcistan’ın da Sovyetler Birliği’nden bağımsızlıklarını ilan etmiş olmaları
Moskova’yı çok güç bir durumda bırakmıştır.
Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılması Rusya için Karadeniz’de çok çetin bir ulus-
lararası ortamın doğmasına neden olurken, Türkiye açısından ise, bölgesel etkinli-
1
Karadeniz bölgesinin kronolojik tarihsel gelişimi için, bkz. Neil Ascherson, Black Sea, New York,
Hill and Wang, 1995, ss.277-284.

ğini arttırabilmek için bazı önemli fırsatların kapısını aralamıştır.
2
Karadeniz’deki
askerî ve ekonomik gücü göreceli olarak artan Türkiye, diplomatik açıdan da et-
kinliğini artırmıştır. Bu nedenle Moskova, Sovyet-sonrası dönemde Karadeniz
bölgesine dönük politikasında önceliğini, Türkiye’nin artan gücünü dengeleme-
ye vermiştir. Rus karar vericiler, Türkiye’nin bölgesel etkinliğinin artmasını, sı-
fır-toplamlı bir oyun mantığı içinde net olarak Moskova’nın etkisinin azalması
olarak görmüşlerdir. Moskova, bir taraftan Türkiye’nin bölgedeki artan etkisini
sınırlamaya yönelirken, diğer taraftan da bölgenin diğer ülkeleriyle ilişkilerini ola-
bildiğince geliştirmeye çalışmıştır.
Rusya, Karadeniz bölgesindeki Türkiye, Bulgaristan ve Romanya dışındaki ülke-
lere yaklaşımını, 1993’den itibaren uygulamaya koyduğu “yakın çevre” doktrini
çerçevesinde şekillendirmiştir. Bu kapsamda, Karadeniz bölgesindeki eski Sov-
yet Cumhuriyetleri ile özel ilişkiler kurmaya çalışmıştır.
3
1995’e kadar Rusya’nın
Dışişleri Bakanı olan Andrei V. Kozyrev, Moskova’nın “yakın çevre” doktrinini;
Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerinde bölgesel istikrarı koruması, bu bölge-
deki komşu devletlerin Moskova ile dostane ilişkiler kurmaya zorlanması ve Rus
askerlerinin Bağımsız Devletler Topluluğu topraklarındaki varlığının devam
etmesinin sağlanması şeklinde özetlemiştir.
4
Bu doktrinle Moskova Karadeniz
bölgesindeki eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi etki alanı içinde gördüğünü
ilan etmiş olmaktadır. Bu durum ise, Batılı ülke ve kurumların bölgeye yönelik
etkili bir strateji geliştirmesini oldukça güçleştirmiştir.
Aslında, Rusya’nın Karadeniz politikasını da şekillendiren “Yakın Çevre” dok-
trini tüm eski Sovyet cumhuriyetlerini kapsayacak şekilde geliştirildiği için, Ka-
radeniz bölgesinin özgün koşullarını çok dikkate almamıştır. Ayrıca, Rusya’nın
geçiş sürecinde bölgesel güç kaybına uğraması nedeniyle, Moskova bu hege-
monik politikayı gerçek manasıyla uygulayabilecek bir devlet gücüne de henüz
2
Sovyet-sonrası dönemde Karadeniz bölgesinde Rusya’nın gücünün azalmasına karşın Türkiye ve
Ukrayna’nın artan önemlerinin bölgesel politika üzerindeki etkisinin kapsamlı bir analizi için bkz. Duygu
Bazoğlu Sezer, ‘From Hegemony to Pluralism: The Changing Politics of the Black Sea’, SAIS Review,
Cilt.17, No.1, 1997, ss. 1-30.
3
Rusya’nın Baltık Ülkeleri dışındaki eski Sovyet Cumhuriyetlerini etki alanı içinde tutmak için bu
ülkelerle ‘özel ilişki’ kurmasına olanak veren Bağımsız Devletler Topluluğu kapsamındaki politi-
kasının ana ilkeleri için, bkz. Mark Webber, CIS Integration Trends: Russia and the Former Soviet
South, Londra, Royal Institute of International Affairs, 1997.
4
Andrei V. Kozyrev, “Rossiya: god minuvshii i god nastupivshii”, Diplomaticheskii vestnik, No. 1-2, 1993, ss.
3-4.

sahip değildi.
5
Karadeniz bölgesindeki diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinin coğ-
rafi açıdan bölgedeki Türkiye, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerle ilişkilerini
geliştirebilecek kapasitede olmaları Rusya’nın izlediği politikanın diğer bir zayıf
noktasını oluşturmuştur.
Zaten, Rus dış politika çevrelerinin Sovyet sonrası dönemde ilan edilen dok-
trinlere her zaman sadık bir politika izlemek yerine, uluslararası politikadaki
güçler dengesini ve Rusya’nın olanakları ile birlikte kısıtlılıklarını da dikkate
alan pragmatik bir eğilim içinde olması da, “Yakın Çevre” doktrininin etkisi
altında gelişen Rusya’nın Karadeniz politikasının başarı şansının çok olmadığını
göstermekteydi. Moskova doktrinlerle ifade edilen Rus dış politikasını uygular-
ken karşı karşıya olduğu uluslararası ortamın koşullarını da dikkat etmesi gerek-
tiğinden, çoğu kez doktrini göz ardı ederek pragmatik bir dış politika çizgisine
yönelmiştir.
6
Karadeniz bölgesini “Yakın Çevre” doktrini kapsamında ele alan Rus dış politi-
kasını şekillendiren çevreler, bölgede Türkiye’nin etkinliğinin kontrol altına alın-
ması halinde, Moskova’nın zamanla eski gücüne kavuşabileceğini varsaymıştır.
Ancak, özellikle 11 Eylül 2001 sonrası dönemde Karadeniz bölgesindeki stratejik
dengeler ciddi biçimde değişmiştir. Rusya’nın bu değişimleri dikkate almadan
izlediği politikalar kendisini bölgede daha marjinal bir konuma iterken, tepkisel
bir tavır sergilemesine de yolaçmıştır.
Aslında Rusya, Vladimir Putin’in 2000 yılında Cumhurbaşkanı olmasından
sonra zaten siyasal açıdan daha “gerçekçi” bir dış politikaya yönelmiştir.
7
Ancak,
Putin’in izlediği bu “gerçekçi” dış politika çizgisi Rusya’nın Karadeniz bölgesin-
deki devletleri işbirliği yapılabilecek aktörler olarak görmek yerine, duruma ve
sorunun gerekliliklerine göre devletler arasında seçici bir politika izlenmesini
öngörüyordu. Bu “esnek” ve “gerçekçi” yaklaşım, Moskova’nın Karadeniz böl-
gesinde daha kapsamlı bir strateji geliştirmesini de kaçınılmaz kılıyordu. Ancak,
ihtiyaç duyulan bu kapsamlı strateji Moskova tarafından henüz geliştirilebilin-
miş değildir.
5
S. Neil Macfarlane, “Russian Policy in the CIS Under Putin”, Gabriel Gorodetsky (der.), Russia Between East
and West: Rusian Foreign Policy on the Threshold of the Twenty-First Century, , Londra, Frank Cass Publishers,
2003, s.130.
6
Ludmilla Selezneva, “Post-Soviet Russian Foreign Policy: Between Doctrine and Pragmatism”, European Secu-
rity, Cilt.11, No.4, 2003, ss.10-28.
7
Vladimir Putin’in izlediği pragmatik dış politikanın ana ilkeleri için, bkz. Bobo Lo, Vladimir Putin and the
Evolution of Russian Foreign Policy, Londra: Royal Institute of International Affairs, 2003.

Zamanla ortaya çıkmıştır ki, Moskova’nın bölgesel gerçeklerle uyumlu olma-
yan ve bölgede hegemonya kurmayı öngören pozisyonunun başarılı olması çok
da olanaklı değildi. Rusya’nın politikalarını etkisizleştiren en büyük gelişme,
11 Eylül 2001’deki saldırılardan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD)
uluslararası terörizm ile mücadele gerekçesiyle Karadeniz bölgesinde de askeri
ve siyasi etkinliğini artırmaya yönelmesi olmuştur. 11 Eylül sonrasında bölge
ülkelerinin neredeyse tamamının, ABD ile daha yakın bir ilişki kurmaya yönel-
melerini engelleyemeyen Moskova, henüz 11 Eylül 2001 sonrası dönemin de-
ğişen uluslararası koşullarına cevap verebilecek kapsamlı bir Karadeniz stratejisi
geliştirememiştir.
Rusya’nın Karadeniz politikasını ciddi düzeyde etkisizleştiren ve daha da tepki-
sel olmaya yönelten ABD’nin (ABD) 11 Eylül sonrası dönemde bölgeye yönelik
artan ilgisi Moskova tarafından ilk başta olumlu karşılanmıştır. ABD, Karade-
niz bölgesini dünyanın diğer bölgeleri gibi uluslararası teröristlerle bir mücadele
alanı olarak gördüğünü ifade ettiğinden, bu tutum Vladimir Putin’in iktidara
gelmesinden sonra Çeçenistan sorunu ekseninde başlattığı uluslararası terörizmle
mücadele politikası ile de çok uyumlu görünüyordu.
8
Ancak, daha sonraki dö-
nemde Rus karar-alıcılar, ABD’nin Karadeniz bölgesindeki politikalarını ulusla-
rarası terörizmle mücadeleyi değil de, Rusya’yı bölgeden dışlamayı ve ABD yanlısı
ülkelerle çevrelemeyi amaçladığı şeklinde algılamıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk yıllarında, Rusya’nın Karadeniz bölgesindeki
tek başat güç olabileceği varsayımına dayanan Moskova’nın Karadeniz politika-
sı, bölgedeki ülkelerin özellikle 11 Eylül 2001 sonrası dönemde Avrupalılaşma
süreçlerine ağırlık vermeleriyle diğer büyük darbeyi almıştır. Sözkonusu Avrupa-
lılaşma süreci Avrupa Birliği’ni bölgede daha da güçlendirdiğinden, bu durum
Moskova’nın Karadeniz politikasını ciddi bir şekilde zora sokmuştur. Ayrıca, Ka-
radeniz bölgesindeki ülkelerin özellikle 2000 yılından sonra Rusya’ya ekonomik
bağımlılıklarını azaltırken, giderek artan şekilde Avrupa Birliği ülkeleriyle ticarete
başlamaları da bölgesel dengeleri önemli ölçüde etkilemiştir. 11 Eylül sonrası
dönemde Avrupa Birliği’nin kendi enerji güvenliğini sağlanmak için attığı adım-
lar da Karadeniz bölgesinin stratejik konumunda Moskova aleyhine bir bölgesel
tablo ortaya çıkarmıştır.
8
Alex Pravda, “Putin’s Foreign Policy After 11 September: Radical or Revolutionary?”, Gabriel Goro-
detsky (der.), Russia Between East and West: Rusian Foreign Policy on the Threshold of the Twenty-First
Century, Londra, Frank Cass Publishers, 2003, s.47.

Sözkonusu Avrupalılaşma sürecinde, Rusya’dan alınan doğal gaz ve petrole ba-
ğımlılığı çok yüksek olan bölge ülkeleri de Rusya’nın enerji alanındaki bölgesel
etkinliğini azaltacak AB girişimlerine verdikleri desteği artırmaya başlamıştır. Bu
bağlamda Rusya’nın Karadeniz politikasının başlıca unsurlarından birisinin de
Hazar bölgesindeki enerji kaynakları ve bunların nakil yollarını kontrol altında
tutmak olduğu düşünülürse, Hazar kaynaklarının Avrupa’ya Rusya’yı dışlayan al-
ternatif yollardan taşınması girişimlerinin Moskova’nın Karadeniz politikasının
etkisini nasıl azaltacağı daha rahat görülebilir. Bu nedenle Moskova, Hazar enerji
kaynaklarının Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattıyla uluslararası pazarlara açılması-
nı uzun süre engellemeye çalışmıştır. Rusya’nın ana petrol boru hattının kendi
ülkesinden geçmesinde ısrar etmesi ise, Türkiye ile arasında ciddi bir rekabetin
ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ancak, Rusya ile Türkiye arasında gerçekleştirilen
Mavi Akım projesi aşağıda da belirtildiği gibi iki ülke arasındaki rekabetin yerini
işbirliğine bırakmasında önemli bir rol oynamıştır.
Rusya’nın Karadeniz politikasının giderek daha tepkisel ve etkisiz olmasında,
takip eden bölümde incelenecek bazı konuların büyük etkisi olmuştur. Belki
de bunlardan en önemlisi; AB, ABD ve NATO’nun özellikle 11 Eylül 2001
sonrası dönemde bölgeye yönelik artan ilgisidir. Diğer önemli konular da, böl-
genin siyasi dönüşümü sürecinde ortaya çıkan “renkli devrimler”, dondurulmuş
çatışmalar, deniz güvenliği ve bölgesel ekonomik işbirliği gibi meselelerdir. Rus-
ya bu çerçevede sözkonusu alanlarda uygulamaya konulmak istenen AB, ABD
ve NATO destekli projeleri başarısızlığa uğratmaya odaklanmıştır. Ancak, bu
durum Moskova’nın bölgesel sorunların çözümü için kapsamlı bir alternatif
strateji ortaya koyamamasına da yolaçmaktadır.
AB ve NATO’nun Karadeniz Bölgesindeki Genişlemeleri
Genel olarak, AB’nin Karadeniz’deki bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesi,
NATO’nun bölgede artan etkinliği ile karşılaştırıldığında Rusya için daha kabul
edilebilir bir durum olarak görülmüştür. Çünkü, AB’nin ilişkilerini geliştirmesi
bir taraftan dünyanın en önemli ticaret bölgelerinden birisini Rusya sınırlarına
daha da yaklaştırırken, diğer taraftan da, bölge ülkelerinin AB ile entegrasyon
sürecinde karşılaşabileceği sorunlar Moskova’ya kullanabileceği yeni olanaklar su-
nabilirdi. Yine Moskova’nın varsayımlarına göre AB, Bulgaristan ve Romanya’yı
tam üyeliğe kabul etse dahi, diğer bölge ülkelerini AB’ye kabul etmeyecekti.
Bunun sonucunda da, hayal kırıklığına uğrayan bölge ülkeleri yönlerini tekrar
Moskova’ya çevirebilirdi.
Ancak, Moskova’nın yaklaşımının çok da gerçekçi olmadığı özellikle 1999 AB

Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası
Helsinki Zirvesi kararlarından sonraki dönemde daha net bir hâl almıştır. Zirve
kararları ile Türkiye’ye Avrupa Birliği tam üyeliği için aday ülke statüsü veren
Brüksel, Bulgaristan ve Romanya’nın tam üyelik müzakarelerinin de önünü aç-
mıştır. Rusya ile ilişkiler de Kuzey Boyutu (Northern Dimension) politikası ile
tanımlamıştır. Bu ilişkide Rusya daha çok Baltık ülkelerinin AB’ye katılmaları
sonrasında AB içinde kalan Rusya’nın Kaliningrad bölgesinin sorunlarına odak-
lanırken, Brüksel de ilişkilere yeni bir ivme kazandırmak için “Rusya Hakkındaki
Ortak Strateji” belgesi ile bu ülkeye dönük bazı ekonomik açılımları da içeren
yeni politikasını yürürlülüğe koymuştur.
9
Ancak, Rusya’nın Avrupa Birliği ile ku-
rumsal düzeydeki bu işbirliği Kuzey bölgesi ile sınırlı kalmış olup, Moskova’ya
Karadeniz bölgesinde yeni açılımlar yapmak için olanaklar sunmamıştır.
Rusya’nın AB’nin önde gelen ülkelerinden olan Almanya ve Fransa ile olan iki-
li ilişkilerine bakıldığında da görülmektedir ki, bu ilişkiler Moskova açısından
tatmin edici bir düzeydedir. Almanya ve Fransa ABD’nin Karadeniz politika-
larını destekleyerek Rusya’yı dışlamaktansa, Rusya ile kendi çıkarları doğrultu-
sunda ilişkiler geliştirmeyi tercih etmektedir. Bu isteksizlik kendisini, AB’nin
bölgeyle ilgili uzlaşıya dayalı bir strateji geliştirememesinde de göstermektedir.
Avrupa Komisyonu’nun bölgeye dönük son zamanlarda artan bir ilgisinin oldu-
ğu düşünülse de, bu ilgiyi kısa dönemde somut olarak hayata geçirebilecek bir
politikasının olmadığı anlaşılmaktadır.
10
Esasen, AB’nin Karadeniz bölgesinde
başat bir aktör olmak için girişimlerde bulunmasının başlıca sebebi, Romanya ve
Bulgaristan’ın 2007’de tam üye olmaları sonrasında Karadeniz kıyılarının da Bir-
liğe dahil olmasıdır.
11
Böylelikle, AB bölgeye olan ilgisini artırmaya zorlanmıştır.
Moskova açısından bakıldığında AB’nin bölgeyle ilgili politikalarında en fazla
kaygı yaratan gelişme AB’nin 2003 yılında Avrupa Komşuluk Politikası’nı (ENP)
hayata geçirmesi olmuştur. Bu politikanın, hukuki çerçeve olarak tam üyelik pers-
pektifi içinde ele alınan Bulgaristan, Romanya ve Türkiye dışındaki diğer Karade-
niz ülkelerini de kapsaması ve AB’nin bölge devletleriyle imzaladığı Ortaklık ve
İşbirliği Anlaşmaları çerçevesinde öngörülenden daha derin ve kapsamlı bir ilişki
modeli sunması, Moskova’da endişeyle karşılanmıştır. Esasen Brüksel, Rusya’yı
9
Bkz. Graham Timmins, ‘Strategic or Pragmatic Partnership? The European Union’s Policy towards Russia
since the End of the Cold War’, European Security, Cilt.11, No.4, 2002, ss.78-95.
10 Fabrizio Tassinari, ‘A Synergy for Black Sea Regional Cooperation: Guidelines for an EU Initiative’, CEPS
Policy Brief, No. 105, 2006, s.13., CEPS - The Centre for European Policy Studies Book Store
11
Mustafa Aydın, “Europe’s New Region: The Black Sea in the Wider Europe Neighbourhood”,
Southeast European and Black Sea Studies, Cilt 5, No. 2, 2005, s. 257.

Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında kendisiyle işbirliğine davet etmişse de,
Rusya bu teklifi hemen reddetmiştir.
12
Rusya’nın AB’nin Avrupa Komşuluk Politikası’na (ENP) olumsuz bakmasının en
büyük nedeni, Birliğin tanımladığı “yakın çevre” ile Rusya’nın ilan ettiği “yakın
çevre”nin çakışmasıdır. AB ile bölge ülkeleri arasında teknik işbirliğinin yanısı-
ra siyasi diyaloğu da artırmayı amaçlayan Avrupa Komşuluk Politikası’nın kısa
vadede zararlı herhangi bir etkisi beklenmese de, orta vadede Rusya’nın bölge
ülkeleri üzerindeki siyasi etkisini azaltacak bir potansiyele sahip olduğu düşünül-
müştür. Moldova, Ukrayna ve Kafkasya ülkeleri, ENP kapsamında AB ile ilişki
kurmuşlardır. Bu ülkeler coğrafi ve siyasi nedenlerle Rusya’nın kendi içişlerine
karışmasını durdurmaya çalışırken, Moskova’ya olan bağımlılıklarını da azaltma-
ya çalışmaktadır.
Rusya’nın NATO genişlemesine karşı daha olumsuz bir tavır içinde olmasının te-
melinde, bu ülkede NATO’ya karşı duyulan güvensizlik yatmaktadır. NATO’yu
ABD’nin bir güvenlik politikası aracı olarak gören Rus karar alıcılar, NATO ge-
nişlemesini de Rusya’yı çevreleme politikasının bir parçası olarak algılamaktadır.
Karadeniz bölgesinde Rusya’ya komşu olan ülkelerden Ukrayna ve Gürcistan dı-
şındakiler, NATO ile ilişkileri geliştirme konusunda ilgili fakat daha çekimser
görünmektedir.
13
Bölge ülkelerinden Ermenistan, Rusya’yı kendi ulusal güvenli-
ğinin garantisi olarak görürken, Azerbaycan ise, Rusya’dan silah satın alarak askeri
kapasitesini geliştirmeye çalışmaktadır.
Soğuk Savaş yıllarında Karadeniz ülkelerinden sadece Türkiye NATO üyesiydi.
Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türkiye dışındaki ülkeler de NATO ile iliş-
kilerini arttırmaya yönelmiştir. Bu ülkelerden Romanya ve Bulgaristan’nın 2004
yılında NATO üyesi olmaları, diğer devletleri de bu yönde cesaretlendirmiştir.
GUAM grubu üyesi ülkeler olarak da bilinen Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve
Moldova’daki siyasi çevrelerin yavaş yavaş NATO üyeliği olasılığını gündemlerine
almaları, Moskova’yı çok rahatsız etmiş olup, tepkisel politikalara sevketmiştir.
Rusya’yı 11 Eylül 2001 sonrası dönemde en çok endişelendiren konu, Karadenize
kıyıdaş ülkelerin ABD ile özellikle askeri alandaki işbirliklerini artırmasıdır. Böl-
gesel aktörlerden Bulgaristan ve Romanya’nın 2004 yılında NATO, 2007 yılında
12 Karen E. Smith, “The Outsiders: The European Neighbourhood Policy”, International Affairs, Cilt. 81,
No. 4, 2005, s.759.
13 Tuomas Forsberg, “Russia’s Relationship with NATO: A Qualitative Change or Old Wine in New Bott-
les?”, Journal of Communist Studies and Transition Politics, Cilt 21, No.3, Eylül 2005, s.342.

Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası
da AB üyesi olmaları küresel aktörlerin bu bölgesel aktörlerle ilişkilerini geliş-
tirmelerine olanak sağlamaktadır. ABD, Bulgaristan ve Romanya ile ilişkilerini
geliştirirken, ikili askeri işbirliği anlaşmaları ile bu ülkelerde askerî üs kurma hak-
kını elde etmiştir. Askerî üs anlaşmaları ABD’nin Karadeniz’in güvenliğine ilişkin
politikalarında büyük öneme sahiptir.
Karadeniz bölgesinde Rusya’ya karşı bir denge oluşturmak isteyen ABD, Gür-
cistan ile de ikili askeri ilişkilerini ciddi bir biçimde geliştirmiştir. Bu çerçevede,
ABD Nisan 2002’de Gürcistan’ın sınır güvenliğinin sağlanması ve silahlı kuvvet-
lerinin modernizasyonu için 64 milyon dolar bütçeli “Eğit ve Donat” programı-
nı başlatmıştır.
14
Gürcistan’ın ABD’yle giderek artan işbirliğinden cesaret alan
Tiflis, NATO üyeliği için 2002 sonbaharında resmen başvuruda bulunmuştur.
Zaten ABD’nin Gürcistan’a verdiği destekten rahatsız olan Moskova, Tiflis ile
NATO arasında gelişen ilişkilerden daha fazla endişelenmeye başlamıştır. Bu
nedenle, Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Aleksander Yakovenko, “NATO ra-
darlarının ve keşif uçaklarının (AWACS) Gürcistan’da konuşlandırılma ihtimali
Rusya’nın ulusal çıkarlarına aykırıdır ve Moskova’yı koruyucu karşı önlemler
almaya zorlar” diyerek, ülkesinin konuyla ilgili hassasiyetini vurgulamıştır.
15
Bu gelişmeler de göstermektedir ki, Rusya, NATO ve AB’nin Karadeniz’deki
genişlemelerini kendisine yönelik “çevreleme” politikasının parçası olarak gör-
düğünden, tepkisel bir tavır içine girmektedir. Ancak, bir karşılaştırma yapmak
gerekirse, Moskova NATO genişlemesini AB’nin izlediği komşuluk politikası-
na göre çok daha rahatsız edici bulmaktadır. Çünkü, AB’ye göre daha etkin bir
şekilde karar alarak uygulayabilen NATO’nun genişlemesi, ittifakın bölgedeki
etkinliğini daha da artırma amacından kaynaklandığından, bu durum Rus ka-
rar-alıcılarının manevra alanlarını daraltmakta ve kendilerini daha da çaresiz
hissetmelerine yolaçmaktadır. Oysa, AB’nin izlediği komşuluk politikası açık bir
şekilde genişleme perspektifi içermediği gibi, şu anda yapılan tartışmalara göre
uzun vadede bu ülkelere tam üyelik yerine en fazla özel bir statü verilmesini ön-
görmektedir. Bu nedenle Rus karar-alıcıları kendilerini AB’nin izlediği komşuluk
politikası karşısında manevra yapabilecek konumda gördükleri gibi, bu politika-
nın ilgili ülkelerde hayal kırıklığına yolaçması durumunda Rusya’nın bölgedeki
etkisini tekrar artırabileceğini öngörmektedirler.
14
Eric A. Miller, “Morale of US-Trained Troops In Georgia Is High, But US Advisors Concerned
About Sustainability”, Eurasia Insight, 5 Mayıs 2003.
15
Jean-Christophe Peuch, “Russia: Moscow Concerned NATO Spy Planes May Use Georgian Airs-
pace”, RFE/RL, 11 Temmuz 2003.

Karadeniz Bölgesindeki “Renkli Devrimler”
ve Dondurulmuş Çatışmaların Geleceği
Rusya’nın Karadeniz bölgesine bakışında önemli rol oynayan diğer bir faktör de
bölgede son yıllarda gerçekleşen “renkli devrimler”dir. Rusya’nın sınır komşula-
rı ve stratejik açıdan çok önemli konumları olan Gürcistan ve Ukrayna’da Batı
yanlısı rejimlerin iş başına gelmesi, Rusya’yı ciddi biçimde rahatsız etmektedir.
2003’te Gürcistan’da yaşanan “Gül Devrimi” ile 2004 yılında Ukrayna’da gerçek-
leşen “Turuncu Devrim”in neden olduğu endişenin büyüklüğünde başlıca etken,
bu ülkelerde iktidara gelen yeni kadroların söylemlerini Rusya karşıtlığı üzerine
kurmalarıdır.
16
Moskova’daki karar alıcıları endişelendiren diğer bir konu da “renkli devrim”
sürecinin Karadeniz bölgesindeki diğer ülkelere olası etkileridir. 2003 yılında
Ermenistan’da ve 2005 yılında Moldova ile Azerbaycan’da yapılan parlamento se-
çimleri bu açıdan dikkatle izlenmiştir. Ancak, bu ülkelerde “renkli devrim” yanlısı
grupların etkileri çok marjinal olduğundan, Rusya yeni sorunlarla karşılaşmamış-
tır.
“Renkli devrimler”le oluşan rejimlerin orta ve uzun vadede başarılı olmaları, yeni
kadroların kendi iç bütünlüklerini ne ölçüde koruyabileceklerine ve halkın eko-
nomi ile siyasetteki isteklerine ne ölçüde cevap verebilecekleriyle yakından ilgili-
dir. Gürcistan’da biraz da Rus politikasının etkisi nedeniyle bütünleşmiş görünen
elitler, Ukrayna’da yine Rusya’nın farklı bir politika izlemesi nedeniyle büyük bir
bölünmüşlük sergilemektedir. Ukrayna’da “Turuncu Devrim” devrimden önce de
bu bölünmüş yapı özellikle medya ve güvenlik güçleri arasında vardı.
Rusya açısından bakıldığında “renkli devrim” süreci tek yönlü ve doğrusal bir
süreç olarak görülmemektedir. Karadeniz bölgesindeki siyasi çevrelerin bölünmüş
yapıları ve iktidara gelen gruplara göre muhalefetin daha avantajlı ekonomik ola-
naklara sahip olması, Moskova’ya siyasi etkisini artırma yönünde olanaklar sağla-
yabilir. Ayrıca; Azerbaycan, Gürcistan ve Moldova’daki dondurulmuş çatışmalar
da bu açıdan Rusya’nın en önemli baskı araçları olarak ortaya çıkmaktadır.
Aslında, Sovyet-sonrası dönemde Azerbaycan içindeki Dağlık Karabağ, Gürcis-
tan içindeki Güney Osetya ile Abhazya ve de Moldova içindeki Transdinyester
bölgelerinde iktidarı elinde tutan gruplar ile bu bölgelerde egemenliklerini fiilen
16 Graeme P. Herd, “Colorful Revolutions and the CIS: “Manufactured” Versus “Managed” Democracy?”, Prob-

Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası
sağlayamayan merkezi otoriteler arasındaki ihtilafları kapsayan dondurulmuş ça-
tışmalar, Karadeniz bölgesindeki siyasi istikrar ve bölgesel güvenlik açısından her
zaman hayati önem taşımıştır.
17
Ancak; tarihsel, siyasal ve uluslararası bazı neden-
lerle bu çatışmaların çözümü halen çok güçtür.
Karadeniz bölgesindeki dondurulmuş çatışmaların tamamı, Sovyetler Birliği’nin
1991’de dağılmasından hemen bir kaç yıl önce ortaya çıkmış olup, dağılma süre-
cinde tırmanışa geçerek askeri bir nitelik kazanmıştır. 1990’lı yılların ilk yarısında
gerçekleşen sıcak çatışmalar ateşkesle sonuçlandırılmış ise de, çatışmaların taraf-
ları arasında henüz kalıcı bir barış sağlanamamıştır. Şu anda bu sorunların kalıcı
bir çözüme kavuşturulması olasılığı varsa da, tekrar sıcak çatışmalara dönüşme
olasılıkları da aynı derecede güçlüdür.
Karadeniz bölgesindeki dondurulmuş çatışmaların artık kalıcı bir çözüme kavuş-
turulmasını savunan ve çoğunluğu Batılı olan ülke ve kuruluşlar, bunların hali-
hazırda çok ağır siyasi ve ekonomik sorunlar yaşayan bölge ülkelerinin şartlarını
daha zor hale getirdiğine dikkat çekmektedir. Dondurulmuş çatışmaların bölgesel
işbirliği potansiyelini de ciddi olarak sınırlandırmasından yakınmakta olan bu
çevreler, kalıcı çözüm arayışlarının artırılmasını istemektedirler. Aynı çevreler,
ayrılıkçı yönetimlerin toprak bütünlüklerini tehdit ettiği ülkelerle birlikte, çatış-
malara uluslararası hukuka uygun bir çözüm bulunamamasını Rusya’nın ayrılıkçı
bölgelere sağladığı etkin desteğe bağlamaktadır.
Buna karşılık Moskova önceliğin, dondurulmuş çatışmaların tekrar sıcak çatış-
malara dönüşme olasılığının engellemesine verilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Rusya, dondurulmuş çatışmaların kolayca çözümlenemeyeceğini savunmaktadır.
18
Tarafsız bir açıdan bakıldığında, Rusya’nın ayrılıkçı yönetimlere ekonomik ve si-
yasi desteğin yanısıra, askeri eğitim ve mühimmat desteği de verdiği net biçimde
görülmektedir. Bu çerçevede, sorunların çözümsüz kalmasının ardında, Rusya’nın
çözümsüzlüğü pekiştiren çıkarlarının da bir rolünün olduğu söylenebilir.
Batılı ülke ve kurumların dondurulmuş çatışmaların artık çözüme kavuşturul-
ması gerektiği yönündeki görüşleri son yıllarda daha ısrarcı bir şekilde ifade edil-
meye başlanmıştır. AB ve NATO’nun Karadeniz bölgesine yönelik komşuluk ve
genişleme politikalarının bu sürece ivme kazandırdığı söylenebilir. Batılı ülke ve
17 Dov Lynch, “Separatist States and Post-Soviet Conflicts”, International Affairs, Cilt 78, No.4, 2002, s. 831.
18 Vladimir Socor, “Frozen Conflicts: AChallenge to Euro-Atlantic Interests”, Ronald D. Asmus, Konstantin
Dimitrov ve Joerg Forbrig (der.), A New Euro-Atlantic Strategy For The Black Sea Region, Vaşington, The
German Marshall Fund of the United States, 2004, ss.127-137.

kurumlar bu yöndeki çabalarını -genellikle dondurulmuş çatışmaların yarattığı
statükonun yolaçtığı öne sürülen- özellikle yumuşak güvenlik alanında karşılaşı-
lan yasadışı göç ve organize suçla mücadele gibi alanlarda yoğunlaştırmaktadır.
Dondurulmuş çatışmalar konusunda önde gelen uzmanlardan olan Vladimir
Socor’a göre, Batılı çevreler dondurulmuş çatışma bölgelerinin askerden arın-
dırılarak, 1999 AGİT İstanbul Zirve Kararları uyarınca Rusya’nın Gürcistan ve
Moldova’daki askeri üslerini tamamen kapatmasını beklemektedir. Buna ek ola-
rak, Batılı ülke ve kurumlar, askeri olmayan ve daha çok demokratik süreçlere
ağırlık veren çözümlerin öne çıkarılması gerektiği düşüncesindedir.
19
Rusya’nın son yıllarda özellikle ABD ile olan ilişkilerinde yaşadığı gerilim dikkate
alındığında, bu beklentilere olumlu cevap vermesi çok gerçekçi görünmemektedir.
Rusya’nın Temmuz 2007’de Avrupa’da Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nı
(Conventional Forces in Europe – CFE) askıya almasından sonra, Rusya’nın don-
durulmuş çatışmalar konusunda NATO ülkelerine karşı daha uzlaşmaz bir poli-
tikaya yönelmesi beklenebilir.
Karadeniz’de Deniz Güveniliği için Bölgesel İşbirliği
Deniz güvenliği açısından bakıldığında da, Rusya açısından Karadeniz’in büyük
önem kazandığı görülmektedir. Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında
Karadeniz’deki deniz güvenliği alanındaki etkinliğini sürdürmekte oldukça zor-
lanmaktadır. Bu noktada, Karadeniz’de deniz güveniliğinin daha etkin biçimde
sağlanmasına yönelik bölgesel işbirliği arayışları Moskova için daha kabul edile-
bilir bir hâl almıştır.
Bu çerçevede, en önemli bölgesel işbirliği arayışlarından biri olan ve Türkiye’nin
öncülüğünde Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler tarafından 2001’de İstanbul’da kuru-
lan BLACKSEAFOR’un durumu önemlidir. Türkiye’nin önderliğinde gelişen ve
Karadeniz bölgesinde arama-kurtarma operasyonlarını, Karadeniz’in mayınlar-
dan arındırılmasını ve iyi niyet ziyaretlerini içeren bu oluşum Rusya tarafından
da kabul görmüştür. Çok-uluslu gücün görevinin esnek biçimde tanımlanması,
bölge ülkeleri gibi Rusya’nın da katılmını kolaylaştırmıştır. Böylesine önemli bir
oluşumun dışında kalmak istemeyen Rusya, NATO ülkeleriyle yakın işbirliği
içeren bu oluşuma çok şaşırtıcı bir şekilde olumlu yaklaşmıştır.

Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası
mektedir ve Moskova bu çabalara da çok olumlu bir gözle bakmaktadır.
Ancak Rusya, NATO’nun Akdeniz’deki Aktif Çaba Harekatı’na (Operation Active
Endeavor) destek verirken, bu operasyonun görev alanının Karadeniz’e genişletil-
mesine Türkiye gibi açıkça karşı çıkmıştır. Öte yandan, NATO’nun Akdeniz’deki
Aktif Çaba Harekatı’na benzer bir misyonu olan ve Türkiye’nin öncülüğünü yap-
tığı Karadeniz Uyum Harekatı’na (Operation Black Sea Harmony) 2006 sonu iti-
barıyla dahil olmuştur. Burada belirtmek gerekir ki, Türk Deniz Kuvvetleri tara-
fından 2004 yılında hayata geçirilen Karadeniz Uyum Harekatı, NATO ve ABD
tarafından da tanınmaktadır.
21
Rusya, Türkiye’nin BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekatları’na Ka-
radenize kıyıdaş olan tüm bölge ülkelerinin daha aktif katılımlarını sağlama po-
litikasının bölgesel güvenliğe çok büyük katkıda bulunacağını ilkesel anlamda
kabul etmektedir. Türk Boğazlarından geçişe ilişkin kuralları düzenleyen 1936
tarihli Montrö Sözlemesi, Karadeniz bölgesindeki denizcilik güvenliğinin en te-
mel unsurudur. Montrö Sözleşmesi çerçevesinde oluşturulan rejimin korunarak
güçlendirilmesi sadece Türkiye ve Rusya’nın ulusal çıkarları açısından değil, aynı
zamanda bölgesel güvenliğin korunması açısından da çok önemlidir.


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
22 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
SOVYET SONRASI DÖNEMDE RUSYA’NIN
KARADENİZ POLİTİKASI
Sponsorlu Bağlantılar


da haliyle, kapsamlı ve çok taraflı bir bölgesel işbirliği sürecini etkin biçimde des-
tekleyebilecek stratejilerden yoksundur. Makale, Moskova’nın bölgede tepkisel
politikalar izlemesinin Rusya’nın henüz 11 Eylül 2001 sonrası dönemin değişen
uluslararası koşullarına cevap verebilecek kapsamlı bir alternatif Karadeniz strate-
jisi geliştirememiş olması ile açıklanabileceğini öne sürmektedir.
Makalede, öncelikle, Sovyet-sonrası Rus dış politikasında Karadeniz bölgesinin
yeri ve öneminin nasıl geliştiği incelenerek, Rusya’nın NATO ve AB’nin genişle-
me süreçlerine tepkisi tartışılacaktır. Ardından, Rusya’nın Karadeniz bölgesindeki
“renkli devrimler” ve dondurulmuş çatışmalar karşısındaki tutumu incelenecek
ve özellikle 11 Eylül 2001 sonrasında sonrasında Karadeniz’deki deniz güvenliği
konusundaki gelişmelere yaklaşımı ele alınacaktır. Makalenin sonuç bölümünden
önce ise, Rusya’nın Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (KEİT - Organi-
zation of the Black Sea Economic Cooperation) yönelik politikası incelenecektir.
Makale sonuç bölümünde yapılacak bir değerlendirme ile tamamlanmaktadır.
Sovyet-Sonrası Dönemi Rus Dış Politikasında
Karadeniz Bölgesinin Yeri ve Önemi
Tarihsel olarak bakıldığında, Karadeniz bölgesinin Moskova için daima önemli
bir bölge olduğu görülmektedir.
1
Karadeniz’in Rusya’nın sıcak denizlere önemli
bir çıkış yolu olması itibarıyla, bu bölge Moskova’nın Çarlık ve Sovyet dönemle-
rinde izlediği dış politikasında jeopolitik açıdan çok önemli olmuştur. Avrasya’nın
kuzeyi ile güneyini, doğusu ile batısını bağlayan Karadeniz, sadece ulaşım açı-
sından değil, aynı zamanda jeopolitik, ekonomik ve sosyo-kültürel açılardan da
Moskova’nın dikkatinin sürekli olarak odaklandığı bir bölge olagelmiştir
Soğuk Savaş sonrası dönemde ise, Moskova’ya Sovyetler Birliği’nin dağılması-
nın olumsuz etkilerini en şiddetli bir şekilde hissettiren bölge de yine Karadeniz
olmuştur. Karadeniz bölgesindeki eski Varşova Paktı üyelerinden Bulgaristan ve
Romanya’nın Batılı kurum ve kuruluşlara tam üye olmak için attığı adımlar ka-
dar, eski Sovyet cumhuriyetlerinden Moldova, Ukrayna, Azerbaycan, Ermenis-
tan ve Gürcistan’ın da Sovyetler Birliği’nden bağımsızlıklarını ilan etmiş olmaları
Moskova’yı çok güç bir durumda bırakmıştır.
Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılması Rusya için Karadeniz’de çok çetin bir ulus-
lararası ortamın doğmasına neden olurken, Türkiye açısından ise, bölgesel etkinli-
1
Karadeniz bölgesinin kronolojik tarihsel gelişimi için, bkz. Neil Ascherson, Black Sea, New York,
Hill and Wang, 1995, ss.277-284.

ğini arttırabilmek için bazı önemli fırsatların kapısını aralamıştır.
2
Karadeniz’deki
askerî ve ekonomik gücü göreceli olarak artan Türkiye, diplomatik açıdan da et-
kinliğini artırmıştır. Bu nedenle Moskova, Sovyet-sonrası dönemde Karadeniz
bölgesine dönük politikasında önceliğini, Türkiye’nin artan gücünü dengeleme-
ye vermiştir. Rus karar vericiler, Türkiye’nin bölgesel etkinliğinin artmasını, sı-
fır-toplamlı bir oyun mantığı içinde net olarak Moskova’nın etkisinin azalması
olarak görmüşlerdir. Moskova, bir taraftan Türkiye’nin bölgedeki artan etkisini
sınırlamaya yönelirken, diğer taraftan da bölgenin diğer ülkeleriyle ilişkilerini ola-
bildiğince geliştirmeye çalışmıştır.
Rusya, Karadeniz bölgesindeki Türkiye, Bulgaristan ve Romanya dışındaki ülke-
lere yaklaşımını, 1993’den itibaren uygulamaya koyduğu “yakın çevre” doktrini
çerçevesinde şekillendirmiştir. Bu kapsamda, Karadeniz bölgesindeki eski Sov-
yet Cumhuriyetleri ile özel ilişkiler kurmaya çalışmıştır.
3
1995’e kadar Rusya’nın
Dışişleri Bakanı olan Andrei V. Kozyrev, Moskova’nın “yakın çevre” doktrinini;
Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerinde bölgesel istikrarı koruması, bu bölge-
deki komşu devletlerin Moskova ile dostane ilişkiler kurmaya zorlanması ve Rus
askerlerinin Bağımsız Devletler Topluluğu topraklarındaki varlığının devam
etmesinin sağlanması şeklinde özetlemiştir.
4
Bu doktrinle Moskova Karadeniz
bölgesindeki eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi etki alanı içinde gördüğünü
ilan etmiş olmaktadır. Bu durum ise, Batılı ülke ve kurumların bölgeye yönelik
etkili bir strateji geliştirmesini oldukça güçleştirmiştir.
Aslında, Rusya’nın Karadeniz politikasını da şekillendiren “Yakın Çevre” dok-
trini tüm eski Sovyet cumhuriyetlerini kapsayacak şekilde geliştirildiği için, Ka-
radeniz bölgesinin özgün koşullarını çok dikkate almamıştır. Ayrıca, Rusya’nın
geçiş sürecinde bölgesel güç kaybına uğraması nedeniyle, Moskova bu hege-
monik politikayı gerçek manasıyla uygulayabilecek bir devlet gücüne de henüz
2
Sovyet-sonrası dönemde Karadeniz bölgesinde Rusya’nın gücünün azalmasına karşın Türkiye ve
Ukrayna’nın artan önemlerinin bölgesel politika üzerindeki etkisinin kapsamlı bir analizi için bkz. Duygu
Bazoğlu Sezer, ‘From Hegemony to Pluralism: The Changing Politics of the Black Sea’, SAIS Review,
Cilt.17, No.1, 1997, ss. 1-30.
3
Rusya’nın Baltık Ülkeleri dışındaki eski Sovyet Cumhuriyetlerini etki alanı içinde tutmak için bu
ülkelerle ‘özel ilişki’ kurmasına olanak veren Bağımsız Devletler Topluluğu kapsamındaki politi-
kasının ana ilkeleri için, bkz. Mark Webber, CIS Integration Trends: Russia and the Former Soviet
South, Londra, Royal Institute of International Affairs, 1997.
4
Andrei V. Kozyrev, “Rossiya: god minuvshii i god nastupivshii”, Diplomaticheskii vestnik, No. 1-2, 1993, ss.
3-4.

sahip değildi.
5
Karadeniz bölgesindeki diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinin coğ-
rafi açıdan bölgedeki Türkiye, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerle ilişkilerini
geliştirebilecek kapasitede olmaları Rusya’nın izlediği politikanın diğer bir zayıf
noktasını oluşturmuştur.
Zaten, Rus dış politika çevrelerinin Sovyet sonrası dönemde ilan edilen dok-
trinlere her zaman sadık bir politika izlemek yerine, uluslararası politikadaki
güçler dengesini ve Rusya’nın olanakları ile birlikte kısıtlılıklarını da dikkate
alan pragmatik bir eğilim içinde olması da, “Yakın Çevre” doktrininin etkisi
altında gelişen Rusya’nın Karadeniz politikasının başarı şansının çok olmadığını
göstermekteydi. Moskova doktrinlerle ifade edilen Rus dış politikasını uygular-
ken karşı karşıya olduğu uluslararası ortamın koşullarını da dikkat etmesi gerek-
tiğinden, çoğu kez doktrini göz ardı ederek pragmatik bir dış politika çizgisine
yönelmiştir.
6
Karadeniz bölgesini “Yakın Çevre” doktrini kapsamında ele alan Rus dış politi-
kasını şekillendiren çevreler, bölgede Türkiye’nin etkinliğinin kontrol altına alın-
ması halinde, Moskova’nın zamanla eski gücüne kavuşabileceğini varsaymıştır.
Ancak, özellikle 11 Eylül 2001 sonrası dönemde Karadeniz bölgesindeki stratejik
dengeler ciddi biçimde değişmiştir. Rusya’nın bu değişimleri dikkate almadan
izlediği politikalar kendisini bölgede daha marjinal bir konuma iterken, tepkisel
bir tavır sergilemesine de yolaçmıştır.
Aslında Rusya, Vladimir Putin’in 2000 yılında Cumhurbaşkanı olmasından
sonra zaten siyasal açıdan daha “gerçekçi” bir dış politikaya yönelmiştir.
7
Ancak,
Putin’in izlediği bu “gerçekçi” dış politika çizgisi Rusya’nın Karadeniz bölgesin-
deki devletleri işbirliği yapılabilecek aktörler olarak görmek yerine, duruma ve
sorunun gerekliliklerine göre devletler arasında seçici bir politika izlenmesini
öngörüyordu. Bu “esnek” ve “gerçekçi” yaklaşım, Moskova’nın Karadeniz böl-
gesinde daha kapsamlı bir strateji geliştirmesini de kaçınılmaz kılıyordu. Ancak,
ihtiyaç duyulan bu kapsamlı strateji Moskova tarafından henüz geliştirilebilin-
miş değildir.
5
S. Neil Macfarlane, “Russian Policy in the CIS Under Putin”, Gabriel Gorodetsky (der.), Russia Between East
and West: Rusian Foreign Policy on the Threshold of the Twenty-First Century, , Londra, Frank Cass Publishers,
2003, s.130.
6
Ludmilla Selezneva, “Post-Soviet Russian Foreign Policy: Between Doctrine and Pragmatism”, European Secu-
rity, Cilt.11, No.4, 2003, ss.10-28.
7
Vladimir Putin’in izlediği pragmatik dış politikanın ana ilkeleri için, bkz. Bobo Lo, Vladimir Putin and the
Evolution of Russian Foreign Policy, Londra: Royal Institute of International Affairs, 2003.

Zamanla ortaya çıkmıştır ki, Moskova’nın bölgesel gerçeklerle uyumlu olma-
yan ve bölgede hegemonya kurmayı öngören pozisyonunun başarılı olması çok
da olanaklı değildi. Rusya’nın politikalarını etkisizleştiren en büyük gelişme,
11 Eylül 2001’deki saldırılardan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD)
uluslararası terörizm ile mücadele gerekçesiyle Karadeniz bölgesinde de askeri
ve siyasi etkinliğini artırmaya yönelmesi olmuştur. 11 Eylül sonrasında bölge
ülkelerinin neredeyse tamamının, ABD ile daha yakın bir ilişki kurmaya yönel-
melerini engelleyemeyen Moskova, henüz 11 Eylül 2001 sonrası dönemin de-
ğişen uluslararası koşullarına cevap verebilecek kapsamlı bir Karadeniz stratejisi
geliştirememiştir.
Rusya’nın Karadeniz politikasını ciddi düzeyde etkisizleştiren ve daha da tepki-
sel olmaya yönelten ABD’nin (ABD) 11 Eylül sonrası dönemde bölgeye yönelik
artan ilgisi Moskova tarafından ilk başta olumlu karşılanmıştır. ABD, Karade-
niz bölgesini dünyanın diğer bölgeleri gibi uluslararası teröristlerle bir mücadele
alanı olarak gördüğünü ifade ettiğinden, bu tutum Vladimir Putin’in iktidara
gelmesinden sonra Çeçenistan sorunu ekseninde başlattığı uluslararası terörizmle
mücadele politikası ile de çok uyumlu görünüyordu.
8
Ancak, daha sonraki dö-
nemde Rus karar-alıcılar, ABD’nin Karadeniz bölgesindeki politikalarını ulusla-
rarası terörizmle mücadeleyi değil de, Rusya’yı bölgeden dışlamayı ve ABD yanlısı
ülkelerle çevrelemeyi amaçladığı şeklinde algılamıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk yıllarında, Rusya’nın Karadeniz bölgesindeki
tek başat güç olabileceği varsayımına dayanan Moskova’nın Karadeniz politika-
sı, bölgedeki ülkelerin özellikle 11 Eylül 2001 sonrası dönemde Avrupalılaşma
süreçlerine ağırlık vermeleriyle diğer büyük darbeyi almıştır. Sözkonusu Avrupa-
lılaşma süreci Avrupa Birliği’ni bölgede daha da güçlendirdiğinden, bu durum
Moskova’nın Karadeniz politikasını ciddi bir şekilde zora sokmuştur. Ayrıca, Ka-
radeniz bölgesindeki ülkelerin özellikle 2000 yılından sonra Rusya’ya ekonomik
bağımlılıklarını azaltırken, giderek artan şekilde Avrupa Birliği ülkeleriyle ticarete
başlamaları da bölgesel dengeleri önemli ölçüde etkilemiştir. 11 Eylül sonrası
dönemde Avrupa Birliği’nin kendi enerji güvenliğini sağlanmak için attığı adım-
lar da Karadeniz bölgesinin stratejik konumunda Moskova aleyhine bir bölgesel
tablo ortaya çıkarmıştır.
8
Alex Pravda, “Putin’s Foreign Policy After 11 September: Radical or Revolutionary?”, Gabriel Goro-
detsky (der.), Russia Between East and West: Rusian Foreign Policy on the Threshold of the Twenty-First
Century, Londra, Frank Cass Publishers, 2003, s.47.

Sözkonusu Avrupalılaşma sürecinde, Rusya’dan alınan doğal gaz ve petrole ba-
ğımlılığı çok yüksek olan bölge ülkeleri de Rusya’nın enerji alanındaki bölgesel
etkinliğini azaltacak AB girişimlerine verdikleri desteği artırmaya başlamıştır. Bu
bağlamda Rusya’nın Karadeniz politikasının başlıca unsurlarından birisinin de
Hazar bölgesindeki enerji kaynakları ve bunların nakil yollarını kontrol altında
tutmak olduğu düşünülürse, Hazar kaynaklarının Avrupa’ya Rusya’yı dışlayan al-
ternatif yollardan taşınması girişimlerinin Moskova’nın Karadeniz politikasının
etkisini nasıl azaltacağı daha rahat görülebilir. Bu nedenle Moskova, Hazar enerji
kaynaklarının Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattıyla uluslararası pazarlara açılması-
nı uzun süre engellemeye çalışmıştır. Rusya’nın ana petrol boru hattının kendi
ülkesinden geçmesinde ısrar etmesi ise, Türkiye ile arasında ciddi bir rekabetin
ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ancak, Rusya ile Türkiye arasında gerçekleştirilen
Mavi Akım projesi aşağıda da belirtildiği gibi iki ülke arasındaki rekabetin yerini
işbirliğine bırakmasında önemli bir rol oynamıştır.
Rusya’nın Karadeniz politikasının giderek daha tepkisel ve etkisiz olmasında,
takip eden bölümde incelenecek bazı konuların büyük etkisi olmuştur. Belki
de bunlardan en önemlisi; AB, ABD ve NATO’nun özellikle 11 Eylül 2001
sonrası dönemde bölgeye yönelik artan ilgisidir. Diğer önemli konular da, böl-
genin siyasi dönüşümü sürecinde ortaya çıkan “renkli devrimler”, dondurulmuş
çatışmalar, deniz güvenliği ve bölgesel ekonomik işbirliği gibi meselelerdir. Rus-
ya bu çerçevede sözkonusu alanlarda uygulamaya konulmak istenen AB, ABD
ve NATO destekli projeleri başarısızlığa uğratmaya odaklanmıştır. Ancak, bu
durum Moskova’nın bölgesel sorunların çözümü için kapsamlı bir alternatif
strateji ortaya koyamamasına da yolaçmaktadır.
AB ve NATO’nun Karadeniz Bölgesindeki Genişlemeleri
Genel olarak, AB’nin Karadeniz’deki bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesi,
NATO’nun bölgede artan etkinliği ile karşılaştırıldığında Rusya için daha kabul
edilebilir bir durum olarak görülmüştür. Çünkü, AB’nin ilişkilerini geliştirmesi
bir taraftan dünyanın en önemli ticaret bölgelerinden birisini Rusya sınırlarına
daha da yaklaştırırken, diğer taraftan da, bölge ülkelerinin AB ile entegrasyon
sürecinde karşılaşabileceği sorunlar Moskova’ya kullanabileceği yeni olanaklar su-
nabilirdi. Yine Moskova’nın varsayımlarına göre AB, Bulgaristan ve Romanya’yı
tam üyeliğe kabul etse dahi, diğer bölge ülkelerini AB’ye kabul etmeyecekti.
Bunun sonucunda da, hayal kırıklığına uğrayan bölge ülkeleri yönlerini tekrar
Moskova’ya çevirebilirdi.
Ancak, Moskova’nın yaklaşımının çok da gerçekçi olmadığı özellikle 1999 AB

Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası
Helsinki Zirvesi kararlarından sonraki dönemde daha net bir hâl almıştır. Zirve
kararları ile Türkiye’ye Avrupa Birliği tam üyeliği için aday ülke statüsü veren
Brüksel, Bulgaristan ve Romanya’nın tam üyelik müzakarelerinin de önünü aç-
mıştır. Rusya ile ilişkiler de Kuzey Boyutu (Northern Dimension) politikası ile
tanımlamıştır. Bu ilişkide Rusya daha çok Baltık ülkelerinin AB’ye katılmaları
sonrasında AB içinde kalan Rusya’nın Kaliningrad bölgesinin sorunlarına odak-
lanırken, Brüksel de ilişkilere yeni bir ivme kazandırmak için “Rusya Hakkındaki
Ortak Strateji” belgesi ile bu ülkeye dönük bazı ekonomik açılımları da içeren
yeni politikasını yürürlülüğe koymuştur.
9
Ancak, Rusya’nın Avrupa Birliği ile ku-
rumsal düzeydeki bu işbirliği Kuzey bölgesi ile sınırlı kalmış olup, Moskova’ya
Karadeniz bölgesinde yeni açılımlar yapmak için olanaklar sunmamıştır.
Rusya’nın AB’nin önde gelen ülkelerinden olan Almanya ve Fransa ile olan iki-
li ilişkilerine bakıldığında da görülmektedir ki, bu ilişkiler Moskova açısından
tatmin edici bir düzeydedir. Almanya ve Fransa ABD’nin Karadeniz politika-
larını destekleyerek Rusya’yı dışlamaktansa, Rusya ile kendi çıkarları doğrultu-
sunda ilişkiler geliştirmeyi tercih etmektedir. Bu isteksizlik kendisini, AB’nin
bölgeyle ilgili uzlaşıya dayalı bir strateji geliştirememesinde de göstermektedir.
Avrupa Komisyonu’nun bölgeye dönük son zamanlarda artan bir ilgisinin oldu-
ğu düşünülse de, bu ilgiyi kısa dönemde somut olarak hayata geçirebilecek bir
politikasının olmadığı anlaşılmaktadır.
10
Esasen, AB’nin Karadeniz bölgesinde
başat bir aktör olmak için girişimlerde bulunmasının başlıca sebebi, Romanya ve
Bulgaristan’ın 2007’de tam üye olmaları sonrasında Karadeniz kıyılarının da Bir-
liğe dahil olmasıdır.
11
Böylelikle, AB bölgeye olan ilgisini artırmaya zorlanmıştır.
Moskova açısından bakıldığında AB’nin bölgeyle ilgili politikalarında en fazla
kaygı yaratan gelişme AB’nin 2003 yılında Avrupa Komşuluk Politikası’nı (ENP)
hayata geçirmesi olmuştur. Bu politikanın, hukuki çerçeve olarak tam üyelik pers-
pektifi içinde ele alınan Bulgaristan, Romanya ve Türkiye dışındaki diğer Karade-
niz ülkelerini de kapsaması ve AB’nin bölge devletleriyle imzaladığı Ortaklık ve
İşbirliği Anlaşmaları çerçevesinde öngörülenden daha derin ve kapsamlı bir ilişki
modeli sunması, Moskova’da endişeyle karşılanmıştır. Esasen Brüksel, Rusya’yı
9
Bkz. Graham Timmins, ‘Strategic or Pragmatic Partnership? The European Union’s Policy towards Russia
since the End of the Cold War’, European Security, Cilt.11, No.4, 2002, ss.78-95.
10 Fabrizio Tassinari, ‘A Synergy for Black Sea Regional Cooperation: Guidelines for an EU Initiative’, CEPS
Policy Brief, No. 105, 2006, s.13., CEPS - The Centre for European Policy Studies Book Store
11
Mustafa Aydın, “Europe’s New Region: The Black Sea in the Wider Europe Neighbourhood”,
Southeast European and Black Sea Studies, Cilt 5, No. 2, 2005, s. 257.

Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında kendisiyle işbirliğine davet etmişse de,
Rusya bu teklifi hemen reddetmiştir.
12
Rusya’nın AB’nin Avrupa Komşuluk Politikası’na (ENP) olumsuz bakmasının en
büyük nedeni, Birliğin tanımladığı “yakın çevre” ile Rusya’nın ilan ettiği “yakın
çevre”nin çakışmasıdır. AB ile bölge ülkeleri arasında teknik işbirliğinin yanısı-
ra siyasi diyaloğu da artırmayı amaçlayan Avrupa Komşuluk Politikası’nın kısa
vadede zararlı herhangi bir etkisi beklenmese de, orta vadede Rusya’nın bölge
ülkeleri üzerindeki siyasi etkisini azaltacak bir potansiyele sahip olduğu düşünül-
müştür. Moldova, Ukrayna ve Kafkasya ülkeleri, ENP kapsamında AB ile ilişki
kurmuşlardır. Bu ülkeler coğrafi ve siyasi nedenlerle Rusya’nın kendi içişlerine
karışmasını durdurmaya çalışırken, Moskova’ya olan bağımlılıklarını da azaltma-
ya çalışmaktadır.
Rusya’nın NATO genişlemesine karşı daha olumsuz bir tavır içinde olmasının te-
melinde, bu ülkede NATO’ya karşı duyulan güvensizlik yatmaktadır. NATO’yu
ABD’nin bir güvenlik politikası aracı olarak gören Rus karar alıcılar, NATO ge-
nişlemesini de Rusya’yı çevreleme politikasının bir parçası olarak algılamaktadır.
Karadeniz bölgesinde Rusya’ya komşu olan ülkelerden Ukrayna ve Gürcistan dı-
şındakiler, NATO ile ilişkileri geliştirme konusunda ilgili fakat daha çekimser
görünmektedir.
13
Bölge ülkelerinden Ermenistan, Rusya’yı kendi ulusal güvenli-
ğinin garantisi olarak görürken, Azerbaycan ise, Rusya’dan silah satın alarak askeri
kapasitesini geliştirmeye çalışmaktadır.
Soğuk Savaş yıllarında Karadeniz ülkelerinden sadece Türkiye NATO üyesiydi.
Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türkiye dışındaki ülkeler de NATO ile iliş-
kilerini arttırmaya yönelmiştir. Bu ülkelerden Romanya ve Bulgaristan’nın 2004
yılında NATO üyesi olmaları, diğer devletleri de bu yönde cesaretlendirmiştir.
GUAM grubu üyesi ülkeler olarak da bilinen Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve
Moldova’daki siyasi çevrelerin yavaş yavaş NATO üyeliği olasılığını gündemlerine
almaları, Moskova’yı çok rahatsız etmiş olup, tepkisel politikalara sevketmiştir.
Rusya’yı 11 Eylül 2001 sonrası dönemde en çok endişelendiren konu, Karadenize
kıyıdaş ülkelerin ABD ile özellikle askeri alandaki işbirliklerini artırmasıdır. Böl-
gesel aktörlerden Bulgaristan ve Romanya’nın 2004 yılında NATO, 2007 yılında
12 Karen E. Smith, “The Outsiders: The European Neighbourhood Policy”, International Affairs, Cilt. 81,
No. 4, 2005, s.759.
13 Tuomas Forsberg, “Russia’s Relationship with NATO: A Qualitative Change or Old Wine in New Bott-
les?”, Journal of Communist Studies and Transition Politics, Cilt 21, No.3, Eylül 2005, s.342.

Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası
da AB üyesi olmaları küresel aktörlerin bu bölgesel aktörlerle ilişkilerini geliş-
tirmelerine olanak sağlamaktadır. ABD, Bulgaristan ve Romanya ile ilişkilerini
geliştirirken, ikili askeri işbirliği anlaşmaları ile bu ülkelerde askerî üs kurma hak-
kını elde etmiştir. Askerî üs anlaşmaları ABD’nin Karadeniz’in güvenliğine ilişkin
politikalarında büyük öneme sahiptir.
Karadeniz bölgesinde Rusya’ya karşı bir denge oluşturmak isteyen ABD, Gür-
cistan ile de ikili askeri ilişkilerini ciddi bir biçimde geliştirmiştir. Bu çerçevede,
ABD Nisan 2002’de Gürcistan’ın sınır güvenliğinin sağlanması ve silahlı kuvvet-
lerinin modernizasyonu için 64 milyon dolar bütçeli “Eğit ve Donat” programı-
nı başlatmıştır.
14
Gürcistan’ın ABD’yle giderek artan işbirliğinden cesaret alan
Tiflis, NATO üyeliği için 2002 sonbaharında resmen başvuruda bulunmuştur.
Zaten ABD’nin Gürcistan’a verdiği destekten rahatsız olan Moskova, Tiflis ile
NATO arasında gelişen ilişkilerden daha fazla endişelenmeye başlamıştır. Bu
nedenle, Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Aleksander Yakovenko, “NATO ra-
darlarının ve keşif uçaklarının (AWACS) Gürcistan’da konuşlandırılma ihtimali
Rusya’nın ulusal çıkarlarına aykırıdır ve Moskova’yı koruyucu karşı önlemler
almaya zorlar” diyerek, ülkesinin konuyla ilgili hassasiyetini vurgulamıştır.
15
Bu gelişmeler de göstermektedir ki, Rusya, NATO ve AB’nin Karadeniz’deki
genişlemelerini kendisine yönelik “çevreleme” politikasının parçası olarak gör-
düğünden, tepkisel bir tavır içine girmektedir. Ancak, bir karşılaştırma yapmak
gerekirse, Moskova NATO genişlemesini AB’nin izlediği komşuluk politikası-
na göre çok daha rahatsız edici bulmaktadır. Çünkü, AB’ye göre daha etkin bir
şekilde karar alarak uygulayabilen NATO’nun genişlemesi, ittifakın bölgedeki
etkinliğini daha da artırma amacından kaynaklandığından, bu durum Rus ka-
rar-alıcılarının manevra alanlarını daraltmakta ve kendilerini daha da çaresiz
hissetmelerine yolaçmaktadır. Oysa, AB’nin izlediği komşuluk politikası açık bir
şekilde genişleme perspektifi içermediği gibi, şu anda yapılan tartışmalara göre
uzun vadede bu ülkelere tam üyelik yerine en fazla özel bir statü verilmesini ön-
görmektedir. Bu nedenle Rus karar-alıcıları kendilerini AB’nin izlediği komşuluk
politikası karşısında manevra yapabilecek konumda gördükleri gibi, bu politika-
nın ilgili ülkelerde hayal kırıklığına yolaçması durumunda Rusya’nın bölgedeki
etkisini tekrar artırabileceğini öngörmektedirler.
14
Eric A. Miller, “Morale of US-Trained Troops In Georgia Is High, But US Advisors Concerned
About Sustainability”, Eurasia Insight, 5 Mayıs 2003.
15
Jean-Christophe Peuch, “Russia: Moscow Concerned NATO Spy Planes May Use Georgian Airs-
pace”, RFE/RL, 11 Temmuz 2003.

Karadeniz Bölgesindeki “Renkli Devrimler”
ve Dondurulmuş Çatışmaların Geleceği
Rusya’nın Karadeniz bölgesine bakışında önemli rol oynayan diğer bir faktör de
bölgede son yıllarda gerçekleşen “renkli devrimler”dir. Rusya’nın sınır komşula-
rı ve stratejik açıdan çok önemli konumları olan Gürcistan ve Ukrayna’da Batı
yanlısı rejimlerin iş başına gelmesi, Rusya’yı ciddi biçimde rahatsız etmektedir.
2003’te Gürcistan’da yaşanan “Gül Devrimi” ile 2004 yılında Ukrayna’da gerçek-
leşen “Turuncu Devrim”in neden olduğu endişenin büyüklüğünde başlıca etken,
bu ülkelerde iktidara gelen yeni kadroların söylemlerini Rusya karşıtlığı üzerine
kurmalarıdır.
16
Moskova’daki karar alıcıları endişelendiren diğer bir konu da “renkli devrim”
sürecinin Karadeniz bölgesindeki diğer ülkelere olası etkileridir. 2003 yılında
Ermenistan’da ve 2005 yılında Moldova ile Azerbaycan’da yapılan parlamento se-
çimleri bu açıdan dikkatle izlenmiştir. Ancak, bu ülkelerde “renkli devrim” yanlısı
grupların etkileri çok marjinal olduğundan, Rusya yeni sorunlarla karşılaşmamış-
tır.
“Renkli devrimler”le oluşan rejimlerin orta ve uzun vadede başarılı olmaları, yeni
kadroların kendi iç bütünlüklerini ne ölçüde koruyabileceklerine ve halkın eko-
nomi ile siyasetteki isteklerine ne ölçüde cevap verebilecekleriyle yakından ilgili-
dir. Gürcistan’da biraz da Rus politikasının etkisi nedeniyle bütünleşmiş görünen
elitler, Ukrayna’da yine Rusya’nın farklı bir politika izlemesi nedeniyle büyük bir
bölünmüşlük sergilemektedir. Ukrayna’da “Turuncu Devrim” devrimden önce de
bu bölünmüş yapı özellikle medya ve güvenlik güçleri arasında vardı.
Rusya açısından bakıldığında “renkli devrim” süreci tek yönlü ve doğrusal bir
süreç olarak görülmemektedir. Karadeniz bölgesindeki siyasi çevrelerin bölünmüş
yapıları ve iktidara gelen gruplara göre muhalefetin daha avantajlı ekonomik ola-
naklara sahip olması, Moskova’ya siyasi etkisini artırma yönünde olanaklar sağla-
yabilir. Ayrıca; Azerbaycan, Gürcistan ve Moldova’daki dondurulmuş çatışmalar
da bu açıdan Rusya’nın en önemli baskı araçları olarak ortaya çıkmaktadır.
Aslında, Sovyet-sonrası dönemde Azerbaycan içindeki Dağlık Karabağ, Gürcis-
tan içindeki Güney Osetya ile Abhazya ve de Moldova içindeki Transdinyester
bölgelerinde iktidarı elinde tutan gruplar ile bu bölgelerde egemenliklerini fiilen
16 Graeme P. Herd, “Colorful Revolutions and the CIS: “Manufactured” Versus “Managed” Democracy?”, Prob-

Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası
sağlayamayan merkezi otoriteler arasındaki ihtilafları kapsayan dondurulmuş ça-
tışmalar, Karadeniz bölgesindeki siyasi istikrar ve bölgesel güvenlik açısından her
zaman hayati önem taşımıştır.
17
Ancak; tarihsel, siyasal ve uluslararası bazı neden-
lerle bu çatışmaların çözümü halen çok güçtür.
Karadeniz bölgesindeki dondurulmuş çatışmaların tamamı, Sovyetler Birliği’nin
1991’de dağılmasından hemen bir kaç yıl önce ortaya çıkmış olup, dağılma süre-
cinde tırmanışa geçerek askeri bir nitelik kazanmıştır. 1990’lı yılların ilk yarısında
gerçekleşen sıcak çatışmalar ateşkesle sonuçlandırılmış ise de, çatışmaların taraf-
ları arasında henüz kalıcı bir barış sağlanamamıştır. Şu anda bu sorunların kalıcı
bir çözüme kavuşturulması olasılığı varsa da, tekrar sıcak çatışmalara dönüşme
olasılıkları da aynı derecede güçlüdür.
Karadeniz bölgesindeki dondurulmuş çatışmaların artık kalıcı bir çözüme kavuş-
turulmasını savunan ve çoğunluğu Batılı olan ülke ve kuruluşlar, bunların hali-
hazırda çok ağır siyasi ve ekonomik sorunlar yaşayan bölge ülkelerinin şartlarını
daha zor hale getirdiğine dikkat çekmektedir. Dondurulmuş çatışmaların bölgesel
işbirliği potansiyelini de ciddi olarak sınırlandırmasından yakınmakta olan bu
çevreler, kalıcı çözüm arayışlarının artırılmasını istemektedirler. Aynı çevreler,
ayrılıkçı yönetimlerin toprak bütünlüklerini tehdit ettiği ülkelerle birlikte, çatış-
malara uluslararası hukuka uygun bir çözüm bulunamamasını Rusya’nın ayrılıkçı
bölgelere sağladığı etkin desteğe bağlamaktadır.
Buna karşılık Moskova önceliğin, dondurulmuş çatışmaların tekrar sıcak çatış-
malara dönüşme olasılığının engellemesine verilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Rusya, dondurulmuş çatışmaların kolayca çözümlenemeyeceğini savunmaktadır.
18
Tarafsız bir açıdan bakıldığında, Rusya’nın ayrılıkçı yönetimlere ekonomik ve si-
yasi desteğin yanısıra, askeri eğitim ve mühimmat desteği de verdiği net biçimde
görülmektedir. Bu çerçevede, sorunların çözümsüz kalmasının ardında, Rusya’nın
çözümsüzlüğü pekiştiren çıkarlarının da bir rolünün olduğu söylenebilir.
Batılı ülke ve kurumların dondurulmuş çatışmaların artık çözüme kavuşturul-
ması gerektiği yönündeki görüşleri son yıllarda daha ısrarcı bir şekilde ifade edil-
meye başlanmıştır. AB ve NATO’nun Karadeniz bölgesine yönelik komşuluk ve
genişleme politikalarının bu sürece ivme kazandırdığı söylenebilir. Batılı ülke ve
17 Dov Lynch, “Separatist States and Post-Soviet Conflicts”, International Affairs, Cilt 78, No.4, 2002, s. 831.
18 Vladimir Socor, “Frozen Conflicts: AChallenge to Euro-Atlantic Interests”, Ronald D. Asmus, Konstantin
Dimitrov ve Joerg Forbrig (der.), A New Euro-Atlantic Strategy For The Black Sea Region, Vaşington, The
German Marshall Fund of the United States, 2004, ss.127-137.

kurumlar bu yöndeki çabalarını -genellikle dondurulmuş çatışmaların yarattığı
statükonun yolaçtığı öne sürülen- özellikle yumuşak güvenlik alanında karşılaşı-
lan yasadışı göç ve organize suçla mücadele gibi alanlarda yoğunlaştırmaktadır.
Dondurulmuş çatışmalar konusunda önde gelen uzmanlardan olan Vladimir
Socor’a göre, Batılı çevreler dondurulmuş çatışma bölgelerinin askerden arın-
dırılarak, 1999 AGİT İstanbul Zirve Kararları uyarınca Rusya’nın Gürcistan ve
Moldova’daki askeri üslerini tamamen kapatmasını beklemektedir. Buna ek ola-
rak, Batılı ülke ve kurumlar, askeri olmayan ve daha çok demokratik süreçlere
ağırlık veren çözümlerin öne çıkarılması gerektiği düşüncesindedir.
19
Rusya’nın son yıllarda özellikle ABD ile olan ilişkilerinde yaşadığı gerilim dikkate
alındığında, bu beklentilere olumlu cevap vermesi çok gerçekçi görünmemektedir.
Rusya’nın Temmuz 2007’de Avrupa’da Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nı
(Conventional Forces in Europe – CFE) askıya almasından sonra, Rusya’nın don-
durulmuş çatışmalar konusunda NATO ülkelerine karşı daha uzlaşmaz bir poli-
tikaya yönelmesi beklenebilir.
Karadeniz’de Deniz Güveniliği için Bölgesel İşbirliği
Deniz güvenliği açısından bakıldığında da, Rusya açısından Karadeniz’in büyük
önem kazandığı görülmektedir. Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında
Karadeniz’deki deniz güvenliği alanındaki etkinliğini sürdürmekte oldukça zor-
lanmaktadır. Bu noktada, Karadeniz’de deniz güveniliğinin daha etkin biçimde
sağlanmasına yönelik bölgesel işbirliği arayışları Moskova için daha kabul edile-
bilir bir hâl almıştır.
Bu çerçevede, en önemli bölgesel işbirliği arayışlarından biri olan ve Türkiye’nin
öncülüğünde Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler tarafından 2001’de İstanbul’da kuru-
lan BLACKSEAFOR’un durumu önemlidir. Türkiye’nin önderliğinde gelişen ve
Karadeniz bölgesinde arama-kurtarma operasyonlarını, Karadeniz’in mayınlar-
dan arındırılmasını ve iyi niyet ziyaretlerini içeren bu oluşum Rusya tarafından
da kabul görmüştür. Çok-uluslu gücün görevinin esnek biçimde tanımlanması,
bölge ülkeleri gibi Rusya’nın da katılmını kolaylaştırmıştır. Böylesine önemli bir
oluşumun dışında kalmak istemeyen Rusya, NATO ülkeleriyle yakın işbirliği
içeren bu oluşuma çok şaşırtıcı bir şekilde olumlu yaklaşmıştır.

Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası
mektedir ve Moskova bu çabalara da çok olumlu bir gözle bakmaktadır.
Ancak Rusya, NATO’nun Akdeniz’deki Aktif Çaba Harekatı’na (Operation Active
Endeavor) destek verirken, bu operasyonun görev alanının Karadeniz’e genişletil-
mesine Türkiye gibi açıkça karşı çıkmıştır. Öte yandan, NATO’nun Akdeniz’deki
Aktif Çaba Harekatı’na benzer bir misyonu olan ve Türkiye’nin öncülüğünü yap-
tığı Karadeniz Uyum Harekatı’na (Operation Black Sea Harmony) 2006 sonu iti-
barıyla dahil olmuştur. Burada belirtmek gerekir ki, Türk Deniz Kuvvetleri tara-
fından 2004 yılında hayata geçirilen Karadeniz Uyum Harekatı, NATO ve ABD
tarafından da tanınmaktadır.
21
Rusya, Türkiye’nin BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekatları’na Ka-
radenize kıyıdaş olan tüm bölge ülkelerinin daha aktif katılımlarını sağlama po-
litikasının bölgesel güvenliğe çok büyük katkıda bulunacağını ilkesel anlamda
kabul etmektedir. Türk Boğazlarından geçişe ilişkin kuralları düzenleyen 1936
tarihli Montrö Sözlemesi, Karadeniz bölgesindeki denizcilik güvenliğinin en te-
mel unsurudur. Montrö Sözleşmesi çerçevesinde oluşturulan rejimin korunarak
güçlendirilmesi sadece Türkiye ve Rusya’nın ulusal çıkarları açısından değil, aynı
zamanda bölgesel güvenliğin korunması açısından da çok önemlidir.


Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Ekim 2009       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ne olur karadenizin kıyısındaki ülkeleri söyllermisinizzz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Ekim 2009       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ne olur karadenizin kıyısındaki ülkeleri söyllermisinizzz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Mart 2010       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
[QUOTE]tükiyeyle kiyisi olan bölgelerimizin adları[QUOTE]
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2010       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
karadenizin komsu bolgeleri hangileridirr
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Kasım 2010       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
türkiyeye kıyısı olan bölgelerimizin adı çokmu zor bir cevap verseniz
ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
17 Kasım 2010       Mesaj #8
ener - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

türkiyeye kıyısı olan bölgelerimizin adı çokmu zor bir cevap verseniz

BATI KOMŞULARIMIZ
  • Türkiye’nin batıda iki komşusu vardır; Bulgaristan ve Yunanistan.
  • Türkiyenin kuzeybatı komşusu Bulgaristandır. Türkiyenin Bulgaristan sınırı alçak düzlüklerden oluşur. Meriç Irmağı sınırın küçük bir bölümünü oluşturur.
  • Bulgaristanın ortasında bulunan Balkan Dağları ülkeyi, doğu-batı ekseninde ikiye böler. Sınıra yakın bölgelerde ise Rodop Dağları bulunur.
  • Meriç, Yunanistan sınırının tamamını oluşturur.
  • Yunanistan sınırı alçak düzlüklerden oluşur.
  • Egede çok sayıda Yunan adası vardır. Kimi adalar, o kadar yakındır ki, Türkiyeden adadaki arabalar bile seçilebilir.
  • Yunanistan ile kıta sahanlığı konusunda anlaşmazlık yaşanmaktadır.

DOĞU KOMŞULARI
  • Yakın zamana kadar Türkiyenin iki doğu komşusu vardı: İran ve Sovyetler Birliği. Ancak, 1989 yılında Sovyetler Birliği dağılınca yeni komşularımız oldu.
  • Gürcistan, Ermenistan ve Nahcivan yeni komşumuz olurken, artık Sovyetler Birliği ile sınırımız kalmadı.
  • Bu dönemde, İran ile sınırımız değişmedi. Aslında, Türkiye-İran sınırı, yüzyılları aşan, ülkemizin en eski sınırıdır.
  • Doğu sınırımızın tamamı dağlık bölgelerden oluşur.
  • Kısa aralıklarla akarsular sınırı çizse de, genellikle doğu sınırımızı dağların zirveleri oluşturur.
  • 1990ların başında Ermenistanın giriştiği bir işgal hareketi ile Türkiyenin Azerbaycan ile teması kesilmiştir. Ermenistan, hala bu toprakları işgal etmektedir.

GÜNEY KOMŞULARIMIZ
  • Türkiyenin güney sınırını Suriye ve Irak oluşturur.
  • Suriye sınırı geniş düzlüklerden oluşur.
  • Irak sınırı ise dağlıktır.
  • Irak sınırımız Lozanda çizilmiştir. Ancak, Musul ve çevresi sorunu Lozanda çözülememiştir. Türkiye, bölgenin kendisine ait olduğunu savunmuş, ancak İngiltere bölgeyi, yeni kurulan Iraka bağlamayı başarmıştır.
  • Suriye sınırımız da Lozan Antlaşması ile çizilmiştir. Ancak, bu antlaşmada Hatay bulunmuyordu.
  • Bağımsız Hatay, 1939 yılında kendisini fesih ederek, Türkiyeye katılmaya karar verdi. Suriye bu karara karşı çıktı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde bölgeden sorumlu olan Fransa kararı sessizce onayladı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Kasım 2010       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
lütfen '''''''''karadenize kıyısı olan ülkelerin diğer denizlere açılmasında türkiyenin konumunun önemi''''''''' ni söylermisinizzzz??????????
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Kasım 2010       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BATI KOMŞULARIMIZ

Türkiye’nin batıda iki komşusu vardır; Bulgaristan ve Yunanistan.
Türkiye’nin kuzeybatı komşusu Bulgaristan’dır. Türkiye’nin Bulgaristan sınırı alçak düzlüklerden oluşur. Meriç Irmağı sınırın küçük bir bölümünü oluşturur.
Bulgaristan’ın ortasında bulunan Balkan Dağları ülkeyi, doğu-batı ekseninde ikiye böler. Sınıra yakın bölgelerde ise Rodop Dağları bulunur.
Meriç, Yunanistan sınırının tamamını oluşturur.
Yunanistan sınırı alçak düzlüklerden oluşur.
Ege’de çok sayıda Yunan adası vardır. Kimi adalar, o kadar yakındır ki, Türkiye’den adadaki arabalar bile seçilebilir.
Yunanistan ile kıta sahanlığı konusunda anlaşmazlık yaşanmaktadır.

DOĞU KOMŞULARI

Yakın zamana kadar Türkiye’nin iki doğu komşusu vardı: İran ve Sovyetler Birliği. Ancak, 1989 yılında Sovyetler Birliği dağılınca yeni komşularımız oldu.
Gürcistan, Ermenistan ve Nahcivan yeni komşumuz olurken, artık Sovyetler Birliği ile sınırımız kalmadı.
Bu dönemde, İran ile sınırımız değişmedi. Aslında, Türkiye-İran sınırı, yüzyılları aşan, ülkemizin en eski sınırıdır.
Doğu sınırımızın tamamı dağlık bölgelerden oluşur.
Kısa aralıklarla akarsular sınırı çizse de, genellikle doğu sınırımızı dağların zirveleri oluşturur.
1990’ların başında Ermenistan’ın giriştiği bir işgal hareketi ile Türkiye’nin Azerbaycan ile teması kesilmiştir. Ermenistan, hala bu toprakları işgal etmektedir.

GÜNEY KOMŞULARIMIZ

Türkiye’nin güney sınırını Suriye ve Irak oluşturur.
Suriye sınırı geniş düzlüklerden oluşur.
Irak sınırı ise dağlıktır.
Irak sınırımız Lozan’da çizilmiştir. Ancak, Musul ve çevresi sorunu Lozan’da çözülememiştir. Türkiye, bölgenin kendisine ait olduğunu savunmuş, ancak İngiltere bölgeyi, yeni kurulan Irak’a bağlamayı başarmıştır.
Suriye sınırımız da Lozan Antlaşması ile çizilmiştir. Ancak, bu antlaşmada Hatay bulunmuyordu.
Bağımsız Hatay, 1939 yılında kendisini fesih ederek, Türkiye’ye katılmaya karar verdi. Suriye bu karara karşı çıktı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde bölgeden sorumlu olan Fransa kararı sessizce onayladı.

Benzer Konular

3 Kasım 2012 / elci2003 Soru-Cevap
21 Mayıs 2010 / Misafir Cevaplanmış
3 Mart 2011 / Misafir Cevaplanmış
5 Ocak 2010 / Misafir Cevaplanmış