TİYATRO VE TARİHİ
Tiyatro;trajedi

komedi

dram gibi sanatsal yazınsal türlerin ortak adı ve bu tür yapıtları yazma yada oynama sanatıdır.
Aristoteles’in Poetika’sından bu yana tiyatro bir mimesis sanatı yani gerçeği taklit eden bir sanattır.bununla birlikte Aristoteles

tiyatroyu şiir

trajedi ve destandan ayırır;tiyatro insan eylemlerini taklit eder ve böylece genellikle hikaye diye adlandırılan şeye bağlı olarak seyirciye bir dizi olay sunar.çağdaş bir tipoloji açısından tiyatronun özel durumu hem müzik ve dans gibi bir eylem sanatı olması hem de resim sinema gibi bir benzerini yansıtma sanatı olmasından gelir.
Tiyatro da bir konser müziği yada dans gibi seyirciler karşısında insanlar tarafından canlandırılan ve sinema gibi bir benzerini yansıtma sanatı olmasından gelir.
Bunun yanı sıra resim ve sinema gibi insanın yokluğuna bir hayale

dayanır.çünkü tiyatroda yer alan kişiler hayali kişilerdir.demek ki tiyatro bu iki kategorinin buluştuğu noktada yer alır.
Her tiyatro

temsili bir yanıyla gerçektir

çünkü gerçek seyirciler önünde onlarla ayını zaman diliminde yaşayan gerçek kişiler tarafından sürdürülür.
Bununla birlikte bu gerçek başka bir gerçekliği

dünyanın gerçeğini örnek alan bir hayal bir gölge oyunu niteliğindedir bu çelişkili işlevi bakımından tiyatroyu bize işaret eden bir gerçek (Anne Ubersfeld)olarak tanımlayabiliriz.yani tiyatro kendini hem kendi olarak hem başka bir şey olarak ortaya koyan hem oluşum halinde bir oyun

hem de kendine temsil büyüsüyle hayali bir gerçek olarak kabul ettiren bir kurgudur.
Tiyatro mimarisinin evrimine gelince;Tiyatro deyince seyircilerin çoğunun aklına

batı dünyasında Rönesans’tan bu yana yerleşen “İtalyan tipi”tiyatro binası modeli gelir.bu binanın yapısının modelini değiştirmek

geliştirmek yada bozmak

bu yapıya karşıt yeni binalar yapmak isteyenler olmuştur.;bir takım mimarlar eski yunan Latin modellerine dönmüşler kimileri de Ortaçağın halk tiyatrolarına özenmişlerdir.fakat şunu unutmamak gerekir ki bu çalışmaların tümünde İtalyan tiyatrosu ana öğedir ve her mimar yeni tasarladığı binayı yaparken İtalyan tiyatrosuyla hesaplaşmak

ondan yana ya da ona karşı olmak zorunluluğunu duymuştur
[COLORO
Cumhuriyet dönemi. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti

özellikle de yeni devlet düzeninin toplumsal ve kültürel alanda getirdiği radikal değişiklikler tiyatroyu da etkiledi. Türk ve Müslüman kadınların sahneye çıkma özgürlüğü resmen kabul edildi. Halk evleri’nin açılması ve bu kuruluşların bünyesinde yer alana amatör çalışmaların yanı sıra

1934 yılında kabul edilen 2541 sayılı Milli musiki ve temsil akademisi (sonra Devlet Konservatuarı) yasası

Türk tiyatrosunun gelecekteki gelişmeleri için önemli bir itici güç oldu. Aynı tarihlerde İstanbul Belediye konservatuarı yeniden düzenlenirken

yeni bir yönetmelik hazırlanarak şehir tiyatrosu da belediyeye bağlı özerk bir birim haline getirildi. 1941’de Devlet konservatuarı’nın ilk mezunları da Devlet konservatuarının tatbikat sahnesi’nin temsilleri aracılığıyla Devlet tiyatro ve operasının temellerini attılar. 1940’lı yılların sonlarında Ankara’da hizmete giren Küçük ve Büyük tiyatrolardan sonra Devlet tiyatroları genel müdürlüğü Ankara

İstanbul

Bursa

İzmir

Adana

Trabzon ve Diyarbakır illerinde yerleşik düzende çalışan yeni sahneler açtı

yunan klasiklerinden genç Türk yazarlarının ilk yapıtlarına değin yüzlerce piyesi repertuarına kattı.
Seyirci ve tiyatro anlayışı Seyirci tiyatronun en önemli

en vazgeçilmez öğesidir. Tiyatro gücünü seyirciden alan

tek varlık nedeni olan ancak seyirci ile bütünlenen bir topluluk sanatı ve eylemdir. Ancak seyirci incelemesi yöntemleri Batı dünyasında da yenidir. Bu önem kavranarak

bir toplum bilimi doğmuştur. Seyirci incelemesi 3 açıdan yapılmaktadır. Sayısal

niteliksel bir de oyun – oyuncu ile seyirci ilişkisi açısından seyircinin önemi kavranmış. Muhsin Ertuğrul

seyirciyi 3 kesime ayırmıştır. Önce dünya ulusları içerisinde Alman ve Rus seyircisini gösteriyor. Bunlar bir tapınağa girer gibi sessiz ve saygılı davranırlar. Moskova Sanat Tiyatrosunda alkış bile yoktur. Bizdeki 3 seyirciye gelince

bunlar birinci kesim

saygılı gerçek aydınlardır. İkinci kesim ayaklarını yere vurarak ses çıkarırlar. Temsil sırasında şeker ve pasta yerler. Bunlar yarım aydınlardır. Üçüncüsü ise fındık fıstığı büyük gürültüyle yiyenlerdir. Bunlar da yarım aydın olmayanlardır. Tiyatro kültürü ve görgüsünü tiyatrocu ne yaparsa yapsın

uslu bir seyirci olması kendi eksiliğini

kusurunu fındık fıstık edebiyatı ile örtbas eden bu sakat anlayış

yanlış yönde bir seyirci kuşağı yetiştirdi. Tiyatronun eğitimsel yönü tiyatro kadar eskidir.
Estetik eğitim

duyguları biçimlendirir. Belirsiz duyguların insanların bilinçaltına yığılmasını önler. Bütün eğitimciler tiyatro

kukla oyunları yoluyla çocuklara baskı yapan etkenleri

durumu yeniden yaşatarak bu baskının kaldırılabileceğine inanmaktadırlar. Çocuk tiyatrosunda 2 bakımdan düşünülebilir. Çocukların kendi çalışmalarıyla kendi katıldıkları tiyatro yoluyla eğitilmelidir. Bir de yetişkinlerin hazırladıkları tiyatroda çocukların yetişkin olarak katılmaları. Daha sonra 1947’de Devlet Tiyatrosu ve İzmir Şehir Tiyatrosu’nda Çocuk Tiyatrosunda Çocuk Tiyatrosu bölümleri açıldı. İstanbul’un Semt Tiyatroları yanında

seyirciyi çoğaltmak da önemli bir sorun olarak yurt düzeyine yayılmaktadır. Tanzimat’ta bu fikrin babası ve uygulayıcısı

Ahmet Fehim’dir. Bu arada çeşitli öneriler oldu. Birleşik Belediyeler Tiyatrosu ya da her iki tiyatro kurulması gibi. Darülbedayi ve Raşit Rıza Toplulukları da sık sık turneler düzenliyorlardı. Darülbedayi 1942 yılına kadar hemen her yıl Anadolu’da turneler düzenliyorlardı. Tiyatro eylemini yaygınlaştırmak

seyirci kesimini sayıca yükseltmenin bir yolu da tiyatro şenlikleridir. Örneğin ; 25 Aralık 1943 – 2 Ocak 1944 tarihleri arasında geleneksel tiyatromuzdan

Tulûat

Tanzimat Meşrutiyet ve Çağdaş tiyatromuzdan ve müzikli tiyatrodan örneklerle başarılı bir şenlik sunmuştur.
[/COLOR][COLOGÜNÜMÜZE
Cumhuriyet döneminde tiyatroda Batı modelini benimseyen Türkiye

gerek tiyatronun kurumsallaşması

gerekse oyun yazarlığının gelişmesi bakımından önemli atılımlara sahne oldu.
Tiyatroyu Türkiye'de çağdaş bir sanat alanına dönüştürme yolunda ilk büyük katkı ünlü tiyatro ve sinema adamı Muhsin Ertuğrul'dan geldi. 1927'de

Darülbedayi'nin başına geçen Ertuğrul

yerli yazarları yüreklendirmesiyle

izleyiciye sunduğu çağdaş çeviri oyunlarla

sahneleme

oyunculuk ve dekor kullanımında güncel anlayışı yerleştirmesiyle

yetişmelerine katkıda bulunduğu kadın ve erkek oyuncularla bugünkü Türk tiyatrosunun temellerini attı.
Eğitim görmüş tiyatrocuların yetişmesinde büyük hizmet vermiş olan Ankara Devlet Konservatuvarı ise

Musiki ve Temsil Akademisi'nin bir bölümü olarak açıldı. Burada

ilk mezunların çıktığı 1941'de Tatbikat sahnesi oluşturuldu. Bu hazırlık aşamalarından sonra da 1949'da Devlet Tiyatroları resmen kuruldu.
1950'den sonra tiyatro kuramlarının gelişmesi bakımından önemli atılımlar gerçekleştirilmeye başlandı. Tiyatronun yaygınlaştırılması yolunda devlet eliyle sürdürülen çabalar sonucunda Devlet Tiyatroları

Ankara

İstanbul

İzmir

Bursa

Adana

Trabzon ve Diyarbakır gibi kentlerde perdelerini açarak ve turneler düzenleyerek Türkiye'nin her yanında izleyiciye ulaşır hale geldi. Yetmiş yılı aşan tarihi boyunca çeşitli iniş çıkışlar yapan İstanbul Şehir Tiyatroları da çeşitli semtlerde beş sahneye sahip oldu. Türk tiyatrosunun gelişmesinde her zaman önemli rol oynamış olan özel tiyatroların sayısında 1960'larda büyük bir artış görüldü. Etkinliklerini 1960'lardan bu yana sürdüren özel topluluklar arasında Kent Oyuncuları

Ankara Sanat Tiyatrosu

Dormen Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu sayılabilir. Oyunculuk ve sahneleme açısından Batı modelini izleyen ödenekli ve özel tiyatrolar yanında

ortaoyunu ve tuluat tiyatrosunun oyunculuk tarzını sürdüren özel topluluklar da oldu. 1970'lerin ortalarında pek çok özel tiyatro kapandı

yeni açılanların bir bölümü de başarılı olamadı. 1980'lerin ortalarından bu yana İstanbul'daki özel tiyatrolar yeniden bir canlanma dönemine girdiler.
Türk oyun yazarlığı

Cumhuriyet döneminde Batı modelini uygulayan tiyatronun kurumsallaşması yolunda yapılan atılıma koşut olarak gelişme gösterdi. Gerçekçi Avrupa tiyatrosundan büyük ölçüde etkilenen Türk yazarları

gerçekçi doğrultuda yazdıkları oyunlarda öncelikle

Osmanlı toplumundan modern Türk toplumuna geçilirken yaşanan sancıları dile getirdiler. Bu geçiş dönemini yansıtmakta en başarılı olmuş yapıtlar Reşat Nuri Güntekin'in Yaprak Dökümü (1930) ve Ahmet Kutsi Tecer'in Köşebaşı'sı (1984) idi. Çok üretken bir yazar olan Cevat Fehmi Başkut ise toplumsal eleştirel yaklaşımını çoğunlukla güldürü çerçevesi içine yerleştirdi.
Türk oyun yazarlığında Cumhuriyetin ilk 30 yılında ağırlık kazanan eleştirel gerçekçi yaklaşım etkisini günümüze değin sürdürdü. 1950'lerden çok partili döneme geçildiğinde devlet yönetimine ilişkin siyasal sorunlarda tiyatro sahnesinde gündeme getirildi. Aynı zamanda

toplumsal sorunları yansıtma aşamasından

bu sorunların kaynak ve nedenlerini irdeleme aşamasına geçildi. Bu dönemde Türk tiyatrosu yeni yazarlar kazandı. Aziz Nesin ve Haldun Taner bildik gerçekçi dram kalıplarını zorlayarak yeni biçim denemelerine giriştiler.
1960'lar Türk tiyatro edebiyatı içinde parlak bir dönem oldu. Siyasal

ekonomik

kültürel açılardan önemli bir bilinçlenme aşamasının yaşandığı bu dönemde tiyatro

işçi ve köylü kesiminin sorunlarına eğildi. Bir yandan

orta sınıftan ailelerin yaşadığı toplumsal ve ekonomik sorunları irdeleyen gerçekçi oyunlar yazılırken

köy ve gecekondu ortamı da yaşama ve giyinme biçimi ve dil özellikleriyle sahneye getirildi.
Bu dönemin en yaygın türlerinden biri de konularını Osmanlı tarihinden

halk kahramanlarının yaşamlarından ve mitolojiden alan

şiir diliyle yazılmış oyunlardır. Güngör Dilmen

Orhan Asena

Turan Oflazoğlu

Necati Cumalı bu doğrultuda yapıtlar verdiler. 1960'ların sonlarına doğru siyasal içerikli belgesel oyunlarda yazılmaya başlandı. Sermet Çağan'ın

Brecht'in epik tiyatro yöntemini doğrudan uyguladığı Ayak Bacak Fabrikası (1964)

bu dönemde toplumcu gerçekçi yaklaşımın bir örneği oldu.
Türk oyun yazarlığına öz ve biçim açısından kişiliğini kazandırma yolunda önemli bir katkı 1960'lardaHaldun Taner'den geldi. Ahmet Kutsi Tecer'in 1940'larda geleneksel Türk tiyatrosunun gevşek dokulu oyun yapısını ve göstermeci anlatımını kullanarak yazdığı Köşebaşı oyununun ardından

1950'lerde ve 1960'ların başlarında göstermeci anlatımı kullanma ve tiyatroda açık biçim anlayışını benimseme yolunda oyun denemeleri yazmış olan Taner

1964'te Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından sahnelenen Keşanlı Ali Destanı'yla geleneksel Türk tiyatrosunun belirleyici özelliklerini çağdaş anlamda toplumsal siyasal bir içerikle birleştiren yeni bir yerli türün

yerli epik müzikalin yaratıcısı oldu.
1970'lerde pek çok topluluk ağırlıkla politik tiyatro üstünde durdu. Bu dönemde sık sık yerli ve yabancı siyasal-belgesel oyunlar sahnelendi; bir yandan da gerçekçi köy oyunları

tarihsel oyunlar

geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerine dayalı müzikli oyunlar

kabare oyunları

epik oyunlar yazıldı. Ülkede yaşanan toplumsal siyasal çalkantılardan tiyatronun da olumsuz bir pay aldığı bu dönemin en başarılı oyunlar

geleneksel Türk tiyatrosunun anlatım biçimlerini kullanmayı sürdüren Turgut Özakman'ın aynı biçemi benimseyen Oktay Arayıcı'nın ve Asiye Nasıl Kurtulur? Oyunuyla üne

gene epik türde yazdığı toplumcu gerçekçi oyunlarla pekiştiren Vasıf Öngören'in ürünleridir.
1980'lerde ise oyun yazarlığı nicelik ve nitelik açısından bir durgunluk yaşadı. Bu dönemde Refik Erduran

Orhan Asena

Turan Oflazoğlu

Necati Cumalı

Melih Cevdet Anday

Turgut Özakman

Sabahattin Kudret Aksal

Recep Bilginer

Güngör Dilmen

Başar Sabuncu

Dinçer Sümer gibi 1950'lerden yada 1960'lardan bu yana oyun yazmayı sürdüren yazarlar dışında

1970'lerde yazmaya başlayan Bilgesu Erenus ve Tuncer Cücenoğlu'nun

yapıtlarıyla 1980'lerde gündeme gelen Murathan Mungan

Ülkü Ayvaz

Ferhan Şensoy ve Mehmet Baydur gibi yeni yazarların oyunları sergilendi.
[/COLOR]
OYUNCULUK ve OYUN
Oyunculuk konusunda 3 önemli sorun vardır.
1- Kadın oyuncu sorunu : Kadın oyuncu ilk başlarda Avrupa içinde bir sorundu. Bizim için İslam’dan gelen etkilerle daha da çözümü zor bir sorundur. Geleneksel tiyatromuzda kadın rollerine erkek oyuncular çıkıyordu. Meşrutiyet’in bitimine yakın Afife ilk yürekli adımı atmış
türlü baskı ve zorluklara göğüs gererek sahneye çıkmıştır.
2- Oyuncu Yetişmesi : Her çağ ve her yerde oyuncunun yetişmesi
gerçek anlamıyla usta- çırak ilişkisiyle olmuştur. Ancak tiyatro okullarının da yetenekleri yöneltmek sanatçıya kültür ve tiyatro kültürünü vererek onun sanatçı kültürünü artırmada yararlı olduğu görülmüştür.
3- Oyuncuların Ekonomik Yönleri Oyuncuların ekonomik yönlerini geliştirmek için bazı çözüm yollarına başvurulmuştur. Belli bir sanat yılını doldurmuş olan sanatçılara Jübile verilmektedir. Jübile
hem bu sanatçıya hem bir para sağlayacak
ona maddi yönden yardımcı olacak hem de değerbilirlikle sanatçıyı yüreklendirmek gibi iki amaçlıdır.
TİYATRO TOPLULUKLARI
1940 yılında Burhanettin Tepsi karısı Saniye Tepsi Nihal Tuna
Cezmi Ar ile İstanbul’un çeşitli semtlerinde kısa oyunculuklardan ve oyunlardan kısa bölümlerden oluşan temsiller verilmiştir. 1941’de Vedat Örfi ve Beşiktaş ve Üsküdar çevresinde temsiller vardır. Yaz aylarında Şehir Tiyatrosu’ndan bir kesim sanatçılar Şehir Tiyatrosu’ndan bir kesim sanatçılar “Hazım ve Arkadaşları” adı altında temsiller veriyorlar. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun olumlu bir çabası da Batı’nın ve Türkiye’nin temel tiyatro eserlerini Tarihi Piyesler ve Türk Tiyatrosu Tarihi Matinaları adı altında dizlerle oynanmasıdır. Bu diziyi Selim Nüzhet Gerçek düzenlemiş ve yönetmiştir. Bu arada ses tiyatrosu ilk kez bir de o adam adında bir dram oynamıştır. 1943’ten - 1955’e değin kuruluşunu yıl yıl izlediğimiz ses
yeni ses ve şen ses opereti bu yıllarda İstanbul için sanat bakımından önemli olmakla birlikte
büyük bir gereksinmeyi karşılamış
sürekli ilgi toplamıştır. 1950’de sanat 6 tiyatrosu kuruldu. 1951’in en önemli olayı özel ödenekli Küçük Sahne’ nin kurulmasıdır. Küçük sahnenin başına Devlet Tiyatrosu’ dan istifa eden Muhsin Ertuğrul getirildi. Genç yeteneklerle yepyeni bir tiyatro anlayışını yeni bir coşkuyu getirmiştir. Küçük Sahne’ nin bu dönem Tiyatrosu içinde bu çok önemli bir yeri vardır. Küçük Sahne 3 yıllık ömründe Vedat Nedim’in 2 eserini Aşağıdan Yukarıya ve Siyah – Beyaz’ı sahneye koyabilmiştir. 1958’in önemli bir girişimi 1959’da gerçekleşmiş ve bu dönemin en önemli topluluklarından biri olan kent oyuncularının doğumuna yol açmıştır. 1958’de Devlet Tiyatrosu ile ilişiği kesilen oyuncular tarafından kurulan bu topluluk günümüz tiyatrosunun gelişiminde büyük rol oynamıştır. Bu topluluk genel olarak halkın sorunlarına ışık tutan ve ülke yöneticilerinin içinde bulundukları tutuma yönelik eserleri canlandırmışlardır. Kent tiyatrocularının kurduğu tiyatro grubu katılımın artmasıyla günümüze kadar gelebilen ve faaliyetlerine devam edebilen nadir topluluklarımızdandır.
TİYATROMUZUN GELİŞİM ÇİZGİSİ
Günümüz Türk tiyatrosu on dokuzuncu yüzyıldan bu yana batı tiyatrosu doğrultusunda gelişmektedir. Batı ülkelerinin ünlü topluluklarının İstanbul’da verdikleri temsillerle bu tiyatro tarzını tanımış olan tiyatromuz
ilk ürünlerini Ermeni topluluklarının etkinlikleriyle vermiş; Türk oyuncuların katılımı
yeni toplulukların kurulması
tiyatro binalarının yapılması
en önemlisi
yerli oyun yazarlarının yetişmesi ile gelişimini sürdürmüştür. Bu tarzın ilk Türk oyunu olarak tarihe geçen Şinasi’nin Şair Evlenmesi başta olmak üzere
Namık Kemal
Ahmet Mithat
Şemsettin Sami
Recaizade Mahmut Ekrem
Abdülhak Hamit
Ali Haydar gibi Tanzimat döneminin; Cenap Şehabettin
Hüseyin Suad
Halit Ziya
Ali Ekrem
Mehmet Rauf
Hüseyin Rahmi
İzzet Melih
Halit Fahri gibi Meşrutiyet döneminin ünlü yazarlarının yazdıkları oyunlarla zengin bir birikime kavuşan tiyatromuz siyasal olaylara koşut olarak
özellikle İstanbul’da
toplumun özlemlerini
heyecanlarını
umutlarını
düş kırıklıklarını yansıtan hareketli bir sahne ortamı yaratmış
tiyatro topluluklarının turne temsilleriyle bir ölçüde Anadolu halkına da tanıtılmıştır. 1914’de
önce tiyatro okulu olarak tasarlanan
daha sonra belediyeden ödenekli bir tiyatro topluluğuna dönüşen Dârülbedayinin kurulması
Cumhuriyet öncesinde tiyatro sanatı adına gerçekleştirilmiş önemli bir adım olmuştur.
Cumhuriyet döneminde devleti yönetenlerin tiyatroya ilgi gösterdiği ve destek sağladığı
ödenekli ve özel tiyatroların sayısının arttığı
Anadolu’ya yaygınlaştığı
oyun yazarlığının geliştiği
tiyatro okullarının açıldığı
gösterimlerin düzeyinin yükseldiği görülür. Mustafa Kemal Atatürk’ün tiyatro sanatına önem vermesi
tiyatro sanatçılarına saygıyla yaklaşması
özellikle de
Müslüman Türk kadınının oyuncu olarak sahneye çıkmasını sağlaması Türk tiyatrosunun gelişmesinde büyük rol oynamıştır. 1920 yılında Afife Jale adındaki genç oyuncu adayının Hüseyin Suat’ın Çürük Temel adlı oyununda rol aldığı için kovuşturulduğunu
sahneye çıkmasının engellendiğini
bu yüzden erken ölümle sonuçlanan mutsuz bir ömür sürdüğünü hatırlıyoruz. Oysa
üç yıl sonra Bedia Muvahhit
Türk kadını sahneye çıkmadıkça tiyatromuzda özlenen gelişimin sağlanamayacağına inanmış olan Mustafa Kemal’in teşvikiyle
31 Temmuz 1923’te İzmir’de
İbnür Refik Ahmet Nuri’nin Ceza Kanunu adlı oyununda
Dârülbedayi sanatçılarıyla birlikte rol almış
sanatını ölümüne kadar sürdürerek kendinden sonra gelecek olan kadın sahne sanatçılarına öncülük etmiştir.
Devletin tiyatroya destek olması
Türk kültür ve sanat yaşamında benzersiz bir girişimin ürünü olan Halkevleri projesinin gerçekleşmesi
Devlet Konservatuarının açılması
Devlet Tiyatrosunun kurulması sahne sanatları adına atılmış en önemli adımlar olmuştur.
ÇOCUK TİYATROSU
Türkiye’de ilk çocuk tiyatrosu
1935-1936 Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Şehir Tiyatrosu kuruldu. Ama çocuk tiyatrosu fikri beş yıl önce kök salmaya başlamıştı. İlk çocuk oyunu M. Kemal Küçük’ün “çocuklara ilk tiyatro dersi” oldu. Çocuk tiyatrosu ikinci yılda daha başarılı bir yolda ilerledi ve gösterilere şarkılar
danslar da eklendi. 1935’ten sonra bu alanda çeşitli oyunlar yazan çeşitli yazarlara rastlanır. Başı Mümtaz Zeki Taşkın
Sabih Gözen ve Ferih Egemen çeker. Çocuk oyunu yazanlar arasında oyuncular da vardır. K.Kemal Küçük
Arif Obay
Ekrem Reşit
Ergün Sav
Kemal Ragıp
Mebrure Koray ilklerdendir. Ankara çocuk tiyatrosu ilk kez 1947-1948 döneminde başladı. M. Ertuğrul’un yönettiği “Küçük Tiyatro” da
Devlet Tiyatrosunun tam olarak çalışmaya başladığı 1949-1950 döneminden önce üç çocuk oyunu sahnelendi. İlki
M.Z. Taşkın’ın “Altın Bilezik” idi. Bunu Arif Obay’ın “Büyükbabamın Pireleri” izledi. Üçüncü oyun ise yine Taşkın’ın “Kara böcek” adlı oyunuydu. Çocuk oyunlarına ilk eğilen özel topluluk Ankara Sanat Tiyatrosu oldu. Daha sonra çocuk oyunları oynayan topluluklar ortaya çıktı. “Afacan çocuk Tiyatrosu” gibi topluluklar yalnızca çocuk oyunları oynadılar. 1961-1962 dönemi çocuk tiyatrolarının yaygınlaşma dönemi oldu. İstanbul ve Ankara da özel tiyatrolar çocuk tiyatroları oynamaya başladılar. Bazı bankalar çocuk tiyatroları kurdular.
Son yıllar da çocuk tiyatrosuna verilen önemle birlikte
göğsümüzü dış ülkelerde de kabartan bir topluluk
Muhsin Ertuğrul ve Haldun Taner’in yönlendirmesiyle 1970’li yıllarda kurulmuştur. Bu topluluğun adı “(AÇOK) Anadolu çocuk oyunları kolu”dur.
AÇOK’ un yanı sıra
son yıllar da göz dolduran çocuk tiyatroları arasında “Ankara Çocuk Tiyatrosu” “Bizim Tiyatro” gibi topluluklarda vardır.
OYUN YAZARLAĞI
Cumhuriyetin ilanından bu yana Türk oyun yazarlarının genel olarak bazıları dışında toplum sorunlarıyla ilgilendikleri görülür. İlk başlarda toplum sorunlarına yönelen yazarlar
daha türk toplumuna özgü olmayan yabancı değerleri aktarma yolunu tutmuşlardır. 1923 ten bu yana oyun yazarları
kendi dönemlerinin koşulları içinde daha çok tez oyunlarına ilgi duymuşlardır. Ancak oldukça da yüzeyde kalmışlardır. Bunun bir nedeni yazarların görüşlerini olması gerektiği kadar özgür bir biçimde açıklayamamış bulunmalarıdır. Aktarmacılığa karşı ilk hareketlenmeler 1940 ile 1950 yılları arasında başlamış ve 1960’lar dan sonra ilk başlardaki yönelişi tamamen değiştirecek bir yoğunlukta düşünceler geliştirilmiş
uygulamalara girişilmiştir. Cumhuriyet dönemindeki yazarlar
genel yönelimleri dikkate alarak altı gelişim evresinde incelene bilir. Her evrede çeşitli görüşte ve üslupta yazarlar olmasına karşın ele aldıkları konular ve geleneksel tutumları açısından kesin çizgilerle belirlenmiş yazar kuşaklarının olduğu anlaşılır. Üstelik
bu kuşaklar arasında
tutum açısından olduğu kadar üslup ve biçim yüzünden de ayrılıklar görülür. Bu evreler şunlardır:
1. dünya savaşı kuşağı
2. cumhuriyetin ilk 15 yılındaki kuşak
3. ikinci dünya savaşındaki kuşak
4. 1950 kuşağı
5. 1960 kuşağı
1970 kuşağı.
1)BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI KUŞAĞI
Meşrutiyet dönemi yazarlarının bir bölümü bu kuşağı ortaya çıkarır. Bu kuşak

1908 de ilan edilen İkinci Meşrutiyeti

Balkan Savaşlarını

Birinci Dünya Savaşlarını ve sonrada Türk bağımsızlık savaşını da yaşamış

cumhuriyetin ilk üst yapı devrimlerini görmüştür. Bu kuşak yazarların bir çok oyununda Anadolu yurt sever insanları ile İstanbul’un yozlaşmış

işbirlikçi çevresi karşı karşıya getirilir. Doğal olarak rejim değişimi içinde aile ve birey sorunları da ele alınmıştır. Ancak bu kuşağın genel yönelimi daha çok bağımsızlık savaşı ve devrimleri vurgular.
2)CUMHURİYEİN İLK ON BEŞ YILINDAKİ KUŞAK
Bu evrenin yazarları genel olarak ruhsal çelişkiler

değer yargılarının değişmesi toplumsal yargılar ve Türk tarihinin ile ilgili efsanelere giderek ulusçuluğu vurgulayan düşünceler üzerinde durmuşlardır. Bir önceki kuşakta izlediğimiz Halit Fahri Ozansoy bu kuşağın özelliklerini de benimsemiştir.
3)İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI KUŞAĞI:
Bu kuşak yazarların da öne çıkan tavır

değer yargılarının değişmesinde

yüzeyde kalmışlığın yergisi

eğitimsizliği

görgüsüzlüğün eleştirisi ve sorunlara ahlakçı ve didaktik açıdan yaklaşımla bakmaktadır. Ayrıca bu yazarların duygusal bir tutumla ekonomik sorunlar üzerinde durdukları izlenir; paranın bayağılığı

paranın insan ahlakı üzerindeki yıpratıcı etkisi sık sık işlenir. Aile teması hemen hemen her kuşakta izlenir. Ancak bu kuşakla birlikte aile yalnızca ahlak kuralları içinde değil

ü ekonomik durumlarıyla ele alınmaya başlamıştır.
4)1950 KUŞAĞI:
Cumhuriyet döneminin

hem oyun yazarlığı hem de çeşitli yönelişleri açısından en yoğun kuşağıdır. Aynı zamanda Türk tiyatro yazının da ve uygulamasının da çeşitli deneyleri ve dinamik bir dönemi getiren yazar

yönetmen

sanatçı

dramaturg ve eleştirmenlerin temsil ettiği evreyi kaplar. Sorunları yalnızca göstermekle kalmayan

onları yorumlayan ve bir takım sonuçlara çıkan bu kuşak kendinden sonra gelen daha doktriner 1960 kuşağı ile bir uyum göstererek yeni gelişmelerin etkisinde büyük gelişme içinde günümüze kadar gelir.
5)1960 KUŞAĞI:
Bu kuşak daha önceki kuşaktan politik eğilimleri ve daha radikal olmasıyla ayrılır. Son yıllarda yazılan ve toplum bozukluklarını yansıtan tiyatro yapıtlarının hemen tümünde bu bozuklukların toplumun bilinçsizliğinden

bireyin sorumsuzluğundan ileri geldiği belirtilir. Bu dönem de

toplum eleştirisinin yanı sıra

Türkiye’nin dış siyaseti

uluslar hukuku

dünya politikası da tartışılır.
6)1970 KUŞAĞI:
1970’ten sonra

oyun yazarlığında niceliksel bir azalma görülür. 50’li yıllardan bu yana artan oyun yazarı sayısında son 10- 15 yılda büyük ölçüde azalmaya rastlanır. Hele de 60’lı yıllarda yazılan tiyatro eserlerinin tiyatroya olan katkısı da kalmamıştır. Tiyatro yazarlığıyla tanınan bir çok yazar ise roman ve öykü yazarlığına geçiş yapmışlardır. Ancak oyun yazmayı 50’li yıllardan beri sürdüren yazarlarla karşılaşınca ancak küçük bir bölümün sürekli oyun yazarlığı yaptığı görülür. Oyun yazarlarının bir kerteye kadar tavsamasının elbette nedenleri vardır.
XIX. YY. TÜRK TİYATROSUNDA MUHTEVA
XIX. yy tiyatro eserleri yazıldıkları devre sıkı sıkıya bağlıdır. Bu asrın siyasi sahalardaki tanzimleri sosyal hayatta bir medeniyet değiştirme şeklinde tezahür etmiştir. Bu sebeple bütün faaliyetlerde sosyal fayda ön planda görülür. Diğer edebiyat nevilerinde olduğu gibi tiyatro faaliyetleri de fert ve toplum hizmetinde bir mektep

bir kürsü vazifesi görmüştür.
Eserlerde daha ziyade zorla evlendirmeler

aile

kadın terbiyesi

sefahat

sınıf ve meslek ayrılıkları

esirlik ve esirliğin reddi

eşitlik

namus

örtünme

ana babaya saygı

Osmanlılık

İslam birliği

vatan sevgisi

hürriyet aşkı

batı hayranlığı

geleneklere karşı isyan ve bu konular içindeki dejenere tipler ele alınmış ve işlenmiştir. Böylece yeni bir medeniyet karşısında birtakım eksikliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı

edebi türler vasıtasıyla ifade ederken eserlerin muhtevası da kendiliğinden teşekkül etmiş olur. XIX. yy da birtakım güçlükler içinde çırpınan cemiyetimiz yeni şeylere uyma hevesi kadar eskiden ayrılmanın üzüntüsünü de bir arada yaşamaktadır. Hülasa bir insanı

bir cemiyeti bütün hayatı ile; maddi ve manevi bütün unsurları ile değiştirip bir başka hüviyete bir başka kılığa büründürmenin halet-i ruhiyesi içinde bir kültür krizi

bir sosyal bunalım yaşanmaktadır. Devrin büyük dramı da bu sosyal bunalımdan

bu kültür krizinden gelmektedir.
Kendi kendini yeniden yaratma kaygısı içinde yaşayan devrin duygu ve düşüncesini aksettiren edebiyat eserleri de pek tabi olarak aynı mahiyette sosyal ve dramatik olmuştur.
Yenilik peşinde koşan devrin yazarları getirdikleri yeni teklifler doğrultusunda kendiliğinden eğitici

öğretici ve ıslahatçı niteliklerde görülürler

bu karakterdeki eserlerin muhtevalarında zenginlik ön plandadır (muhteva zenginliği) şekil ve dış yapılarına fazla önem verilmemiştir. Bunun için XIX. yy tiyatro eserlerinde teknik kusurlar bulunabilir. Fakat bu eserlerin asıl önemi bize geçen yy hayatına dair getirdikleri gerçeklerdir. Bu hayatın manevi yapısına dair verdikleri bilgiler ayrıca önemlidir.
XIX. yy da yazılan tiyatro eserlerinin çoğu tezlidir bu eserlerde tenkit edilen veya savunulan birer problem vardır. Problemlerin arkasında devrin ızdırapları eğilimleri

istekleri

manevi çabası yani devrin psikolojisi meydana çıkmaktadır. Yazıldıkları devrin manevi hayatını parça parça bölümler halinde veren

bu eserlere bakınca o zamana kadar tanımadığı yeni kavramlarla manevi bütünlüğü bunalmış bir kararsızlık içinde yaşayan mütereddit bir toplum karşımıza çıkar.
Devrin fert olarak insanın eğitim ve öğretimi endişesi

toplumun yeni müesseselerle daha iyi çalışır hale getirme endişesi

şanlı mazimize laik ve batı medeniyeti seviyesinde yeni bir hayata kavuşma idealleri sebebi ile

tiyatro eserleri fert

toplum ve idealler olmak üzere üç ana çizgi üzerinde yürümüşlerdir.
MEDDAH
Karagöz ve ortaoyunundan sonra geleneksel Türk tiyatrosunun bir başka özgün öğesi de Meddahtır. Meddah için tek kişilik ortaoyunu da denilebilir. Gerçekten de meddah oyuncusu

ortaoyunundaki bütün tipleri

kılıktan kılığa girerek

sesini değiştirerek

küçük aksesuarların da yardımı ile sahnede canlandırır. Meddahın en önemli aksesuarı pastavdır. Pastav

yerine göre hem bir efekt aletidir (kapı vurulması

çarpışmalar vs. bununla diğer ele vurularak elde edilir)hem de yerine göre oyunda anlatılan bir kişinin kukla varı temsilidir. Meddah onu oyununa göre kah bir baston olarak kullanır kah bir ağaç olarak kullanır. Ferhat ile şirin anlatılıyorsa pastav Ferhat’ın deldiği dağı simgeler. Ferhat ile şirin karşılıklı konuşuyorsa meddah

Ferhat ı oynarken

Şirin i de pastav temsil eder. Meddah da karagöz ve ortaoyunundaki gibi gücünü taklit sanatından alır. Tiyatro kuramlarının şah yapıtı olan Aristophanes' in "poetika" adlı eserinde de belirttiği gibi

taklit

yani mimesis

sanatın temel yapı taşıdır. Meddah olabilmek için her şeyden önce tipleri

insanları

hayvanları çok iyi taklit edebilmek yeteneğine sahip olmak şarttır. Ünleri günümüze kadar gelen eski meddah ustalarının taklit konusunda ne denli başarılı olduğunu zamanın edebiyat yazarları anlata anlata bitirememektedirler. Karagöz ve ortaoyununun Osmanlı imparatorluğu içerisinde sadece imparatorluk başkenti olan İstanbul da olmasına karşılık meddah geleneğinin tüm imparatorluğa yayıldığını söyleyebiliriz. Gezginci meddahlar

aşıkların köy köy gezmesi gibi

imparatorluğun belli başlı şehir merkezlerini

o günkü adı ile sancakları

ipek yolu üzerindeki yerleşim merkezlerini

hanları

kahvehaneleri dolaşarak sanatlarını icra ettikleri var sayılmaktadır. Meddah geleneğinin köklerinin Hozmeros'a

çağında diyar diyar gezerek İlyada ve Odesez destanını anlatan şairler geleneğine kadar gittiği sanılıyor. Meddahın güneydoğu Anadolu da ki karşılığı olan Dengbejin Meddahtan farklı ve fazla olarak sazda çaldığı bilinmektedir.
Karagöz ve Ortaoyununda zaman sınırlaması (bir-iki saat) olmasına karşılık Meddah oyunlarının yer ve zaman sınırlaması yoktur. Anlatıldığına göre

Meddahın anlattığı hikayenin içeriğine uygun olarak Meddahın gösterisi saatlerce

çoğu zaman ikindiden gece yarısına

hatta sabaha

hatta birkaç hikayenin birbirine bağlanarak ve o anda doğaçlanarak (coşkuyla uydurularak) günlerce

haftalarca sürdüğü olurmuş.
Meddahlar repertuarlarında her zaman hazır bulunan Ferhat ile Şirin

Leyla ile Mecnun

Arzu ile Kamber

Aslı ile Kerem gibi halk hikayelerinin yanı sıra yaşanmış gerçek olayları

duydukları yeni aşkları derleyerek

sanatçı içgüdüleri ile bunları yeniden yorumlayarak

harmanlayarak

yerine göre uzatarak ve ya kısaltarak

seyircinin profiline ve izleme coşkusuna göre

o anda doğaçlayarak bu hikayelerini yer yer anlatarak

yer yer oynayarak mesleklerini icra ederlermiş. Meddahlar hikayelerini çeşitli bilmecelerle süsler

çeşitli taklitlerle seyircinin ilgi ve dikkatini sürekli ayakta tutar

hikayenin eğlenceli veya dramatik sahnelerinin tadını çıkararak hikayelerini çeşitli söz oyunları ile şiirlerle bezerlermiş. Anlaşıldığı kadarıyla

meddahta da ortaoyunundaki gibi

geleneksel Türk tiyatrosunun özgün bir yönü olan doğaçlama öğesi ile karşılaşıyoruz. Esasen genel bir halk tiyatrosu olan doğaçlama yöntemi

diğer halk tiyatro geleneklerinden ayrı olarak küçük bir söz ekleme ya da çıkarmanın çok ötesinde

oyunu oluşturan sahnelerin hikayeyi oluşturan bölümler arasında

belli bir amaç doğrultusunda

çoğu zaman seyirci profiline ve ilgisine bağlı olarak

bölümlerin yerlerinin değiştirilmesi ya da hiç yoktan bir sahne eklenerek ya da varolan sahneler kısaltılarak ya da tamamen atılarak

bize özgü bir şekle kavuşturulmuştur.Doğaçlamanın geleneksel Türk tiyatrosundaki özgün adı tuluattır. Doğaçlamaya dayalı esnek yapılı metinlere dayalı yapılan tiyatroya da tuluat tiyatrosu denmektedir. Ne var ki tuluat tiyatrosu da

ortaoyunu gibi gelişip olgunlaşamadan daha emekleme çağında

kurumsallaşamadan tarihe karışmıştır
Esasen gerek tuluat tiyatrosu gerekse meddahlar yazılı değil sözlü kaynakları sanatlarında temel olarak aldıkları söz uçup gitmiş

bu oyunlar ve hikayeler

suya yazılan yazılar gibi

onları anlatan ve dinleyen insanlarla birlikte tarih olmuştur

geriye bölük pörçük bilgi kırıntılarından ve varsayımlardan başka pek bir şey kalmamıştır.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki geleneksel Türk tiyatrosunun bütün öğeleri gerek karagöz

gerek ortaoyunu

gerek meddah

gerekse diğer öğeler hepsi ama hepsi temelde halk tiyatrosu geleneği çatısı altında birleşirler. Tanzimat tan cumhuriyete kadar Osmanlı aydın ve yazarlarının halka ve halkın sanatına yabancı gibi bakarak körü körüne batı tiyatrosunu tercih etmeleri yüzünden geleneksel Türk tiyatrosu kaynakları

yazıya geçirilemeden

diğer bir değişle derlenip toparlanmadan unutulmaya terk edilmiştir. Atatürk' ün cumhuriyet rejimini getirmesinin ardından seçkinci Türk aydın ve yazarları ile halk arasındaki yabancılaşma ortadan kalkmış aydınlarımız

yazar ve sanatçılarımız halk ile barışmış ve halk sanatlarımız sahip çıkılmaya başlanılmıştır.
Atatürk'ün Ankara da kurduğu dil ve tarih coğrafya fakültesinde önce tiyatro kürsüsü adı ile kurulan sonradan tiyatro bölümü adı verilen bilim yuvası

kurulduğu yıllardan beri gerek öğrencilerinin Anadolu'nun her yerinde yaptıkları tez araştırmaları ve gerekse bu tezlerden yararlanarak öğretim üyelerinin yaptıkları doktora

doçentlik ve profesörlük tezleri ile ilk defa geleneksel Türk tiyatrosunun kaynakları derlenmiş

toparlanmış ve bilimsel anlamda incelenmiştir. Bu alanda öncelikle sayın profesör Metin And'ın

prof. Dr. Nurhan Karadağ'ın araştırma

tez ve yayınladıkları kitaplar temel eserleridir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki yukarıda anılan eserler

uzun bir süre önce yayımlanmasına rağmen Türk tiyatro dünyasında hak ettiği ilgiyi görmemiş

bazı yazarların kişisel gayretleri dışında neredeyse görmezden gelinmiştir. Atatürk ün kurduğu devlet tiyatroları ise; temel olarak batı tarzı tiyatroyu tercih etmiştir

repertuarını her zaman çoğunlukla yabancı eserlerden oluşturmuştur. Kuruluş maddesinde yer almasına karşılık

yerli yazar ve oyunculara her zaman uzak mesafeden bakmıştır. Ulusal Türk tiyatrosunun yaratılmasını sığ bir biçimcilikle yeni bölge tiyatroları açmak olarak anlayan seçkinci ve basiretsiz yöneticiler hala Tanzimât mantığı ile körü körüne batı hayranlığından kurtulamamıştır. Tercihini tabandan- halktan gelen bir sanat ve tiyatro anlayışı yerine tepeden inme batıdan gelen bir sanat ve tiyatro anlayışından yana kullanmıştır. Böylece hem varolma nedenine aykırı olarak batı emperyalizminin uzantısı olan batı sanatını bire bir taklit etmiştir. Gerçek Türk tiyatrosunun gelişimini baltalamıştır. Hem de uzun yıllar halka rağmen halka yabancı tamamen taklitçi bir sanat anlayışını seçerek cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir sanat anlayışını benimsemiştir.
[/COLOR]
Tiyatro örneği
“DÜNDEN BUGÜNE VİYANA TABLOSU”
(Viyana Fatihi Yeniçeri ile Viyana da çöpçülük yapan işçinin hayali konuşması)
Çöpçü: Senin adın ne?
Yeniçeri: Hüseyin oğlu Hasan. Ya senin?
Çöpçü: Hasan oğlu Hüseyin. Ula bu ne acayip kılıktır nedir bu yahu?
Yeniçeri: Kanuni Sultan Süleyman efendimizin serdengeçtileri böyle giyinir.
Çöpçü: Ha anladım
sen Faschinge geldin Viyana’ya.
Yeniçeri: Sen ne saçmalarsın bre zevzek
biz fütüha geldik buraya.
Çöpçü: kim getirdi sizi?
Yeniçeri: Serdarı Ekrem Kara Mustafa Paşa
Çöpçü: bu yeni turizm acentası olacak. Biz Germain Air’le geliriz. Dolmuş uçağı 170 marka.
Yeniçeri: sen hiç tarih kitabı okumadın galiba? Piyade gülbang çekip kuvveti bazu edip yürüdüğünde
asakiri sipahiyan kanatlanıp kâfiri mahkûru dört bir yandan ihâta eylediğinde
sen nerde idin?
Çöpçü: Ben Tophane’de İş Bulma Kurumu kuyruğundaydım.
Ya sen neredeydin?
Yeniçeri: Bin atlı akınlarda çocuk gibi şendik. Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
Çöpçü: Biz atı da
tarlayı da sattık. Buraya geldik.
Yeniçeri: Ne işin var
niye geldin buraya?
Çöpçü: Çalışıp para kazanmaya.
Yeniçeri:Ne iş görürsün?
Çöpçü: Çöpçülük ederim aha gâvurun çöpünü temizlerim 4 bin şilinge.
Yeniçeri: Hey senin…
Çöpçü: Ula olum ne küfür edeysin. Ben getirdim bu hale? Hem çalışmak ayıp mı?
Yeniçeri: Çalışmanı anladık da hiç değilse Viyana’ya gelmeseydin
benim bayrak diktiğim yerde çöpçülük etmeseydin.
[/I][/B]