Arama

Hz. Muhammed'in gençlik yılları hakkında bilgi verir misiniz?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 15 Kasım 2014 Gösterim: 16.401 Cevap: 13
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
5 Ocak 2009       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
sen hz. muhammetin genlik yıllarını biliyomsun biliyosan anlat
EN İYİ CEVABI Nisyan-ı Bâtın verdi
HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN GENÇLİK DÖNEMİ

1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ
Sponsorlu Baglantilar
Peygamberimizin hayâtının sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar olan dönemine "gençlik devresi" denilir. Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcası Ebû Tâlib'in yanında, onun himâyesi altında bulunmuştur.
Ebû Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdı. Zengin olmamakla beraber, asâleti ve âlicenâplığı sebebiyle herkesten saygı görüyordu. Yeğeni Hz. Muhammed'i çok seviyor, hiç yanından ayırmıyordu.

2- SEYÂHATLERi
a) Şam Seyâhati
Mekke iklimi zirâate elverişli olmadığından, Mekkeliler ticâretle uğraşırlar, çocuklarını da ticârete alıştırırlardı. Ticâret için kervanlarla, yazın Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet ederlerdi. Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler gibi kervan ticâreti yapıyordu. Bir defasında Şam'a giderken, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e amcasından ayrılmak zor geldi; kendisini de yanında götürmesini istedi. Ebû Tâlib çok sevdiği yeğenini kırmadı. O'nu da kafileyle beraberinde götürdü. Bu esnâda henüz oniki yaşındaydı.
Şam'ın 90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam) denilen kasabada "Bahîra" adında bir Hıristiyan râhibi vardı. Kasabaya uğrayan kervanlarla hiç ilgilenmediği halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulunduğu kervanı karşılayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okuduğu kutsal kitaplardan edindiği bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsından, O'nun istikbâlini sezmişti. O'nunla konuştu. Sorular sordu. Aldığı cevâplar, kanâatini kuvvetlendirdi. Şam yolculuğunun bu çocuk için tehlikeli olacağını düşündü. Ebû Tâlib'e:
-"Bu çocuk son Peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet ve vasıflarını bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa, ihânet ve kötülüklerinden korkulur. Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz..."dedi. Bu sözler üzerine Ebû Tâlib Şam'a gitmekten vazgeçti. Alışverişini burada bitirip, geri döndü.(34)
Son Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât ve İncil'de bildirilmişti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun alâmetlerini ve vasıflarını biliyorlardı. Hicretten sonra Müslüman olan Medineli Yahûdi âlimi Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)'ın sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i Sitte" denilen altı güvenilir hadis kitabından Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet edilmiştir."(35)
Gülünç Bir İddiâ
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 12 yaşında yaptığı bu seyâhatta râhip Bahîra ile görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın bir zaferi gibi göstermek istemişler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî esasları bu râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir.
Bu iddia son derece gülünç ve tutarsızdır. Oniki yaşındaki bir çocuğun, İslâm gibi mükemmel bir dinin esaslarını bir kaç saatlik görüşme esnâsında öğrenmesi mümkün değildir. Bu râhip bu esasları bilseydi, kendisi tebliğ ederdi. Eğer burada böyle bir konu konuşulsaydı, kafilenin gözü önünde yapılan bu konuşma ağızdan ağıza yayılırdı. Peygamberliğini ilân ettiği zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nın sözleri" demezler miydi? Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların "teslis" (üçlü tanrı sistemi) inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını" getirmiştir. Görüldüğü üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan başka bir şey değildir.

b) Yemen Seyâhati
Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de, diğer bir ticâret kafilesi ile amcalarından Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip gelmiştir.(36)

3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI
Müslümanlıktan önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı. Yalnızca "Eşhür-i hurum" denilen dört ayda savaşmak haram sayılırdı. Bu dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş yapılacak olursa fâcirane sayıldığı için buna "Ficâr Savaşı" denirdi.
Kureyş kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında kan davası yüzünden bir savaş başlamış, dört yıl sürmüştü. Savaş, kan dökülmesi haram olan aylarda da devâm ettiği için "Ficâr Savaşı" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) yirmi yaşlarında iken bu savaşa amcaları ile birlikte katıldı. Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını dökmemiştir. Sâdece karşı taraftan atılan okları toplayıp, amcalarına vermiştir.(37)

4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE ÜYELİĞİ
Uzun süren Ficâr savaşı esnâsında Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can ve mal güvenliği kalmamıştı. Özellikle dışarıdan mal getiren yabancıların malları yağmalanıyordu.
Vâil oğlu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malını gasbetmiş, haksız olarak elinden almıştı. Yemen'li, Ebû Kubeys dağına çıkarak uğradığı haksızlığa karşı, bütün kabîleleri yardıma çağırdı. Yemenlinin bu feryâdı üzerine Peygamberimiz (s.a.s.)'in amcası Zübeyr, Kureyşin bütün ileri gelenlerini çağırdı. Hâşimoğulları, Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları, Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde toplandılar."Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı hiç kimseye karşı haksızlık ettirmemeğe" karar verdiler. Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edeceklerine yemin ettiler. Yemenlinin hakkını Âs'tan alıp geri verdiler. Mekke'de âsâyişi yoluna koydular.
Vaktiyle, Cürhümîler zamanında Fadl b. Hâris,, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b. Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı, kabîleleri ile toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların hakkını adâlet üzere alacağız..."(38) diye yemin etmişlerdi. Onların bu yeminlerine "Hılfu'l-fudûl" (Fadılllar yemini) denilmişti. Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde aynı konuda yapılan yemine de bu sebeple "Hılfu'l-fudûl" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile beraber üye olarak bulundu. Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun kaldığını Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete cağrılsam, yine icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir.(39)
Nisyan-ı Bâtın - avatarı
Nisyan-ı Bâtın
Ziyaretçi
5 Ocak 2009       Mesaj #2
Nisyan-ı Bâtın - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN GENÇLİK DÖNEMİ

1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ
Sponsorlu Bağlantılar
Peygamberimizin hayâtının sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar olan dönemine "gençlik devresi" denilir. Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcası Ebû Tâlib'in yanında, onun himâyesi altında bulunmuştur.
Ebû Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdı. Zengin olmamakla beraber, asâleti ve âlicenâplığı sebebiyle herkesten saygı görüyordu. Yeğeni Hz. Muhammed'i çok seviyor, hiç yanından ayırmıyordu.

2- SEYÂHATLERi
a) Şam Seyâhati
Mekke iklimi zirâate elverişli olmadığından, Mekkeliler ticâretle uğraşırlar, çocuklarını da ticârete alıştırırlardı. Ticâret için kervanlarla, yazın Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet ederlerdi. Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler gibi kervan ticâreti yapıyordu. Bir defasında Şam'a giderken, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e amcasından ayrılmak zor geldi; kendisini de yanında götürmesini istedi. Ebû Tâlib çok sevdiği yeğenini kırmadı. O'nu da kafileyle beraberinde götürdü. Bu esnâda henüz oniki yaşındaydı.
Şam'ın 90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam) denilen kasabada "Bahîra" adında bir Hıristiyan râhibi vardı. Kasabaya uğrayan kervanlarla hiç ilgilenmediği halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulunduğu kervanı karşılayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okuduğu kutsal kitaplardan edindiği bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsından, O'nun istikbâlini sezmişti. O'nunla konuştu. Sorular sordu. Aldığı cevâplar, kanâatini kuvvetlendirdi. Şam yolculuğunun bu çocuk için tehlikeli olacağını düşündü. Ebû Tâlib'e:
-"Bu çocuk son Peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet ve vasıflarını bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa, ihânet ve kötülüklerinden korkulur. Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz..."dedi. Bu sözler üzerine Ebû Tâlib Şam'a gitmekten vazgeçti. Alışverişini burada bitirip, geri döndü.(34)
Son Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât ve İncil'de bildirilmişti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun alâmetlerini ve vasıflarını biliyorlardı. Hicretten sonra Müslüman olan Medineli Yahûdi âlimi Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)'ın sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i Sitte" denilen altı güvenilir hadis kitabından Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet edilmiştir."(35)
Gülünç Bir İddiâ
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 12 yaşında yaptığı bu seyâhatta râhip Bahîra ile görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın bir zaferi gibi göstermek istemişler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî esasları bu râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir.
Bu iddia son derece gülünç ve tutarsızdır. Oniki yaşındaki bir çocuğun, İslâm gibi mükemmel bir dinin esaslarını bir kaç saatlik görüşme esnâsında öğrenmesi mümkün değildir. Bu râhip bu esasları bilseydi, kendisi tebliğ ederdi. Eğer burada böyle bir konu konuşulsaydı, kafilenin gözü önünde yapılan bu konuşma ağızdan ağıza yayılırdı. Peygamberliğini ilân ettiği zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nın sözleri" demezler miydi? Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların "teslis" (üçlü tanrı sistemi) inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını" getirmiştir. Görüldüğü üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan başka bir şey değildir.

b) Yemen Seyâhati
Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de, diğer bir ticâret kafilesi ile amcalarından Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip gelmiştir.(36)

3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI
Müslümanlıktan önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı. Yalnızca "Eşhür-i hurum" denilen dört ayda savaşmak haram sayılırdı. Bu dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş yapılacak olursa fâcirane sayıldığı için buna "Ficâr Savaşı" denirdi.
Kureyş kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında kan davası yüzünden bir savaş başlamış, dört yıl sürmüştü. Savaş, kan dökülmesi haram olan aylarda da devâm ettiği için "Ficâr Savaşı" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) yirmi yaşlarında iken bu savaşa amcaları ile birlikte katıldı. Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını dökmemiştir. Sâdece karşı taraftan atılan okları toplayıp, amcalarına vermiştir.(37)

4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE ÜYELİĞİ
Uzun süren Ficâr savaşı esnâsında Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can ve mal güvenliği kalmamıştı. Özellikle dışarıdan mal getiren yabancıların malları yağmalanıyordu.
Vâil oğlu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malını gasbetmiş, haksız olarak elinden almıştı. Yemen'li, Ebû Kubeys dağına çıkarak uğradığı haksızlığa karşı, bütün kabîleleri yardıma çağırdı. Yemenlinin bu feryâdı üzerine Peygamberimiz (s.a.s.)'in amcası Zübeyr, Kureyşin bütün ileri gelenlerini çağırdı. Hâşimoğulları, Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları, Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde toplandılar."Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı hiç kimseye karşı haksızlık ettirmemeğe" karar verdiler. Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edeceklerine yemin ettiler. Yemenlinin hakkını Âs'tan alıp geri verdiler. Mekke'de âsâyişi yoluna koydular.
Vaktiyle, Cürhümîler zamanında Fadl b. Hâris,, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b. Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı, kabîleleri ile toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların hakkını adâlet üzere alacağız..."(38) diye yemin etmişlerdi. Onların bu yeminlerine "Hılfu'l-fudûl" (Fadılllar yemini) denilmişti. Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde aynı konuda yapılan yemine de bu sebeple "Hılfu'l-fudûl" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile beraber üye olarak bulundu. Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun kaldığını Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete cağrılsam, yine icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir.(39)
sumru - avatarı
sumru
Ziyaretçi
27 Nisan 2009       Mesaj #3
sumru - avatarı
Ziyaretçi
hz.muhammdedin çocukluk ve gençlik hayatı diye girdim googleye ama siz sadece yaşlılık ve çocukluğu yazmışsınız
Kral_Aslan - avatarı
Kral_Aslan
VIP MsXTeam
27 Nisan 2009       Mesaj #4
Kral_Aslan - avatarı
VIP MsXTeam
Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Hayatı

Peygamber Efendimiz hakkında detaylı bilgiye burdan ulaşabilirsiniz >> Hz. Muhammed - MsXLabs
Hayatın ne anlamı var.. Yanımda sen olmayınca....
57can22 - avatarı
57can22
Ziyaretçi
27 Nisan 2009       Mesaj #5
57can22 - avatarı
Ziyaretçi
Hz.Muhammed çocukluğunda/gençliğinde, içinde bulunduğu kavmin hükümlerine göre amel ediyordu. Yani onlar gibi, bir tür sapkınlık içerisindeydi. Ne İncil, Ne de Tevrat bilgisine sahip değildi! Bu kitaplarla ilgili bir bilgiyi yazıya da dökmemişti (29/48). Zaten Yahudilerin Tevratı gizlemiş/değiştirmiş olması ve aynı ikiyüzlülerin Hz.İsa’yı da öldürmek istemesiyle, katıksız Allah dininin hükümleri (neredeyse) kalmamıştı ortada!

Hz.Muhammed’in ailesinin mümin olduğunu kabul eder Sünniler! Oysa Kuran’da elçinin yetim kaldığı bildirilmesine rağmen, böyle bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Öte yandan aynı kitaplarda Hz.Muhammed’in (dindar) dedesi yanında yetiştiğini bildirir. Hal böyle iken Hz.Muhammed’in (yıllarca yanlarında bulunduğu halde) dedesinden feyz almaması düşünülemezdi, fakat Kuran’daki “Seni sapık bulup doğruya iletmedik mi (93/7)” ayeti [1] ve aşağıdaki ayetler, Hz.Muhammed’in ve ailesinin, Allah bilgisine sahip olmadıklarını (kısmen) kanıtlıyor!

28/45 Fakat biz bir çok nesiller yarattık. Üzerinden çok zaman geçti. Sen Medyen halkı arasında bulunup ayetlerimizi okuyor da değildin. Ancak, biz elçiler göndeririz.

28/46 (Musa’ya) Seslendiğimizde Tur’un yamacında da bulunmuyordun. Ancak, senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (sana bilgi veriyoruz); belki öğüt alırlar. [2a]

Zaten o çevrede Allah’ı tanıyan/birleyen kişiler çoğunlukta olsaydı, Kabe putlarla dolu olmazdı ve Ashab-ı Kehf’ten bile bahseden Allah, buradaki (varsa eğer) birkaç inanandan ve bunlarla Hz.Muhammed’in bir ilişkisi olduğundan ve/veya olması gerektiğinden bahsederdi! Oysa o devirde, o kavimde ilk Müslüman (Teslim olan) insan Hz.Muhammed idi (6/14).

Hz.Muhammed ile Hz.İbrahim’in hikayeleri hemen hemen aynıydı. Farkı ise, Hz.İbrahim sıfırdan (akıl yürüterek) Rabbini keşfetmişti, Hz.Muhammed ise Cibril yardımıyla!… Yeri gelmişken putlara da değinelim! Kabe’deki bu putların hikayesi oldukça ilginçtir. Ne kadar doğrudur bilemeyeceğim ama tarih kitapları çoğunlukla şöyle yazar;

_ “Kabedeki putlar, eskiden, Allah hükümlerini halka aktaran kişilerin ve/veya havarilerin vd., öldükten sonra da anılması/hatırlanması amacıyla (sevgilerini/bağlılıklarını sürdürebilmeleri için) oluşturulmuştur” denmektedir (Buda gibi örneğin). Oysa Kuran’da,

53/19 Gördünüz mü (dişi putlarınız olan) Lat ve Uzza’yı?

53/20 Ve üçüncüleri olan Menat’ı?

53/21 Erkekler sizin de dişiler O’nun mu?

53/22 Ne de insafsız bir paylaşma!

53/23 Onlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir ve ALLAH onlar için hiç bir delil indirmemiştir. Kendilerine, Rab’lerinde bir yol gösterici geldiği halde, sadece kuruntuları ve kişisel arzularını izliyorlar.

demekle, kendilerine (o zamanlarda) bir delil/gerçek inmeyen (ancak daha sonraları Hz.Muhammed’in Kuran’ı tebliğ etmeye başlaması başka) ve atalarının öğretilerini izleyen bu cahiller, bir zamanlar atalarının, melekleri Allah’ın kızları zannederek, onları tasvir etmesi, bu sayede hep hatırlanması/saygı duyulması için meydana getirmişlerdir diyebilir miyiz? Evet dersek bir bağlantı kurmamız gerekecektir. Öyleyse 53/19-20-21′e (özellikle 19.ayete) dikkat edelim, Lat ve Uzza’nın dişi (meleklere atfen) putlar olabileceği ihtimali vardır. Peki ya bunu destekleyen başka ayet/ayetler var mı? Bir bakalım,

37/149-157 Sor onlara, kızları senin Rabbine, erkekleri kendilerine mi ayırıyorlar?” Yoksa melekleri, onların gözü önünde dişi olarak mı yarattık? Aslında onlar uydurdukları yüzünden diyorlar ki: “ALLAH doğurdu.” Onlar yalancıdırlar. Kızları erkeklere mi tercih etti? Size ne oldu, nasıl karar veriyorsunuz? Öğüt almaz mısınız? Yoksa apaçık bir delile mi sahipsiniz? Doğruysanız kitabınızı getirin.

17/40 Rabbiniz oğulları size seçti de kendisine meleklerden kızlar mı edindi? Çok büyük bir savda bulunuyorsunuz.

6/100 ALLAH’a cinleri ortak koştular. Halbuki onları O yaratmıştır. Bilmeden O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. O’nun şanı yücedir, onların nitelemelerinden çok üstündür.

Eğer bu bağıntımız yanlış olmazsa, Hz.Muhammed zamanındaki Araplar, Allah’ın tektanrıcı dininden uzaklaşmış, atalarının (beşerileşmiş) sapkın dini üzerine amel etmektedirler ve Allah’a isnad edilen (kız) meleklerin tasvirlerine/putlarına (sapkınca) tapmaktadırlar diyebiliriz! Böyle bir ortamda dünyaya gözlerini açan Hz.Muhammed’in de, kendisine elçilik görevi verilmeden önce sapkınlık içerisinde bulunduğunu belirten (93/7) ayetini, bunun açıklayıcısı olarak kabul etmek, mantığa ters düşmese gerek!
GüvEnLiK
26-07-2008, 01:18

Hz.Muhammed öksüzdü! (93/6) Kendisini, çevresindeki sapıklardan (haliyle) soyutlayamıyordu (çünkü o devirde -müminlerin- yetimi gözetme, ona sahip çıkma hükmü yoktu ve/veya bilinmiyordu) ve çoğu zaman onlarla birlikte hareket ediyordu! 93/7′e göre Hz.Muhammed’in, bir zamanlar bunların içinde bulunmuş olabileceğini düşünürsek, Hıra mağarasına gidip-gelme isteğinin olmayacağını ve/veya gereksiz olacağını anlarız. Öte yandan Hz.Muhammed’e ilk emrin mağarada geldiğine dair bir kanıt yok! Kendisinden (50-200 yıl) sonra ortaya çıkan Muhammed düşmanlarının, Bu sözü dinlenir rahmet elçisini (haşa) bir mağara adamı gibi göstermeleri, müminleri olduğu kadar müslümanları da rahatsız etmelidir! Fakat nafile! Sözde müslümanların hemen hemen tamamı bu gerçeğe(!) inanıyorlar! Bir de müşriklerden kaçarken saklandığı mağaradan bahsedilir. Allah aşkına bu nasıl bir mantıktır? Ömrünün mağaralarda geçmiş(?) olduğunu varsaydığımız ve/veya geçmiş olduğuna inandırdığımız bir insanın, Peygamberliği ile İslamiyet’in hükümlerinin (sıfırdan) hızla ilerleyebilmiş/benimsenmiş olmasını kabullenmemiz, apaçık bir çelişki değil midir?

Ayrıca ilk emrin Hz.Muhammed’e mağarada indiğini kabul eden zihniyet, bunun ispatını Kuran’dan niçin getirememektedir? Ataperestlikten kurtulamadıkları ve yukarıdaki (37/156-157)‘i doğruladıkları da bir gerçek!

Elçi Melek bir Ramazan ayı içerisinde (muhtemelen Kadir gecesinde), Hz.Muhammed evinde iken (belki de uyumak üzere iken) Kuran’ı/ilk vahyini (2/185, 97/1) getirmiş ve O’na “OKU” demişti (96/1)! [4a] Neyi oku? Kitabı oku! Euzu Besmele çekerek okumaya başla! (16/98) Buzağıcıların sakladığı kitabı (ahkamları) oku! İsa’yı öldürmek isteyen zalimlerin değiştirdiği hükümleri açığa çıkaracak olan bu kitabı oku! (5/15, 7/62, 3/187 …)

Zira Kuran’ın (ilk evvel) bir bütün olarak Hz.Muhammed’e inmemiş olduğunu kimse iddia edemez (18/27). 25/32′de ayetlerin silsile ile (ara ara) halka aktarılması gerekliydi demek, O’na bu kitabın birden inmediği anlamı taşımaz! (97/1) Muhammed, şokun etkisiyle onu okuyabildi mi-okuyamadı mı orası meçhul! Zira Hz.Muhammed’in okuma - yazması müthiş değildi. Çok zayıf da değildi! Birden karşısına dikilen Cibril’i görünce korkudan örtüsüne bürünmeyi seçmişti! (74/1-2, 73/1-5) [2b] Fakat Allah, bu şokun etkisinden çarçabuk kurtulmasını ve vahyi tebliğ için kendisini hazırlaması gerektiğini bildirdi (5/67). Hz.Muhammed’in ezberi (belki) güçlü değildi ve/veya daha önce Kuran’a muhatap olmayan halka, bu hükümlerin (gönüllerine iyice yerleştirebilmeleri için) kıssa kıssa (ara ara) anlatılması icab ediyordu! [3]

25/32- Yine o inkâr edenler dediler ki: “O Kur’ân ona, hepsi birden indirilseydi ya”! Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.

Peki neden bu hükümlerden haberi olmayan bir kavimde? Hz.İbrahim’in duası hürmetine (-ki aşağıda bu konuya değinilecektir), kendisinden sonraki elçiler, genellikle birleyicilerden/İsrailoğullarından seçilmekteydi (3/33-34). Bilindiği gibi İsrailoğulları Allah’ı (vaktiyle) gereği gibi birlemişler ve (dünyada) mükafat olarak onlara, diğer kavimlere karşı bir üstünlük verilmişti (2/47). Fakat zamanla (ve özellikle Samiri’nin yüzünden) tek ilah kavramı, yerini putperestliğe (çoktanrıcılığa) bırakmaya başladı (20/85-97). Hz.Muhammed (aslında) İbraniydi fakat kendisi dahil kimse bunu bilmiyordu (bir zaman sonra öğrenecekti -16/123, 6/161) Eğer böyle olduğu önceden bilinseydi Samiri’nin torunları Hz.Muhammed’i daha en başta öldürmeye çalışacaklardı. Çünkü onlar kendilerine (beşeri) hükümranlıklarını kurmak pahasına Allah’tan gelen her uyarıcıya düşman olmayı seçmişlerdi. Eğer Hz.Muhammed “ben Allah’ın görevlendirdiği bir elçiyim ve Hz.İbrahim’in silsilesiyim” deseydi ve/veya bu bilinseydi, oracıkta O’nu öldürürlerdi. Nitekim ilerleyen yıllarda (bu yavaş yavaş belli olmaya başladığında da) zaten Hz.Muhammed’e savaş açacaklardı! Devamına aşağıda değineceğiz.

Nitekim son vahiy (Kuran hükmünden) sonra Kuran-ı Kerim, Hz.Muhammed’in kalbine yerleştirilmişti (2/97, 26/193-194). Yani (bir nevi) hafız olmuştu! Kendisine öğretmenlik yapan Cibril ve/veya Kutsal ruh sayesinde (53/4-5)! Çevresindeki Allah’tan bihaber putperestlerin, Kuran’ı Hz.Muhammed’in dostlarından ve/veya bir bilginden aldığı bilgilerle oluşturuyor olduğunu iddia etmişlerdi. Oysa bu asılsız bir söylemdi (16/103). Çünkü Kuran Allah’ın sözüydü ve halklara duyurulması gerekiyordu? [4b]

Elçi, vahyi 40 yaşında almadı

Hz.İbrahim ve Hz.Muhammed arasındaki peygamberlere ve elçilere hep genç iken bir bilgelik, hüküm ve ilim verildiğinden söz edilir. Hz.Muhammed de, Hz.İbrahim’in duasına mazhar olan bir kişi olduğundan, O’na da genç yaşta elçilik verilmiş olduğunu anlayabiliriz. Öte yandan 40 kusur yaşlarında elçilik görevi verildiği iddia edilen elçi için, neden bunca yıl beklenilmiştir? 41 yaşında ölmesinin muhtemel olmayacağı kesin miydi? 46/15 ayetinde insanların kırk yaşlarında Allah’ı (ancak) hatırlayabildiği/yönelebildiğinden ve/veya en geç bu yaşa kadar yönelmesi gerektiğinden bahsedilmektedir. Hz.Muhammed’in muhtelif ayetlere bakılarak, bir zamanlar kavmi içerisindeki hükümlerle amel etmiş olabileceğini söylemiştik! Öyleyse (sünnilere göre) Hz.Muhammed 40 yaşına kadar (ayete göre bir tür) sapıklık içerisinde bulunup, bu yaştan sonra Allah’ın elçiliği görevine başlamıştır öyle mi? Yani ömrünün çoğunu sapkınlıkla geçirmiştir -bu saatten sonra güvenilirliği kalır mı peki? 46/15′teki ayete göre Hz.Muhammed’in (iman/yönelme) hakkını kaybetmiş olduğu gibi bir anlam çıkıyor! Bu da inanmayı/yönelmeyi başaramamış bir elçinin, İslamiyet’i tebliğ etmiş olduğu gibi bir durum ortaya çıkarıyor! Kuran’da Hz.Muhammed’e elçiliğinin 40 yaşında verildiğine dair bir kanıt yok!

Elçinin hayatını yalan yanlış yazan ajanlar/bölücüler/iftiracılar, Allah’ın “bu sözü dinlenir rahmet elçisi”ni “cinsel uzmanı, cellat, zalim hükümdar/komutan, mağara adamı …” kimliğine bürüdüler. Bu iftiralara bu haliyle inanan yüzbinlerce/milyonlarca müslümana (!) rastlanılmaktadır. Fakat Allah’ın elçisine iftira edenler, bu günahlarının karşılığını kötü ödeyeceklerdir!

GüvEnLiK
26-07-2008, 01:18

Bilindiği gibi Hz.Muhammed’e elçilik görevi verilmeden önce, Firavun’un zulmünden kurtulan İbraniler ile birlikte (arada kaynayan) birçok ikiyüzlü, Allah’a olan şükranlıklarını, Samiri’nin önderliğinde buzağıya tapınarak yerine getirmişlerdi. Sözlerini bozmaları ve Allah’ı alaya almaları yüzünden lanetlenmişlerdi. Hatta daha da ileriye giderek Allah’tan gelen hükümleri gizlemiş ve/veya değiştirmişlerdi. Amaçları özgür bir dünya hayatına kavuşmak idi denilebilir. Bu arzuları hemen hepsinde zuhur etmişti ki içlerinde kalan birkaç ibraniye de zulum etmeye başladılar! Allah, bu mazlumlar için Hz.İsa’yı elçi olarak görevlendirdi! Kutsal ruh ile desteklenmiş olağanüstü mucizelerini bu buzağıcılara göstermesine rağmen, onlar, Hz.İsa’yı öldürmeye bile kalkışmışlardı! Fakat Allah buna izin vermedi. Bu buzağıcılara - onlara uyanlara ve uymayanlara ve de ondan sonra gelecek olan tüm halklara evrensel bir uyarıcı bırakılmalıydı! Çünkü elçi+peygamber ile uyarılma/desteklenme haklarını kaybetmişlerdi. Eğer Allah’ın, insanların Hesap Günü için belirlemiş olduğu bir vakit/saat sözü bulunmamış olsaydı, bu cahilliklerine karşılık Allah, tümünü yeryüzünden silecekti!

İbrahim’in duasına mazhar olan elçiler

Allah İbrahim’i dost edinmişti (4/125). İbrahim, tek Allah inancını ölümü pahasına putperest halkına ve zalim hükümdara karşı savundu! Bunun için ateşe bile atıldı! Zalim hükümdar O’nu Şeytan’a (malum ateşten yaratıldı) teslim etmek istemiş fakat kendisi hüsrana uğramıştı. Ne ateş kendi başına, ne de Şeytan ve ateş birlikte, O mükemmel insanı yakacak yetkiye sahip değildi! Her ikisi de ayrı ayrı ve/veya tek başlarına Allah’ın emrine itaatsizlik yapamadılar! İşte (ateşin bile yakamadığı imana sahip olan) bu kutlu insanın özel bir duası vardı;

2/128 “Rabbimiz! İkimizi Sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da Sana teslim olanlardan bir ümmet yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster, tevbemizi kabul buyur, çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak Sensin”.

Ayete dikkat edin “Sana teslim olanlardan bir ümmet yetiştir” yani beni (İbrahim’i) izleyen bir toplum (-ki İsrail oğulları idi), bu toplumun içinden elçiler çıkar ki, onları (zalim/müşrikleri) arındırsın, bilgeliği öğretsin … demektedir. Ve bu dilek İsa’ya kadar olan elçilerde gerçekleşmiştir. Yani Hz.İbrahim ve Hz.İsa arasındaki elçi ve/veya peygamberlerin atası Hz.İbrahim idi. Yine İbrahim’in soyundan (daha önceleri iman etmiş ama sonraları sapıtmış bir toplum içinden) çıkan fakat bunu bilemeyen/farkında olamayan Hz.Muhammed de onların (putperestlerin) içinden çıkmıştı. Böylelikle Hz.İbrahim’in duası (her iki şekliyle de) gerçekleşmişti (En doğrusunu Allah bilir) (bkz.2/129, 2/151 -altta-).

4/54 Yoksa ALLAH’ın lütfundan insanlara verdiğini mi çekemiyorlar? Oysa biz, İbrahim ailesine kitap ve bilgelik verdik. Onlara büyük bir otorite verdik.

45/16 İsrailoğullarına kitabı, bilgeliği ve peygamberliği vermiştik. Onları iyi nimetlerle rızıklandırmış ve onları tüm halklara üstün kılmıştık.

3/47-48 (Meryem), “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken nasıl olur da çocuğum olur,” deyince, (Melek) şöyle cevap verdi: “ALLAH dilediğini böyle yaratır. Herhangi bir şeyin olmasını dilediği an ona ‘Ol’ der ve o şey oluverir. “Ona (İsa’ya) kitabı, bilgeliği, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.

Ve İbrahim’in şu (devam) duasına;

2/129 “Rabbimiz, onların arasından, ayetlerini onlara okuyacak, onlara kitabı ve bilgeliği öğretecek ve onları temizleyecek bir elçi gönder. Sen Yücesin, Bilgesin.” en son mazhar olan elçi (alttaki ayette görüldüğü üzere) Hz.Muhammed’di.

2/151 Nitekim, size ayetlerimi okuyacak, sizleri temizleyecek, size kitap ve bilgeliği öğretecek, bilmediklerinizi bildirecek bir elçiyi aranızdan seçip gönderdik.

3/164 ALLAH inananların içinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve bilgelik öğreten bir elçiyi göndermekle iyilikte bulundu. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler!

Neden en son Muhammed (33/40)? Çünkü malesef O’nun zamanına gelene dek inanan İbrani neredeyse kalmamıştı! (5/66) Buzağıcı Yahudiler (Samiri’nin torunları), ya onları öldürmüş yada kendilerine benzetmişlerdi (zülüm/cehalet/sömürü vb).

Hz.Muhammed’i kandırmak istediler

4/113 ALLAH’ın sana lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup seni nerdeyse saptıracaktı. Onlar, yalnız kendilerini saptırır; sana hiçbir zarar veremezler. ALLAH sana kitap ve bilgeliği indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. ALLAH’ın sana olan lütfu büyüktür.

Hz.Muhammed’in elçilik zamanına kadar gizlenen/değiştirilen hükümler (açığa çıkacak diye), Hz.Muhammed’in önderliğinde İslam’ın hızla ilerlemesi karşısında kafirlerin bir önlem alması gerekiyordu. Allah’ın hükümranlığı yeniden belirecek olursa, bu zalimlerin kirli çamaşırları (yaptıkları hatalar/zulümler/cahillikler …) ortaya çıkacak/rezil olacaklardı. Bunun için Hz.Muhammed’in inancını bozmayı denediler. “Ey Muhammed bunlar geçmişlerin masallarıdır”, “Bunlar batıl bir dinin uygulamalarıdır” … (27/68, 8/31, …) gibi telkinler ile hakkı batıl ile örtmeye çalışıyorlardı (18/56). Hz.Muhammed bunlara meyil etmek/inanmak üzereyken Allah’ın uyarıları ve desteği geldi!

17/73 Başka bir şeyi uydurup bize yakıştırman için nerdeyse seni sana vahyettiğimizden ayırıp saptıracaklardı. İşte o zaman seni dost edineceklerdi.

17/74 Seni sağlamlaştırmasaydık, onlara neredeyse bir parça meyledecektin.

17/75 O zaman da hayatın ve ölümün azabını katla***** sana tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.

17/76 Seni ülkeden çıkarmak için neredeyse seni zorla sürecekler. Bu taktirde senden sonra onlar da fazla kalmayacaklar.

17/77 Senden önce gönderdiğimiz tüm elçiler için öngördüğümüz sistem (sünnet) budur. Sistemimizde herhangi bir değişiklik göremezsin.

Sabit (bağnaz) inançlı bir toplumun içinde yetişip gerçekleri birden kabul etmek, elbette herkes için çok zor bir duygudur. Hz.Muhammed’e önceki inancının meşruluğunu/benzerliğini (!) ballandırarak göstermiş/anlatmış olacaklar ki, bu ayet bunu engellemek ve/veya belirtmek için gönderilmiştir diyebiliriz (en doğrusunu Allah bilir)

Sonuç

Kendilerine gelen uyarıcıları katletmek istemeleri ile kredilerini tüketen zalimlere ve izleyicilerine (hesap gününde - bize bir uyarıcı gelmedi/Cehennem’e girmemiz adil değil -5/19, 6/130, 67/9, …) diyemesinler diye hükümleri korunmuş bir Kitap/Kuran gönderildi/bırakıldı! Öte yandan inanan/mümin (azınlık da olsa) bulunmalıydı [5]. Yani bir şekilde denge sağlanmaktaydı! (2/251) Allah’ın söz verdiği o saate/güne kadar, inanacak ve/veya inkar edecek olanlara yeterli uyarıların yapıldığı bu kitap, samimi inananlar ile inanmayan o ikiyüzlülerin (torunlarının) arasını ayıracaktır! İsteyen bu kitapla gerçekleri görüp (Hak’ka) iman eder, isteyen de Şeytan’ın elçilerine/izleyicilerine uymayı sürdürür. Kuran ile Hesap gününe kadar, insana bir seçim hakkı tanınmıştır! Ya inanırlar - ya da inkar ederler! (18/29) Ortada öldürecek bir elçi olmadığına göre, kafirlerin sunabilecekleri bir bahaneleri de yok ve bu kafirleri cahilane takip eden mukallitlerin de !!!

4/165 Müjdeler ve uyarılar getiren elçiler… Ki tüm bu elçilerden sonra insanların ALLAH’a karşı bir bahaneleri kalmasın. ALLAH Üstündür, Bilgedir.

============ Notlar:

[1] Hz.Muhammed’in, (muhtelif) ayetlerde geçtiği üzere sapkın bir kavmin içinde yetişmiş olması ve elçilik gelene dek onların hükümleri ile amel ediyor olması, O’nun (haşa) sapık olarak can verdiği anlamına gelmez! Zira her zaman-her yerde, gençliğinde inanmayan ve/veya inancı zayıf biri iken, daha sonraları Allah’ın hidayet verdiği insanlara, samimi inananlara ve/veya gerçeklere tanıklık yapanlara, rastlayabilirsiniz (mesela ben). Şu halde Hz.Muhammed’in nesebinin, Hz.İbrahim’e uzanmadığını iddia edemeyeceğimiz gibi, Hz.Muhammed’in bunun farkında olup/olmadığını da bilemeyiz (ama muhtemelen habersizdi). Nitekim Hz.İbrahim ile (bir şekilde) bir ilişiğinin bulunduğunu/bulunması gerektiğini daha sonraları Allah’tan (Cibril vasıtasıyla) öğrenecekti! (16/123, 6/161)

[2] Hz.Muhammed eğer sünnilerin iddia ettiği gibi dindar bir dedenin yanında yetişmiş biri olsaydı, O’na İbrahim’den - Musa’dan - İsa’dan - Melek’ten - Cin’den - İblis’ten vd. bahsedilmiş olması gerekirdi. Eğer bahsedilseydi ve elçinin bunlardan haberi olsaydı, Cibril’i görünce şoka girip örtüye bürünmesini ve uzun bir müddet bu şoku üzerinden atamamasını bildiren ayetler (haşa) batıl sayılırdı! Bir diğer misal, eğer Hz.Muhammed daha önceki ilahi bilgilere muhatap olmuş olsaydı, asıl İncil’deki şu (Kuran ayetinden haberi olup) mutmain olmayacak mıydı?

61/6 Hani İsa, halkına: “Ey İsrail oğulları, ben, size gönderilmiş ALLAH’ın bir elçisiyim. Benden önceki Tevrat’ı onaylayıcı ve benden sonra gelecek ve ismi daha çok övülen bir elçiyi müjdeliyorum.” Sonra kendilerine apaçık delilleri gösterdiğinde, “Bu apaçık bir büyüdür,” dediler.

[3] Kuran, Ramazan ayında/kadir gecesinde (bir bütün olarak) elçiye indirilmiş olabilir demek, O’nun Kuran’ı halka birden açıklayacak olduğu anlamına gelmez. Kuran ile gelen elçi (Cibril), Hz.Muhammed’in karşısına birden çıkıp ilk vahyi okuttuktan/verdikten/gösterdikten sonra, Hz.Muhammed’in korkuyla örtüsüne büründüğünü ve daha sonra Cibril’in de (Kuran’la) geri gitmediğini bilemeyiz! Zaten yazımızda eğer dikkat etmişseniz ayetlerin fasıla fasıla bildirilmesi gerekliliğinden bahsedilir! Tabi bunun yanında Kuran’ın, Kadir gecesinde indirilmiş olabileceğinden de bahsedilir! Yani Kuran için, “O Kur’ân ona, hepsi birden indirilseydi ya” diyen süper zekalılara(!) bir atıf yapılıp, peygamberin elçiliği süresince (hem kendisi için hem halk için) neden bölüm bölüm/vahiy vahiy bildirilmesinin gerekli olduğuna dikkat çekilmektedir diyebilir miyiz? Bu bir çelişki arzetmez! Eğer bir çelişki olsaydı aynı (aşağıdaki) ayetle çelişiyor olmayacak mıydık?

25/32- Yine o inkâr edenler dediler ki: “O Kur’ân ona, hepsi birden indirilseydi ya”! Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.

Dahası Cibril’in “Oku!” dediği ve (muhtemelen) Kadir gecesinde getirdiği o kitabın 100% Kuran olduğunu da iddia edemeyiz. Lakin ayette “97/1 Biz onu Kudret Gecesinde indirdik.” ifadesi geçmektedir. Bu, pek tabi Yahudilerin gizlediği (asıl) Tevrat da olabilir. Lakin gizlinin de gizlisini bilen Allah değil midir? (20/7) Hem unutmayalım bunlar sadece bir teorem (yazılanlardan da bunu sezmiş olmanız gerek)! (En doğrusunu elbette Allah bilir)

[4] Aslında bu hükmün (oku!) sadece Hz.Muhammed’e verildiği söylenemez, çünkü bu kitap sadece Hz.Muhammed’i ilgilendiren bir kitap değildi! Dolayısıyle tüm insanlığa bildirilmesi gereken global bir tebligat idi (81/27, 74/35-37 …).

[5] Putperestlik/ataperestlik ile ilgili gerçekler, bu inancın ne kadar da çirkef bir inanç olduğunu kanıtlamaya yetmektedir! Kuran’da (aslında) Hz.İbrahim’i “önderleri/imamları” olarak kabul etmeleri gerekenlerin (2/124, 4/125), “Buhari’yi - Tirmizi’yi - Ebu Hanife’yi vd.”, “ataları” olarak kabul etmeleri, onların şu ayetler karşısında cevapsız/şaşkın bir vaziyette kalmalarına neden olacaktır!

43/21 Onlara bundan önce bir kitap mı verdik de ona mı dayanıyorlar?

43/22 Hayır, “Biz atalarımızı bir yol üzerinde bulduk ve biz onların öğretilerini izliyoruz,” dediler.

43/23 Tıpkı bunun gibi, senden önce, bir kente her ne zaman bir uyarıcı gönderdiysek elit tabaka, “Biz, atalarımızı bir yol üzerinde bulduk ve biz onların öğretilerini izliyoruz,” derlerdi.

43/24 O da, “Size, atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğrusunu getirmiş isem de mi?” derdi. Onlar da, “Sizin getirdiğiniz mesajı inkar ediyoruz,” derlerdi.

31/21 Kendilerine, “ALLAH’ın indirdiğine uyun,” denildiği zaman, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yolu izleriz,” derler. Şeytan kendilerini alevli ateşin azabına çağırıyor olsada mı?

İşte gerçek bu! Ne kadar kabullenemeseler de (İbrahim dışında kendilerine önder belirleyen) mezheplilerin/ataperestlerin yüzleşeceği gerçek bu !!! İyi ki elçi ve tebliğ ettiği bir kitap var! Allah’ın sonsuz merhamet sahibi olduğunu ve İbrahim - Musa - İsa - Muhammed’i unutmayan az sayıda müminlerin/izleyicilerin bulunduğunu görüyor olmamız (3/104), Kuran’ın sadece buzağıcılara ve/veya putatapıcılara gönderilmemiş olduğunu kanıtlamaya ve İbrahim’in duasının ne kadar da kuvvetli olduğunu anlamaya yetmektedir!

Hanif Müslüman
Ağustos 5th, 2007 Yorum yok »Günümüz İslam dünyasında (!) farklı mezheplere ayrılmış olan müslümanlara (!) şu soruya (ayete) verecekleri cevap merak konusu !

Bunlar, sana gerçek olarak okuduğumuz ALLAH´ın ayetleridir. ALLAH´tan ve ayetlerinden başka hangi hadise (söze) inanıyorlar? (45/6)

Kuran´ daki İslam´ ı tanımayanlar adına, bu sorunun cevabını bizler verelim …

Sünnilik - Alevilik - Bektaşilik - Aczmendilik - Nurculuk - Süleymancılık - Hanefilik - Malikilik - Şafilik - Şiilik - Mevlevilik - Nakşibendilik … Kısacası, ” Müslümanlık ” dışında kalan tüm akımlar veya inanışlar (?) İşte tüm bu akım veya inanç sistemi izleyicileri, Allah´ ın ayetleri (sözleri) dışında, bu akımlardan çıkan fikir ve bu akımları ortaya çıkaran beşerlerin, sözlerine uymaktadırlar.

Şeyhler - Evliyalar - Alimler - Dervişler - Hacılar - Hocalar - Vaizler - İmamlar - Papazlar - Rahipler - Hahamlar … Kısacası, ” Müslümanlar ” dışında verilen her türlü kimlikler bunlara örnektir.

Ve bu izleyiciler, Allah´ ın ayetlerini dinlemeyip, inadına bölünmekte ve bu politikalarını halen devam ettirmektedirler. (3:103 - 105)

Oysa Allah, inanç ve fikir bakımından, birbirimizle kardeş olmamızı istemiştir. (49:10) Fikir ayrılığı bir toplumda bol ise, o toplumda huzur eksiktir. Bir toplumda, kökleşmiş ve herkes tarafından benimsenmiş bir inanç sistemi yoksa, o toplum yok olmaya mahkumdur. Kardeşlik duygusunu (vicdanen) içine sindirememiş olanlar, sonsuza dek birbirilerine düşman kalırlar.

İslam, toplumların, kardeşlik içinde olmasını istemekle aradaki düşmanlık bağlarını da koparmıştır aynı zamanda. Ancak bu söylenenler, mesajın tam anlaşılabildiği ve uygulanabildiği toplumlarda geçerlidir. Mesajı anlamamakta direnen bağnazların önder olduğu bir toplumda, iç çatışmalar bitmek - tükenmek bilmez.

Kitabı okumayan ve Allah´ ın ayetlerine uzak olan zihniyetler, kendilerine önder (imam) ettikleri kimlikler ile gömülecekler ve yine onlarla çağrılacaklar. (17:71)

Bu önderler, atalarından kalma ve Allah´ ın ayetlerine uzak olan fikir veya akım öğretilerini, halka empoze etmeye çalışıyorlar ise, vah hallerine onların ve onlara uyanların ! (2:170 - 171)

Bunlar, ” Hanif ” olan, Hz. İbrahim´ in örnek hayatını incelememişler midir ? İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan; tektanrıcı (hanif) bir müslümandı. Hiç bir zaman ortak koşanlardan olmadı. (3/67)

Peki, Hz. İbrahim´ in, Allah´ ı birleyen tektanrıcı (hanif) müslüman (teslim olan) oluşunu anlayamayan, putperestçiler (!) bu durumda Allah´ a şirk (ortak) koşmuş - mu sayılıyor ? Yani, Sünniler - Aleviler - Şafiler - Malikiler … Allah´ ı birlemediler de, O´ na beşerleri (insanları) ortak mı koştular? Ayete göre, evet ve malesef bu, günümüzde de gözardı edilemeyecek bir gerçek haline geldi. (10:105-106)

Bazı cahiller, yukarıda saydığımız kimliklere bürünen ve birazcık din bilgisine sahip olan müşriklerin (ortak koşanların) öğretilerine kurban gittiler, mesajı unuttular. Oysa Allah´ ın huzurunda, bu cahilliklerinin hesabını verecekler. (43:44)

Allah´ ın mesajını algılayabilenler arasında Hz. İbrahim de vardı.

Biz daha önce de İbrahim´e anlama ve kavrama yeteneğini bağışlamıştık. Biz onu çok iyi biliyorduk. (21/51)

Ve İbrahim´ in aynı zamanda (kabul edilen) bir duası da vardı.

“Rabbimiz, onların arasından, ayetlerini onlara okuyacak, onlara kitabı ve bilgeliği öğretecek ve onları temizleyecek bir elçi gönder. Sen Yücesin, Bilgesin.” (2/129)

Kendisine Allah´ ı dost edinen (4:125) ve sadece Allah´ a yalvaran (kulluk eden) (16:120) Hz. İbrahim´ in duası kabul oldu. Allah O´ nun soyundan olan Hz. Muhammed´ i, kitabı ve bilgeliği öğretecek ve onları temizleyecek bir elçi olarak gönderdi. Ve Allah, Hz. Muhammed´ e, şunu tavsiye etti.

Nitekim, İbrahim´in dinini bir monoteist olarak izlemen için sana vahyettik; o asla putperestlerden olmadı. (16/123)

Hz. Muhammed´ de, bu mesajı anladı ve …

“Rabbim beni dosdoğru olan yola iletmiş bulunuyor: monoteist olan İbrahim´in mükemmel dinine… O, ortak koşanlardan olmadı.” dedi. (6/161)

Oysa bugünün kavmiyetçi (ayrılıkçı) zihniyeti, bu mesajı anlamadı ve dinlerini parçaladılar.

Kendilerine bilgi ulaştıktan sonra sırf aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Belli bir zaman için Rabbinin verilmiş bir söz olmasaydı onların arasında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba mirasçı olanlar da ondan kuşku ve şüphe içindedirler. (42/14)

Unutulmamalıdır ki insanı, Allah yaratmıştır. (19:67) Öyleyse insanı en iyi tanıyan Allah, insana bilmediklerini öğretti/öğretecektir. (96:5) Acele etmeyiniz. (21:37) Kendinize Kuran´ ı rehber edinir ve Hz. İbrahim´ in ve Hz. Muhammmed´ in ve diğer Peygamberlerin duyurduğu inanç sistemi olan ” hanifliği ” ve bu Peygamberlerin tebliğ ettiği din olan ” İslam´ ı ” benimser ve bunda samimi olursanız üstün gelecek olan sizsiniz. (3:139)

Yahudiler: “Hristiyanların bir temeli yok,” derken, Hristiyanlar da: “Yahudilerin bir temeli yok,” dediler. Oysa hepsi de kitabı okuyorlar. Cahiller de tıpkı onlar gibi konuşur. Diriliş günü ALLAH ayrılığa düştükleri konularda aralarında hüküm verecektir. (2/113)

GüvEnLiK
26-07-2008, 01:18

Peygamberimizin Cibril yardımıyla Rabbini keşfetme bilgisi nereden alındı bilemiyorum ama; pek gerçeklerle örtüşmemekte..
İlk vahyin Cibril aracılığı ile değil de bizzat Allah tarafından Peygamberimize vahyedilmesi bu öngörümü güçlendirmemktedir..
Vahyin iniş serüvenini anlatan NECM suresiyle olayı irdelersek eğer..


5, 6. Ayetler:

Ona onu, müthiş kuvvetleri olan öğretti.
Üstün akıl sahibi. Ki O istiva etti (doğrulup dikildi, egemenlik kurdu,
yerleşti).

Peygamberimizi göğe, Allah`ın yanına çıkarmaya karar vermiş olan zihniyet, bu ayetleri de çarpıtmış ve Allah`a ait olan nitelikleri maalesef Cebrail`e yakıştırmıştır. Gördüğünüz gibi 5 ile 6. ayetlerde Kur`an`ı yani vahyi kimin öğrettiği isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. İşte rivayetçiler bu sıfatları Cebrail`e vermişler, ama 10. ayette, Muhammed`in Cebrail`e kul olması anlamı ortaya çıkınca işin içinden çıkamamışlar, bin bir safsata uydurmuşlar, yorum yapacağız derken bataklıkta çırpınarak boğulmuşlardır.
İlk olarak, Peygamberimize Kur`an`ı öğretenin kim olduğu konusunda tereddütsüz, kuşkusuz söyleyebiliriz ki, Kur`an`ı öğreten Cebrail değil, Rahman`dır, yani Allah`tır:

Rahman; 1, 2: Rahman/ çok merhametli olan Kur`an`ı öğretti.

Görülmektedir ki Kur`an`ı öğretenin Cebrail olduğunu söylemek, Kur`an`a tamamen terstir.

İkinci olarak da ayetlerde bahsedilen sıfatları açıklamakta yarar vardır:
- Ayette geçen “ شديد القوى şedidül quvâ (kuvvetleri çok güçlü olan)” ifadesi, “قدير qadir” sözcüğünün başka türlü ifadesidir. Yani “çok güçlü olan” anlamındadır. Bu ifade “Kuvvet” kökünden anlatılmak istenirse, mübalağa ism-i fail kalıbıyla “ قوىّ Kaviyyün” olarak söylenir. “Kaviyyün” sözcüğü de zaten Allah`ın sıfatlarından birisidir. Kur`an`da dokuz kez yer alır:

Enfal; 52: ….. Muhakkak ki Allah Kavî`dir (çok güçlüdür, azabı çok şiddetli
yapandır).

Diğer ayetler ise şunlardır: Hud; 66, Hacc; 40, 74, Mümin; 22, Şûra; 19, Hadid; 25, Mücadele; 21, Ahzab; 25.

- 6. ayetteki “ذو مرّة zümirre (üstün akıl sahibi)” ifadesi de Allah`ın Rabb ve mukaddir (her şeyin en inceden inceye hesabını yapan) olduğunun beyanıdır. Bu sözcük bu ayetten başka hiç bir yerde yer almaz.

- Yine 6. ayetteki “ استوى istiva eden” ifadesi ile kastedilen de Allah`tır. Çünkü, “İstiva” Allah`ın sıfatlarındandır, meleğin veya kulların sıfatı değildir. “İstiva”, mecazen, “egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı” demektir. Ayette müteşabih bir kavram, mecaz olarak kullanılmıştır. “İstiva” sözcüğü, aşağıdaki ayetlerden başka, Yunus suresinin 3., Ra`d suresinin 2., Furkan suresinin 59. ve Secde suresinin 4. ayetlerinde de bu şekilde geçmektedir.

Ta Ha; 5: Rahman, Arş üzerine istiva etmiştir (egemenlik kurmuştur).

A`râf; 54: Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratıp
sonra da Arş üzerine istiva eden (egemenlik kuran), gündüzü
durmadan kovalayan gece ile bürüyen, Güneş, Ay, yıldızları
emrine boyun eğdirmiş olarak var eden Allah`tır. Gözünüzü
açın; yaratış da onundur, buyruk da. -Âlemlerin Rabbi olan
Allah çok yücedir.-

Bakara; 29 : O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra
semaya istiva edip (egemenlik kurup) onları yedi gök olarak
düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilicidir.

Gördüğünüz gibi ayetlerde “ استوى istiva” sözcüğü ile müteşabih anlatımla Allah`ın gücü ve kuvveti tanıtılmaktadır. “İstiva etti”den başka, “Gökte olan”, “Tahtta oturan”, “Tahtını sekiz meleğin çektiği kral” gibi ifadeler de müteşabih olup, Kur`an`da Allah`ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Bu müteşabih ifadelerin çoğu, o günkü Araplar arasında yerleşmiş kabuller olup, anlatılmak istenen kavramlar, onların kendi anlayışlarına uygun olan şekilde ifade edilmiştir.
Kur`an`da müteşabih ayetlerin varlığını bildiren Âl-i Imran suresinin 7. ve Zümer suresinin 23. ayetlerinin uyarıları göz ardı edilip her ayet, her ifade, zahirî, lâfzî ve hakikat anlamlarıyla dikkate alınırsa, bu, Kur`an`ın ruhuna aykırı bir davranış olur. Meselâ Allah`ın; gelmesi, inmesi, yaklaşması, Arş üzerine istiva etmesi, gökte olması, eli olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis ile bire bir diyalog kurması, görmesi, işitmesi… müteşabih ifadeler olup, bu ifadeler ehil kişilerce tevil edilirler.
Müteşabih ifadelerin anlaşılmasını zamana ve ehline bırakmak daha doğru bir davranış olacaktır. Zaman içinde ilimde rasih olacaklar yani yetişecek uzmanlar o ayetleri tevil edeceklerdir.

7-10. Ayetler:

Ve O, en yüksek ufukta idi.
Sonra yaklaştı, ve hemen sarktı.
İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu.
Hemen de kuluna vahyettiğini vahyetti.

Bu ayetlerle Allah`ın Muhammed`e ilk kez nasıl vahyettiğinin (Alak suresinin inişinin) kompozisyonu çizilerek, heyecanlı bir sahne sergilenmiştir. Buradaki ayetlerin özneleri, müteşabih ayetleri ve mecazları anlamayan zihniyet tarafından çarpıtılarak Cebrail yapılmıştır. Yani bu zihniyet sahiplerine göre, orada peygamberimiz Cebrail ile karşılaşmış, birbirlerine yaklaşmışlar, peygamberimiz Cebrail`e KUL olmuş, Cebrail de ona vahyedeceğini vahyetmiştir. (Haşa)!
Meselenin iyi kavranabilmesi için vahy ile ilgili kısa bir açıklama sunmakta yarar görüyoruz:

VAHY

Sözlük anlamı olarak “ وحى vahy” sözcüğünün “vaz`ı (ilk konuş, türetiliş)” anlamı; “gizlice bilgilendirmek” demektir. Zaman içinde bu anlam çerçevesinde “Gizli konuşma, işaret etme, emretme, ilham etme, ima etme, fısıldama, mektup yazma, elçi gönderme” anlamlarında da kullanılır olmuştur.
Terim anlamı olarak ise “vahy” sözcüğü, “Yüce Allah`ın vasıtasız olarak veya değişik vasıtalarla emirlerini, hükümlerini gizlice ve süratlice peygamberlerine bildirmesi” demektir. Ve “القاء ilka” sözcüğü ile anlamdaş olarak kullanılır. Bakara; 37, Neml; 6 ve Mümin; 15`e bakabilirsiniz.

“Vahy” kelimesinin Kur`an`da sözcük anlamıyla kullanıldığı ayetler; “Allah ile ilgili olan” ve “Allah ile ilgili olmayan” olmak üzere iki grupta toplanabilir:

1- Allah ile ilgili olarak kullanıldığı ayetlerde “vahy” sözcüğü şu değişik anlamlara gelmektedir:

a) “Emir ve bir iş yaptırma”:

Fusılet; 12: … ve her göğün işini kendisine vahyetti….

Zilzal; 4 - 5: İşte o gün yerküre tüm haberlerini;
Rabbin kendisine vahyettiklerini bir bir söyler.

Nahl; 68: Ve Rabbin bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve kovanlarda
evler (yuvalar) edinmesini vahyetti.

Enfal; 12: Ve Rabbin meleklere vahyediyordu (emrediyordu); “Ben
sizinle birlikteyim inananları destekleyin. …”

b) “İma etme, ilham”:

Maide; 111: Ve hani havarilere: “Bana ve elçime inanın” diye vahyetmiştim
de onlar, “inandık, ve bizim gerçekten teslim olduğumuza tanık
ol” demişlerdi.

c) “İlham ve rüya”:

Kasas; 7: Musa`nın anasına: “Onu emzir. Eğer onun için korkarsan onu
akıntıya bırakıver, korkma ve üzülme. Çünkü Biz onu sana
döndüreceğiz ve kendisini peygamberlerden biri yapacağız"
diye vahyetik.

2 - Allah ile ilgili olmadan kullanıldığı ayetlerde de “vahy” sözcüğü yine değişik anlamlar ifade eder:

a) “İma etmek, işaret etmek”:

Meryem; 11: O (Zekeriyya), bunun üzerine mihraptan kavminin (halkının)
karşısına çıkıp sabah akşam Rablerini tesbih etmelerini
vahyetti (işaret etti).

b) “Fısıldama, gizli konuşma”:

En`âm; 112: Böylece Biz her peygamber için ins ve cin şeytanlarını (her kötü
kişiyi) düşman yaptık. Onlar aldatmak için birbirlerine süslü
ve yaldızlı sözler Vahyederler (fısıldarlar). …

c) “Teşvik etme, telkin etme, söyleme”:

En`âm; 121: … Ve gerçekten şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmeleri
için vahyederler (telkinde bulunurlar)…

“Vahy” sözcüğü, terim anlamı olarak ise Kur`an`da 68 yerde geçmekte olup, bu ayetlerin tümünde sadece Allah`a özgülenmiştir. Bunun anlamı; terim anlamındaki vahyin Allah`ın işi olduğu, ne melek, ne peygamber, ne de herhangi bir insanın bu anlamda vahyetmesinin mümkün olmadığıdır.
Sonuç olarak 10. ayette geçen “vahy” sözcüğü de terim anlamında kullanıldığına göre, burada kuluna vahyeden Allah`tır, ve Cebrail`in vahyi getirmesi söz konusu olamaz.

9. Ayette geçen “yay boyu”, o zamanlarda kullanılan ve o günkü insanların bildiği bir uzunluk ölçüsüdür. O dönemlerde “metre” gibi uluslar arası kabul görmüş ölçülerin henüz icat edilmediği için yöresel ölçüler kullanılmaktaydı. İşte “yay boyu” da, o zamanlarda kullanılan rumh (mızrak), sevt (deynek), arşın, kulaç, boy, isbi` (parmak), hatve (adım), şibr (karış), zira (kol), ok atımı, gibi bir ölçü birimiydi. Bu ölçü mantığı o günkü Batı ülkelerinde de geçerli olup, bu ülkelerde de insan ayağının uzunluğunu temel alan “feet”, insan elinin baş parmağının tırnak dibindeki genişliğini temel alan “inch” gibi ölçüler kullanılmakta idi. Dolayısıyla Yüce Allah mesajında, muhatap aldığı toplumun anlayabileceği bir ölçü kullanmıştır.

Bu açıklamalardan sonra, Allah`ın peygamberimize nasıl vahyettiğini anlatan sahneye geri dönecek olursak, bu kompozisyonun çizildiği 7-10. ayetler hakkında tefekkür ederken peygamberimize gelen vahyden söz eden Tekvir suresinin 19-25. ayetlerindeki açıklamaları hatırlamakta yarar görüyor ve yapılacak değerlendirmelerde, hem Musa peygamberin hem de Muhammed peygamberin ilk vahylerini anlatan ayetlerdeki “ağaç” ögesinin dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Tekvir; 19-25: kuşkusuz bu, değerli bir elçi sözüdür;
güçlü, Arş`ın Sahibi`nin yanında çok itibarlı,
itaat edilir, güvenilir.
Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.
Ant olsun o, O`nu açık ufukta gördü.
O gayb hakkında cimri de değildir.
Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.

7-10. ayetlerde, vahy anında neler olduğu hakkında bize açık bir bilgi verilmemiştir. Ama sanki bir cismin (helikopter gibi) gökten aşağıya doğru inişini çağrıştıran bir ifade kullanılmıştır. Bu konuyu araştıranlar, Allah izin verdiği takdirde, o gün olanların izahını tartışma şeklinde yapacaklar ve en büyük mucizelerden birini veya bir kaçını daha açıkla***** insanlığa büyük bir hizmet yapmış olacaklardır.

Msn HappyMsn HappyMsn HappyMsn HappyMsn HappyMsn Happy
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Aralık 2009       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
girdim gogleye hazreti muhamed (s.a.s) in gençlik yılları diye ama bulamadım burdada çocukluk vardı Msn Sad
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Aralık 2009       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı

hz muhammedin cocukluk yillari

lütfen çok acil din ödevim için
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Aralık 2009       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
[QUOTE]hz muhammedin cocukluk anıları

lütfen çok acil din ödevim için
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Aralık 2009       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hazreti Muhammed Pzartesi günü Mekkede Doğdu.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Şubat 2010       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hz muhammedin genclik yillari diye giriyorum ama cıkmıyo ya biliyorsanız lütfen söyleyin. tesekkürler!

Benzer Konular

9 Ocak 2014 / Misafir Soru-Cevap